İçindekiler
ERBAKAN AÇIKLIYOR :
KENAN EVREN'İN ANILARINDAKİ YANILGILAR
PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN
İÇİNDEKİLER
A. EVREN EMPERYALİZMİN PROPAGANDASINA KAPILMIŞ
Ağır Sanayi Hamlemiz ve Evren'in Yanılgısı
Sanayi Bakanlığı Niçin Verildi?
Hangi Kadrolar Yürütüldü?
Plan ve Proje
Yakın Takip
Hamle Tamamlansaydı
Otoyollar
Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Hamlesi
Evren'in Ağır Sanayi ile ilgili Çelişkisi
Fabrikalar Cevap Veriyor
Hem Şikayet Hem ilgisizlik
B. EVRENE KALSAYDI KIBRIS ELDEN ÇIKARDI
Harekatın Başlatılması
Yunanistan'ın Ada'yı ilhak Teşebbüsü
Komutanlar Müdahalede Gecikilmemeli
Müdahale Emri
Birleşmiş Milletler Ateşkes Karan
Genelkurmay'dan Teminat
Evren, Görüşmeleri Takip Etmemiş
CHP Kanton Çözüm istiyor
Savunma Bakanı engelliyor
ikinci Harekatı Hazırlıyoruz
ikinci Harekat
iktidar KKTC’nin Tanınmasını Engelliyor
Haklar Nasıl Korundu?
Milli Görüş Sahiplendi?
Cephedeki Mehmetçik Gibi
Evren: Toprak Verelim
Denktaş ABD'ye Söz mü Verdi?
Evren ABD'ye Söz mü Verdi?
C.MSP, SÖMÜRÜYE KARŞI OLDUĞU İÇİN
EMPERYALİZMİN HEDEFİ OLMUŞTU
Milli Görüş ve Adil Ekonomik Düzen
Ekonomide Ablan Adımlar ve Ambargolar
Evren, Sömürü Nasıl Yapılıyor, Bilmiyor
D. EVREN, İNSAN HAKLARI KONUSUNDA DA
YANILGI VE ÇELİŞKİ İÇİNDEDİR
İnsan Haklan ve Evren
Düşünce ve inanç Hürriyeti
Evren Çağın Gerisinde
Manevi Kalkınma Hamlem
Evren Hukuk Devleti ilkelerini Hiçe Sayıyor
E. 12 EYLÜL'ÜN PERDE ARKASI -1
İsmet Paşa' nın Dış Güçlerden Şikayeti
1977 Seçimleri Niçin ve Nasıl öne Aldırıldı?
Milli Güvenlik Kurulu'nda Okunmayan Tedbirler
İşte Belgeler
Türkiye'de 5 Haziran Seçiminin ilk Müjdecileri
Erken Seçimi Birleşmiş Milletler Açıklıyor
Düşman Kardeşler Anlaşıyor
Esrarengiz Bir Ziyaretçi ve 5 Haziran Seçimlerinin içerideki ilk Müjdecisi
Birkaç gün önce Türkiye'ye Gelen esrarengiz Ziyaretçi
Yeni CIA Başkanı Gizlice Türkiye'yi Ziyaret Ediyor ve Garip Tesadüf
Esrarengiz Veda
Garip Bir Tesadüf
AP Erken Seçim önergesini Patlatıyor
Bu Oyunu Millet Bozdu
Gelişmekte Olan Ülkelerde Ne Uygulanıyor?
Ecevit – Haig Görüşmesi
Memleket Kurtarma Senaryosu
Emperyalizm Nasıl Çalışıyor?
MSP-CHP Koalisyonunun Bozulması
F. 12 EYLÜL'ÜN PERDE ARKASI – 2
Millet Oyunu Bozunca
Gizli örgüt iş Başında
12 Eylül'e Kim Karar Verdi?
Yahudi Lobisinden Destek
Bunlar Ne Manaya Geliyor
Endişeler Yersiz
ABD: Türk Silahlı Kuvvetleri Müdahale Etmeli
inanılması Güç Ama
Demokrasiye Ters Düşse de
Gizliliğin Derecesi
ABD Büyükelçisi Dahi Bilmiyor
Emperyalizm Ülke Yöneticilerini Nasıl Seçiyor?
Özal'a Açık Destek
G. EMPERYALİZM 12 EYLÜLÜ NASIL İSTİSMAR ETTİ?
Özal'ın İktidar Arayışı
Parti Kurmanın Gerekçesi
Borç ödemeye Karşılık; Destek
Neden Bu Ağır Yükü Çekiyoruz?
ABD Tercihini Bildiriyor
Haig Tekrar Sahnede
Haig Cevap Verdi
H. EVREN OLAYLARI DA ANLAMAMIŞ
AP’nin Dışişleri Bakanı'nın Düşürülmesi
Konya Mitingi
J. MEĞER, EVRENİN PLANINI BOZMUŞUZ
MSP’nin Tutumu ve AP Azınlık Hükümeti
Cumhurbaşkanı Seçimi için Gayretlerimiz
AP’nin Dışişleri Bakanı'nın Düşürülmesi
Kime Güvenilir, Kime Güvenilmez?
MSP’nin Mühim Aksiyonları
Evren'in Yaptıkları
K. 12 EYLÜL TÜRKİYE'YE EN AZ 10 YIL KAYBETTİRDİ
Evren'e Sorular
I.NETİCE
a) Temel Gerçek
b) Evren Temel Meseleleri Bilmiyor
c) Evren önemli Olayları da Takip Etmemiş
d) Evren Emperyalizmin Kalmış, önyargı ile Hüküm Veriyor
e) Amacımız Nedir?
Evren Emperyalizmin Propagandasına Kapılmış
KENAN EVREN'İN ANILARI'NDAKİ YANILGILAR
Prof.Dr.Necmettin Erbakan
EVREN EMPERYALİZMİN PROPAGANDASINA KAPILMIŞ
AĞIR SANAYİ HAMLEMİZ VE EVREN'İN YANILGISI
Biz 21 yıldan beri Türkiye'mizin ağır sanayiye sahip olması için bütün gücümüzle çalışıyoruz. Çünkü, ağır sanayiye sahip olmadan bağımsız olmak, emperyalizmin sömürüsünden kurtulmak mümkün değildir.
Bunun için ortaklarla kurduğumuz her üç koalisyon hükümetinde, imkan hasıl olunca ağır sanayi hamlemizi başlattık ve yürütmeye gayret ettik.
Ne var ki, Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen emperyalist güçler bunu önlemek için her çareye başvurdular. Etkileyebildikleri bir kısım basınla milletimizi yanıltmaya çalıştılar.
Üzülerek görüyoruz ki, bu yanıltılanlar arasında Sayın Evren de yer almaktadır.
Nitekim anılarının 180. sayfasında “Erbakan ise ……
Sanayi Bakanlığını ele geçirdiğinden Ağır Sanayi kurma sloganı ile plansız programsız, fizibilite etüdleri doğru dürüst yapılmamış hatta hiç yapılmamış fabrikaların temellerini konut temeli atar gibi atmakta ve sözde bu yolla oy potansiyelini yükseltmekteydi.” demektedir.
Köy kahvesinde oturan sade bir vatandaşın emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yürüttükleri böyle bir propagandaya kapılması mazur görülebilir. Ama Kenan Evren gibi, Devletin en üst kademelerinde bulunmuş bir kimsenin bu kadar önemli bir meselede, böyle maksatlı propagandalara alet olması affedilmeyecek bir kusurdur.
SANAYİ BAKANLIĞI NİÇİN VERİLDİ ?
Kurduğumuz üç koalisyon hükümetinde de hükümet kurma çalışmaları milletin gözü önünde cereyan etmiştir. Çalışmaların safhaları ve müzakerelerin içeriği basında geniş şekilde yer almıştır.
Bu müzakereler esnasında Türkiye'nin sanayileşme ve ağır sanayinin kurulması hususunda en tecrübeli ve bu konuda inançlı kadronun Milli Selamet Partisi'nde bulunduğu herkes tarafından bilindiği ve teslim edildiği için, münakaşasız Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın Milli Selamet Partisi'ne verilmesi uygun görülmüştür.
HANGİ KADROLAR YÜRÜTTÜ ?
Sanayi alanında yapılacak hamleler hükümet programlarına alınmış, bu programlar meclislerin tasdikinden geçmiştir.
Bu büyük hamleyi yürütebilmek için Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yeniden düzenlenmiş, dört büyük koordinatörlük meydana getirilmiş, bu koordinatörlüklerdeki görevlerin canla başla yürütülebilmesi için yeni uzmanlarla Bakanlık güçlendirilmiş ve ayrıca Bakanlığa bağlı olarak, bütün sanayi kuruluşlarını ve ağır Sanayi hamlesini mali açıdan desteklemek için Devlet Sanayi ve işçi Yatırım Bankası (DESİYAB) adı ile yeni bir banka kurulmuş ve ayrıca memleketimiz için önemli olan büyük yatırımlarda öncülük yapmak üzere Türk Motor Sanayi, (TÜMOSAN), Takım Tezgahları Sanayi (TAKSAN), Türkiye Elektronik Sanayi (TESTAŞ), Türkiye Elektro mekanik .Sanayi (TEMSAN), Türkiye Uçak Sanayi (TUSAŞ), Gerede'de fabrikaları yapan bir kuruluş olarak, Çelik Konstruksiyon ve Teçhizat Fabrikaları Sanayi (GERKONSAN) gibi altı adet yeni Genel Müdürlükler oluşturulmuştur.
Bu yeni Genel Müdürlüklerle birlikte Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın evvelce mevcut Genel Müdürlükleri ve Devletin konuyla ilgili diğer Genel Müdürlüklerin meydana getirdiği 25 Genel Müdürlükten oluşmuş, geni, bir devlet kadrosuna 219 adet projeden müteşekkil ağır sanayi hamlesini gerçekleştirme görevi verilmiştir.
Bu hamle o zamanki parayla 244 milyar TL. (15 Milyar Dolar) harcanarak 7 yılda tamamlanmak üzere programlanmıştır.
Bu yatırımların hangi konuda olduğu ve nerede yapılacağı haritada görülmektedir.
PLAN VE PROJELER
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığıyla, yukarda zikredilen 25 Genel Müdürlüğün bütün uzman kadroları üç yıl boyunca çok büyük bir gayretle çalışarak bu projelerin yer seçimleri, kapasite tespitleri, üretim konuları, fizibilite etüdleri, alternatif çözüm mukayeseleri ile inşaat ve tesis plan ve projelerini tamamlamışlardır.
YAKIN TAKİP
Projelerin başlatılması, yürütülmesi, finansmanı, eleman ihtiyaçlarının temin edilmesi, döviz taleplerinin karşılanması ve bürokratik engellerin ortadan kaldırılması çalışmaları tarafımızdan dikkat ve titizlikle takip edilmiş ve bu maksatla Bakanlıklar ve Genel Müdürlükler arası bir “Ağır Sanayi Koordinasyon Kurulu” teşkil edilmiştir.
Bu kurulun her ay düzenli bir şekilde yaptığı toplantılar basın tarafından da yakın şekilde takip edilmiştir.
Bu gayretli çalışmaların sonucu olarak 219 tesisin tamamının kuruluşu başlatılmış ve 70 tanesi bitirilerek işletmeye açılmıştır.
Bu 70 tane tesis bugün binlerce işçinin çalıştığı ve ekonomimize büyük katkılarıyla iftihar ettiğimiz tesislerdir. Demek ki, tesislerin plan ve projeleri varmış ve bitirilebiliyormuş. Engellenmeseydi 219 projenin tamamı da bitirilecekti.
