Toplum Vicdanı ERBAKAN’da Buluşacak
ve
KURTULUŞ KAPILARI AÇILACAKTI!
Adana’dan Bekir Başak kardeşim bizi telefonla arayarak, 28 Şubat 2022 gecesi ilginç bir rüya gördüklerini aktarmıştı:
“… Medine-i Münevvere’de oluyorum… Tarifi imkânsız bir kalabalığın insan seli halinde mübarek ve nuranî bir zata kavuşmak ve o sayede huzura ve kurtuluşa ulaşmak için çırpındıklarını görüyorum. Dikkat ve hayretle bakınca, O Zatın Merhum ve Muhterem Erbakan Hocamız olduklarını fark edip seviniyor ve heyecanlanıyorum. İnsanların, susuzluktan çatlayıp yarılan topraklar misali, Erbakan’ın kutlu çağrısına ve Adil Düzen programlarına muhtaç olduklarını anlıyorum!”
Evet, inancı hepten yozlaşmamış ve vicdanı tamamen bozulmamış insanlarımız, derin bir mahcubiyet ve nedametle şimdi Aziz Erbakan Hocamızı aramaktadır. Kurtuluşun, O’nun çağırdığı talihli yolda ve tarihi programlarında olduğunun farkına varılmıştır. SP’nin hazırladığı, Haliç Kongre Merkezi’ndeki programa katılan siyasi liderlerin itirafları ve iltifatları da bunun kanıtıdır. AKP’li kurmayların, teşkilat mensuplarının ve tabanının önemli bir kısmının da “Erbakan’a ve Milli Görüş hatıralarına hasret duyduklarını, ama şimdilik bunu açığa vuramadıklarını da” belirtmemiz lazımdır. Erbakan’ı anma toplantılarına katılan farklı ve aykırı parti liderlerini, istismarcılıkla suçlayan Erdoğan ve Bahçeli ise, hakikat aynasında kendi yüzlerine ve özlerine bakmaktadır.
Siyami Akyel’in aktardığına göre; Rahmetli Ali Nar, Erbakan Hocamızın vefatı münasebetiyle “Muhterem Necmettin Erbakan, yüksek şahsiyetine denk haksızlıklara (hıyanetlere) uğramıştır” tespitinde bulunmuşlardı.
Evet; Yüksek Dağlara Erken Kar Yağardı!..
“Yine o yüksek tepelere nazarlar da net ulaşmadığı için herkes doğru tanım getiremez; kayalık mıdır, ağaçlık mıdır? Dağ ise, başını eğip de, gösterecek kadar onursuz değildir. ‘Dağ yürümez, abdal yürür’ sözü uyarınca; o dağdan beklentisi olanlar da bulunabilir:
Kimi, onu uzaktan seyreder, berrak rüzgârında serinlerken seyrinden mutluluk duyar. Heybetine hayranlığından ötürü, şahsiyeti pekleşir, ahlâkı denkleşir…
Kimi de, o dağdan umdukları için yaklaşır, eteklerine tutunur! Serin suyundan; o suyla yetişen meyvesinden yararlanmak ister. Daha yukarılara tırmanamadığı için de bir tür kıskanmayla, o eteklerden devşirdiği nimetlerle dönerken; hasedini, o etekleri kirleterek ortaya koyar…
Üçüncü tip istekliler de olur: O dağ gibi yüksek başlı olmak hayâline kapılır; ama cüce aklı, tabansız kültürü ve şuursuz çevresi onu taklide ama ters yönde kopyaya iter. Sonunda dağın tepesine tırmanarak, onunla boy ölçüşmeye kalkar… Kalkar da bir daha oturamaz: Her adımı onu tepeye doğru çeker gibidir ama soluğu yetmez; yükseltinin atmosferi onu “Solugan” yapar. Hep kayar iner, inişini çıkış sanır! Alçaldıkça alçalır; ar namus kalmaz. Ama iflasını iflah sanır. Goygoycuları da karşı bayırlardan; bravo, bravo çeker.
Özsüz, köksüz mukallid de küçüklüğünü büyüklük sanır. Ama içinden de “dağ”a bir kat daha hasetle, ‘Zirveye karşı ne faydan var, bana ve ötekilere?’ diye zırvalar! Zaten onu dağa hasım kılanlar da an gelir, onu kuşatırlar. Bunu kuşluk zanneder. Bir de bakar ki akşam karanlığı ve “goygoycuları” da hoy hoy! olmuş. Tırmanışta gülenleri bile onun itibarına ağlar olmuş. Çünkü düşüş başlamıştır.
Dağı kışın karlar kaplar, kaplar, kardan bir dağ gibi… Gözler de beyaz körü olmuş gibi artık bir şey seçemez: Dağ mıdır, kardan bir yığın mıdır? Günler geçer, görüntü artık tabiileşir. Tepelerdeki ağaçlıklar, zirvedeki kılıç gibi heybetli kayalar, eteklerdeki soğuk gözeler, can çeken meyveler, gönül çeken gül ve sümbülleri anan kalmaz.
Kalmaz da o hassasiyetleri sürdüren kimseler de ta baştan beri temkinli, tevekküllü hâlini koruduğu için çıkarcıların arasında yok gibidir. Ancak kendi gönlüne sözü geçerse, duygularını kâğıda dökmekten öte bir yola sapmaz. O da söylenmemiş-seslenmemiş bir aşk gibi küllenir. “Bir dokun bin âh dinle” kabilinden, bir fiske vuracağı bekler. Olursa çınlar tınlar. Olmazsa, kırık bir kâse gibi sessiz kalır. Ama dağ yine dağdır, etekleri bağdır, hayranları sağdır, sömürücüleri yağ-yağdır. Baharla beraber o eteklere yine bağ-ban gibi yanaşır, gününü gün eder. Dağın haberi bile olmaz tabii.
Günlerden bir gün müthiş bir deprem olur. Eh, dağ, dağ gibi dimdik kalır. Çevresi darmadağın olurken, dibinden bir taze volkan fışkırır; dağ, bir dağ doğurur. Sonra da dağa nâzır dağ olur. Çoğu kimse fark edemez ama âdeta kendini doğuran esas dağ gibi yankı verir: Seslenen olsun yeter ki; esas dağın yankıları gibi sesler yankılanır, dalgalanır, halkalanır: Çünkü ne de olsa dağdır!”[1]
Erbakan Sevgisi Salonlara Sığmamıştı.
Millî Görüş Hareketi’nin tek ve gerçek lideri, 54. Hükümetin Efsane Başbakanı, büyük ilim ve devlet adamı, mücahit Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, ahirete irtihal edişinin 11’inci sene-i devriyesinde muhteşem bir programla anılmıştı. Saadet Partisi’nin Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlediği “Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı Anma ve Anlama Programı” başta siyasetçiler olmak üzere bürokratlar, sivil toplum kuruluşları ve binlerce vatandaşın katılımıyla yapılmıştı. Bu yıl Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından “Adil Devlet ve İnsanca Yaşam” mottosuyla gerçekleştirilen programa katılan siyasi parti temsilcileri Erbakan Hocamızı anlatmışlardı.