Ahmet Akgül Üstadımızın Çanakkale Şehitlerini Ziyaret Kampındaki Sohbet Notları:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bakara Suresi:
154- Allah yolunda (Yani, Milli savunma; halkın huzurunu, onurunu ve namusunu koruma, Hakk ve adaleti hâkim kılma uğrunda çalışıp: Düşmanlar ve anarşist saldırganlarla çarpışarak) öldürülen (şehit)lere, sakın “ölüler” deyip (gaflete düşmeyin, çünkü) bilakis onlar (gerçek ve yüksek bir hayata geçmiş) diridirler. Velakin siz bunun farkında ve şuurunda değilsinizdir.
155- Andolsun, Biz sizi; biraz korkuyla (doğal ve sosyal afetler ve düşman saldırılarıyla), açlık (ve kıtlıkla) ve bir parça da mallardan, canlardan ve semerat (ürün ve evlatlar)dan noksanlaştırmakla (hastalık ve sakatlıkla) imtihan edeceğiz. Sabır (sükûnet ve teslimiyet) gösterenleri müjdele (ki, sadece onlar sevaba ve başarıya erişecektir.)
156- (Sabır ehli mü’minlere) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız, (O’na iman ve itaat için varız) ve şüphesiz (öldükten sonra da) O’na dönücüleriz.”
157- (İşte) Rablerinden salâvat (bağışlanma ve fazilet) ve rahmet bunların üzerinedir ve bunlar hidayete erenlerin ta kendileridir.
İnançlı, milli ve insani amaçlı kardeşlerim! Bize bu cennet vatanımızı emanet bırakan şanlı ve imanlı Çanakkale şehitlerimizi ziyaret etmek, yedi düvele karşı kahramanca savaştıkları ve kanlarını akıttıkları yerleri gezip görmek, çocuklarımıza göstermek ve böylece milli ve manevi sorumluluklarımızı idrak etmek üzere; bu tarih kokan bölgemize gelmiş bulunuyoruz. Bu duyarlı tavrınızdan ve gösterdiğiniz fedakârlıklardan dolayı Milli Çözüm Ekibi olarak hepinizi, hanım kardeşlerimizi, şuurlu gençlerimizi ve çocuk mücahitlerimizi tebrik ediyorum. Bu ülkeyi bize vatan bırakmak için hayatlarının ilkbaharında canlarını kurban kılan Aziz Çanakkale şehitlerimizi şükranla yâd ediyor ve bizlere şefaatçi olmalarını diliyorum. Daha sonra Mustafa Kemal’in öncülüğündeki Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızda ve yine Erbakan Hocamızın özel gayretleriyle başlatılıp başarılan 1974 Şanlı Kıbrıs Harekatı’mızda, 40 yıldır PKK görünümlü Haçlı ve Siyonist güdümlü teröre karşı yiğit savunmalarımızda “Cennet karşılığı canlarını satan” bütün şehitlerimizi… Ve yine dış güçlerin desteği ile 15 Temmuz hıyanet darbesini tertipleyen FETO eşkıyalarının oyunlarını bozarken, hem dirayetli askerlerimizden hem cesaretli milletimizden şehit düşen kardeşlerimizi de yine rahmetle ve minnetle anıyorum.
1. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin başını çektiği İtilaf kuvvetleri, (güya Almanya ve Osmanlı’ya karşı ittifak kurup güçlerini birleştiren Avrupa Devletleri); Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’u işgal altına almak, doğudan Türkiye’ye saldıran Rusya’ya yardım sağlamak ve savaşı kısa yoldan ve başarıyla sonuca ulaştırmak amacıyla harekete geçip saldırmışlardı. 18 Mart 1915’teki Deniz Harekâtı’nda hüsrana uğrayan İtilaf Devletleri, bu kez 25 Nisan günü Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmışlar ve böylece Çanakkale Savaşları’nın sekiz buçuk ay sürecek kara muharebelerini başlatmışlardı. Savaşlar, hem denizden hem de karadan aylarca devam etmiş ve birkaç hafta içinde İstanbul’a varacaklarını sanan hunhar Haçlı orduları büyük bir hezimetle geri çekilmek zorunda bırakılmışlardı. İsrail’in kuruluşuna fırsat vermeyen Sultan Abdülhamid’i padişahlıktan uzaklaştıran Siyonist Yahudi odaklar, ekonomik ve siyasi yönden güdümlerine aldıkları Haçlı Batılı Devletleri kışkırtıp Osmanlı’yı yıkmak ve Büyük İsrail’e zemin hazırlamak üzere 1. Dünya Savaşı’nı çıkartmış ve kızıştırmışlardı. Ancak bu arada Nusret Mayın Gemisi’nin gece döktüğü 26 mayın, İtilaf donanmasının bir bölümünün sonunu hazırlamıştı.
İngiltere’nin başını çektiği ve İtilaf Devletleri denilen Haçlı sürüleri, ülke yönetimlerini kullanıp kışkırtan Siyonist Merkezlerin planları istikametinde:
a- Osmanlı Devleti’ni yıkarak, Türkiye’yi kendi güdümünde bir yarı sömürge ülkesi yapmak suretiyle Anadolu’yu Avrupa’nın ve Bizans’ın devamına dönüştürmek…
b- İslamiyet’i yozlaştırıp, Müslüman Türkleri; faizi, fuhşu, kumarı, açıklık ve saçıklığı benimseyen, dini gayret ve hassasiyetleri körletilen ve ahlaken kirletilen kimseler haline getirmek…
c- Ve aziz Milletimizi fakirleştirmek, işsizliğe ve borca esir edip bir nevi köleleştirmek niyetindeydi.
Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmemiz gerekirdi: “Barbar Batılıların Çanakkale saldırılarıyla amaçladığı bu utanç verici neticeleri; kimler ve hangi zihniyetler eliyle ülkemizde gerçekleştirmişlerdi? Acaba Çanakkale şehitlerimiz dirilip karşımıza çıksalar (ki zaten ruhen aramızdalar) ve bizlere sorsalar; “Haçlı Batılılar vatanımızı işgal ederlerse yapacakları tahribatlara engel olmak için canlarımızı feda ettiğimiz, bütün kötülükleri “çağdaşlık ve demokratik açılım” kılıfıyla ülkemize yerleştiren karanlık güçleri ve işbirlikçilerini, kahraman diye alkışladığınız halde hangi yüzle ziyaretimize geldiniz?” diye sitemde bulunsalar onlara ne cevap verilecekti?