HAMLE TAMAMLANSAYDI
Kaldı ki, emperyalizmin entrikalarıyla ilerde açıklanacağı gibi biz hükümetten uzaklaştırıldıktan sonra, bugüne kadar geçen 12 yıl boyunca, gerçek ağır sanayi sahasında bizim projelerimizden başka hiçbir ciddi adım atılmamıştır. Sonradan yapılan merasimler ya bizim tesislerimizin işletmeye açılışı veya durdurulan inşaatların yeniden başlaması törenlerinden ibaret olmuştur. Şayet Milli Görüş, emperyalistlerin oyunlarıyla iktidardan uzaklaştırılmasaydı, kuruluşunu başlattığımız 219 tesisin tamamı bitirilmiş, üretime geçmiş, ayrıca ikinci bir ağır sanayi hamlesi başlatılmış olacaktı.
OTOYOLLAR
Aynı şekilde bu ağır sanayi hamlesinin gerektirdiği otoyolları şebekesi de tamamlanmış olacaktı. Zira sunduğumuz diğer harita da gösterilen otoyolların tamamının yapılması da planlanmış ve 1976 yılı sonunda, İtalya'yla gereken anlaşma imzalanmıştı.
CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK HAMLESİ
Görüldüğü gibi bu ağır sanayi hamlesi Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük ağır sanayi hamlesi idi. Almanya ve Japonya'nın sanayileşme hamlelerinin benzeri idi. Nitekim incelendiğinde görülür ki, Almanya ve Japonya'nın sanayileşmesi 1870-1900 yılları arasındaki 30 yıllık bir dönemde kesintisiz bir çalışmayla gerçekleştirilmiştir.
Bizde de başlattığımız hamle devam etseydi milyonlarca evladımız bugün kahvede oturacağına veya yaşadıkları illerden göç edeceğine kendi illerindeki fabrikalarda çalışma imkanı bulacaklardı. Üretimimiz artacak, paramızın değeri istikrara kavuşacak, ihracat potansiyelimiz yükselecek, halkımız pahalılıktan kurtulacak ve uçağını, tankını kendisi yapan bir ülke olacaktık. Böylece emperyalizm tarafından sömürülen, geri kalmış bir ülke olmaktan çıkıp bağımsız, güçlü bir ülke haline gelecektik. Ama engellendi.
EVREN'İN AĞIR SANAYİ İLE İLGİLİ ÇELİŞKİSİ
Bütün bu gerçeklere rağmen, Sayın Evren'in bizim Sanayi Bakanlığını sanki gayrimeşru bir şekilde ele geçirmişiz gibi bir izlenim vermeye çalışması, her şeyden önce milletin seçtiği Meclisleri, bu Meclislerden güvenoyu alan hükümetleri, bu hükümetlerin programlarını ve Devletin planlarını ve yolluk programlarını ve bu yatırımlara ödenek ayıran bütçeleri, hatta kendini bulunduğu makamlara atayan iktidarları yok sayması demektir. Bunların kararlarının bir kıymet ifade etmemesi demektir.
12 Eylül' den sonra Evren, bizim 219 ağır sanayi yatırımlarımızdan, Polatlı iş Makineleri Fabrikası, Çankırı Ağır Sanayi ve Teçhizat Fabrikası gibi bazı fabrikaların açılış merasimlerine iştirak etmiş, kurdelalarını kesmiş ve yaptığı açılış konuşmalarında bu fabrikalarla millet olarak iftihar edildiğini ifade etmiştir.
Bu fabrikalar plansız, programsız, konut temeli atılır gibi rastgele atılmış temellerden ibaretti de nasıl yapılıp bitirildi ? Ve Sayın Evren bunların niçin açılışını yaptı ?
Sayın Evren Devlet Başkanı olarak çıktığı muhtelif yurt gezilerinde, karşılaştığı fabrikalar hakkında bilgi aldığında, “Nereye gitsem Erbakan'ın fabrikaları karşıma çıkıyor” diyerek bu yatırımların gerçekleştiğini ve bölgeye getirdiği faydaları itiraf etmek zorunda kaldığı halde sonradan hatıralarını yazarken tam tersine gerçek dışı ithamlarda bulunmasındaki çelişkiyi okuyucuların değerlendirmesine bırakıyorum.
FABRİKALAR CEVAP VERİYOR
Aynı şekilde bugün Edirne'den Kars'a, Van'dan Aydın'a kadar yurdun her tarafında ağır sanayi hamlesi içinde gerçekleştirdiğimiz 70 tane büyük tesis ithamların haksızlığını ve tutarsızlığını ortaya koyan birer abide halinde dimdik durmaktadır.
Her ne kadar emperyalizmin yönlendirdiği bugünkü iktidarlar bu fabrikaları tam kapasite ile çalıştıramıyorsa da, yakın bir gelecekte bu tesislerin memleketimiz açısından ne kadar önemli olduğu ve faydalı hizmetler yapacağı görülecektir.
HEM ŞİKAYET HEM İLGİSİZLİK
Anılarda gördüğümüz bizi üzen asıl önemli bir çelişki de şudur:
Sayın Evren anılarında, başından sonuna kadar ordumuzun silah, malzeme ve teçhizatının yetersizliğinden, eskiliğinden, demode oluşundan şikayet etmekte, bağımlılığın ve ambargoların ne büyük sıkıntılar getirdiğini itiraf etmektedir.
Nitekim anılarının 69. sayfasında:
“Keşan'dan geçerken gece idi. Halk sokaklara dökülmüş yürüyüş kollarının önünü kesiyor. “Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz ?” diye ağlıyor, barbar bağırıyordu, içimiz sızlayarak bu sahneleri seyrediyorduk. Yapılacak bir şey yoktu. Hakikaten o gün için bu karar doğru bir karardı. Geniş Trakya arazisinde zırhlı ve motorlu Alman birlikleri karşısında yaya ve atlı, hatta öküz kollarından teşekkül eden birliklerimizin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasından ise, Hadımköy ve Koru-Gamos hatlarında savunmak çok daha garantili bir hareket tarzı idi. Tümenimizde motorlu araç olarak bir tek Almanya yapısı Ştover marka bir. binek aracı ile bir de kamyon vardı, onlar da Tümen komutanının binek aracı ve erzak taşımak için verilmiş kamyon idi.
Malkara'dan, Gelibolu'nun Karaburgaz Köyü'ne intikâl edinceye kadar bütün tümenin, tümendeki cephane paylarının taşınması benim sorumluluğumda idi. Tümenin atlı araba kolları bu kadar cephaneyi taşıyabilecek kapasitede değildi. Köylünün öküz arabalarına el atmak zorunda kaldık. Köylülerden yüzden fazla öküz arabası toplandı. Cephaneler iki gün içinde bunlarla taşındı.”
Askerlik hayatının ilk günlerinde başlayan bu şikayet Genel Kurmay Başkanı olduktan sonra da devam etmektedir. Nitekim anılarının 214. sayfasında Genel Kurmay Başkanı olmasından sonra ilk 30 Ağustos münasebetiyle bir derginin sorularına verdiği cevapta:
“Ayrıca bugün Türk Silahlı Kuvvetleri'nin elinde bulunan silahları da tamamıyla modern saymak mümkün değildir. Bütün çabamız, büyük bir kısmı 2. Cihan Harbi'ne ait olan silahlarımızı geleceğin harplerinde kullanabilecek modem silahlarla değiştirmeğe yöneliktir. Tabii, bunu ekonomik gücümüz oranında tahakkuk ettirebiliyoruz. Bugün için bu silahların hemen hemen hepsini dış ülkelerden tedarik zorundayız. Üzülerek ifade edeyim ki, aynı ittifak içerisinde bulunduğumuz müttefiklerimiz, çok pahalı ve peşin ödeme gücümüz mahdut olan bu silahların alımında kolaylık ve anlayış göstermemektedirler.”
“Vaktiyle yapılan hataların cezasını şimdi bizler çekiyoruz. NATO'ya girmeden önce, o zamana göre fena sayılamayacak harp sanayimiz mevcuttu. Amerikan yardımı başladıktan sonra, sanki bu yardım sonsuza dek sürecekmiş gibi, Harp Sanayiimiz ile uğraşan fabrikalarımızın kapısına zincir vurduk veya başka maksatlarda kullandık. Bir zaman geldi ki, ABD askeri yardımı durdu; fakat, ABD menşeli olan bu silah ve araçların idamesi için milli bütçeden yedek parça almağa devam etmek zorunda kaldık. Öyle zannediyorum ki, Amerikan ordusunun elinden çıkarıp bize hibe şeklinde verdiği bu silah ve araçların fiyatı kadar parayı bugün, onların yedek parçalarına ödemekteyiz.
Bu dört senelik ambargo bize çok şey öğretti, bizi kamçıladı. Bugün birçok yedek parça ve malzemeyi kendi fabrika ve atölyelerimizde imal edebiliyoruz. Türk mühendisi ve işçilerinin kendilerine imkan sağlandığında çok büyük işleri başarabildiğini bizzat yerinde yaptığım incelemelerde gördüm. Bu bakımdan biran evvel yerli harp sanayiimizin geliştirilmesinde büyük yararlar görmekteyim. Kimseye fazla güvenilmemesi gerektiği, bu ambargo olayı ile büsbütün su yüzüne çıkmıştır.”
Bunları yazan bir insanın ağır sanayii kurma hamlesi karşısında çok büyük bir alâka ve heyecan duyması, bu hamleyi ciddi olarak takip edip incelemesi ve bu hamlenin hedefine ulaşması için her bakımdan yardımcı olması gerekirdi. Halbuki anılarında üzülerek görüyoruz ki bu büyük hamlenin heyecanını duymamış, yakından takip etmemiş, sadece emperyalistlerin maksatlı propagandalarına kapılmış. Halbuki biz bu hamleyi yürütürken yaptığımız aylık Ağır Sanayi Koordinasyon Kurulu toplantılarına, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Genel Kurmay Başkanını, Kuvvet Komutanlarını, Genel Kurmaydaki yüksek rütbeli Generalleri de her defasında davet ediyorduk.
Çünkü ağır sanayi hamlemiz en modern uçak ve tankların tamamen memleketimizde imal edilmesi dahil her türlü savunma sanayii ihtiyaçlarını da karşılayacak olan ağır harp sanayiini de içermekteydi.
Şayet kendisi bu davetlere icabet edip bu toplantılardan birine katılsaydı, bu gerçekleri görecek ve düştüğü çelişkiye düşmeyecekti.
Evren'e Kalsaydı Kıbrıs Elden Çıkardı
EVREN'E KALSAYDI KIBRIS ELDEN ÇIKARDI
HAREKATIN BAŞLATILMASI
Evren'in zihniyetine kalsaydı Kıbrıs çoktan elden çıkardı. Bu gerçeği belirtmek için bazı açıklamaları gerekli görüyoruz. Milletimize yaptığımız en büyük hizmetlerden biri Kıbrıs'ta harekatı başlatmamız, hedefine ulaştırmamız ve o günden beri kurtarılan haklarımızı korumamızdır.
Sayın Evren'in anılarında açıkça görülüyor ki, kendisi bizim Kıbrıs harekatını nasıl başlattığımızı bilmiyor. Bu harekatı hedefine ulaştırmak için neler yaptığımızdan haberdar değildir. Ve o gündün beri kurtarılan hakların korunması için gösterdiğimiz gayretin ve tutumumuzun sebeplerini anlamamıştır.
Önce şu gerçeği ortaya koymakta yarar vardır.
Kıbrıs'ta Rum'ların 1963'teki katliamları sırasında İsmet İnönü Başbakandı. İnönü Hükümeti bu katliam karşısında sadece jetlerimizin sınırlı harekatına izin verdi. Johnson'un Rumlara karşı bir harekat yapılmamasını isteyen mektubu üzerine, müdahaleden vazgeçildi. Ada önlerine kadar gitmiş olan deniz birlikleri geri çekildi.
Yine Rumların 1967 yılında Kıbrıs'ta ikinci defa tekrarladıkları katliam sırasında Demirel Başbakandı. Aynı şekilde ABD'nin karşı çıkması üzerine yola çıkan gemiler geri çağrıldı ve müdahale yapılamadı.
YUNANİSTAN'IN ADAYI İLHAK TEŞEBBÜSÜ
Bu şekilde şımartılan Rumlar ve Yunanlılar 1974'te Samson'u adaya gönderdiler. Büyük bir katliama giriştiler. Ama bu sefer Türkiye geçmişte olduğu gibi hareket etmedi. Adanın Yunanistan'a ilhak teşebbüsüne karşı müdahale etti.
