Kurtuluş Savaşında ve Kuruluş Aşamasında Din Adamları Ve ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ANLAYIŞI
Ülke tarihine yön vermiş ve büyük değişim ve devrimler gerçekleştirmiş olan şahsiyetleri; kalıplaşmış klasik övgülerle, kuru ansiklopedik bilgilerle veya sloganik cümlelerle anlatmak, çoğu zaman bizi gerçeklerden uzaklaştırır. Mustafa Kemal gibi önderleri; kasıtlı oluşturulan ön yargılarla, ya tabulaştırıp yarı tanrı konumuna sokanların veya Onu din düşmanı ilan edip dışlayanların, her ikisi de istismarcı ve gerçeği saptırıcıdır. Her insanın asıl niyetini ve mahiyetini hakkıyla bilen ve hesaba çekip değerlendiren Cenabı Allah olduğuna göre, bize düşen böylesi kişilerle ilgili, resmi veya hususi basmakalıp “OLGU”lardan ziyade; Millet şuuruna, barışına ve medeniyet yarışına katkı sağlayacak bilinçli ve gerçekçi “ALGI”lar oluşturmaktır.
LAİKLİK te, onlarca farklı tanımı ve uygulaması yapılan çağdaş bir kavramdır. Kapitalist ülkelerden sosyalist yönetimlere, diktatörlüklerden dini hükümetlere kadar, birbirinden çok farklı ve aykırı Laiklik tatbikatına rastlanmaktadır ki, bizce bu doğru ve doğal olandır. Çünkü her toplumun kendi dinine, tarihine, Mili geleneklerine ve asri gereksinimlerine göre bir Laiklik tanımı ve tatbikatı geliştirmesi bir ihtiyaçtır.
İslam’ı bilen, çağdaş şartları ve standartları da gözeten birisi olarak, kanaatimizce ülkemizde laiklik; dinle devletin çatışması değil barışması temeline oturtulmalıdır. Evet, dini hizmetlerle devlet işlerinin birbirine karıştırılması ve böylece dinin siyasetin bir istismar ve suiistimal aracı yapılması elbette yanlıştır, yozlaştırıcıdır. Dinin toplumdan ve devlet kurumlarından tamamen dışlanması ve düşman tavrı alınması ise çok daha yanlıştır ve yıkıcıdır. Doğrusu, dinle devletin barışması, dayanışması ve her birinin kendi sahasında topluma hizmet sunmasıdır. Ve işte Atatürk’ün Laiklik anlayışı da bu yaklaşıma uygun bulunmaktadır. Çünkü bir Milletin değişik unsurlarını birbirine bağlayıp kaynaştıracak ve ülkede dirlik ve düzeni sağlayacak olan ve “toplumsal sözleşme metinleri” sayılan anayasalar ve kanunlar yapılırken, Milli Kurumlar ve kurallar oluşturulurken o Milletin dinini, manevi değer ve dinamiklerini yok saymak ve hesaba katmamak hem yaralayıcı ve yararsızdır, hem de zaten imkânsızdır. Mustafa Kemal de bu gerçeğin elbette farkındadır.
Ve zaten Atatürk dinin siyasal hayat üzerindeki hâkimiyetine ve istismar niyetine karşı çıkmıştır. Yoksa dinin ilahi öğretilerine, öz itibariyle hiç bir şekilde müdahaleye kalkışmamıştır.[1]
Türkiye’de laiklik ülkemizin özel şartları gereği, dünyadaki pek çok laiklik anlayışından farklı bir görünüm kazanmıştır. Özellikle Atatürk’ten sonra Laiklik “dinin tamamen dışlanması ve İslam’a düşmanlık yapılması” şeklinde yozlaştırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlete ve devrimlere yönelik olarak ortaya çıkan dini kisveli muhalefeti etkisiz kılmak için sarf edilen çabalar, maalesef Türkiye’de laikliğin “irticayla mücadele” olarak anlaşılmasına yol açmıştır.
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…