Biz klimalı arabalarla gezip aziz şehitlerimizi ziyaret ediyoruz. Birkaç günlüğüne ve geceliğine, evlerimizdeki konfordan uzak çadırlarda kalıyoruz… Yağlı ballı lüks yiyeceklerimizden biraz kısıntı yapıp peynir karpuzla karın doyuruyoruz diye sızlanmaya başlıyoruz. Allah aşkına düşünün; bu cennet ülkeyi bize vatan bırakmak, bağımsızlık ve bekamızı sağlamak… Namusumuzu, onurumuzu ve huzurumuzu korumak uğruna, 15’inden 65’ine kadar, nice yiğit atalarımız; bir parça kuru ekmek ve birkaç kaşık çorbayla, kendilerinden silah ve sayı bakımından onlarca kat fazla bir düşmanla aylarca savaşmış; hanımlarını, evlatlarını, ana babalarını, evlerini, barklarını feda edip canlarını kurban etmekten sakınmamış bu şehitlerimizi saygıyla ve şükranla hatırlamamız ve onların Milli ve Manevi mirasına sahip çıkmamız bir iman ve insanlık icabıdır. Bugün de aynı kutsal amaçlar uğruna ve aynı Haçlı Siyonist odakların kışkırtmasıyla üzerimize saldırtılan, PKK ve FETÖ ile savaşan Kahraman Ordumuza ve güvenlik kurumlarımıza destek olmamız, Milli birlik ve dirliğimizi mutlaka ve gözümüz gibi korumamız lazımdır.
ŞİİR
Gafletle yürüme ey can, hürmet şükranla hatırla
Buralar kanla yazılmış, tarihin tam göbeğidir…
Evliya kokar vadiler, tepeler dolu yatırla
Bastığın yer bir şehidin, belki de gözbebeğidir…
Unutma Çanakkale’yi, geçilmez kılan imandır
Şimdi imana saldırırlar, bu ne çetin imtihandır
Ye’se düşme ve gevşeme, sahip Hazreti Rahman’dır
Bil ki vesveseler kalpte, şeytanın köstebeğidir…
Erbakan Hocam anlatmıştı. Atatürk’ten sonra devrimlerin yozlaştırıldığı, ilericilik bahanesiyle milletimizin inancına saldırıldığı süreçte, büyük âlim Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ni İstanbul’dan Çanakkale’ye sürgüne yollamışlardı. Orada göz hapsinde tutulduğu evden haftada bir polisler nezaretinde hava almak için Kordon boyuna çıkarırlardı. Halkın ve esnafın arasında şu şayia yayılmıştı: “Her kim bu zata selam verse, hürmet etse, ilgi gösterse o da fişlenip takibe alınacaktı. Bu baskı ve korkular sonucu, O Zat dışarı çıktığında, insanlar “Aman bize selam vermesin!” diye evlerine kaçar, dükkânlarına kapanırdı. Bunu duyan ve vicdanı sızlayan yiğit bir köy muhtarı, özellikle Çanakkale’ye gelmiş, O Zata yaklaşıp yüksek sesle selam verip elini öpmüş ve şu ricasını aktarmıştı: “Efendi ne olur, Ümmeti Muhammed’e ve bu aziz millete dua buyur. Baksana bir Allah dostuna selam vermekten sakınır oldular. Oysa benim dedelerim ve amcalarım da Çanakkale’de şehit olan medrese âlimleriydi!” Bunun üzerine Abdulhakim Arvasi Hazretleri: “Dua etmek haddimiz değil, siz bana bir ümmeti Muhammed gösterin, ben onun elini ayağını öpeyim. Benim gibi garip ve ihtiyar bir kimsesizden selam alıp vermekten bile korkanlar Ümmeti Muhammed olabilir mi?”
Çanakkale Savaşı’nın Hatırlattıkları
Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı’nda İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Japonya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’ya saldırısı sonucu açılmıştır. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarının yapıldığı Çanakkale Cephesi’nde Türk Ordusu olağanüstü bir direnç göstererek 250 bin şehit vermesine karşın düşmanları püskürtmeyi başarmıştır. İngiliz savaş gemileri, Nusret mayın gemimiz ile bir gece önce gizlice döşenen mayınlara çarparak, Boğazın derinliklerine gömülmüştür (18 Mart 1915). Mustafa Kemal, Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı ve Kilitbahir’de düşmanı yenerek önemli başarılar kazanmıştır. “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum!” sözünü kahraman askerine söyleyerek, savaşın ne pahasına olursa olsun kaybedilmemesi gerektiğine inandırıp, moral ve heyecan sağlamıştır.
3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla Gelibolu Yarımadası’nda 25 Nisan 1915 – 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları, Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır. Şanlı Kurtuluş Mücadelemizdeki bağımsızlık savaşımızın temelleri de, Çanakkale’nin sularında, Conkbayırı ve Anafartalar sırtlarında atılmış, bu zaferler Türk Kurtuluş Savaşına maya çalmıştır. Atatürk; Kocaçimen’in kan deryasındaki can pazarında, inançlı ve kararlı Mehmetçiklerin, Kur’an okuyarak ve Kelime-i Şahadeti haykırarak, bir gül bahçesine girercesine ölüme koştuklarını görüp, kahraman askerimizin asıl cevherini yakından tanıyarak; daha sonra girişeceği Bağımsızlık Savaşını kesin zaferle sonuçlandıracağı kanaatine daha o zamandan varmıştır. 18 Mart zaferi kazanılmasaydı, düşman donanması, daha 1915’in Mart ayında İstanbul’a girerek Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertecek ve belimizi kırmış olacaktı.
Çanakkale Boğazı’nı denizden aşıp İstanbul’a giremeyen Haçlı İtilaf Devletleri, 25 Nisan 1915’ten başlayarak 8-9 Ocak 1916’ya kadar süren Çanakkale kara savaşlarında Mustafa Kemal tarafından durdurulamasaydı; Birinci Dünya Savaşı’nda Çarlık Rusyası en kısa yoldan müttefiklerinin yardımlarına kavuşacağı için yıkılmayacak, muhtemelen Ekim 1917 Bolşevik İhtilali de yaşanmayacaktı. Bu durumda Almanya’nın yenilgisi hızlanacak ve 1. Dünya Savaşı belki de 1915’te son bulacaktı. Ayrıca Çanakkale Zaferi; harbin 4 yıl sürmesine, üç imparatorluğun (Osmanlı, Çarlık ve Avusturya/Macaristan İmparatorlukları) tarih sahnesinden silinmesine yol açmıştı. Gelibolu Yarımadası’nda düşmana kesin darbeler vurarak onları yenilgiye uğratan Alb. Mustafa Kemal’in Anafartalar tepesinde yaktığı zafer meşalesi, Kurtuluş savaşımızın da yolunu aydınlatmıştır.
Çanakkale destanıyla ilgili şu önemli notları da unutmamalıdır:
• İngilizlerin para ile kiralayıp Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere Çanakkale’ye taşıdığı bazı ANZAK Müslümanları gibi birçok gaflet ve hıyanet ehli, bilerek veya bilmeyerek beş vakit dua ettikleri Hilafet ordularına maalesef kurşun sıkmışlardır.