Bu müdahalenin gerçekleştirilmesi Milli Görüş'ün, MSP'nin kesin kararlılığı sayesinde olabilmiştir. Zira Samson'un katliama başladığı haberleri 16 Temmuz günü sabahleyin Başbakan Ecevit'i Etimesgut havaalanından Afyon'a uğurlarken bizlere ulaştı. Sayın Ecevit'e bu durumda seyahatini iptal etmesinin daha doğru olacağını ifade ettikse de, gitmeyi uygun gördü. Bizde havaalanından döner dönmez aynı gün MSP Genel İdare Kurulu'nu ve onu takiben MSP Meclis Grubu'nu toplantıya çağırdık. Eldeki bilgilerin ışığı altında konu her iki parti organında müzakere edildi ve hem Genel İdare Kurulu'nda hem de Grupta katliamı durdurmak üzere bir askeri harekata girişilmesi için her türlü çalışmanın yapılmasına karar alındı.
Böylece Milli Görüş ilk andan itibaren kesin ve kararlı tavrını ortaya koydu.
KOMUTANLAR: MÜDAHALEDE GECİKİLMEMELİ
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, eğer bir müdahale yapılacaksa bunun geciktirilmemesi gerektiği görüşündeydiler. Çünkü Samson Ada'ya çıktıktan sonra Makaryos'un kuvvetleriyle çatışmaya girmişti. Birkaç günün dahi önemi vardı. Aksi halde Samson duruma hakim olduktan sonra direnme daha fazla olacağından karşılıklı daha çok kan dökülebilirdi.
MÜDAHALE EMRİ
Sayın Ecevit ise, müdahalenin İngiltere ile birlikte yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyordu.
Bize gelince, bir yandan garantör Devlet olduğu için İngiltere'ye teklif yapılmasını, ancak İngiltere'nin böyle bir teklife müsbet cevap vermemesi halinde veya oyalama taktiği ile zaman kaybettirmesi durumunda Kıbrıs'taki katliamın daha uzun süre devam etmeden biran evvel durdurulması diğer yandan Samson'un duruma hakim olup müdahalemize karşı daha güçlü bir direniş göstermesine zemin hazırlamaması için harekatın geciktirilmeden başlatılmasını istiyorduk. Bu sebepten dolayı Sayın Ecevit'i İngiltere'ye uğurladıktan sonra Başbakan Vekili olarak Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarıyla havaalanında yaptığımız toplantıda, gecikmenin sebep olabileceği mahzurları dikkate alarak, komutanların askeri harekat hazırlıklarının derhal başlatılması, birliklerin yerlerinden getirilip çıkarma gemilerine bindirilmesi için hükümet emrine ihtiyaç olduğunu bildirmeleri üzerine, kendilerine resmen bu emri verdik.
Bu emri verirken şunu düşündüm. Şayet hükümet ortağımızı ikna edemezsek müdahale yapılmadan önce birlikleri geri döndürecek zamanımız olacaktı. Şayet mutabık kalırsak Sayın Ecevit'in geldiği akşamın-, sabahında birliklerimiz Girne önünde bulunacaklar ve harekat geç kalmamış olacaktı.
Böylece harekat bizim ve komutanların uygun gördüğümüz şekilde başlatılmış oldu.
BM ATEŞKES KARARI
Ne var ki, daha harekatın birinci günü, BM Güvenlik Konseyi'nin harekatın durdurulması kararı alması üzerine, Sayın Ecevit Bakanlar Kurulu'nu toplayarak ateşkes ilan etmemizi istedi. Buna şiddetle karşı çıktık. Çünkü, planlanan harekat G 5 hattına ulaşacak şekilde idi. 1. günde buna ulaşılması mümkün değildi. Dolayısıyla ateşkes talebini reddettik. Harekatın, hedefine ulaşıncaya kadar devam etmesinde ısrar ettik. Ne var ki, Kissinger ve Sisco ile devamlı temasta bulunan Ecevit, ABD'nin baskısı üzerine ikinci gün akşamı tekrar Bakanlar Kurulu'nu toplayarak ateş kesilmesi ve harekatın durdurulmasında ısrar etti. Askerlerle de bu konuda mutabık olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu benim de Genelkurmay Başkanı'yla görüşmemi uygun gördü. Gece yarısı Genelkurmay Başkanlığı'na giderek Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'la konuyu bütün detayıyla görüştük. Kendisi, 5 gün için planlanan G 5 hedeflerine 3 gün içinde ulaşmamızın mümkün olabileceğini bu sebepten dolayı ateşkesin ertesi günü saat: 17.00'de ilan edilmesi halinde harekatın hedeflerine ulaşmış olacağını, ancak G 5 hattında devamlı durmanın mümkün olmadığını sonradan ikinci bir harekatın başlatılarak bu harekat için hedef alınmış olan yeşil hatta kadar devam edilmesi gerektiğini belirtti.
GENELKURMAY'DAN TEMİNAT
Genelkurmay Başkanı Sayın Sancar'dan, ikinci bir harekatın yapılarak yeşil hatta kadar birliklerimizin ulaştırılacağına dair asker sözü aldıktan sonra Bakanlar Kurulu'na dönerek, görüşmemiz hakkında izahat verip bu şartlarla ateşkesi kabul edebileceğimizi bildirdim.
Maalesef Sayın Ecevit ABD'nin baskısı karşısında ateşkes ilanını öne alarak saat: 17.00'de yapılması kararlaştırılan açıklamayı çok hatalı olarak öğleden önce saat 11.00'de yaptı. Bunun üzerine kaçmakta olan Rum kuvvetleri henüz bizim kuvvetlerimiz ulaşamadığı için geri dönerek, Lefkoşe Havaalanı'na, elektrik santralına ve PTT merkezine yeniden yerleştiler. Bu tutum bizi zarara uğrattı.
EVREN GÖRÜŞMELERİ TAKİP ETMEMİŞ
Sayın Evren anılarında, Kıbrıs harekatındaki bu gelişmelerden hiç habersiz görünüyor. Sanki ateşkesi kendisi önlemiş gibi takdim ediyor. Halbuki MSP direnmeyip Bakanlar Kurulu'nda, Ecevit'in ateşkes teklifini reddetmemiş olsaydı o gün ateş kesilecekti. Belki de muharebe kaybedilecek, birliklerimizin denize dökülmesi tehlikesi doğacaktı. Bunu MSP kanadının gayretle direnmesi önlemiştir.
Sayın Ecevit de bilahare Bakanlar Kurulu'nda bu kararla ilgili olarak, “MSP’li arkadaşlarıma teşekkür ederim. Beni tarihi bir yanılgıdan kurtardılar” demek hakşinaslığını göstermiştir.
CHP KANTON ÇÖZÜM İSTİYOR
Sayın Evren anılarında Türkiye, Cenevre müzakerelerinde 5 bölgeli kantonal sistem teklif etmiş diyor. (Sayfa 165)
Halbuki koalisyon ortağımız bu teklifi bize yaptığında bu küçük bölgeler tamamen Rum muhasarası altında olacağı ve her istendiği anda imha edilebileceği için kesin olarak reddettik. Genelkurmay Başkanı Sayın Sancar da bu teklife karşı çıktı. O tarihte Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı olan ve kendisini önemsetmek için Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı'nın her şeyi kendisine bıraktığını anılarında kaydeden Evren, hiçbir şeyden haberdar değildi veya bile bile, hem Genelkurmay'ın karşı çıktığı, hem de koalisyon ortağı olarak biz kabul etmediğimiz için Türk Hükümeti'nin kararı olmayan bir teklifi Türkiye'nin teklifi olarak takdim ediyordu. Olayın tarihe yanlış geçmemesi için bunu açıklamayı gerekli gördük.
SAVUNMA BAKANI ENGELLİYOR
Birinci harekattan sonra Savunma Bakanı Hasan Esat Işık ordunun ikinci bir harekatı yapabilmesi için gerekli mühimmat ve teçhizata sahip olmadığını söyledi. Bilhassa füzelerin çok yetersiz olduğunu ifade etti. Bu durumda ikinci bir harekatın yapılmasına imkan bulunmadığını savunuyordu. Biz ise ikinci harekatın biran evvel boşaltılması gerektiğine inanıyorduk. Bunun için gerçek durumun ne olduğunu öğrenmek için Genelkurmay'ın bilgi vermesini istedik. Bunun üzerine Genelkurmay Plan ve Prensipler Dairesi Başkanı Sayın Necdet Üruğ diğer bir general arkadaşıyla birlikte Bakanlar Kurulu'na gelerek askeri durum hakkında gereken açıklamaları yaptı. Verdiği izahattan sonra sorulan soruları cevaplandırdı. Kendisine:
– Füzelerimizin yetersizliğinden söz ediliyor. Bu doğru mu ? diye sorulduğunda;
– Kim demiş ? Sadece Kıbrıs'ta değil bütün cephelerde aynı anda savaşsak dahi yeterli füzemiz mevcuttur. Dedi.
Yine Kendisine:
– Şu anda bulunduğumuz yerde kendimizi uzun süre savunabilir miyiz? Sorusuna:
– Hayır. Bu asla mümkün değildir. Bulunduğumuz yer ufak bir arazi parçasından ibarettir. Burada bulundurduğumuz kuvvetleri biz normal barış zamanında dahi bu kadar dar bir yere konumlandırmayız. Kaldı ki savaş zamanında, bahçe kadar bir yerde bu kadar kuvvetin bulundurulması çok tehlikelidir. Kolaylıkla imha edilebilir. Burada sürekli kalmamız askeri bakımdan mümkün değildir. Dedi.
Kendisine teşekkür ettik. Ayrıldı.
İKİNCİ HAREKATI HAZIRLIYORUZ
Bakanlar Kurulu'nda askerlerin bu açıklamalarına dayanarak, MSP kanadı olarak biz, ikinci harekatın biran önce başlatılması üzerinde ısrar ettik.
Buna rağmen Sayın Ecevit ABD'nin baskısıyla Rumların da kabul edebilecekleri siyasi çözümler teklif ederek ikinci harekatın yapılmasını önlemeye çalışıyordu. Bizden habersiz Kissinger'in tavsiyesine uygun olarak CHP’li uzmanlara, muhtelif kantonal çözüm modelleri hazırlattırdığını haber alınca, bu kabil çözümlerin hiçbir zaman Ada'da huzurun teminine yaramayacağına inandığımız için, konu da çok ciddi olduğundan dolayı, Ecevit'e yazılı bir muhtıra verdik. Kantonal çözüme asla razı olmayacağımızı konuyu Milli Güvenlik Kurulu'nda görüşerek çözmek istediğimizi, orada çözemezsek Bakanlar Kurulu'nda müzakere ederek, o da olmazsa TBMM'de konunun görüşülmesini sağlayarak kantonal çözüme mutlaka mani olacağımızı ve çözüm olarak asgari yeşil hatta kadar gidilmesini temine çalışacağımızı- kesin olarak bildirdik. Bu durum karşısında hükümetin dahi bozulabileceğini dikkate alan Ecevit, konuyu Milli Güvenlik Kurulu'na getirdi.
Genelkurmay Başkanı ile zaten kantonal çözümün kabul edilmemesinde aynı görüşteydik. Milli Güvenlik Kurulu'nda saatlerce süren müzakerelerden sonra Ecevit'in, “Rumların birliklerimizin etrafından 5 km. geriye çekilmeleri ve kantonal çözüm” teklifi uygun bulunmadı. Bizim, Rum'ların en az yeşil hatta kadar çekilmeleri halinde anlaşma yapılmasına dair teklifimiz tavsiye kararı oldu. Bakanlar Kurulu'nda da bu kararı savunduk ve neticede Dışişleri Bakanı Turan Güneş'in Cenevre müzakerelerine bizim teklifimizi hükümet teklifi olarak götürmesi kararlaştırıldı.
