SN. ERDOĞAN, SİVİL ENVER PAŞA OLMASIN DI!?
Son zamanlarda kuru-sıkı İslamcılar arasında Sn. Erdoğan’la Abdülhamid Han’ı kıyaslayanlar çoğalmıştı. Hatta Hakan Albayrak gibi, hızını alamayıp; Sn. Erdoğan’ın yüksek karakter, kabiliyet ve kapasitesiyle, “Sultan Abdülhamid’i aşıp geride bıraktığı ve Onun hayal bile edemeyeceği tarihi ve talihli işler başardığı” anlamında övgüler dizip yağcılığı cıvıklaştıran yandaşlar bile çıkmıştı. Oysa bize göre, Sn. Erdoğan’ın Şimon Peres’in cenazesinde yas tutan, Feridun Sinirlioğlu’yla birlikte Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’la karşılaştırılması daha gerçekçi bir yaklaşımdı. Yakın tarihimizde ise; malum ve mel’un odakların kışkırtmasıyla ve Türk-İslam Birliği kurma kılıflı hıyanet maceralarıyla Osmanlı’nın yıkılışını kolaylaştıran Enver Paşa ile kıyaslanması daha tutarlı bir bakış açısıydı; çünkü en azından Onun acı akıbetinden ve ülkemizin sürüklendiği felaketlerden ders çıkarılıp, doğru hedeflere yönelme imkânı sağlanırdı. Aşağıdaki tespit ve tahlillerimizi dikkatle okursanız, bu ENVER PAŞA benzetmemizdeki maksadımız ve haklılığımız daha iyi anlaşılacaktı.
Bu konuya Sn. Cumhurbaşkanının Saraydaki Muhtarlar toplantısında sarf ettiği ve üstelik bu hususta daha önce söylediği sözleriyle açıkça çeliştiği “Lozan zafer değil, hezimettir!” şeklinde özetlediğimiz, duyarsız, tutarsız ve anlamsız çıkışıyla başlamamız daha yararlı olacaktı.
Daha önce Sn. Erdoğan; 15 Temmuz’daki birlik ruhunu, İstiklal Savaşı ardından 24 Temmuz 1923’teki Lozan ruhuyla karşılaştırıp bağdaştırmıştı. Herhalde o Lozan mesajında; iki hafta sonra 7 Ağustos’ta Yenikapı’daki Milli birlik dayanışmasının CHP ve MHP’nin ve başta Saadet Partisi tüm halk kesimlerinin de katkısıyla ortaya çıkmasında, o olumlu yaklaşımının da bir payı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktı. Peki Sn. Erdoğan’ın bu denli zıt ve fesat çıkarmaya müsait tavrının arkasında ne yatmaktaydı? O hiçbir konuda yeterli ve gerçekçi bilgisi bulunmayan sadece akıl hocalarının kulağına üflediklerini konuşan bir konumda mıydı? Çünkü Ege’deki bu adalar Lozan’la değil, ta 1912’de elimizden çıkmıştı. Ilımlı ve insaflı tarihçilerin yaklaşımıyla; Lozan ne zafer, ne hezimet değil, sadece o günkü şartlar ve zorluklar istikametinde uzlaşmayla varılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması ve resmi tapusu durumundaydı.
Oysa Sn. Erdoğan’ın bu Lozan yorumuna asla uymayan şu beyanını, bu yıl 24 Temmuz’da, yani 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden tam bir hafta sonra yayınladığı mesajda şöyle aktarmıştı:
“Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir. Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir. Lozan Antlaşması’nın içeriği, bu anlamda başta milli irade ve demokrasi olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu temel ilkelerin değeri, bugünlerde çok daha iyi bilinmektedir. Aziz milletimiz, kendi seçtiği temsilcileri eliyle kullandığı iradesine yöneltilen her türlü darbe teşebbüsüne karşı, kurtuluş mücadelesi ruhuyla, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde cevap vereceğini, yaşanan son hadiselerle bir kez daha göstermiştir. Milletimizin, farklı mihraklardan gelen ihanet girişimleri karşısındaki asil ve kararlı duruşu, önümüzdeki süreçte ülkemizin demokrasi, özgürlük ve kalkınma yolunda ilerleyeceğinin en açık delilidir.”
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…