• 270 kiloluk top mermisini mucizevi şekilde sırtlayıp namluya süren ve en büyük düşman gemisinin batmasına ve saldırganların şaşkınlığa uğramasına sebebiyet veren SEYYİT ÇAVUŞ, çok fakir olmasına ve çocuklarını sünnet ettirecek parayı bile bulamamasına rağmen, Atatürk’ün teklif ettiği madalya ve maaşı “İman ve vatan borcumuzu para ile satamam!” diyerek geri çevirmesi bir ibret levhasıdır.
• Bu savaşlar sırasında Mason ve Dönme Enver Paşa’nın bütün ordularımızı bir Alman Generalin komutasına vermiş olması ve çok yanlış, belki de kasıtlı kararlarla binlerce Mehmetçiğin ölümüne yol açması ise; gafletten öte bir hıyanet kokusu taşımaktadır. Ve bu akıl almaz tavrını Mustafa Kemal şiddetle uyarmış ve kınamıştır. Aynı şahısın, Ruslara karşı Sarıkamış’ta 90 bin askerimizin donarak şehit olmasına sebebiyet verdiği de unutulmamalıdır. Ve zaten Çanakkale saldırılarının bir amacı da, doğudan Türkiye’ye saldıran Rusya’nın işini kolaylaştırmak ve onlara yardım ulaştırmaktır. Maalesef Çanakkale Savaşı’nda ordularımıza başkomutan yapılan Amiral Liman von Sanders adındaki Alman Deniz Generali, 17 Şubat 1855’te Pomeranya’da, Stolp şehrinde doğmuşlardı. 1913 yılında Kasel’deki 22. Piyade Alayı’nda Orgeneral iken güya Balkan Savaşları’nda yıpranan Osmanlı ordularını ıslah etmek için Türkiye’ye yollanmıştır. 1915 yılında 5. Ordu’nun başında, Çanakkale ve Gelibolu’yu İngiliz ve Avustralya donanmalarına karşı savunmakla yetkili kılınmıştır. İngilizlerin casuslukları sonucu, Ordumuza verdikleri büyük zayiata bu Alman generalin, istihbarat zafiyetleri yol açmıştır. Otto Liman, daha sonra 1 Mart 1918’de Suriye ve Filistin’deki 4. 7. ve 8. ordulardan meydana gelen Yıldırım orduları grubunun başına atanmış, ancak İngiliz generali Edmund Allenby’in karşısında yine hezimete uğramıştır. (Eylül 1918). Liman paşa, Birinci Dünya Savaşı sona erip Mondros Mütarekesi imzalandığında Almanya’ya dönmüş ve 22 Ağustos 1929 yılında bu dünyadan ayrılmıştır. Güya Çanakkale’yi savunan Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Osmanlı Devleti’ndeki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı. Yani cephe içindeki Bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan sonra en yetkili komutandı. Alay komutanı, Albay Mustafa Kemal bile onun emrine bağlı kurmaylardan olup 19. yedek Tümen komutanıydı. Ancak Mustafa Kemal Ordularımızın bir Alman generalin emrine sokulmasına şiddetle ve cesaretle karşı çıkmış, ve bu konudaki kanaatlerini raporlar halinde ilgili makamlara sunmuşlardı. Almanlarla bu kadar içli dışlı olunması ve 1. Dünya Savaşı’nda yanlış bir karar alıp Almanların safında savaşa katılınması ve tamamen onların menfaatine uygun olarak savaşılması, Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsünün hırsları ve karanlık hesapları olarak başımıza büyük belalar açmıştı.
Aslında Otto Liman von Sanders, Yahudi asıllı ve kirli hesaplı bir insandı!
Bu Alman general, o dönemler, “Prusya” olarak adlandırılan Alman devletinde önemli askeri görevlerde bulunmuş ve “I. Dünya Savaşı’nda, “Almanya” ile “Osmanlı İmparatorluğu”nun müttefik olması sebebiyle, savaş boyunca imparatorluğun 5. Ordusuna kumandan yapılmıştır. Aslında Otto Liman von Sanders’ın babası Prusyalı Yahudi bir asilzade ve mülk zengini bir aristokrattı. Sanders, o zamanlar aristokrat ailelere mensup çocukların pek çoğu gibi orduya yazıldı ve “1874” yılında, “Essen” Muhafız Birliği’nde subay olarak orduya (daha doğrusu sinsi Siyonist amaçlarına) hizmet etmeye başlamış ve “1911” yılında generalliğe kadar çıkmıştı. Peki, bu Otto Liman Paşa’nın Yahudiliği niye özenle saklanmaktaydı?
Haçlı barbarlar karaya çıkarma başlattıklarında Esat Paşa, Bolayır sırtlarında kelebek kovalayan Sanders’e mesaj üzerine mesaj yollamış, takviye birlik göndermesi için adeta yalvarmış ama, bu Alman Yahudi’si adam, kılını bile kıpırdatmamıştı!
İşte bu yüzden Çanakkale’de İstiklal Savaşı’nın tam 30 misli askerimiz şehadete uğurlanmıştı ki bunların çoğu okumuş yazmış insanlardı. Abdülhamid Han’ın yetiştirmek için yıllarını verdiği ve milyonlarca altın sarf ettiği mümtaz nesil Herr Liman Paşa’nın keyfi için bir nevi harcanmıştı. Hekimler, muallimler, mühendisler toprağa bırakılmış, Rüştiyeler, Sultaniler talebesiz kalmışlardı. İstanbul Tıp Fakültesi o sene mezun verememiş, İstanbul Erkek Lisesi, formasını hüzün renklerine (Sarı-Siyaha) boyamıştı. ‘Çanakkale içinde vurdular beni’ türküsü sanıldığı gibi bir Çanakkale değil Kastamonu türküsüydü. Ve o yıllarda Kastamonu’da erkek kalmamış, cenazeleri bile kadınlar kaldırmıştı. Bu korkunç kayıplar yüzünden Türkiye Çanakkale’de kaybettiği kadronun yerini uzun süre dolduramamıştı. Okumuş adam eksikliği taaa 1950’li yıllara kadar uzanacaktı. Öyle ki okuma yazma bilenleri amir, orta mektep mezunlarını kaymakam yapmak zorunda kalınacaktı. Bu Liman von Sanders’in ısrarlı ve kasıtlı yanlışları yüzünden yüz binlerce evladımız şehit olacak, yüz binlerce evi feryat figan saracaktı. Peki, savaş sanatını çok iyi bildiğinden şüphemiz olmayan bir General, nasıl olur da kıtaya yeni çıkmış bir Teğmenin bile yapmayacağı hataları yapardı? Bir insan karizmasını niye çizdirir, kariyerini neden tehlikeye atardı? Komutanın iyisi az kayıpla çok iş başarandır. Bu ölçüye vurursanız, mitralyözlü siperlere, süngü hücumu başlatan bir adam, bırakın ordu komutanı, manga başı olamazdı. Peki, bu Liman Paşa saf mıdır, salak mıdır? Hayır hayır, o sadece zahirde Ulu Kayzer’inin (gerçekte Siyonist merkezlerinin) emirlerini uygulamıştı. Deniz üzerinde kabak gibi hedef olan İngiliz filikalarına ateş açtırmayarak, çıkarma şansı tanımış ve müttefiklerin sahilde tutunmalarını sağlamıştı. Sonra gelsin başıbozuk hücumlar, kanlı kanlı savaşlar ve kaybedilen canlar! Elbette ve kesinlikle onlar yüce şehitlik makamına ulaşmış ve Çanakkale’yi geçilmez kılmışlardı. Ama her halde hainleri de tanımak ve tanıtmak lazımdı.