Görülüyor ki, Sayın Evren'in anılarında zikrettiği gibi Türkiye'nin resmi teklifi kantonal sistem değil, Rum'ların yeşil hatta kadar çekilerek anlaşma yapılmasıdır.
İKİNCİ HAREKAT
Rum ve Yunan tarafı bu teklifi kabul etmedikleri için ikinci harekat başlatıldı.
MSP olarak bizim baştan beri çözümümüz, tek başına iktidar olmamız halinde, Ada'nın tamamını alarak önce huzur ve sükunu sağlamamız sonra da bir çözüme yanaştıkları takdirde yeşil hattın güneyini Rumlara bırakarak sulh anlaşması yapmaktı. Böylece Ada'da iki ayrı bağımsız devletin kurulmasını nihai çözüm olarak sağlamaktı.
Biz garantör devlet olarak Ada'nın bütününde Rumların da can güvenliğini sağlamaktan sorumlu olduğumuz için ve Ada'nın tamamı alınmayacak olursa diğer kısımlarda yaşayan kardeşlerimizin Rumlar tarafından katledilmelerini önlemek mümkün olmayacağından, Ada'nın tamamını almamız gerekmekteydi. İkinci harekatı başarıyla yürüten cephedeki komutanlar da bizim bu teklifimizi gerçekleştirmeyi istediler. Ancak koalisyon ortağımızın karşı çıkması buna mani oldu. Böylece yeşil hatta duruldu ve Kıbrıs iki bölgeye ayrıldı. Biz harekattan hemen sonra Kuzey Kıbrıs Bağımsız Türk Devleti'nin ilanı gerektiğini ifade ettik ve gerçekleşmesi için ısrar ettik. Ne yazık ki gerek bu hükümetteki, gerekse bundan sonra kurduğumuz hükümetlerdeki koalisyon ortaklarımızla, bizim dışımızda kurulan hükümetler, bu konuda batılılardan tasvip görmeyeceklerini bildikleri için 10 yıl mesele çözümsüz kaldı. 10 yıl sonra bizim söylediğimiz noktaya gelindi. Bu basan Sayın Rauf Denktaş'ın iyi bir zamanlama yaparak insiyatifini kullanmasının neticesidir.
İKTİDAR KKTC'NİN TANINMASINI ENGELLİYOR
Her ne kadar bizim söylediğimize 10 yıl sonra gelinerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu ise de, bu kuruluşun arkasından geçen 7 sene zarfında Türkiye'de iş başında bulunan siyasi iktidar, bu bağımsız Kıbrıs Türk Devleti'nin, başta Müslüman ülkeler olmak üzere, diğer bütün devletler tarafından tanınması için çalışacağına, tam tersini yapmıştır. ABD ve Batıya hoş görünmek için Kıbrıs Rum Devleti ve Yunanlıların peşinden koşarak Kıbrıs'ta Federal bir devlet kurulması için gayret göstermiş bu arada KKTC'ni tanımak isteyen mesela Pakistan, Bangladeş gibi Müslüman ülkelerin tanımalarına engel olmuştur.
Federal bir devlet kurulması için yapılan tekliflerin hepsi batıyı memnun etmek için yapılmıştır. Milli menfaatlerimize tamamen aykırıdır. Şayet şimdiye kadar siyasi iktidarlar tarafından yapılmış olan tekliflerden herhangi birini karşı taraf kabul etmiş olsaydı Ada arkasından adım adım Yunanistan'a ilhaka kadar giderdi.
Cenab-ı Hakk'ın bir lütfudur ki, bizden sonra hükümet olan bütün siyasi iktidarların tekliflerini Rumlar ve Yunanlılar reddetmişlerdir.
Kıbrıs Barış Harekatı'yla Ada'da kurtarılmış olan haklar şayet 16 yıldan beri korunabilmişse bu iki şey sayesinde olmuştur. Birisi Milli Görüş'ün bu 16 yıl boyunca Kıbrıs meselesine gösterdiği candan alâka ve “Şehit kanıyla kurtarılan toprağın bir karışı bile geri verilemez.” esasına sımsıkı sarılmamızdır. Bu haklı prensiple Batı etkisindeki partilerin de hata yapmasını önledik. Kıbrıs'taki hakların korunmasındaki ikinci etkili faktör ise KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın gösterdiği şuurlu ve basiretli tutumudur.
Bu sayede, Ankara'daki Batı etkisindeki yönetimlerin hatalarını önleyebilmiştir.
MİLLİ GÖRÜŞ SAHİPLENDİ
Buraya kadar yaptığımız özet açıklamalar da gösteriyor ki, Kıbrıs'ta barış harekatının fiilen başlatılması, harekatın askeri hedeflerine ulaşmasını sağlamak için erken ateşkesin önlenmesi, ikinci harekatın başlatılması, Kıbrıs'ta bağımsız bir devletin kurulması, Batının bütün baskılarına rağmen kurtarılmış hakların bugüne kadar korunabilmesi Milli Görüş sayesinde mümkün olmuştur.
Bu gerçeklerin bir delili de Sayın Evren'in anılarıdır. (Anılar 168. Sayla):
“Koalisyon kanadı Milli Selamet Fanisi, Kıbrıs'ta ele geçirilen topraklardan bir karışının bile verilmesine razı olmuyor, sanki ulaşılan hedef, kazanılan araziyi kendisi kararlaştırmış gibi 'Kanla alınan toprak verilmez' diyerek bütün görüşmeleri baltalıyordu. Halbuki ele geçirilen topraklar esasında kararlaştırılandan fazla idi. Sebebi de yapılacak müzakerelerde bu fazlalıklar bir taviz olarak verilebilecekti. Fakat Erbakan, sanki kendisi cephede savaşmış gibi bir mücahit havasıyla her müzakereyi neticesiz bırakıyordu. Nihayet Cumhuriyet Halk Partisi, Erbakan'la ortak olarak memleket işlerini yürütmenin mümkün olamayacağını anlamış olacak ki, koalisyonu bozdu ve hükümetten çekildi.” (Anılan 82. sayfa):
“Kıbrıs meselesi ise hala bir sonuca ulaştırılamamıştı. Karşı tarafın istediği toprak fedakarlığı yapılamıyordu. Zira Erbakan, hem 1974'teki Ecevit Hükümeti döneminde ve hem de her iki Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde 'Kan dökülerek alınmış toprakların bir karışı bile geri verilemez' diye tutturmuş ve bu yüzden de görüşmeler bir sonuca ulaştırılamamıştı. Belki harekattan sonra başlayan müzakerelerde bir kısım toprak parçası ve Maraş Bölgesi verilebilseydi Kıbrıs problemi daha o tarihte halledilebilecek ve uyuşmaz taraf olarak biz olmayacaktık.” diye yazmaktadır.
CEPHEDEKİ MEHMETÇİK GİBİ
Yukarıdaki açıklamalarımız ışığında bu beyanlar incelendiğinde ortaya çıkan sonuç şudur:
Demek ki biz, o günden bugüne kadar Kıbrıs meselesini “Sanki kendimiz cephede savaşmış gibi” canla başla savunmuşuz. Bu tespit doğrudur. Çünkü vatanseverliğin gereği budur.
Ve bizim Kıbrıs harekatının başından sonuna kadar yaptığımız başarılı hizmetlerden bir tanesi bile aksamış olsaydı, Kıbrıs harekatı başarıya ulaşamazdı.
Mesela: Müdahalenin zamanında yapılmasını temin etmeseydik,
Yahut; Ecevit'in, çıkartmanın ilk günü BM Güvenlik Konseyi'nin kararına uyarak ateşin kesilmesi için yaptığı teşebbüsü önlemeseydik,
Yahut; kanton çözüme razı olsaydık,
Yahut; ikinci harekatı başlatmasaydık,
Yahut; Kıbrıs'ta istenilen toprak tavizlerini verseydik,
Askeri harekat başarılı olamazdı ve Kıbrıs çoktan elden gitmiş olurdu.
Bu sebepten dolayı bizim Kıbrıs için yaptığımız hizmetler, bu mühim meselenin hem tarihi ve siyasi sorumluluğunu üstlenerek karar vermek, hem de bu kararı en iyi ve başarılı şekilde sonuca ulaşacak tarzda icra ettirmektir.
Bu hizmetler bizzat cephede çarpışmak kadar hatta daha da önemlidir. Zira dökülen kanların heder olmaması ancak bu sayede mümkündür. Sayın Evren bunu anlayamamış görünüyor.
Sergilediği mantık da sakattır. Bu mantığa göre şayet bir milli meseleye candan sahip çıkmak için mutlaka cephede çarpışmak şartı koşulursa, bu takdirde ne Evren'in ne de bu günkü iktidarların Kıbrıs'tan bahsetmeye hakları olamaz.
EVREN: TOPRAK VERELİM
Sayın Evren'in anılarında ileri sürdüğü:
“Halbuki ele geçirilen topraklar esasında kararlaştırılandan fazla idi. Sebebi de yapılacak müzakerelerde bu fazlalıklar bir taviz olarak verilebilecekti” varsayımının da gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bugün bu yeşil hattı, Bakanlar Kurulu olarak biz, daha harekat başlamadan önce Genelkurmay'ın da görüşünü alarak tespit etmiştik. Hatta Genelkurmay Başkanı'yla ateşkes konusunu görüştüğümüzü gece yansında, kendi eriyle çizerek harekatın asgari bu hududa kadar devam edeceğini ifade ettiği, benim de o gece Bakanlar Kurulu'na takdim ettiğim tarihi harita, bunun bir delilidir.
Hal böyleyken mevcut hükümet kararlarına ters bir şekilde, Türkiye'nin milli menfaatlerine ve KKTC aleyhine, Rumların ve Yunanlıların lehine ve onların eline koz verecek şekilde sorumsuz beyanlarda bulunması Devlet Başkanlığı yapmış bir kimse için affedilemeyecek bir kusurdur. Nitekim bu anıların yayınlanmasından sonra Kıbrıs Rum kesimi ve Yunan gazeteleri bu beyanları aleyhimizde delil sayarak kullanmaya başlamışlardır.”
DENKTAŞ EVREN'İ TEKZİP EDİYOR
Bu hatalı beyanlar karşısında KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, Evren'i tekzip etmek zorunluluğunu duymuştur.
Nitekim KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş Evren'in “Söz konusu fazla topraklar ile Maraş'ın Rumlara iadesi halinde Kıbrıs sorunu o dönemde çoktan çözüme kavuşturulmuş olurdu.” iddiasını reddetmiş, buna verdiği cevapta:
“Zamanında havaalanının müşterek kullanımına karşı Maraş'ın bir kısmının iadesini önerdik. Kipriyanu bunu reddetti. Rumların istedikleri tüm Kıbrıs'tır.
Şimdiki halde işgalci çıksın herkes yerli yerine dönsün diyorlar. Konuya yaklaşımları bu olan Rum liderliğini toprak tavizi ile tatmin edemezsiniz. Onlar her şeyi kendilerinin biliyorlar ve bunu elde etmek için de Dünya'yı kandırmaya, en vahim şekilde silahlanmaya devam ediyorlar.” demiştir.
EVREN ABD'YE SÖZ MÜ VERDİ ?
Yunanlıların İstanbul ve Ege'yi de istedikleri dikkate alınırsa Rumlar ve Yunanlılarla hiçbir meselenin taviz yoluyla çözülemeyeceği açıkça görülür.
Sayın Evren'in anılarında yer alan Kıbrıs'ta toprak verilerek Rum ve Yunanlılarla uzlaşma yapılması düşüncesi ister istemez, 12 Eylül’den önce ABD yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde hiçbir karşılık alınmadan tıpkı Yunanistan'ın NATO'ya dönüşünü kabul etmesi gibi, Kıbrıs konusunda da “Acaba evvelce verilmiş bir sözü mü var ?” sorusunu akla getiriyor.
Bundan da açıkça görülüyor ki Sayın Evren anılarında tarihi gerçekleri dile getirmeyi değil, akla ve mantığa ters düşecek dahi olsa Milli Görüş'ü ve MSP'yi kötülemeyi hedef alıyor.
