”TAPE” SAHTE İSE, TELAŞ GERÇEKTİ!
Bazılarına göre: Sn. Recep T. Erdoğan’la oğlu arasında geçtiği iddia edilen, milyarlarca liralık kara parayı “aklama ve saklama telaşını” yansıtan telefon görüşmelerinin sahteliği, yani suni olarak üretildiği kesindi; iyi ama Başbakan’ın ve kurmaylarının telaşı gerçekti!? Madem söz konusu “tape”lerin (telefon dinleme kayıt dökümlerinin) sahteliği, sırıtacak derecede belirgindi. Sn. Başbakan’ın Konya’da bulunduğu halde “Ankara’dayım…” demesi, tam aynı saatte TV çekimlerinde izleneceği gibi, resmi açılış konuşması yaptığı halde oğluyla “kayıt dışı kara paraları kaçırma” görüşmeleri yapmış gösterilmesi, kızının çok öncelerden kalma görüntülerinin eklenmesi, özellikle son bölümlerdeki sesin Erdoğan’a hiç benzememesi, bu “tape”lerin alelacele ve acemice tertiplenip internete servis edildiği kanaatini güçlendirmekteydi; o halde bu telaş şaşkınlığın sebebi neydi? Peki, bunu kimler ve niye yapmış olabilirdi?
Benim tahmin ve tahlilim, eğer öyleyse bu sahte tape’lerin Başbakanın yakın çevresince ve herhalde kendilerinin bilgisi dahilinde hazırlanıp piyasaya sürüldüğü yönündeydi. Çünkü bu konularda oldukça ustalaşmış ve kadrolaşmış olan Cemaatin böyle basit ve bariz hatalar yapması düşünülemezdi, onlar profesyonelleşmişti. Günlerdir yerli ve yabancı basında, “Mart’ın ilk haftasından itibaren, Cemaatin elindeki bomba kasetleri ve tapeleri, Erdoğan ve iktidarı aleyhine, deşifre edecekleri” konusu sürekli işlenmekteydi. İşte suçluluk psikolojisi ve gizli-kirli çamaşırlarının ortaya dökülme endişesiyle, Sn. Başbakan suniliği sırıtan bu tapeleri yayınlatarak, yakında gündeme düşecek gerçek ve geçerli kaset ve tapelerin de böyle sahte ve düzmece olduğu kanaatini yerleştirmek ve kendilerine mazeret üretmek üzere bu yola başvurulmuş olabilirdi.
İşte bu tedirginlik ve gerginlikle, Türkiye İstihbarat Cumhuriyeti’ne çevrilmeye çalışılmaktaydı!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık soruşturmalarını “Dış Güç”lere bağlayarak, yolsuzluk iddialarına “hafifletici sebepler“ araması… “Benim yolsuzluktan anladığım devletin dolandırılmasıdır!” (Yani doğrudan ve kılıfına uydurularak, örneğin rüşvetleri havuzda depolayıp yandaş vakıflara paylaştırarak yapılan vurgun, yasal bir gelir kaynağıdır ve ganimet kaymağıdır!?) yorumuyla, hırsızlıkları gözü açıklık gösterme çabaları yetmemiş olacak ki, suçluluk psikolojisini yansıtan derin kuşkularını bastırmak için, internet ve HSYK düzenlemelerinden sonra şimdi de yeni MİT yasasını hazırlatmıştı. Asıl korkunun, Cemaatin kaç oyu var? konusu olmadığı 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmasıyla anlaşılmıştı. Başbakanın AKP’li kadınları ‘Ev ziyaretine gelen Cemaatçi ablalar‘ konusunda uyarmasıyla durumun vahameti ortaya çıkmıştı. Erdoğan ilk kez tabanını tehdit altında görmeye başlamış, 30 Mart yerel seçimlerinin ve özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminin çantada keklik olmadığının farkına varmıştı. Bu nedenle AKP Genel Merkezinde “Yüzde 40’ın altına düşersek Cumhurbaşkanlığı senaryosu değişir“ kanaati yoğunlaşmıştı. Çünkü Genel Merkez biliyordu ki Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hedefi; Gezi olayları, yolsuzluk tartışmaları ve Gülen kapışmaları ile ağır bir yara almıştı. Bu durumda ilk akla gelen Erdoğan’ın bütün üst perde söylemine rağmen “Üç Dönem” kuralından çark edip başbakanlığı garantiye almaya çalışmasıydı. Malum yüzde 40–45 ile Cumhurbaşkanı olunmazdı ama tek başına hükümette kalınırdı!
Erdoğan ve yandaşları soruşturmalardaki iddiaları yanıtlamak yerine cemaate sataşmaya, ilgili emniyet ve yargı mensuplarını susturmaya çalışmaktaydı!
Benzer bir şekilde Gülen cemaati de, Erdoğan ve AKP hükümetine yönelik suçlamalarını meşrulaştırmak için bunların İslami çizgiden uzaklaşmış olduklarını ve “Neo-Kemalistler”e dönüşüp askerle işbirliği yaptıklarını yaymaktaydı.[1]
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…