• Şanlı Çanakkale Savaşımızda en önemli şansımız ve sığınağımız; daha önce, böyle bir saldırıyı öngörüp çok uygun ve sağlam siperler kazdıran Sultan Abdülhamid Han’ın hazırlıklarıdır.
• Hayatları ve rahatları pahasına bu cennet yurdu bize vatan bırakan aziz şehitlerimizi saygıyla anmalı ve onlara layık olmaya çalışmalıyız.
Özetle şanlı Çanakkale savunması: • İmanın imkâna, • Hakk’ın Batıl’a, • Hilal’in Haç’a, • Müslüman Türk’ün, Batılı barbarlara karşı mucizevi zafer ve başarısının destanıdır. Bugün hala, Haçlı ve Siyonist ittifakı olan Avrupa Birliği’ne kuyruk olma gafletinde bulunan kafalar ve iktidarlar, Çanakkale şuuruna ve aziz şehitlerimizin mübarek ruhlarına hıyanette bulunmaktadır.
Çanakkale Savaşı, başlangıcı ve sonucuyla dünya tarihinde asla unutulmayacak bir zaferin ve şanlı kurtuluş mücadelesinin aralanan kapısıdır. İtilaf devletlerinin yeni bir Haçlı hıncıyla Çanakkale Boğazı’nı geçerek hem Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya Savaşı’ndan saf dışı bırakmak, hem de müttefikleri Rusya’ya yardım ulaştırmak amacıyla o zamanın, üzerinde güneş batmayan imparatorluğu İngiltere’nin hiç yenilmemiş donanmasıyla birlikte topraklarımıza saldırmışlardı. Ama Allah’ın inayeti ve kahraman askerimizin ve aziz milletimizin dirayetiyle, İtilaf devletlerinin bütün planları boşa çıkarılmış, müttefikler tarafından yardım alamayan Rusya’da da Bolşevik İhtilali yapılmış, 1. Dünya Savaşı’nın süresi uzamış ve İstanbul’a açılan yol kapanmıştır.
On beşinden altmış beşine tüm Anadolu’nun seferber edildiği, liselerin savaşta hayatını kaybeden öğrencileri yüzünden mezun veremediği, annelerin evlatlarını alnına kına yakarak gönderdiği Çanakkale Zaferi, Müslüman Türk Milleti’nin bağımsızlık yolundaki fedakârlık damarını ve yüksek vatan aşkını bütün dünyaya bir kez daha ilan ve ispat etmiştir.
1- Çanakkale Destanı, imanın ve maneviyatın maddi imkânlara galip gelmesidir. İşte Edremitli Seyit Onbaşı, topun ağzına mermi süren vincin arıza yapması sebebiyle 3 adet 270’şer kiloluk mermiyi sırtında taşıyarak topa yerleştirmiştir. Savaştan sonra tekrar yapması istendiğinde bu eylemi gerçekleştirememiştir. Savaş boyunca bir metrekareye ortalama 6000 mermi düşmüştür. Bu oran dünya savaş tarihinin en yüksek oranı kabul edilmektedir. Savaş alanında çok yakın mevzilerde savaşıldığı için, havada çarpışarak birbirine geçmiş birden çok mermiye rast gelinmiştir. Oysa iki merminin havada çarpışma olasılığı 600 milyonda birdir.
2- Şanlı Çanakkale Zaferi’nde askeri dâhisi olan, Mustafa Kemal ve Esat Paşa’lar başarılı yönetimleriyle savaşın gidişatını değiştirmiş, hainler hariç tüm askeri yetkililerce takdir edilmişlerdir. Atatürk’ün Çanakkale Zaferi’nden sonra hızlı bir şekilde orduda yükseldiği görülmektedir.
3- Çanakkale Savaşı’nda erkekler ile birlikte özel eğitilmiş keskin nişancı kadın askerlerimiz ve kadın piyadelerimiz de ön saflarda savaşmış ve ortak mücadele vermişlerdir. Kahraman Türk askerleri soba borularından top bataryaları yaparak siperden çıkmadan isabetli atışlar yapabilmiş, bu şaşırtmaca düşmanı oldukça etkilemiştir. İngilizler ise zaten mühimmatı az olan Türk topçusunu yanıltmak için tahtadan büyük gemiler inşa ederek yüzdürmüşlerdir.
4- İngiliz – Fransız donanması Gelibolu öncesi 200 yıl boyunca hiç yenilmemiştir. İngiliz donanmasının son mayın kontrolünden sonra sabaha karşı elde kalan 26 deniz mayını, Tophaneli Hakkı Binbaşı Nusret Mayın Gemisi ile Ertuğrul Koyu’nda kıyıya paralel olarak döşenmiştir. Nusret’in mayınları, 639 kişilik mürettebatıyla Bouvet, HMS Inflexible, Bolva gibi en güçlü zırhlıları Çanakkale Boğazı’na gömmüşlerdir. Bu nedenle İngilizler, 18 Mart yenilgisinin sebebi olarak mayın taramacıları görmüşler ve hepsini kurşuna dizmişlerdir. Her iki ordunun arşivi açıklanıp, gerçek durum ortaya çıkınca ailelerinden özür dilenip, tazminat ödenmiştir.
5- Mısır’da askerlerin kayıtlarını tutan bir kâtibin sürekli olarak “Australian and New Zealand Army Company/ Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birliği” yazmaktan sıkıldığı için kelimelerin baş harflerini alarak ANZAC kısaltmasını bulmuş, bu kısaltma da dünya tarihine geçmiştir.
6- Çanakkale Savaşı’nda doktorlarımız askerlerimiz kadar yorulmuş ve büyük yararlılıklar göstermişlerdir. Ümitsiz vakalar ile hiç ilgilenilmeyip, kurtulma şansı olanlara öncelik verilmiştir. Bir Türk doktorun önüne kendi oğlu getirildiğinde “Kurtulma şansı yok” diyerek diğer hastayı istemiş ve oğlunun mezarına ancak bir sonraki gün gidebilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu ile Haçlı İtilaf Devletleri arasında 1915-1916 yıllarında Anadolu’nun Gelibolu Yarımadası’nda yapılan deniz, kara ve hava savaşları, Çanakkale Destanı’nın yaşanmasına yol açmıştır. Tekrar hatırlatalım ki; tarihin en kanlı cephe savaşlarından biri olan Çanakkale saldırılarının sebepleri ise şunlardır:
• Haçlı Avrupalı İtilaf Devletleri’nce, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentini alarak boğazların kontrolünü ellerine almak.
