Türkler fıtratlarındaki (yaradılışlarındaki) meziyetlerin meyvesi olan cesaret ve metanetle, ve yüksek savaş yetenekleriyle; sayıca kendilerinden çok üstün askeri birlikleri defalarca yenmiş, geniş ülkeleri ele geçirmiş ve buralarda hakimiyet sürmüşlerdir. Bu arada savaş (savunma ve saldırı) taktikleri ve teknik gereksinimleri konusunda da ilginç icatlar ve icraatlar geliştirmişlerdir. Ancak bu başarıları asla kalıcı ve kapsayıcı bir medeniyete ve uygarlık sistemine dönüşememiştir. Örneğin Göktürk ve Hun İmparatorluklarından asırlar önceki başka medeniyetlerin uygarlık eserleri ve devlet sistemleri hala ortadayken, bunların herhangi bir düzen prensiplerine ve medeniyet birikimlerine (çok sade ve kabile seviyesindeki basit örnekler hariç) rast gelinmemiştir. Ancak ne zamanki Türkler İslam’la tanışmış, tabiatlarındaki kabiliyet ve marifetler, fıtrat dini ve hakikat düzeni olan İslamiyet’le yoğrulup olgunlaşmış, işte bundan sonradır ki, Selçuklu ve Osmanlı gibi toplamda bin yılı aşan ve nizam-ı âlem rolü oynayan örnek devletleri, gerçek medeniyetleri ve Türkiye Cumhuriyeti gibi yeni uygarlık merkezlerini-çekirdeklerini vücuda getirmişlerdir.
“Mehmetçik” Kitabını hazırlayan Oktay Yıldırım (Kaynak Yayınları), Türk askerinin tarihçesi ve Ordu-Millet geleneğini özetleyip okuyucuya aktarmakla, aslında güzel ve gerekli bir hizmet sunması mümkün iken, maalesef ideolojik saplantıları ve peşin önyargıları yüzünden “İslamiyet’in Türkleri ve Türk askerini körlettiği hatta kirlettiği” (Bak: sh: 55-66-69-103) kanaatini, doğrudan değil ama dolaylı biçimde ima etmeye yeltenmiştir. Hatta Sn. Yazar, bu niyetinin sırıtacak şekilde sezilip ters tepki toplayacağını fark edince “Aslında din olgusunun suçlu olmadığını, ama yanlış algılama ve uygulamaların ve kasıtlı istismarların hurafelere yol açtığını” (sh. 143 son paragraf girişi) belirtmek mecburiyeti hissetmektedir. İslamiyet’in Türklerin tabiatındaki cengâverlik yeteneğini nasıl bir cihangirlik ülküsüne dönüştürdüğüne tarih şahittir ve şanlı Kıbrıs Harekatı (1974) bunun en taze örneğidir. Solcu ve Ulusalcı Ecevit’in ürkeklik, erteleme ve engelleme girişimlerine rağmen, inanmış bir lider olan Erbakan’ın cesaretli ve Milli haysiyetli gayretlerini, keşke o dönemin siyasi ve askeri aktörlerinden ve resmi belgelerden dürüst ve tarafsız bir yazar duyarlılığıyla okuyucusuna aktarma ciddiyeti gösterilseydi.
“Büyük Osmanlı Tarihi”ni dikkatle incelediğimiz, çok sinsi ve sistemli bir İslam ve Osmanlı düşmanlığı yaptığını fark edip belgelediğimiz, ama bu saptırma ve karalama gayretlerini “Koyu Türkçülük taraftarı” kılıfıyla gizlediğini bildiğimiz HAMMER gibi misyoner müsteşriklerin safsata ve saptamalarını aynen aktarmak gafleti ve İslamiyet hakkındaki cehaleti de buna eklenince, hayırlı ve yararlı bir çalışma, tahripkâr ve zararlı bir mahiyete dönüşebilmiştir. Örneğin Fransız HAMMER’in (Bak: 9. cilt sh. 624-643 arasında) Sultan Abdülhamit Han’la ilgili bütün iftiralarını ve çarpıtmalarını, Oktay Yıldırım Kitabının 140-170 sayfalarında aynen kopya etmiştir. Oysa Hammer bile “Fransız ve İngiliz yazarların Sultan Abdülhamid’i “en büyük katil!” olarak tanıtmaya çalıştıklarını” itiraf etmektedir. (Bak: 9. cilt sh: 628)
Oktay Yıldırım gibilerinden, yani Kemalist’lik ve Ulusalcılık kılıfı altında, kendi dinsizlik ideolojilerini yürütmek isteyenlerden önce şu sorunun yanıtın vermeleri beklenir. Biz Türkler, kör tesadüfler sonucu ağaç kovuğundan veya maymundan mı türedik, yoksa sonsuz ilim ve kudret sahibi Yüce Allah tarafından mı var edildik?
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…