Bunun da sebebi; farkında olmadan emperyalizmin propagandalarının etkisinde kalmış olmasıdır.
MSP Emperyalizmin Hedefi Olmuştu
MSP SÖMÜRÜYE KARŞI OLDUĞU İÇİN EMPERYALİZMİN HEDEFİ OLMUŞTU
MİLLİ GÖRÜŞ VE ADİL EKONOMİK DÜZEN
Sayın Evren'in anıları, kendisinin Milli Görüş'ün ekonomik politikası hakkında hiçbir fikri olmadığını göstermektedir.
Halbuki emperyalizm Milli Görüş'ün ekonomik politikasını çok iyi bilmektedir. Açık ve kesin olarak tespit etmiştir ki; Milli Görüş'ün ekonomik politikası, Türkiye'deki “Modern Müstemlekecilik”e son vermek, faizci kapitalist sistem vasıtasıyla kurulmuş olan “Sömürü Düzeni”ni ortadan kaldırıp yerine herkese hakkını veren bir “Adil Ekonomik Düzen” kurmaktır.
Bundan dolayı MSP ekonomik programında;
– Milli, Güçlü, Süratli, Yaygın Kalkınma,
– Borçla Değil Kendi Gücüyle Kalkınma,
– Sıhhatli Ekonomi,
– Herkese Refah,
temel prensiplerine yer verilmiştir.
Ve yine bundan dolayıdır ki 1974-1978 yılları arasında yer alan 4 yıllık dönemde MSP'nin iştirak ettiği 3 hükümette de Bakanlıklar arası “Ekonomik Kurul” başkanlığı MSP'ye verilmiştir.
EKONOMİDE ATILAN ADIMLAR VE AMBARGOLAR
Bu dönemde yapılan tatbikat aşağıdaki hususiyetleriyle kendini göstermiştir:
– Tarım üretiminin arttırılması:
Buğday üretimi 4 yılda 10 milyon tondan, 18 milyon tona çıkartıldı. Türkiye yılda 5 milyon ton buğday ihraç edecek hale geldi. Et üretimi 125 bin tondan 625 bin tona çıkartıldı.
– Türk lirasının değerinin sabit tutulması
– Ücret ve gelirlerin arttırılması:
İşçi, köylü, memur, esnaf tüm çalışan kesim, en yüksek reel gelire 1974-1978 yılları arasında sahip oldu.
– Kalkınma hızının yüksek, enflasyonun düşük olması:
Dört yıl içinde enflasyonun düşük olması. Dört yıl içinde enflasyon ortalama % 10, kalkınma hızı % 7 oldu.
– IMF heyetlerinin ekonomimize zarar veren teklifleri kabul edilmedi.
– Kalkınma için lazım olan kredi ihtiyacı IMF aracılığıyla yüksek faiz ödeyerek değil, doğrudan Müslüman ülkelerle yapılan ikili anlaşmalarla sağlandı.
– Müslüman ülkelerle ekonomik işbirliğinin gelişmesine önem verildi. Bu konuda anlaşmalar yapıldı.
– Türkiye İslam Bankası'na ortak yapıldı.
– Bu dönemde, büyük halk kitlelerine yansıyarak onları daha da fakirleştireceği için yeni hiçbir vergi kanunu çıkarılmadı. Maliye Bakanlığı'nca hazırlanan KDV tatbikatına izin verilmedi.
– Ortak Pazar ile evvelce yapılmış olan Ankara Anlaşması'nın, tamamen ülkemiz aleyhine olan ve tek taraflı taviz vermemizi öngören, Ortak Pazar ülkelerinden her yıl ithalatın daha da artırılarak yapılması ve ithalattaki gümrük vergi oranlarının her yıl belli oranlarda azaltılması gibi maddeleri Milli menfaatlerimize aykırı olduğu için yürütülmemiştir.
– Faizsiz banka kararnamesi çıkartılmış ve MSP kanadındaki bankalarda kredi dağıtılması objektif esaslara bağlanmıştır.
– Ağır sanayi hamlesi.
İşte emperyalist güçler 4 yıl boyunca yürütülen sömürüyü önlemeye yönelik bu şuurlu politikayı dikkatle izlediler.
Kıbrıs Barış Harekatı'nın arkasından silah ambargosu koydular. Buna karşı Ağır Sanayii ilan ederek savunma ihtiyaçlarımızı yurt içinden sağlama planını yürürlüğe koyduk.
Bunun üzerine ekonomik ambargo uyguladılar. Buna karşılık ülkemizin döviz ve para ihtiyacını kendi imkanlarımızla nasıl karşılayacağımızın planını yapıp ilan ettik.
Bütün bu hamlelerimizi yakından takip eden emperyalizm, kendi sömürüsünü devam ettirebilmek için, ne yapıp yapıp Milli Görüş'ü hükümetlerden uzaklaştırmayı kendisine hedef edindi.
işte emperyalizmin ve Türkiye'deki uzantılarının MSP'nin geçimsizliği, uyuşmazlığı hakkındaki maksatlı propagandasının gerçek sebebi budur.
EVREN, SÖMÜRÜ NASIL YAPILIYOR, BİLMİYOR
Sayın Evren anılarının pek çok yerinde Türkiye'nin ekonomik durumunun bozuk olduğunu sık sık tekrarlamaktadır.
Mesela; (Anılar sayfa 182'de)
“Ekonomik sıkıntı ise; petrol krizi, Amerika'nın 1975'ten beri uyguladığı ekonomik ambargo, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların ABD paralelinde hareket ederek Türkiye'ye kredi vermemesi, dış borçların ödenmemesi ve hatta dış temsilciliklerimizdeki personelin maaşlarının zamanında ödenememesi, gittikçe büyüyen bütçe, açıkları gibi sebeplerle büyük boyutları ulaşması.”
(Anılar sayfa 277)
“Hükümetin başarısızlığı (1978 Ecevit Hükümeti) yalnız terörle mücadele sahasında değildi. Ekonomik durum konusunda da başarısızdı. Bunun aynası piyasa idi. Hayat pahalılığı günden güne çoğalıyor, yoklar listesine giren ihtiyaç maddeleri listesi de artıyordu. Bunların başını akaryakıt çekiyordu. Yoklar çoğalınca karaborsa da onu takip ediyordu. Resmi fiyatlar başka, satın alınan fiyatlar başka idi.”
Ancak ekonomik konularda yaptığı değerlendirme ve ileri sunduğu deliller gösteriyor ki, herkesin şikayet ettiği bozukluğu ve sömürüyü, yani ekonominin ortaya koyduğu neticeleri yüzeysel olarak tespit ediyor. Fakat hiçbir zaman bu neticelerin hangi temel sebeplerden ileri geldiğini bilmiyor ve olayın tümden bir “Modern Müstemlekecilik” tatbikatı ve mevcut düzenin de bir “Sömürü Düzeni” olduğundan haberi yok.
Hele bu sömürünün nasıl önlenebileceği ve “Adil Ekonomik Düzen”in nasıl kurulacağı hakkında hiçbir şey bilmediği anlaşılmaktadır.
Bu sebeple anılarının 389. sayfasında Demirel'e hitap ettiğini söyleyerek:
“Ben de kendisine, vergi kanunu gibi bir kanunu Meclis'ten geçirmesini imkan dahilinde görmediğimi, çünkü CHP esasen muhalefette olduğu için buna müspet oy vermeyeceğini, Milli Selamet Partisi'nin ise dışarıdan destek vadetmesine rağmen bu konuda destek olmayacağını, nitekim bugüne kadarki tutumuyla bunu ortaya koyduğunu söyledim.” diyor.
Ama MSP'nin, sonunda fakir fukarayı, dar ve sabit gelirli, zaten geçim sıkıntısı çeken büyük halk kitlelerini ezmekten başka bir netice vermeyen bu kabil haksız vergi kanunlarını niçin desteklemediği konusunda bir fikri olmadığı görülüyor.
Bunun için ekonomik konularla ilgili bu eleştirisi de bir esasa dayanmayıp sadece önyargıdan ibarettir.
Evren İnsan Hakları Konusunda Da Yanılgı İçindedir
EVREN İNSAN HAKLARI KONUSUNDA DA YANILGI VE ÇELİŞKİ İÇİNDEDİR
İNSAN HAKLARI VE EVREN
Sayın Evren'in anılarının pek çok yerinde ortaya koyduğu fikir ve görüşleri kendisinin insan haklarının teminat altına alınması yerine, onları mümkün olduğu kadar kısıtlamaktan yana olduğunu göstermektedir.
Yani hürriyetlerin bolluğundan sık sık bahsetmekte ve provokatörlerin yaptıkları belli maksada yönelik tertipli olayları bahane ederek masum insanların hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasından yana olmaktadır.
Mesela anılarının 141. sayfasında, Konya'da solculara karşı sağcıların bir yürüyüş yapacaklarını haber aldığı zaman “Asker getirdik ve askere mermi verdik. Ayrıca bir helikopter de havadan yürüyüşü takiple görevlendirildi. Yürüyüşe katılanlara şu haberi yaydık. Eğer bu yürüyüş esnasında geçen seneki gibi tecavüze varan olaylar (bir evvelki sene orduevinin önünden geçerken çirkin sloganlar atılmış) görülecek olursa helikopterden bomba ve makinalı tüfekle müdahale edilecek, karadaki askerlerde de mermi vardır. Ona göre hareket edilsin.” demektedir.
Elbette bir yürüyüş esnasında orduevinin önünden geçerken, orduevine karşı hangi şekilde olursa olsun saygısızlık yapılması ve çirkin sloganlar atılması hiçbir şekilde tasvip edilemez.
Ancak bir kalabalığa bazı provokatörlerin karışarak böyle bir harekete kalkışmaları halinde, suçlunun yakalanarak adalete teslim edilmesi yerine, kalabalığın bomba ve makinalı tüfeklerle imhasına kalkışmak da hiçbir hukuk kuralı ve temel insan haklarına saygıyla bağdaşmaz. Görülüyor ki Evren, temel insan hak ve hürriyetlerini içine sindirebilecek bir düşünce yapısına sahip değildir. Dünyanın bütün medeni ülkelerinde böyle olaylar karşısında güvenlik kuvvetleri önleyici tedbir alırlar ve göstericilere karşı basınçlı su, daha çok mecbur kalırlarsa göz yaşartıcı gaz gibi kan dökmeyen, ölüme sebep olmayan şeyler kullanırlar.
Sadece anılarda kalmamış Evren'in bu görüş ve düşünceleri 1982 Anayasa'sına da yansımıştır. Bilindiği gibi bu Anayasa, insan hak ve hürriyetleri açısından asrın çok gerisinde, temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan, ortadan kaldıran bir yapıya sahiptir.
DÜŞÜNCE VE İNANÇ HÜRRİYETİ
Bilindiği gibi insan haklarının en önemli bir kısmını düşünce ve inanç hürriyeti teşkil etmektedir. Bir ülkede düşünce ve inanç hürriyetinin tam ve eksiksiz olarak varolması o ülkenin en iyiyi, en güzeli bulabilmesinin temel şartıdır. Bunun için gelişmenin, kalkınmak ve ilericiliğin Hiçi gücüdür.
Düşünce ve inanç hürriyetinin tam olarak varolması demek, bu hürriyetin 4 esasının eksiksiz varolması demektir. .Bunlar:
– İfade Hürriyeti: Düşündüğünü, inandığını her türlü vasıtayla yayma hürriyeti.
– Öğrenme ve Öğretme Hürriyeti: inancını öğrenme ve başkalarına öğretebilme hürriyeti.
– Örgütlenme Hürriyeti: Aynı inanca bağlı insanların örgütlenerek el birliğiyle çalışabilmeleri hürriyeti.
– İnancını Yaşama Hürriyeti,
dir.
EVREN ÇAĞIN ÇOK GERİSİNDE
Günümüzde toplumların ileriliği ve geriliği bu hürriyetlerin cemiyette ne derecede var oluşuyla ölçülmektedir.