• Rusya Çarlığı’na yapılacak yardımlarda güvenli bir yol açmak.
• Osmanlı’nın payitahtını ele geçirerek Almanya’nın bir müttefikini savaş dışı bırakmak.
• İngiltere’nin Hindistan’a uzanan sömürge yollarının güvenliğini sağlamak gibi zahiri ve resmi sebepler dışında asıl neden, Siyonist Yahudi odakların Osmanlı’yı yıkıp, İslam’ı yozlaştırıp Büyük İsrail’i kurma planlarıdır.
A- Çanakkale Savaşı’nın Başlaması ve Haçlı Batı’nın Deniz Harekâtının Başarısızlığı
İngiliz Savaş Konseyi; Winston Churchill’in planları doğrultusunda, Sackville Carden’ın desteğini de alarak Gelibolu Yarımadası’nı donanmayla geçerek Osmanlı’nın başkentini ele geçirmeyi öngören hazırlıkları uygulamaya çalışmıştı. İtilaf Devletleri’nin donanmaları 1915 yılının Şubat ayında saldırılarına başlamıştı (19 Şubat 1915). Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa emrindeki Osmanlı tabyaları çok başarılı bir savunma yapmıştı. İtilaf Devletleri donanmaları, ara verdikleri saldırılarına 18 Mart’ta tekrar başlamıştı. Ancak Nusret Mayın Gemisi’nin Çanakkale Boğazı’na yerleştirdiği mayınların İtilaf donanmasına ağır kayıplara yol açması, Osmanlı tabyalarının başarılı atışları ve özellikle Birleşik Krallığın en önemli zırhlılarından biri olan Ocean’ın Seyit Ali Onbaşı tarafından batırılması ile müttefik donanması ağır bir yenilgi alarak geri çekilmek zorunda kalmıştı.
B- Barbarların Kara Harekâtını Başlatması
İtilaf Devletleri’nin deniz harekâtı başarısız olunca Çanakkale Savaşları’nın en kanlı bölümü olan kara harekâtı planlanmıştı. Bu kara harekâtı 25 Nisan tarihinde başlayıp 9 Ocak tarihine kadar devam eden çok kanlı çarpışmalardı. Osmanlı Devleti, 18 Mart 1915 tarihinde kazandığı büyük zaferden sonra, kara harekâtına karşı tedbirler alarak 5. Orduyu hazırlamıştı. Ancak Enver Paşa’nın gaflet ve gayretiyle bu ordunun başına Alman Liman von Sanders’ın atanması başımıza büyük sorunlar açmıştı. Alman General Liman von Sanders’ın İtilaf Devletleri’nin çıkarmalarına karşı oluşturulan gereksiz ve yetersiz hazırlık planlarına en büyük itirazı, 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey ve Yarbay Mustafa Kemal yaparak bu konudaki görüşlerini raporlaştırmış ve ilgili makamlara ulaştırmışlardır.
Arıburnu çıkarmasında düşmanların Anzak birlikleri görev almıştı. Düşman çıkarması hızla gelişirken Yarbay Şefik Bey biraz geç de olsa karşı harekât başlatmıştı. Fundalıklarda gizlice ilerleyen Türk askeri kirli çamaşırlarını çıkarıp temiz çamaşırlarını giyerek şahadet için manevi hazırlıklarını yapmışlardı. Bölgede bulunan 27. Alay Anzak birliklerini durdurmayı başarmış, kesin saldırı için hazırlıklarına başlamıştı. Bütün gün süren çatışmalar sonucunda Anzak birlikleri geri çekilmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal gece boyunca da taarruzlarına devam ederek düşmanı tamamıyla yenmeyi düşünse de 27 ve 57. Alaylar birkaç mevzi dışında yapılan taarruzlarda istenen başarıya ulaşamamışlardı. Haçlı İtilaf devletlerinin asıl kuvvetleri Seddülbahir’de konuşlanmıştı. Çok kanlı çatışmaların geçtiği cephede Türk ordusu düşman çıkarmasını üstün dirayetiyle durdurmayı başarmış, ancak çok kanlı çatışmaların olduğu I. ve II. Kirte Muharebeleri’nde çok fazla zayiatlar yaşanmıştı.
Çanakkale Savaşı Çok Önemli ve Tarihi Sonuçlar Doğuracak ve Birinci Dünya Savaşı’nın Uzamasına Neden Olacaktı.
1- Asla yenilmez sanılan İngilizler ve müttefikleri ağır bir yenilgi alarak dünyada İngiliz İmparatorluğu’na duyulan güven sarsılmıştır.
2- Çanakkale Savaşı, Rusya’da ortaya çıkan Bolşevik Komünist İhtilalini hızlandırmıştır. Rusya yardım alamayınca Çarlık rejimi yıkılmış ve Rusya Brest Litowsk Antlaşmasıyla I. Dünya Savaşı’ndan çekildiğini açıklamıştır.
3- Çanakkale Zaferi’nin kazanılması Türk halkına yeniden manevi bir ruh ve heyecan kazandırmıştır.
4- Kazanılan zaferden sonra Bulgaristan, İttifak Devletleri’nin yanında savaşa dahil olacaktır. Böylece Osmanlı Devleti ile müttefiki Almanya arasında kara bağlantısı sağlanmıştır.
5- Hepsinden önemlisi; Mustafa Kemal’in tanınmasını, askeri ve siyasi dehasının anlaşılmasını sağlayan, Çanakkale Savaşı olacaktır.
Şanlı Çanakkale Savaşları’nın Başlaması ve Yaygınlaşması.
Askeri güçlerini birleştiren ittifak olan İTİLAF devletleri, başta İngiltere ve Fransa, 19 Şubat 1915’te Çanakkale’ye saldırmışlardı. 18 Mart’ta büyük bir taarruz başlatan İngiliz ve Fransız donanması, ağır kayıplar verip geri çekilmek zorunda kalmışlardı. İngilizler, çeşitli sömürge ülkelerden topladıkları kuvvetlerini Arıburnu’ndan karaya çıkarmışlardı. Tam bu arada Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale cephesine atanmış ve savaşın seyrini değiştirecek kahramanlıklar yaşanmıştı. Ve nihayet 9 Ocak 1916’da Çanakkale’nin düşmandan tamamen temizlenmesi başarılmıştı.
