MİLLİ GÖRÜŞÜN BAŞ BELALARI VE SORUMLULUKLARIMIZ
Hayat bir imtihandır ve her birimizin imtihan şartlarını bizzat Cenabı Hak hazırlamaktadır. Nefsimizle, ailemizle, yakın ve uzak çevremizle, mevcut sistem ve devlet düzeniyle imtihan edildiğimiz gibi, hizmet teşkilatımız ve dava mensuplarımızla da imtihanımız vardır. Hz. Ömer (RA) Halifeliğe atanınca çevresine söylediği: “Allah sizi benimle, beni de sizinle imtihan buyurmaktadır. Sizin imtihanınız; Ben hakka bağlı kaldıkça, içtihat ve icraatlarımda hatalı da davransam bana itaat ve ahdimize sadakat göstermeniz, haksız ve İslam’a aykırı davranış ve kararlarımda ise beni uyarmanızdır. Benim imtihanım ise, yakınlarımı ve yağcılık yapanları değil, ehil ve layık olanları yetkili görevlere atamam, Kur’an’ın hükmünü ve Resulüllahın öğüdünü esas ve ölçü almamdır” tavsiyeleri bizim de düsturumuz olmalıdır.
Ve hele, davamızı ve camiamızı istismar girişimine, yetki ve görev emanetine hıyanet ettiğine şahit olduğumuz üst kademedeki insanların bu tahribatlarına karşı önce kendilerini, dinlemiyorlarsa dava kardeşlerimizi uyarmak, Allah’a ve davamıza karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır. “Dışlanırım, suçlanırım, makam ve menfaatlerden mahrum bırakılırım” endişesiyle böylesi yamukluklara göz yuman bir ekibin zafere ulaşması ve Allah’ın rızasını kazanması imkânsızdır. “Nasıl olursanız öyle idarecilere kavuşursunuz” hadisi şerifi, sadece ülkeler için değil, partiler ve ekipler için de geçerli bir kuraldır.
Hz. Peygamber Aleyhisselatüvesselam Efendimizin çok özel sırdaşı ve münafıkların isimlerinin kendisine anlatıldığı Sahabe-i Kiramdan HUZAYFE BİN YEMAN, dedelerinin aslen Yemenli olduğu söylenir. Kabilesi olan Ben-i ABS, Hayber ile Teyma arasındaki bölgede yerleşmiş ve İran Kisrası Nuşirevan döneminde Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bedir harbinden önce Hz. Huzayfe ve ihtiyar babası (RA) Medine’ye gelip Peygamber Efendimizin huzurunda İslam’a girmişlerdi. Efendimiz Huzayfe’yi Ammar Bin Yasir’le kardeş ilan etmişlerdi. Sırası ile Uhud, Hendek, Ben-i Kureyza ve Hayber gazvelerine katılmış, ardından Mekke Fethinde, Huneyn ve Taif’te, Tebük seferinde ve veda Haccında hazır bulunmuş seçkin bir sahabe idi. Babası, Uhud savaşında müşrik sanılarak yanlışlıkla öldürülünce, verilen diyetin hepsini sadaka olarak dağıtıvermişti. Hz. Huzayfe yüz kadar Hadis-i Şerif rivayet etmiş, Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Hz. Ali’ye biat ettikten kırk gün sonra çocuklarına Hz. Ali’den ayrılmamalarını özellikle vasiyet edip ebedi âleme göçmüşlerdir. Hz. Ebubekir (RA) döneminde ordu komutanlığına, Hz. Ömer döneminde valilik makamına getirilmiştir.
Münafıklar ve Hz. Ömer’in (RA) Endişesi
Kalben teslime ve tevhide ulaşmadıkları halde, makam ve menfaat beklentisi ve İslam’ın nimet ve faziletlerinden yararlanma düşüncesiyle, hatta bir kısmı da hıyanet ve fesatlık gayesiyle Müslüman görünün kimselere MÜNAFIK denilmektedir.