Çünkü toplumlar bu hürriyetlerin varlığı ölçüsünde ilerleyebilmektedir.
Günümüzde büyük olaylar olmakta, Doğu Bloku ülkelerinde sınırlamalar ortadan kaldırılmakta ve tabular yıkılmaktadır. Böylece Doğu Bloku ülkeleri de daha ileri gitmenin temel şartına sahip olmayı istemektedirler.
Sayın Evren'in anıları ve hazırlattığı 1982 Anayasası düşünce ve inanç hürriyetlerine her yönden en ağır sınırlamaları getiren bir anlayış ve görüş içindedir.
Bu bakımdan kendileri çağın gerisinde kalmıştır. Bu konuda tek samimi görüş Milli Görüş'tür. Zira Milli Görüş, hangi düşünce ve inanca sahip olursa olsun, herkesin yaşama, inanma ve mülkiyet haklarını devletin teminatı altına almasını esas almıştır.
Bu çerçevede düşünce ve inanç hürriyetinin bütün esaslarıyla varolmasını samimi olarak isteyen ve savunan tek görüştür. Sayın Evren'in maalesef bundan da habersiz olduğu anlaşılmaktadır.
Halbuki emperyalizm Türkiye'yi sömürmek istemektedir Bunun için her türlü imkanını kullanarak Türkiye'de “Sömürü Düzeni”nin kurulmasını sağlamıştır. Bu düzenin devam edebilmesi ancak hürriyetlerin kısıtlanmasıyla mümkündür. Bunun için de Demokrasi adı altında gerçekte bir “Güdümlü Demokrasi” yürütülmekte ve tatbikatta bu da dejenere edilerek tam bir “Hile Rejimi” uygulanmaktadır.
Bu sebepten dolayı emperyalizm, sömürüsünü yürütebilmek için düşünce ve inanç hürriyetini bilerek kısıtlamaktadır. Bunun için de Türkiye'de Milli Görüş'ün gelişmesini ve yayılmasını istememektedir. Sayın Evren'in anılarının 180. sayfasında: “Erbakan ise din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekte…” demektedir.
Bu sözleri gerçeklere hem de insan haklarına ve Anayasa'ya aykırıdır. Çünkü kendilerinin de çok iyi bildikleri gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hangi görevine, hangi şartlara sahip vatandaşların getirilebileceği yasalarla düzenlenmiştir. Yapılan tayinlerde yasalara aykırı hiçbir hususun bulunmadığı bilinen bir gerçektir ve yine bilinen bir gerçektir ki, bizim dönemimizde yapılan tayinlerde göreve en ehil kimseler seçilmiştir ve her meslekten insanlar tayin edilmişlerdir.
En ufak bir inceleme zahmetine girilirse görülür ki bizim dönemimizde göreve alınanların büyük çoğunluğu teknik elemanlardır.
Ve yine şu da bir gerçektir ki, bizim görev verdiğimiz elemanların pek çoğu, Sayın Evren'in zamanında çok daha yüksek kademelere getirilmişlerdir.
Bu söz insan haklarına ve Anayasa'ya aykırıdır. Çünkü herkes inanç hürriyetine sahiptir, istediği inancı seçmekte serbesttir ve inancını açıklamak mecburiyetinde değildir. Tayinlerde ölçü yasaların koyduğu şartları taşımaktır. Bu şartlara sahip olan insanlar arasında inançlarından dolayı bir ayırım yapılamaz. Anayasa'ya göre kişiler inançlarını açıklamaya zorlanamaz ve inançlarından dolayı kınanamaz. Kanun karşısında herkes, kişi eşitliğine sahiptir.
MANEVİ KALKINMA HAMLEMİZ
Din görevlilerine gelince, evet bizim tıpkı Ağır Sanayi hamlesi gibi bir manevi kalkınma hamlesi yaptığımız da gerçektir. Bu hamle Anayasa'nın devlete verdiği görevi yerine getirmektir.
Nitekim gerek 1961 Anayasası, gerekse 1982 Anayasası vatandaşların manevi varlığını geliştirme görevini Devlete vermiş ve Devleti bu konuda her türlü tedbiri almakla görevli kılmıştır. (1982 Anayasası Md. 5) Ve yine vatandaşların dini ihtiyaçlarının karşılanması görevi de Devlete verilmiştir. Bu görevlerin ifa edilebilmesi için hükümet ortaklığımızda vatandaşların arzusuna uyarak ihtiyaçları karşılayacak şekilde dini bilgileri öğreten okullar açılmıştır. Böylece milletin ve ülkenin büyük bir ihtiyacı karşılanmıştır. Demokratik bir ülkede Devlet, millete hizmet için vardır. Devletin görevi, milletin isteklerini önlemek ve engellemek değil, bilakis milletin taleplerini yerine getirmektir.
Nitekim Sayın Evren zamanında hazırlanan Anayasa'da, din dersleri aynı maksatla mecburi kılınmıştır. (1982 Anayasası Md. 24)
Diğer yandan insan haklarının tabii bir gereği olarak imam Hatip Lisesi mezunları üniversite giriş imtihanlarını kazandığı takdirde dilediği fakülteye girme hakkına sahiptir.
Din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekten maksat, imam Hatip Lisesi- mezunlarının yaptıkları üniversite tahsillerine ve ihtisaslarına uygun olarak muhtelif devlet görevlerinde yer almaları ise bu mevcut Anayasal düzenin, yasaların ve insan haklarının tabii bir neticesidir. Çünkü ne insan hakları açısından, ne de Anayasa ve yasalar açısından hiç kimseyi, hayat boyu belli bir meslekte çalışma mecburiyeti getirilemez.
Böyle olsaydı Evren'in de, askerlikten başka bir işte çalışması mümkün olamazdı.
EVREN HUKUK DEVLETİ İLKELERİNİ HİÇE SAYIYOR
Sayın Evren'in anılarında, “Erbakan ise din görevlilerini veya tarikat mensuplarını önemli yerlere yerleştirmekte” diye bir ifadeye yer vermiş olmasının, gerçeğe, insan haklarına ve Anayasa'ya aykırılığını yukarıda belirttik. Ancak anılarda bu ifadenin kullanılmış olmasının üzerinde bir de şu bakımdan durmakta yarar görüyoruz.
Evren, halâ bu ifadeyle bizim laikliğe aykırı davrandığımız intibaını uyandırmak istemektedir. Bilindiği gibi 12 Eylül'den sonra bu ve buna benzer iddialarla aleyhimizde sıkıyönetim mahkemelerinde dava açtılar. Beş yıl süreyle devletin her türlü imkanını seferber ettiler. Türkiye'de bütün teşkilatlarımızın şube ve kademelerinde, ayrıca bizimle ilgili olsun olmasın, hatta cami demekleri ve işçi sendikalarına kadar 3000'den fazla yerde aleyhimizde bir delil bulabilmek için arama yaptırdılar. Avustralya'da çalışan işçinin başka bir ülkede çalışan bir arkadaşına yazdığı özel mektuba varıncaya kadar ne buldularsa delil diye askeri mahkemelerin önüne koydular. Her türlü imkanlarını seferber ettiler. Ve bu mahkemelere her türlü baskıyı yaptılar.
Bütün bunlara rağmen yüksek yargı organlarından Askeri Yargıtay'ın kararıyla, laikliğe aykırılık iddiasının geçersiz ve tutarsız olduğu tespit edilerek MSP'nin bütün yöneticileri beraat etti.
Hal böyleyken Evren'in sonradan yazdığı anılarında halâ bu tür ihsas ve imalara yer vermesi kendisi adına üzülecek bir olaydır.
Bu davranış yüksek yargı organlarının kararlarını ve ülkemizdeki hukuk düzenini hiçe saymak demektir.
Unutulmamalıdır ki, MSP 12 Eylül'den sonra beraat eden ve meşruluğu mahkeme kararlarıyla sabit olan tek Partidir.
MSP-CHP KOALİSYONUNUN BOZULMASI
Sayın Evren anılarında “Nihayet Cumhuriyet Halk Partisi Erbakan'la ortak olarak memleketin işlerini yürütmenin mümkün olamayacağını anlamış olacak ki koalisyonu bozdu ve hükümetten çekildi” diyor.
Sanırız takdim edilen belgeler ve vukua gelen olaylar bunun yüzeysel bir beyan olduğunu kanıtlamaktadır. MSP'yi hükümet dışı bırakmak için, MSP-AP koalisyonunda hangi oyunların tezgahlandığını yukarıda açıkladık. Londra'da Ecevit'in Haig'le görüştüğü toplantıda konuşulan ve yapılan teklifler dikkate alınırsa MSP-CHP koalisyonunun akıbetini tayinde, bu göçlerin rol oynamadığına inanmak zordur.
Herkes biliyordu ki o dönemde, daha önceki iktidarlar döneminde başarılamayan pek çok şey başarılmış, şahsiyetli bir dış politika izlenmiş, Kıbrıs zaferi kazanılmış, milletimiz hükümetimiz etrafında büyük bir coşkuyla birleşmişti.
Bu heyecanla maddi kalkınmayı sağlamak için Ağır Sanayi hamlesi çalışmalarına başlanmış, manevi kalkınma yönünde büyük hizmetler yapılmış, hükümetimiz içerde ve dışarıda büyük itibar sahibi olmuştu.
Hükümet kanatları arasında, Evren'in iddia ettiği şekilde ciddi bir ihtilaf olmadığı gibi, hatta bugünkü tek başına iktidar olan hükümetin bakanları arasındaki ilişkiden daha büyük ölçüde çalışma ahengi mevcuttu.
Bu yüzden Sayın Ecevit'in istifasını açıklaması CHP'li bakanlar arasında da sürpriz oldu.
İstifanın arkasından Sayın Ecevit erken seçime gitmek istedi. MSP, Kıbrıs zaferinden sonra “Ekonomik Kalkınma” hamlesine başlayarak, askeri zaferimizi ekonomik zaferlerle tamamlayacağız deyince, birden bire suni ihtilaflar icat edildi. Hükümet düşürüldü ve erken seçim yapılmak istendi.
Yukarıda izah edilen AP-MSP koalisyonunun bozdurularak erken seçime gidilmesiyle, CHP-MSP koalisyonunun bozdurularak erken seçime gidilmesinin temel karakterleri aynıdır. Dış tesirlerin ortaya koyduğu aynı modelin uygulanmasıdır.
Ancak ilk teşebbüslerinde dış tesirler seçici yaptırmaya muvaffak olamadılar. MSP yine hükümet kurdu.
12 Eylül'ün Perde Arkası-2
12 EYLÜL'ÜN PERDE ARKASI – 2
MİLLET OYUNU BOZUNCA
Erken seçimle arzu edilen gaye gerçekleşmeyince MSP'nin hükümetten çıkarılması için suni (yapay) bir metod uygulandı. Bununla koalisyon ortağımız olan AP'den 12 kişinin istifa ettirilerek Ecevit'in tek başına iktidara getirilmesi sağlandı.
Bu uygulamanın gayesi kanaatimizce yine bundan önceki koalisyon bozma hareketinde olduğu gibi MSP'siz bir hükümet kurup Kıbrıs meselesini istedikleri şekilde halletmek ve başlattığımız ağır sanayi hamlesini durdurmaktı. Nitekim Sayın Ecevit, 219 ağır sanayi yatırımının 140'ını plan programlardan çıkardı.
Kıbrıs meselesine gelince Yunanlılar ve Rumların Adanın ve Ege'nin tamamına sahip olmaya yönelik tutumları yüzünden, Ecevit Hükümeti tarafından verilen bazı tavizlere rağmen bir çözüme kavuşturulamamıştır.
GİZLİ ÖRGÜT İŞ BAŞINDA
Görülüyor ki, emperyalist tesirler yüzünden 1974'ten sonra katıldığımız üç hükümet de bozdurulmuş ve bu suretle ülkemizde suni olarak, siyasi istikrarsızlık meydana getirilmiştir.