Çanakkale Savaşı’nın Genel Sonuçları
250 bin kahraman Türk askeri ve subayı şehit düşmüş, on binlercesi yaralanmıştı, ama Siyonist güdümlü Haçlı sürüleri Çanakkale’yi aşamamıştı. Rusya’ya gerekli olan silah ve cephane ulaştırılamadığından Rus Çarlığı çökmüş ve savaştan çekilmek zorunda kalmış ve Bolşevik-Komünist ihtilal yaşanmıştı. Ayrıca şanlı Çanakkale direnişi, Birinci Dünya Savaşı’nı 1 yıla yakın uzatmıştı. Rusya’daki ihtilal sonucu Çarlık Rusya yıkılıp yerine Sovyet Rusya kurulmuştu. Savaşın uzaması ve İngilizlerin Çanakkale’de bozguna uğraması sömürgelerini yönetmelerini zorlaştırmıştı. Savaşın uzaması, savaşla ilgili olmayan sanayi dallarının gerilemesine neden olmuş, bundan da Japonya ve ABD kazançlı çıkmıştı.
Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümünü oluşturmaktadır. Sayısız zafer ve şereflerle dolu tarihimizin en parlak sayfasıdır. I. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında hain ve gafil İttihatçıların bilinçsizlikleri ve beceriksizlikleri yüzünden Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ile de, Rumeli’deki son Türk topraklarımız elimizden çıkmıştı. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye sokulması, Mason ve dönme İttihatçıların başımıza sardığı belalardır. Bu süreçte Osmanlı Devleti, yine İttihatçıların marifetiyle, kaderini alelacele, 2 Ağustos 1914’te Almanya’ya “Üçlü İttifak”a bağlamış ve savaşa katılmıştı. İşte Çanakkale saldırıları, bunun üzerine başlatılmıştır. İngiltere Başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchill Çanakkale’ye saldırmak ve Osmanlı’yı yıkmak için, Almanya’nın safına katılmamızı bir bahane ve fırsat olarak kullanmışlardır.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası’nın seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkânları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda boğazlar, doğu cephesinin en müsait ve hayati geçiş hattını oluşturmaktaydı. Bu geçidin açılmasıyla Rusya takviye olunacak, batı cephesinin yükü azaltılacak, dolayısıyla savaşın süreci kısaltılacaktı. Osmanlı Devleti’nin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı.
O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirler, önceleri pek dikkate alınmamıştı. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış harekâtı üzerine sıkışan ve telaşlanan; çok zor durumda kalan Rusya, hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini istemeye başlamıştı. İşte Çanakkale saldırıları bunun üzerine başlatılmış, fakat kesin neticeyi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştı. Aslında Sarıkamış’ta, Türk Ordusundan; Enver Paşa’nın tedbirsizlikleri yüzünden 90 bin Mehmetçiğimiz donarak şehit olmuşlardı.
Mustafa Kemal’in Çanakkale’de kazandığı başarı, O’nun daha sonra milli mücadelenin lideri olmasında etkili olacaktı.
18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı önlerinde deniz harekâtıyla başlayan savaş, İngiliz ve müttefiki Fransız donanmasının yenilmesiyle, 25 Nisan günü ikinci aşamaya geçmiş durumdaydı. Kara harekâtında da umduğunu bulamayan İtilaf Kuvvetleri, 10 Ocak 1916 günü bölgeden Atatürk’ün deyimiyle “Tam manasıyla kaçmışlardı!..” İşte bu dönemde Yarbay Mustafa Kemal Bey, Sofya’da Askeri Ateşe iken örnek bir Milli gayret, mesuliyet ve cesaretle görev isteyip almış ve 19. Tümen Komutanı olarak bölgeye atanmıştı. 10 Aralık 1915 gününe kadar gerek bu tümene, gerekse Anafartalar Grup Komutanlığı’na Albay rütbesiyle komutanlık yapmıştı. Bu büyük savaşta gösterdiği başarılarla “Anafartalar Kahramanı” olarak anılmaya başlamış ve çok sayıda madalyayla onurlandırılmıştı. Bu savaşta Atatürk, Asil Türk Ordusunun en büyük direnç kaynağının İslam inancı ve Kur’an’a bağlılığı olduğunu bir kez daha ve yakinen anlamış ve bunu defalarca aktarmıştı. Tarihin akışını değiştiren savaşta Mustafa Kemal de komutanlık becerisiyle savaşın gidişine yön veren kurmaydı. Bu savaşta onunla birlikte görev yapan subaylar da edindikleri tecrübeyle Kurtuluş Savaşı’na önderlik yapacaklardı.
İşte Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki tavrı:
• Mustafa Kemal, Enver Paşa’nın aceleci girişimlerine karşı, savaşa olabildiğince geç girilmesinden yanaydı. Almanya’nın gerçek durumunu öğrenmek istiyordu.
• Savaş başladığında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Askeri Ateşe iken, İstanbul’a başvurarak cephede aktif görev verilmesini isteyecek kadar sorumlu ve onurluydu. Emir gelince de hemen yola koyulmuştu.
• Atatürk, bu bölgeyi ve arazi durumunu Balkan Harbi yıllarından biliyordu. Bolayır’da 8 Şubat 1913-10 Ağustos 1913 tarihleri arasında görev yapmıştı, araziyi çok iyi hatırlıyordu.
• Mustafa Kemal’in, Alman Liman von Sanders’in genel talimatları aksine, düşmanın ilk çıktığı yere zamanında müdahale etmesi ve onları durdurması tarihi nitelik taşıyordu ve savaşın seyrini değiştiriyordu. İlk müdahale, Mustafa Kemal Bey’in stratejik bakışındaki doğru ve isabetli tutumdan kaynaklanıyordu. Bu yerinde müdahale olmasaydı, savaşın daha başında iken kaybedilme ihtimali yüksek görülüyordu.
• Atatürk, Beşinci Ordu Komutanı Liman von Sanders’in, bölgedeki birlikleri farklı yörelere dağıtma ve düşmanı karşılama kararını hatalı buluyor ve bunu Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya bildiriyordu. 3 Mayıs 1915 tarihli mektubunda Enver Paşa’yı şu ifadelerle uyarıyordu: “Maydos Bölgesi Kuvvetlerini komuta ettiğim zaman, aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi. Ama Liman von Sanders Paşa’nın yanlış kararlarıyla düşmanın karaya çıkması kolaylaştırılmıştır.” demekten sakınmıyordu.
• Atatürk, düşmanı karaya çıkıp tutunmadan kıyıda karşılamadan yanadır. Çünkü ona göre düşmanın karaya çıkmaya çalıştığı an, onun en zayıf olduğu andır. Düşmanı sahile çıkarmama taktiğini görev yaptığı Trablusgarp’ta öğrenmiş bulunmaktaydı. 1911-12 yılları arasında süren savaşta görev yapmış ve İtalyanları günlerce sahile çıkamaz/sahilden ilerleyemez duruma sokmuştu.