Hz. Peygamberimize Münafıkların cenaze namazını kılmasının yasaklanması[1] üzerine, marazlı ve garazlı insanların kimler olduğu konusu daha bir merak edilmiş, hatta ileri gelen sahabeler bile, “acaba biz de Münafık mıyız?” diye ciddi bir endişe içine düşmüşlerdi.[2]
Münafıkların bazıları deşifre edilmiş ve kendilerini bir şekilde ele vermiş olsa da, önemli bir kısmı Efendimizce gizlenmiş, sadece bunların isimleri Hz. Huzayfe’ye sır olarak bildirilmişti. Hz. Ömer Halife olunca bunların kimler olduğunu öğrenmek için Hz. Huzayfe’ye çok ısrar etmişse de, kendisine söylenmemiş; sadece valilerinden birisinin alametleri haber verilmiş, o da tespit edilip görevine son verilmişti.[3]
Ancak Hz. Ömer (RA), “Münafıkların cenaze namazını kılmak Peygamberimize yasaklanınca, Hz. Huzayfe’nin de Münafık bildiği kimselerin cenazesine katılmayacağını” düşünerek, “Medine’de olduğu halde, Hz. Huzayfe’nin kimlerin cenaze namazına katılmadığını öğrenmek üzere”, bazılarını görevlendirmişti. Bu takip sonucu, herkesçe zahiren çok makbul bilinen öyle şahısların gerçekte Münafık oldukları kanaati belirmişti ki, artık Hz. Ömer kendisinden bile şüphe ederek, çok ciddi ve endişeli bir şekilde:
“Ya Huzayfe, Allah Peygamber aşkına doğru söyle, ben de Münafıklar listesinde miyim?” diye sormaya ve kuşku duymaya mecbur hale gelmişti. Hâşâ, Hz. Ömer Efendimizin bunu, riyakârlık olsun diye veya şaka niyetiyle yapmadığı, mübarek ve muhterem bir mü’min bilinen ve hıyanetlerine asla ihtimal verilmeyen nice zevatın: “Hz. Huzayfe tarafından ve hiçbir mazereti bulunmadan, cenaze namazlarının kılınmadığını” görünce hakikaten sarsılıp korkuya kapıldığı kesindi.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki:
1- Şeytani merkezler ve Siyonist Yahudi çevreler, en iyi Müslüman ve mücahit rolü oynayan ve hatta Hz. Ömer gibileri tarafından bile hıyanetinin farkına varılmayan çok sinsi ve tehlikeli elemanlarını, o gün Hz. Peygamberin çevresine yerleştirmişlerse, bugün Milli Görüş içerisine niye yerleştirmesinlerdi?
2- Zaten batıl kafalı ve Siyonizm’in farklı kolları olan partiler yerine, asıl Milli Görüşü kontrol etmek, sadık ve sağlam kişileri saf dışına itmek üzere; Erbakan’ın partisine çöreklenmek gerekmez miydi? Hatta “Milli Görüş’ün hizmetlerine fırsat verilmesi için bazı şahsiyetleri Hoca’nın yakınına konuşlandırmayı” pazarlık konusu bile etmişlerdi.”[4]
3- Erbakan Hoca’nın, partisine girip, “müttaki ve mücahit dava adamı rolü üstlenen ve tövbe edip sadıkane dönmüş gibi hareket eden” kötü niyetli kimseleri elbette bildiği, ama Hz. Peygamberimizin sadece Hz Huzayfe’ye söylemesi örneği, birçok hikmet ve hedeflerle bunları ölünceye kadar deşifre etmediği de mümkün ve münasipti.
4- Ama bu tiyniyetsiz tipleri sezdirip izlettiği, çok özel yöntemlerle öğretip eğittiği kimselerin varlığı da bir gerçekti ve zaten gerekliydi.
5- Ve işte, o çok muhterem ve mübarek geçinen bu sinsi ve hain kişiler, kendilerinin gizli mahiyetini ve kirli marifetlerini çok iyi bilen bu sadıkları suçlamak ve dışlamakla ömür geçirmişlerdi. Ama “Yüce Allah, imhal eder, ama ihmal etmezdi.” Yani zalim ve hainlere mühlet verip, yularını uzatabilirdi, ama asla ihmal etmez, adaleti ilahiyesinin gereğini mutlaka yerine getirirdi.
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…