MEHDİYET KAVRAMI VE DİYANETE ÇAĞRI!
Mehdiyet; İslam âlemi ve insanlık için, çok mutlu ve mübarek bir müjdedir. Hak ve adaletin bütün yeryüzüne hâkimiyet haberidir. Bu Rabbani mucize mutlak gerçekleşecektir. Ama; Mehdiyetle ilgili bazı esasları bilmemiz gerekmektedir:
1- Mehdiyet uydurma bir şey değildir; Müslümanları temelsiz ve hayali kuruntularla oyalama kastı güdülmemiştir. Zira bütün yeryüzünde hükümran olacak ve dünyayı adaletle dolduracak bir Zatın geleceği sahih hadislerle müjdelenmiştir. Ancak; Ahir zamanla ilgili ayet ve hadislerin Bediüzzaman ve Mevdudi gibi önemli ve yetkili çağdaş âlimler tarafından yorumlanması daha isabetli ve etkilidir. Zira, Mehdiyet çağına yakın âlimlerin, bu hadisleri ve haberleri daha doğru değerlendirme imkanları olacağı bir gerçektir.
2- Ne var ki, Müslümanların gayesiz ve gayretsiz oturup, mehdi ve kurtarıcı beklemeleri ve hizmetle ilgili sorumluluklarını terk etmeleri, elbette yanlıştır ve yersizdir. Böyle bir tavır, tevekkül ve teslimiyet perdesi altındaki bir tembellik ve beleşçilikten başka bir şey değildir. Ancak sahih hadis ve haberlerde belirtilen şartları ve sıfatları taşıyan önemli Zatlara hüsnü zan etmek ve beklenen Mehdi olabileceğini düşünmek caizdir. Ve tabi istismarcılara da aldanmamak gerekir.
3- “Mehdi”, O beklenen Zatın ismi değil, sıfatıdır. Gerçek adının ne olacağı ise belli değildir. Peygamber Efendimizin; “O’nun adı Benim adıma, babasının adı Babamın adına, anasının adı Anamın adına uygundur” mealindeki sözleri ise, ta o günden Mehdiyi merak eden ashabını (RA) ikaz ve irşat içindir. Kanaatimizce “sizin için asıl Mehdi Benim, asırlar sonra gönderilecek olan Zat, sizi bu denli ilgilendirmemelidir” demek de istenmiş olabilir.
Abdullah b. Mesud’dan rivayete göre: Resulüllah (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Dünyada başka bir gün kalmayıp tek bir gün (dahi) kalsa, Allah o günü uzatacaktır. Ta ki, o gün (ve dönem içinde) benden veya ehli beytimden, ismi benim ismime uygun, babasının ismi babamın ismine uygun, anasının adı anamın adına uygun bir kişiyi gönderip, zulüm ve cevr ile doldurulan dünyayı, (yeniden) doğruluk ve adaletle doldurup düzeltinceye kadar (kıyamet kopmayacaktır).“[1]
Çok sağlam ve sahih kitaplarda yer alan bu hadisi şerif:
a- Mehdi Aleyhisselam diye bilinip beklenen özel donanımlı, ilim, irfan ve cihat erbabı bir öncü Zatın mutlaka geleceğini ve dünyadaki zulüm saltanatını kesinlikle devireceğini haber vermektedir.
b- Efendimiz (SAV) sıfatı “Mehdi” olan bu Zat’ın, ya “Kendisinden” veya ehli beytinden biri olacağı bildirilmektedir.
c- “İsmi aynı benim ismim, ana ve baba adı, aynen anamın ve babamın adıdır” demek yerine; “Yakınlığı, benzerliği, uygunluğu olan” isimler taşıyacaklarına işaret edilmektedir.
Örneğin: Abdullah, Allah’ın kulu, ona itaat ve ibadet eden kişi anlamına gelir. Âlimlerimiz kulluğu; Emir ve nehiy tahtında sabretmektir, diye izah etmişlerdir. Öyle ise, Abdullah kelimesine Abdi, Sabri gibi adlar; anlam uygunluğu ve yakınlığı olan isimlerdir. Ve yine “Amine, Kamer, Aiyşe’’ gibi isimler ses ve söyleniş benzerliği ve kulak yatkınlığı olan isimlerdir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
4- Mehdiyet haşa, yeni bir nübüvvet (Peygamberlik) makamı değil, velayet yani yüksek bir manevi rehberlik makamı yerindedir. Zira Hz. Resulüllah’dan (sav) başka Peygamber gelmeyecektir. Mehdiyet O’nun risaletinin devamı mahiyetindedir. O Halde Mehdiyet; Efendimizin nübüvvet verasetinde ve dairesinde ve daimi risaletin himayesinde, çok yüksek bir velayet mertebesidir. Peygamberlerin risalet öncesini “velayet”, sonrasını “nübüvvet” sayan bazı âlimler, Hz. İsa’nın (as) ise önceki hayatında “nübüvvet”, Mehdi (as) döneminde ise “velayet” dönemini yaşayacağını söylemişlerdir. Bu açıdan Hz. Mehdi’nin de, nübüvvet verasetinde bir hilafet sürdüreceği bildirilmiştir.
5– Nübüvvetin ilanı (açıklanması) ve mucizelerle ispat olunması gerekir. Çünkü Peygamberlerin insanları kendisine iman etmek üzere, açıkça davet etmesi onların görevidir. Ancak velayetin ise; çok mecbur kalınmadıkça gizli tutulması emredilmiştir. Öyle ise beklenen hidayet önderi Zat, “Ben Mehdiyim”, demeyecek ve kendisi, bu tür iddia ve itiraflara girişmeyecektir. Bediüzzaman gibi önemli şahsiyetler tarafından “O Zat’a imani bir gayret ve vicdani bir hassasiyetle tabi ve taraf olanların, giderek çoğalacağı ve kurtulacağı, ama O’nu gerçek kimliği ile tanıyanların sayısının fazla olmayacağı” bildirilmiştir.
Çünkü Mehdiyet bir iddia ve ilan işi değil, icraat ve ispat gerektirir.
Kılık kıyafet işi değil, hikmet ve feraset gerektirir. Hayal ve hamaset işi değil, hakikat ve hâkimiyet gerektirir. Rüya ve rivayet işi değil, cihat ve cesaret gerektirir. Ucuz kahramanlık ve gözü karalılık işi değil, yüksek bir strateji ve siyaset gerektirir.
Mehdiyet, kasap gibi kesip tahrip etmek değil, sabırlı ve mahir doktor misali, bedendeki tüm kanser hücrelerini tek tek temizler gibi beşeriyet bünyesindeki (yani tüm ülkelerdeki ve farklı kademelerdeki) ahlaki ve ekonomik tahribatı tedavi ve tamir etmeyi gerektirir.
Hatta pek çok haberlerde kendisine “Sen Mehdisin” denildiğinde “Hayır, ben aradığınız değilim. Ben sade bir mü’minim” şeklinde cevap vereceği ve asla kendisinin Mehdiyet iddiasına girişmeyeceği bildirilmektedir.
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…