• Mustafa Kemal verdiği yerinde kararlar ve giriştiği hamlelerle, bölgedeki ordunun komutanı Sanders’in stratejik hatalarını taktik başarılarla dengeliyor ve Alman Paşa’nın bu kasıtlı hatalarını olağanüstü hamle ve başarılarıyla zafere dönüştürüyordu.
• 10 Ağustos 1915 günü Anafartalar Zaferi’ni kazandıran büyük hücumda, önce kendisi siperden çıkarak düşmana saldırıyor, hayatını hiçe sayıyor ve bu üstün cesaretiyle askerlerini coşturuyordu. Yedek birlik olmasına rağmen, 25 Nisan 1915 günü gerçekleşen çıkarmayı duyduğu an, emir almadığı halde hemen harekete geçiyor ve Kocaçimen Tepesi üzerinden Conkbayırı’na geliyordu.
• Bu hücumun ilk anlarında bazı birlikler geri çekilmeye zorlanıyor, hatta yer yer panik havası da başlıyordu. İşte bu kritik anda Mustafa Kemal Bey, bizzat öne atılıp müdahale ederek kaçan askerleri durduruyor ve ikinci bir Balkan Harbi utancını önlüyordu. Geri çekilmeyi önlemek için sert emirler veriyor, geri çekilecekleri ‘vurun’ talimatından çekinmiyordu. Yıllar sonra bu hareket için “İşte kazandığımız an buydu!” diyordu.
• Gece gündüz demeden ani ve etkili akınlarla düşmanın manevi kuvvetini çökertiyordu. Düşman bırakın ilerlemeyi, kendisine sığınacak yer aramakla uğraşıyordu ve siper kazmaya bile fırsat bulamıyordu.
• Atatürk, insan takatini ve gayretini zorlayarak taarruzlara gece gündüz devam ediyordu. 3 Mayıs 1915 tarihli şu değerlendirmesi tarihe geçiyordu: “Bu şartlarda istirahat uykusu aramanın, yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk belirtileri göstermeyeceklerine şüphe yoktur.” Böylece siperlere çekilen düşmana sürekli hücumlarla rahat yüzü gösterilmiyor ve tutunmaları önleniyordu.
• Atatürk, düşmanın büyük kuvvetle Anafartalar bölgesine bir çıkarma yapacağını önceden seziyordu. Bunun gösteri harekâtı olmadığını, aksine bu bölgeye (Arıburnu-Kocaçimen) yerleşme amaçlı olduğunu anlayarak, kuvvet kaydırıyor ve üst komutanlığa bu konuda görüş bildirerek, bölgeye yeni birlikler gönderilerek takviye edilmesini sağlıyordu.
• 8 Ağustos 1915 günü Ağıldere bölgesinden Şahinsırt ile Conkbayırı’na ilerlemekte olan düşman kuvvetlerinin yapmak istediği harekâtı erkenden saptayarak buna göre tedbir alıyor, bununla Arıburnu cephesinin düşmesini önlüyordu.
Anafartalar Kahramanı ve Çanakkale Savunmasının Destanlaşması
• Mustafa Kemal Ağustos ayındaki Anafartalar Savaşı olarak tarihe geçen bu büyük düşman taarruzuna, küçük kuvvetlerin bir araya getirilerek topluca karşı konulmasını ve bunun komutanlığına da kendisinin atanmasını istiyordu. Bu konuda ısrarlı davranıyor ve o komutanlığı alıyordu… Bunun ne kadar doğru bir karar olduğunu anlamak için, düşman orduları Başkomutanı İngiliz General İan Hamilton’un 10 Ağustos 1915 günü, günlüğüne düştüğü şu notuna bakmak gerekiyordu: “Conkbayırı tepelerine yaklaşmış ve tutunmuştuk. Türkler bu ana kadar işgal ettiğimiz mevzileri geri alamamışlardı. Conkbayırı’nda Türkler çok iyi bir kumandaya sahipler, bunu ilave etmeliyim. Başlarındaki Generaller bizi baskınla bastırmadıkça yenemeyeceklerini biliyorlar. Haliyle durmadan baskın taarruzu deniyorlar. Zararı yok, ölmeyeceğiz ve asla teslim olmayacağız.”[1]
• Sabataist Sosyalistlerden Yalçın Küçük’ün “Atatürk Çanakkale Savaş’ında hiç görev almadı!” iftirasının tam aksine, Çanakkale Cephesi’ne Yarbay rütbesiyle gelen Mustafa Kemal Bey, 19. Tümen Komutanı olarak koca bir tümeni yönetiyordu. Savaşın en kritik anında yaklaşık 130 bin kişilik bir kolorduya Albay rütbesiyle komutanlık yapıyordu.
• Grup komutanlığını emrine alması sırasında, 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’ın kendisine: “Bu kadar asker sana fazla gelmez mi?” sorusunu Atatürk: “Az bile gelir!” şeklinde yanıtlıyordu. Durumun önemini anlayan komutanlık, 8/9 Ağustos 1915 gecesi 21:30 sıralarında Mustafa Kemal Bey’i Anafartalar Grup Kumandanı olarak atıyordu. Hasta olduğu halde, birliklerle 10 Ağustos günü büyük zaferi kazanıyor, “Fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu iftiharla üstlendim.” diyordu.
• En zor anlarda bile öne atılarak askere örnek oluyor ve cesaret veriyordu. Yanındaki subay ve erlerin de arkasından coşup koşmasını sağlayarak yapmak istediği harekâtı gerçekleştiriyordu. Sadece karargâhtan savaşı yönetmiyor, sürekli gelişmeleri olay yerinden izleyerek anında yeni duruma göre pozisyon alıyor ve hatta 4 ay boyunca siperden çıkmadığı oluyordu.
Çanakkale Savaşı’nın Perde Arkası ve Mustafa Kemal’in Vatan ve Bağımsızlık Aşkı
Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan ettiği 1 Ağustos 1914’ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştı. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya’nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamını taşımaktaydı. Enver Paşa, Almanların ve masonik odakların baskısıyla bu savaşa katılmakla maalesef Osmanlı’nın sonunu hazırlamıştı. Akdeniz’de İngiliz donanması önünden kaçan Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesiyle bir tuzak hazırlanmıştı. Daha sonra Osmanlı Donanması’na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz’e açılan bu gemiler, 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmıştı.
Birleşik Krallık (İngiltere) Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı’nın donanmayla geçilerek İstanbul’un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith’e sunmuşlardı. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya konulmuş ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz’a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatılmıştı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü yapılmıştı. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğramış ve deniz harekâtından vazgeçmek zorunda kalınmıştı. Deniz harekâtıyla İstanbul’a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirme planı gündeme taşınmıştı. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştı. İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin kararlı ve kahraman savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası’nı işgalde başarılı olamamışlardı.
Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için, Arıburnu’nun kuzeyindeki Suvla Koyu’na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştı. Ancak 9 Ağustos’ta Kurmay Albay Mustafa Kemal’in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda, İngiliz Komutanlığı’nın ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek, sahilde tutunmaya mecbur bırakmıştı. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimen Tepe – Conkbayırı hattında yeni bir karşı taarruz başlatarak, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştı. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştı. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmek zorunda kalmıştı.
