PKK, NATO’NUN YENİ ORTAĞI MIYDI?
Beyaz Saray “Obama ile Erdoğan görüşmesinde, başta IŞİD tehdidi olmak üzere bölgesel ve küresel konularda görüş birliği içinde olduklarının ve ittifak halinde çalışma kararı aldıklarını” açıklamıştı. Ama Sn. Erdoğan BM Genel Kurulunda kof çıkışlar yaparak, Dünyanın Gazze ve Mısır katliamlarına sessiz kaldığından yakınmıştı. Ancak sormak lazımdı; Yahu Amerika ile ittifak halinde Irak’ı, Suriye’yi ve Libya’yı cehenneme çeviren süreci kimler başlatmıştı? Acaba, ABD ve AB’nin her istediğine Sn. Erdoğan’ın evet demek zorunda kalmasının ardında, Amerikan ve Alman istihbaratının resmen tescillenen dinleme ve izlemeleri sonucu elde edilen; kendisi ve yakın çevresiyle ilgili şantaj unsurlarının da payı var mıydı? Yoksa bir insan ülkesini ve geleceğini bu kadar kolay ateşe atar mıydı? Ve zaten İngiliz Financial Gazetesi “Erdoğan’ın Washington’un baskısı ve şantajları sonucu IŞİD’le mücadeleye tam destek vermek zorunda kaldığını” yazmıştı. 49 konsolosluk personelimizi kendileri için “çok yararsız hatta zararlı” olduğu bir dönemde rehin alıp 3 ay elinde tutan, sonra stratejik açıdan “kendilerine en çok lazım olacak ve pazarlık konusu yapılacak bir süreçte” serbest bırakan IŞİD, bu denli ahmak mıydı, yoksa istediği her şeyi fazlasıyla almış mıydı? Ya da “bu vatandaşlarımızı alıkoyan da serbest bırakan da CIA ve MOSSAD’dı da” bize kaybolan eşeğini yeniden bulan köylünün sevinci mi yaşatılmıştı? Yahu bu rehine teslimi APO’nun ele geçirilmesine ne kadar benziyordu!
Hayret, bu rehineleri kurtarma operasyonuyla, Abdullah Öcalan’ın Kenya’dan teslim alınması senaryolarının benzerliği ne kadar da sırıtmaktaydı. Çünkü Öcalan dağda kalsaydı, hem bu denli korunamayacaktı, hem tüm anarşist militanları ve taraftarlarını avucunda tutamayacaktı, hem de böylesine “diplomatik ve demokratik bir barış elçisi” sıfatını kazanamayacaktı.
Evet, aslında Başbakanların böyle kritik zamanlarda örtülü ödeneği kullanma hakları vardı. Acaba IŞİD’in elinden kurtarılan Türk rehineler için de benzer bir ödeme yapılmış mıydı? Resmi açıklamalara göre rehinelerin kurtarılması “silahlı bir operasyonla” olmamış, rehineler değişik kanallar üzerinden yürütülen müzakereler sonucu ikna yöntemiyle kurtarılmıştı. Rehinelerin kurtarılmasında MİT’in “Ana üstlenici” olarak operasyonun başrolünde yer almış gösterilmesi, CIA ve MOSSAD’la ortak başka operasyonlara hazırlık mıydı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarının odak noktasına “Milli İstihbarat Teşkilatı”nı koymaları anlamlıydı. Üstelik 49 rehinenin kaçırıldıktan sonra tam 8 kez yer değiştirdikleri anlaşılmıştı. Rehinelerin, Musul’da teslim alındıkları ancak güvenlik nedeniyle Suriye’den getirildikleri ortaya çıkmıştı. Böylece “Türk istihbaratının bölgede sanıldığından daha güçlü konumda olduğu” algısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Terörist başı Abdullah Öcalan yakalandığında Bülent Ecevit azınlık hükümetinin Başbakanıydı. Öcalan’ın yakalanması Ecevit’e bir seçim kazandırmıştı. Şimdi benzer bir durum Ahmet Davutoğlu için de hazırdı. Rehinelerin, Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde Türkiye’ye getirilmesi, 2015 Haziran seçimlerine yansıtılacak mıydı? Bazı yayın organlarında ve dış basında 49 rehineye karşı, Türkiye’nin 200 IŞİD’liyi iade ettiğini yazılmıştı. Ayrıca Suriye’deki Kobani’nin de IŞİD’e rüşvet verildiği konuşulmaktaydı.
Posta’dan yandaş yalakacı Candaş Tolga Işık’ın “Kurtardılar mı yoksa serbest mi bırakıldılar…? Umurumda değildir. MİT bu süreci bölgedeki yerel unsurlarla birlikte nakış gibi işlemiştir” (21-09-2014) itirafları bu kuşkularımızı haklı çıkarmaktadır. Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan IŞİD’le “siyasi ve diplomatik pazarlık yapıldığını” açıklamıştır. Yoksa, bu vatandaşlarımızı asıl rehin alan IŞİD değil de, ABD(CIA-MOSSAD) idi de, şimdi Irak’a yönelik askeri koalisyona Türkiye’yi katma pazarlığı sonucu mu bırakılmışlardı?
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…