Diğer taraftan emperyalistler gizli örgütleri vasıtasıyla sağ-sol kavgasını kışkırtarak anarşiyi körüklemiş ve neticede Türkiye'nin her alanda kalkınmasını ve gelişmesini önlemeye çalışmıştır.
Bu önemli olayları Sayın Evren'in anılarında yaptığı gibi yüzeysel bir şekilde değerlendirerek bunların arkasındaki gerçeklerden habersiz davranmak sadece yanılgıları artırır ve herkesin birbirini suçlaması neticesini doğurur. Meselelerin geniş perspektifte iç yüzüne vâkıf olmayanlar, yönetimin başında da olsalar olayların akışına kapılarak yanlış istikametlere sürüklenebilirler.
12 EYLÜL'E KİM KARAR VERDİ ?
Yukarıda alıntılar verilen Kanat Operasyonu adlı kitapta, Amerikan karar mekanizmalarının ve Ankara'daki Amerikan Askeri Yardım Dairesi mensuplarının, M9P hareketini dikkatle izledikleri ve özel sohbetlerde Türk komutanların “Dikkatini çektikleri” ifade edilerek aynen şöyle denmektedir:
“12 Eylül'e 6 ay kala Amerika'ya bir Musevi-Türk heyeti gitmesi sonucunu getirmişti. Heyet, Türkiye'deki gidişatın cemaatleri için tehlike arz ettiğini vurgulamış, gerekmesi halinde hızlı bir göç için yolun açık tutulması dileğinde bulunulmuştu. Amerikan makamları, Dünyanın her köşesindeki Musevi taleplerine hassas olduğundan Türkiye Musevilerinin girişimi çabucak yanıt bulmuş, «Göçün mümkün olabileceği, ancak buna gerek kalmayacağı umudunun korunduğu, bu yüzden acele edilmemesi gerektiği» konusunda bazı telkinlerde bulunulmuştu.
YAHUDİ LOBİSİNDEN DESTEK
Gerçi 12 Eylülle birlikte Musevi cemaatinin göreceli bir rahatlamaya kavuştuğu hahambaşı David Aseo'nun Milli Güvenlik Konseyi'ne çektiği telgrafta “Türk Musevileri askeri yönetim altında kendilerini huzurlu hissediyor” demesinden belli olmuştu, ancak devlet ile Musevi yurttaşlar arasındaki soğukluk Özal Hükümeti dönemine kadar da devam etmişti. Özal'ın işbaşına gelişi ile birlikte Amerika'ya giden bir Türk Musevi işadamı grubu New York'ta Amerika'nın en güçlü lobi kuruluşu olan Yahudi Kongresi liderleri ile görüşerek “Türkiye'nin ittifak iradesi dışında doğuya kayış döneminin sona erdiğini” bildirmiş ve eklemişlerdi:
Başbakan Özal “ayrıma uğramadan rahatça iş yapabileceğimiz” konusunda önceden güvence vermektedir.
Bu oluşumun son boyutu ise Özal'ın Amerika'yı resmen ziyaret ettiği 1985 başında gerçekleşmişti. Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ aracılığı ile Özal'dan randevu alan bir grup Amerikalı Musevi, Başbakan'a Kongre'de “Yahudi lobisinin desteğini” vadediyordu. Buna karşılık istenen ise çok basitti:
– İsrail ile ilişkilerinizin sıcaklaşması her iki ülkenin çıkarınadır. Ancak Arap ülkeleri ile olan bağlarınız nedeniyle bu yakınlaşmayı diplomatik kanallardan gerçekleştirmenin güçlüğünün farkındayız. Ancak askeri alanda, örneğin istihbarat ve karşı-istihbarat konusunda bir işbirliği imkanı mevcut ve yararlıdır” (Sh. 69,70)
BUNLAR NE MANAYA GELİYOR
Yahudilerin bu teklifine karşı 12 Eylül'den 6 ay önce Amerikan makamlarının göçe gerek kalmayacağı, acele edilmemesi gerektiğini söylemeleri acaba ne manaya geliyordu?
MSP Meclis'teydi. Bir grubu vardı. Türk siyasi hayatında, etkili oluyordu. Bir erken seçim yaptırılmış, ama MSP'nin Meclis'e girmesine engel olunamamıştı. Bu durumda meselenin “Halli” bir tek şekilde mümkündü. O da bir müdahalenin yapılarak Musevilerin endişelerinin giderileceği ortamın sağlanmasıydı. Ve öyle oldu.
Demek ki, Amerikan makamları 12 Eylül'den 6 ay önce Türkiye'de bir müdahalenin yapılacağını sanki bilerek konuşmuşlardı.
ENDİŞELER YERSİZ
Burada bir gerçeği vurgulamak istiyoruz. Bizim inançlarımıza göre, ister Musevi, ister Hıristiyan veya başka bir dine mensup olsun veya hiçbir dine bağlı bulunmasın herkesin yaşama hakkı, düşünce ve inanma hakkı ve mülkiyet hakkı vardır.
Devlet bu hakları kesin olarak teminat altına almak zorundadır.
Bu bakımdan, Musevi cemaatinin de bu haklan pek tabii olarak teminatımız altındadır. Dolayısıyla ne Musevi cemaatinin ne de herhangi başka bir topluluğun bu konuda endişe etmesine sebep yoktur.
ABD: TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ MÜDAHALE ETMELİ
Genelkurmay Başkanı olarak Evren'in de katıldığı Şubat 1980 kış manevralarına iştirak eden ABD'li gazeteci Marwine Howe, Evren'in anarşi ile ilgili olarak söylediği artık sabrımız taştı manasındaki “Sabrın sınırı vardır” sözünün ne manâya geldiğini çok iyi bildiğinden, o gün ABD'nin bir müdahaleye nasıl baktığını şu cümlelerle anlatıyor:
“Artık diplomatik çevrelerde Adalet Partisi ve muhalefetin süratle bir araya gelerek General Evren'i Cumhurbaşkanı seçmesi gerektiği konuşuluyor. Bu krizin devam etmesine Batı'nın daha fazla tahammülü yok. Çünkü Türkiye. NATO'nun stratejik cephesi içinde, İran'ın kaybından sonra İslam'ın laik kanadının öncülüğünü yapan tek tampon ülke. Ankara'da görüşlerine başvurduğum çevreler bölgenin güvenliğini güçlendirmek için Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne imkan sağlayacak bir TSK müdahalesinin Amerika'nın gözünde kabul edilebilirlik ihtimalinin yüksekliğinden bahsediyorlar. Amerikalıların bu konudaki görüşlerinin TSK tarafından bilindiği aşikar. Eğer bir hareket olursa bizimkilere rağmen yapılması mümkün değil.” (Bkz. Kanat Operasyonu U. Güldemir Sh. 71)
İNANILMASI GÜÇ AMA
Marwine Howe'un müdahaleyi düşünenlerle ABD'nin mutabık olduğunu, TSK'nın da bunu bildiğini bu müdahalenin yapılmasının Yunanistan'ın NATO'ya girmesini sağlayacağını, ABD'nin tasvip etmediği bir hareketin yapılmasının mümkün olmayacağını belirtmesi çok ilginçtir.
Bu beyanlar ABD makamlarınca Yahudilere verilen cevabın ne anlama geldiğini ve nereden kaynaklandığını da gösteriyor.
Diğer ilginç bir nokta da 12 Eylül'den çok önce Sayın Evren'in Cumhurbaşkanlığının Türkiye'de değil, dışarıda söz konusu edilmesidir.
Nitekim inanılması güç olan bu iddialar, 12 Eylül'den sonra bir bir gerçekleşmişti:
Yahudiler Milli Güvenlik Kurulu'na bir telgraf çekerek “Türk” Musevileri askeri yönetim altında kendilerini huzurlu hissediyor” dediler.
Yunanistan'ın NATO'ya girmesine Evren tarafından, devlet teamüllerine aykırı olarak müsaade edildi.
Yunanistan'ın, bu darbeyi veriş şeklide çok ilginç oldu.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Miçotakis 12 Eylül günü “Artık Yunanistan NATO'nun askeri kanadına dönecektir” diye demeç verdi. Atina'da yayınlanan gazeteler ise aynı gün “Darbe oldu, Yunanistan NATO'ya dönüyor” şeklinde manşet attılar.
Amerikalılar 12 Eylül'den önce bazı gizli toplantılarda harekatın yapılacağını sınırlı kimselere duyurdular.
DEMOKRASİYE TERS DÜŞSE DE
Amerikan idaresi demokratik sisteme aykırı olduğu halde, Türkiye'deki müdahaleyi desteklediğini açıkça ifade etti. Carter “Bu girişimin bölgede şiddetle ihtiyacı duyulan istikrara doğru ilk adım olduğunu düşünüyorum” dedi.
Hiçbir şekilde anarşiye karışmadığı, hiçbir kanunsuz harekette bulunmadığı ve askeri darbeler iktidarlara karşı yapıldığı, MSP ise muhalefette bulunduğu halde, 12 Eylül'ün hedefi oldu. Bunu ne hukuk devleti, ne de ihtilal mantığıyla açıklamak mümkündür. Ancak belgeler, bu neticeyi emperyalist güçlerin istediğini ortaya koyuyor.
Bütün bunlar 12 Eylül'e kimlerin ne maksatla arka çıktıklarını açıklaması açısından çok önemlidir.
GİZLİLİĞİN DERECESİ
Birçok insan bu kadar önemli şeyler oluyor da niçin kimsenin haberi olmuyor diye düşünür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi emperyalist ülkeler, bu çalışmaları sanılandan daha gizli ve dikkatli yapmaktadırlar. Bunun canlı bir misali, 12 Eylül'den sonra Yunanistan'ın NATO'ya dönüşünü sağlamak için görevlendirilen, NATO müttefik kuvvetleri başkomutanı General Rogers'la ABD Ankara Büyükelçisi James Spain'in arasında geçen konuşmadır.
Büyükelçi Spain, General Rogers'a yaptığı temaslardan bilgisi bulunmadığını, olayların hangi istikamette gittiğini bilmediğini ve dolayısıyla hükümetinin de, yani ABD Dişileri Bakanlığı'nın da bilmediğini söylüyor.
Cevap olarak General Rogers, bunun askeri bir konu olduğunu, NATO'nun sorunu olduğunu bildiriyor.
ABD Büyükelçisi meselenin daha çok üzerine giderek bilgisi dışında meydana gelecek olayların mesuliyetini yüklenmeyeceğini söyleyince, General Rogers:
“- Sayın Başkanın emri var, bilgi veremem. Ancak Sayın Büyükelçi alacağım sonucun sizi memnun edeceğini şimdiden taahhüt etmekte sakınca görmüyorum.” (a.g.e. Sh. 75)
diyor.
ABD BÜYÜKELÇİSİ DAHİ BİLMİYOR
Bu konuşma, dış güçlerin ülke yönetimlerinden herhangi bir konuda bir talepleri olursa bunu hangi gizlilik içinde yaptıklarını açıkça gösteriyor. ABD Büyükelçisi, Amerikan Başkanı'nın direkt temsilcisidir. Amerikan Başkanı adına kararlar alır ve uygular. Bulunduğu ülkedeki devamlı veya geçici bütün Amerikalı görevliler onun emrindedir. Buna rağmen ABD Başkanı'nın ve Devleti'nin temsilcisi olan Büyükelçiye dahi hiçbir bilgi verilmiyor. Ve bunu Başkan emrediyor.
Bu kadar gizlilik içerisinde yürütülen işleri sade vatandaşın bilmesi elbette mümkün değildir.
Ancak, milli çıkarlarımızı korumakla görevli olanların, devletin bütün istihbarat imkanlarına sahip oldukları halde, bu olayları basma ve kamuoyuna yansıdıktan sonra öğrendiklerini varsaymak çok güçtür.
ilgililerin, milletimizin haklarını korumak, milli çıkarlarımıza zarar gelmesini önlemek için tedbir almaması mazur görülemez.