I. Dünya Savaşı başladığında Bulgaristan Sofya’da “ateşemiliter” olan Mustafa Kemal, “Avrupa’daki rahatını” bırakarak “ülkeye ve millete borcunu ödemek için” adeta “gönüllü” olarak Çanakkale Savaşları’na katılmıştır. Mustafa Kemal, Kasım 1914’te, Başkomutanlık Vekâletine müracaat ederek cephede aktif bir göreve getirilme talebini aktarmış, ancak bu isteği, “Sizin için orduda her zaman bir görev vardır. Ancak Sofya Ateşemiliterliği’ni daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz.” şeklinde yanıtlanmıştır. Çünkü hem Enver Paşa’nın hem de Alman Liman von Sanders Paşa’nın, Mustafa Kemal’in pasif görevlerde kalmasını arzuladıkları ve O’nun Milli ve cesaretli tavrından kuşkulandıkları anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Aralık 1914’te Sofya’dan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya bir mektup yazarak cephede aktif görev alma isteğini tekrar hatırlatmıştır: “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz.” diyen Mustafa Kemal’in, bu ısrarları üzerine, 20 Ocak 1915’te, Esat Paşa komutasındaki, 3. Kolordu’ya bağlı olarak Tekirdağ’da kurulacak 19. Tümen Komutanlığı’na atanmıştır.
Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları’na “yarbay” olarak başlamıştır, fakat beş hafta sonra 1 Haziran 1915’te “Albay”lığa çıkarılmıştır. 2 Şubat 1915’te Tekirdağ’a gelen Mustafa Kemal 19. Tümeni kurma çalışmalarına başlamış, 25 Şubat 1915’te, Tekirdağ’daki 19. Tümen Komutanlığı, Maydos (Eceabat)’a taşınmış ve Mustafa Kemal 19. Tümen ve Maydos Bölge Komutanlığı’na atanmıştır. (19. Tümene ek olarak, 9. Tümenin 2 piyade alayı bazı topçu birlikleri de Maydos Bölge Komutanlığı O’nun emrine bırakılmıştır.)
9/10 Mayıs 1915’te Arıburnu cephesinin sağ yanından taarruza geçen düşman, Mustafa Kemal’in 19. Tümeni’ne bağlı birliklerce durdurulmuş ve geri püskürtülmüştür. 10 Mayıs 1915’te, Mustafa Kemal’in Arıburnu muharebelerini yönettiği tepeye, 3. Kolordu Komutanlığı’nın günlük emriyle- “Kemalyeri” adı verilmiş bulunmaktadır. 11 Mayıs 1915’te Başkomutan Vekili Enver Paşa, öğleden sonra 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’yla birlikte Kemalyeri’ndeki Arıburnu karargâhına gelerek cephe hakkında Mustafa Kemal’le buluşmuşlardır. 16 Mayıs 1915’te, Edirne Valisi Hacı Adil Bey, Gelibolu Mutasarrıfı Rıfat, Maydos Kaymakamı Rahmi, Keşan Kaymakamı, Gelibolu Jandarma Komutanı’nın oluşturduğu bir heyet, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’yla beraber Kemalyeri’nde Mustafa Kemal’i ziyaret ederek cephede gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık nedeniyle kendisine tebrik ve takdirlerini sunmuşlardır. Ama her nedense 17 Mayıs 1915’te Mustafa Kemal, Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı’ndan alınarak, 19. Tümen Komutanlığı’ndaki görevine yollanmıştır. Ayrıca bu 19. Tümen, Kuzey Grubu Komutanlığı’na bağlanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, maalesef Mustafa Kemal özellikle pasif bırakılmaya çalışılmaktadır. Mustafa Kemal, Arıburnu Komutanlığı’ndan ayrılırken emrindeki birliklere yazdığı veda yazısında: “23 gün sevk ve idare etmek mutluluğu kazandığım siz demir-çelik gibi sağlam kitlenin, Allah’a sığınarak yaptığı hücum iledir ki düşmanın 20.000’i aşan kuvveti Arıburnu’nda yok edildi. Yirmi üç günlük ateşli ve kanlı ortak çabalarımız anısının samimi ve temiz duyguyla korunacağından eminim.” diyerek bir nevi sitemlerini de açığa vurmuşlardır.
Özetleyecek olursak:
3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla, Gelibolu Yarımadası’nda 25 Nisan 1915 – 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları, Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır. Milli bağımsızlık savaşımızın temelleri de, Çanakkale’nin sularında, Conkbayırı’nda ve Anafartalar’da atılmış, bu zaferler Türk Kurtuluş Savaşına maya çalmıştır. Aziz milletimiz İstanbul’u işgalden kurtaran Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa’yı Çanakkale’den tanımış, 19 Mayıs 1919’da O, Samsun’a çıktığı gün, Suriye ve Filistin cephelerinden terhis olarak Anadolu’ya dönen Türk halkı, “Bu benim kahraman komutanımdı” diyerek O’nun etrafında kenetlenip İstiklal Savaşı’na katılmıştır. Çünkü 18 Mart zaferi kazanılmasaydı, düşman donanması, daha 1915’in Mart ayında İstanbul’a girerek Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkacaktı.
Çanakkale Boğazı’nı denizden aşıp İstanbul’a giremeyen İtilaf Devletleri, 25 Nisan 1915’ten başlayarak 8-9 Ocak 1916’ya kadar süren Çanakkale kara savaşlarında Mustafa Kemal tarafından durdurulamasaydı, Birinci Dünya Savaşı’nda Çarlık Rusya’sı en kısa yoldan müttefiklerinin yardımlarına kavuşacağı için yıkılmayacak, muhtemelen Ekim 1917 Bolşevik İhtilali de yaşanmayacaktı. Bu durumda Almanya’nın yenilgisi hızlanacak ve 1. Dünya Savaşı belki de 1915’te son bulacaktı. Gelibolu Yarımadası’nda düşmana kesin darbeler vurarak onları yenilgiye uğratan Alb. Mustafa Kemal’in Anafartalar tepesinde yaktığı zafer meşalesi, Kurtuluş Savaşı’mızın da yolunu aydınlatmıştır.
Çanakkale’yi geçilmez kılan, daha sonra şanlı Kurtuluş Savaşı’mızla Anadolu’yu bize vatan bırakan ve bu uğurda canlarını kurban etmekten sakınmayan bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi şükranla anmak, onların aziz hatırasına ve kutsal mirasına sahip çıkmak, hepimize bir vicdan borcu olmaktadır.
[1] (Ian Hamilton, Gelibolu Günlüğü, Çeviri: Osman Öndeş, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.237.)
KAYNAK:
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/canakkale-destani-nasil-yazildi/