Anasayfa Siyaset ve StratejiSİYASET VE STRATEJİ-MAKALELER NATO; Koruyucu Kalkanımız mı, YIKICI DÜŞMANIMIZ MI?

NATO; Koruyucu Kalkanımız mı, YIKICI DÜŞMANIMIZ MI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 271 Görüntüleyen

NATO; Koruyucu Kalkanımız mı, YIKICI DÜŞMANIMIZ MI?

 

Paris’te, daha önce Hz. Peygamberimize yönelik hakaretleriyle tanınan bir mizah dergisine yapılan ve 15 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırısını, acaba kimler tezgâhlamıştı? Bütün Hıristiyanları ve Avrupa’yı İslam dini ve dünyası aleyhine kışkırtmayı, NATO’yu bu amaçla kullanmayı ve dolayısıyla İsrail’i rahatlandırmayı amaçlayan odakların şeytani bir planı olduğu açıktı. Bu olay sonuç itibariyle en çok kimlerin işine yarar? sorusu, bizi en isabetli yanıta taşıyacaktı.

Amerika ve NATO’nun yönlendirmesiyle asıl düşman İran, ön düşman ise Suriye yapılmıştı. Suriye canciğer kuzu sarması dostluk durumundan, gene Erdoğan tarafından birden can düşmanı ilan edilmiş durumdaydı. Yani; İsrail’in düşman konumundan çıkarılmasına karşın, alternatif düşman olarak Suriye tanıtılmıştı. Bu da yetmedi… Erdoğan döneminde; İsrail’e yaptığı bütün diklenmelerine karşı sanki “özür” mahiyetinde, İsrail’in korunmasına yönelik füze rampalarının, yani Patriotların Türkiye sınırına konuşlandırılmasına razı olunmuş, İsrail’le ticaretimiz artmıştı… Ve son olarak da NATO’da İsrail’in gözlemci üyeliğine onay çıkmıştı. Çoğu gazetenin sütunları arasında kalan, Jerusalem Post gazetesinin yayınlayıp Dışişleri Bakanlığı kaynaklarının doğruladığı habere göre, Türkiye’nin de onayıyla İsrail bundan böyle NATO’nun ortak üyesi olarak ittifakın seminer ve çalışmalarına katılacaktı. (Radikal 24.12.2012) Böylece İsrail’in resmi müttefikimiz olması sağlanmıştı. Her ne kadar 2013’teki NATO tatbikatları konusunda bir plânlama yapılmadığı belirtilse de, NATO üyesi olmayan İsrail, bundan böyle NATO’nun bütün askerî programlarına katıldığı gibi NATO nezdinde daimî temsilcilik kuracaktı. Türkiye, ilişkilerde doğrudan bağlantılı olarak İsrail’le daha güçlü bir ortaklık ve dayanışma içinde olacak “One minute”nin yerini “Yes! Allright!” (Evet, tamam, Peki) almış olacaktı! Yıllardır, Türkiye tarafından veto edilen ve NATO’ya üye olamayan İsrail, artık AKP sayesinde NATO üyesi olup çıkmıştı. Yani bundan sonra İsrail’in düşmanı bizim düşmanımızdı! Bunu bir sol hükümet yapsaydı kim bilir neler olacaktı. Cuma namazı sonrası ne gibi eylemler yapılacaktı. Yani artık İsrail’e saldırana karşı İsrail ile beraber karşı koyacağız..! NATO’dan dolayı müttefikimiz olan İsrail’e bir saldırı olursa İslam ülkeleri karşısında bizi bulacaktı. Kısaca uluslararası sularda Türk bayraklı Mavi Marmara gemisine saldırıp dokuz sivilimizi öldüren, yüzlercesini günlerce fizikî ve psikolojik işkenceye tâbi tutan İsrail, Türkiye’nin “özür dileme” ve “maktullerin yakınlarına tazminat ödeme” şartlarını yerine getirmediği halde, Türkiye tarafından ödüllendirilip müttefik yapılmıştı. Tek Müslüman üye ülke olarak, İslâm dünyasından ve Filistin’den gelen bütün uyarılara rağmen, İsrail’in OECD üyeliğini veto etmeyip onaylayan da Erdoğan’dı.”[1]

Çoğu İngilizceden çevrilmiş, ders notları olarak kullanılmaya elverişli, muhtemelen ABD’de basılmış kitaplar hala Ordumuzda okutulmaktaydı. Eğitim ve doktrin kitaplarını Amerikalıların yazdığı bir ordunun ulusal olma niteliği tartışmalıdır. Maalesef ittihatçı mason kadroların gafletiyle I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında da Almancadan çevrilmiş eğitim ve doktrin kitapları kullanılmıştı. Acaba kendi toprakları dâhil 3 kıtada yüzyıllarca savaşmış bir ordu kendi askeri doktrinini ve eğitim kitaplarını kendi ihtiyaç ve hedeflerine göre yazamaz mıydı? Ancak asıl soru şu: Soğuk Savaş sonrası Türkiye, Kuzey Atlantik askeri ittifakı içinde kalmak zorunda mıdır? Soğuk Savaş dönemi bir dereceye kadar anlaşılırdı. Sovyet ordularının taarruzuna karşı NATO bir ihtiyaçtı. II. Dünya Savaşı’nın strateji mantığına göre kurulan, fakat günümüzde sadece ABD’nin emperyal çıkarlarını koruyup kollayan NATO teşkilatında hala durmamıza ne lüzum vardı? İran, Suriye, Rusya ve Çin bize mi saldıracaktı? Antlaşma’nın 5. Maddesi olmasa, İran’ın Şahap, Rusya’nın Topol, Yunanistan’ın S-300 füzeleri başımızda mı patlayacaktı? Çin füzesi bile alamayacak mıydık? Bir Genelkurmay Başkanı (Doğan Güreş) televizyon ekranlarından 1992 yılında PKK’ye yardım malzemesi taşıyan bir ABD helikopterinin vurulması için emir verdiğini söylemişti (elbette emekli olduktan sonra!). O sırada ufukta ne AKP iktidarı, ne de Ergenekon ve Balyoz kumpasları görünüyordu. Her şey adım adım gelişti. ABD’nin “Çizgi dışına çıktılar” dediği subayların çok basit, hatta ahmakça komplo düzenekleriyle tasfiye edilmiş olmaları (bunun başarılabilmiş olması), son tahlilde, Pentagon’un TSK’ya derinlemesine nüfuz etmiş olduğunun bir kanıtı mıydı? Ordumuza yönelik kumpasa karşı ABD’den en ufak bir fiili direniş olmadı. “TSK’ya karşı sistematik bir psikolojik harp” yapıldığı söylendi, fakat taarruz eden düşmanın adı ağıza alınmadı. Sanki bir Genelkurmay Başkanı, bizim çocukluğumuzdan beri bağırdığımız gibi “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!” diye bağırsa, sanki büyü bozulacak, ülke kâğıttan bir şato gibi yıkılacak, yerden kaynar sular fışkıracak, süpürgeye binmiş cadılar gökten ateşler saçacaktı!? Evet, Türkiye paramparça olmamak ve başka ülkelerin askeri stratejilerinin aracı yapılmamak için NATO’yla yolunu ayırmalıdır. Gözlemci üye olup statü kaybetmek, tam üye kalarak her şeyi kaybetmekten daha yararlıdır. “Biz istesek de bırakmazlar” yaklaşımı, psikolojide kullanılan “öğrenilmiş çaresizlik” terimini hatırlatmaktadır.”[2]

Barzani’nin petrolü İsrail’de depolanmaktaydı!

 

..

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi