VATAN VE NAMUS KAVRAMI
VE
AKP’NİN TAHRİBATI
Harputlu Müderrisin Cihat Aşkı ve İhlası!
Rahmetli Babam Hacı Behzat Efendi; Harputlu Beyzade Efendi’nin halifesi Alişamlı Bekir Efendi, Âlim Ömer Efendi ve Osman Efendi gibi zatların sohbetlerinden dinleyip öğrendiği, çok ibretli hadiseleri asla unutmamıştı ve dinleyenleri hayran bırakan bir üslupla devamlı anlatırdı. Aziz Erbakan Hocamızın: “Eğer muhterem ve mübarek dedelerimiz; cihattan kaçmak isteselerdi, bir sürü mazeret bulurlardı ve mesela gidenlerin çoğunun geri dönemediği Yemen seferine katılmazlardı. Oysa onlar biliyorlardı ki, eğer Yemen elden çıkarsa Mekke Medine, Beytullah ve makam-ı Resulüllah tehlike altında olacaktı, ve bu zillet ve esaretle yaşamaktansa ölümü ve şehadeti seve seve göze almışlardı!” buyurduklarına çok uygun ve unutulmaz bir olay Harput’ta yaşanmıştı. Daha sonraları, değerli araştırmacılar bu hadiseyi, hem de belgeleriyle yazıp kitaplarına almışlardı.
Evet, Osmanlı’yı yıkmak ve İsrail terör şebekesini kurmak isteyen Siyonist güdümlü Haçlı Batı, bu maksatla 1. Dünya Savaşı’nı çıkarmış, Enver, Talat ve Cemal gibi İttihatçı masonlar, gaflet ve hıyanetle bizi bu savaşa bulaştırmıştı. Batılı gâvurlar tam 9 cepheden Osmanlı’ya savaş açmışlar ve İngilizler Yemen Körfezi’ne saldırmışlardı.
O sırada Elaziz Valisi Harput’a gelip, toplanan halka bir konuşma yaparak; Yemen’e gönüllü asker çağrısında bulunmuşlardı: “Ey Müslüman ve kahraman Milletimizin evlatları!.. Unutmayınız, Yemen düşerse kutsal beldelerimiz Mekke Medine düşecektir. O takdirde bu zilletle yaşamak mümkün değildir. Öyle ise, 18 ile 40 yaş arası, eli silah tutan gönüllüler gerekmektedir!..” deyince Harputlular galeyana gelip askerlik şubesine koşmuşlardı. Kıblemiz Beytullah ve Hz. Peygamberimizin mübarek makamı, Haçlı kâfirlerince çiğnenmesin diye… Namus ve şerefimiz, hürriyet ve haysiyetimiz elimizden gitmesin diye… Türkiye Haçlı NATO’nun himayesine mecbur ve mahkûm edilmesin diye… Evini barkını, ailesini çocuklarını, bağını tarlasını, dükkânını tezgâhını bırakıp, gönüllü sefere yazılanlar arasında kırkına yaklaşmış Müderris (Profesör) Musa Efendi de vardı.
Derin bir ilim adamıydı ve çok saygın bir insandı. Talebelerinden henüz 16 yaşında olmasına rağmen, iri ve gürbüz yapılı bir genç de ona katılmış; “Hocam ne olur beni bu kutlu seferden ve kendi hizmetinizden ayırmayın!..” diye yalvarınca onu da yanına alıp gönüllü kafile ile birlikte Harput’tan dualarla ve gözyaşlarıyla uğurlanmışlardı.
Oldukça uzun ve zorlu bir gemi yolculuğundan sonra, Kızıldeniz’den karaya çıkarılmışlar, yürüyerek amansız çölleri aşıp Yemen’e varmışlar, ve orada tam 11 yıl kalmışlardı. Hem İngilizlerle savaşmış, hem de çeşitli isyan hareketlerini bastırmak için uğraşmışlardı. Zaten Müderris olması, Arapçayı konuşması ve harp hususundaki üstün başarıları nedeniyle, kendisine komutanlık ve hatta Paşalık teklif edilmesine rağmen; “Hayır, ben sade bir er olarak cihad yapmak ve bu sıfatla Allah’a ve Resulüllah’a varmak istiyorum. Komutanlık, sevabımı azaltır ve ihlasımı zayıflaştırır…” diyerek herkesin can attığı bu fırsatı, kabule yanaşmamıştı.
11 yıl ve çok ağır şartlar ve sıkıntılar altında Yemen’de savaştıktan sonra, Müderris Musa Efendi ve talebesi, bu sefer Mekke-i Mükerreme’deki meşhur ECYAD kalesine atanmışlar, 2 yıl kadar da orada görev yapmışlardı. Derken maalesef 1. Dünya savaşında yenilmiş sayılmamızın ardından, yine bin türlü mihnet ve zahmetler sonucu memlekete dönüp Elazığ’a ulaşmışlardı.
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…