Sayın Evren'in 12 Eylül sonrası tek başına yetkiyi eline geçirdikten sonra, karşılıksız olarak Yunanistan'a böyle büyük bir tavizi vermesiyle tarihi bir sorumluluk yüklendiğine inanıyoruz.
EMPERYALİZM ÜLKE YÖNETİCİLERİNİ NASIL SEÇİYOR ?
12 Eylül sonrası kurulan partilerle, bu partilerin hangilerinin seçime sokulacağı, hangilerine müsaade edilmeyeceği, kimlerin destekleneceği konusunda yapılmış yayınlara bir göz atalım.
Sunalp'ın partisi niçin beğenilmedi ?
“Parti kurulma çalışmaları sürerken İstanbul Amerikan Konsolosluğumdan bir görevli, Turgut Sunalp'ı Moda'daki evinde ziyaret etmişti. Amerikalı:
– Amerika'nın Orta Doğudaki çıkarları üzerine ne düşünüyorsunuz ? .. Bu yönde bir açıklama yapmayı düşünür müsünüz ?
Sunalp:
– Bunu şimdiden sormanın ne alemi var… Ben, Amerika'nın Orta Doğu politikasını destekliyorum diye bir açıklama yapmaya kalksam herkes arkamdan yuh çeker…
Amerikalı:
– Sizin seçimlerde işiniz kolaylaşır o zaman ama… Sunalp:
– Ben önce Türkiye'nin çıkarlarını düşünürüm. Amerika'nın çıkarlarından şimdi durup dururken bana ne ?…
Amerikalı:
– O zaman muhalefette nasıl bir tavır izlersiniz ?… Muhalefet görevini yerine getirirken Amerika'nın yürüttüğü politikaya dikkatinizi yöneltirseniz herhalde…
Turgut Sunalp bu konuşmanın etkisinde uzun süre kaldı. Hatta o kadar ki, Wall Street Journal'da yayımlanan yazıdan sonra Amerika'nın Ankara Büyükelçisi Hupe, Sunalp'ı ziyaret için MDP Genel Merkezi'ne geldiğinde, Sunalp düpedüz saldırdı:
– Sizin sefaretinizde çalışanlar Özal lehine propaganda yapıyorlar.
Hupe sordu:
– Ne yaptılar ? Sunalp çok kızgındı:
– Daha ne yapacaklar, gelip bana muhalefet görevi veriyorlar kendi kendilerine, sonra da beni Washington'a kötülemek için ellerinden geleni söylüyorlar. Ben Kore'de görev yaptım. NATO'da görev yaptım. Sizin orgenerallerinizin dörtte üçü benim iyi arkadaşımdır. Bağımsızlığını koruması için Türkiye'nin askeri ittifaklara girmesinden elbette yanayım. NATO'yu elzem görüyorum. Bu ittifaklarda Amerika'nın Türkiye'yi desteklemekte olduğuna da inanıyorum.
Fakat, sizin politikalarınıza karşıyım. Siz bu memleketin iç politikasına karışamazsınız.
Hupe önce karşılık verecek oldu, ama Sunalp'ın gözü hiçbir şey görmüyordu:
– Hepsini biliyorum. Wall Street Journal'da yayımlanan yazıyı da siz yazdırdınız. Benim memleketimde bir başka ülke ya da beynelmilel bir dernek böyle rahatça at koşturamaz. Bunun sizin tespit ettiğiniz dış politikayla da hiçbir bağlantısını göremiyorum.
ABD Büyükelçisi Hupe ziyarete geldiğinde pişman olmuştu. Pek bir şey söylemek istemedi ve kalktı.
ÖZAL'A AÇIK DESTEK
Bu ziyaretten birkaç gün sonra ABD İstanbul Başkonsolosu Newberry katıldığı toplantılarda, kokteyllerde, artık hiçbir biçimde gizli kapaklı davranmaya gerek görmeksizin “Özal seçimi kazanırsa çok seviniriz” demeye başlayacaktı. Hatta, kendisine karşı çıkanlara, yani çeşitli mesleklerden gelen Türklere, şaşkınlıkla bakacak, onları da Özal lehine ikna etmeye çalışarak “Özal’ı diğer iki partiyle nasıl bir tutarsınız, Özal'ın partisi yapay bir parti değil, Özal Türkiye'de geleceğin temsilcisidir ve halkla bağı bulunan tek partidir. Temsil niteliği vardır ve sivil rejimi temsil etmektedir.” diyecekti. Bu sözleri Newberry her gittiği yerde, plak gibi defalarca tekrarlamaktan çekinmedi. (Dar Sokakta Siyaset Y. Doğan Sh. 406)
Yukarıdaki açıklamalar gösteriyor ki, ABD iktidara gelecek kişilerin ve partilerin yüzde yüz Amerika'nın menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerine çok büyük ehemmiyet veriyor.
Kişi ve partilerin Amerika'nın NATO, Orta Doğu politikası gibi temel politikalarını desteklemesini yeterli bulmuyor. O memlekette, Amerika'nın menfaatlerini gözetmeleri konusunda da söz almak istiyor. Bu sözü verenlere seçimlerde, yardımcı olacağını, işlerinin kolaylaşacağını hiç çekinmeden ifade edebiliyor.
Amerika'nın menfaatlerini bu kapsamda kabul etmeyenlere de sizi iktidara getirmeyiz. Muhalefette kalırsınız. O zamanki tutumunuza bakarak gerekirse tasfiye ederiz demektedirler. Emperyalist güçlerin bu kabil müdahalelerine karşı çıkanları takdir etmek gerekir.
İşte bu olaydan sonra MDP yerine, Türkiye'de başka alternatif çözümler aranmaya başlandı.
Emperyalizm 12 Eylül'ü Nasıl İstismar Etti
EMPERYALİZM 12 EYLÜL'Ü NASIL İSTİSMAR ETTİ
ÖZAL'IN İKTİDAR ARAYIŞI
Turgut Özal hakikatte kuracağı partiye destek sağlamak için, görünürde zayıflamak bahanesiyle .gittiği Amerika'da IMF ve Dünya Bankası yetkilileri, Amerikan yönetimiyle görüştü. Şimdi bu konudaki yayınlardan pasajlara beraberce bir göz atalım.
“Zayıflamak amacıyla Amerika'da bulunduğu süre içinde Özal, çevresine ve Amerika'daki dostlarına “parti kuracağını, politikaya gireceğini” her fırsatta açıklıyordu. Büyükelçilik yemeğinde Özal yine tam “parti kuracağını” açıklayacaktı ki, gerek IMF, gerek dünya Bankası Başkanları “kendisinin görevden istifasından sonra izlenen ekonomik politika hakkındaki” düşüncelerini sordular. Özal “sapmalar var” diye karşılık verdi. 24 Ocak kararlarından sapmaların kendisini üzdüğünü, bu kararların bir bütün olduğunu tekrarladı. Aynı “endişeye” Amerikalılar da katılıyordu, uluslararası en büyük ekonomik kuruluşların başkanları da…” (a.g.e. 226)
PARTİ KURMANIN GEREKÇESİ
“Ama, şimdi Özal'ı karşılarında gören IMF, Dünya Bankası Başkanları ve. Amerikan yönetimi temsilcileri, Özal'ın kişiliğine duydukları güveni yeniden vurguluyorlardı. Özal bu fırsatı kaçırmadı:
“İşte” dedi, “ben de aynı endişe ve üzüntüyle doluyum, hazırladığımız bugüne kadar getirdiğimiz program şimdi aksayacak, her şey berbat olacak, bunları önlemenin tek bir yolu var”. Amerikalıların ilgileri daha da artmıştı, “nasıl bir yol bulacak” diye merakla onu izlerken, Özal düşüncesini açıkladı:
“Ben yeni bir parti kuruyorum. Gelecek Kasım ayında Türkiye'de seçimler yapılacak ve Türkiye yeniden demokratik nizama dönecek. Bunun için de, yeni partiler kurulacak. İşte, ben de yeni bir parti kurup politikaya atılacağım. Seçimlerde başarılı olursak, 24 Ocaktan bu yana zaman zaman tam olarak uygulanan, ama zaman zaman da aksayan ekonomik politikaları hiç aksatmadan uygularız.
Özal'ın bu sözlerini masada oturanların tümü büyük bir dikkatle ve çıt çıkarmadan dinlediler. Fazla bir yoruma girmeden, “başarı” dilediler Özal'a…” (a.g.e. 226)
BORÇ ÖDEMEYE KARŞILIK: DESTEK
“Duyduklarından herhalde memnun kalmışlardı…
Tıpkı uluslararası yedi-sekiz büyük bankanın temsilcileri gibi. Washington'da Büyükelçilikteki yemekten bir kaç hafta sonra Özal bu kez New York'ta Türkiye ile ilişkisi bulunan yedi-sekiz büyük bankanın yöneticileri ile bir araya geldi. Türkiye'nin ekonomik durumu ve izlenen ekonomik politika gibi, her konuşmada üzerinde durulan konulardan sonra, Özal politik amacını onlara da açıkladı ve “parti kuracağını” onlara da aktardı.
1983 Eylül'ünde Merkez Bankası eski Başkanı İsmail Hakkı Aydınoğlu Amerika'ya gittiğinde ve aynı bankacılarla bir araya geldiğinde, bankacılar Özal'la yaptıkları görüşmeyi Aydınoğlu'na aktaracaklar ve aynen şunları söyleyeceklerdi:
“Biz elbette Özal'ı destekleriz. Seçimlerde bizim adayımız ûzal'dır. Türkiye'den 20 milyar dolar alacağımız var. Bize bu paranın faizleriyle birlikte tamamının ödeneceğini garanti eden, eskiden beri kendisini yakından tanıdığımız Özal'ı elbette sonuna kadar destekleriz. Siz, bizim yerimizde olsanız, farklı mı davranırdınız?”
Aydınoğlu uluslararası banka temsilcileriyle bu konuşmayı yaptığında, Türkiye “seçim sath-ı mailine” çoktan girmişti. Bir-iki ay sonra seçimler yapılacaktı, (a.g.e. Sh. 227)
NEDEN BU AĞIR YÜKÜ ÇEKİYORUZ
Yukarıdaki açıklamalar Türkiye'de olanları gün ışığına çıkarıyor.
Neden yılda 8.5 milyar dolar faiz ve dış borç taksiti ödeniyor.
Neden bütçelerde yatırımlara kaynak ayrılamıyor.
Neden işçi memur ücretleri gittikçe alım gücünü kaybediyor.
Para devamlı değer kaybediyor. Devamlı zam yapılıyor.
Ekonominin bütün yükü gözünün yaşına bakılmadan fakir, orta halli, dar gelirli insanların üzerine yükleniyor.
Neden serbest pazar ekonomisi adı altında Türkiye sömürüye alabildiğince açılıyor, özelleştirme adı altında sanayi tesislerimiz yabancılara satılıyor.
Çünkü ABD bankalarına borç ödememiz lazım, o tarihte 20 milyar dolar olan borç, Sayın Özal'ın serbest pazar ekonomisi diye tatbik ettiği ekonomik modelle 50 milyar doları geçmiştir.
Bu borcu ödemek için uygulanan ağır vergi ve yüksek faiz politikaları milletin büyük çoğunluğunu ekonomik bunalıma sokmuştur.
Ve netice olarak sonucu düşünülmeden ABD'ye destek sağlama karşılığında yapılan milletin tahammül gücünü aşan bu taahhütler yukarda sayılan neticeleri doğuruyor.
ABD TERCİHİNİ BİLDİRİYOR
Amerikan yönetimi 1983 seçimleri öncesinde Türkiye'de ki gelişmeleri değerlendirerek Wall Street Journal'de yayınlanmak üzere bir yazı hazırlamıştı. Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Burt tarafından kaleme alman yazı Dışişleri Bakanının talimatıyla hazırlanmıştı.
Wall Street Journal hükümetin resmi görüşlerini yansıtmakla tanınıyordu.
Bu yazıdan pasajları beraberce okuyalım:
“Ancak eşit değerdeki başka bazı müttefiklerimiz için Amerika'nın sessiz ve ustaca önerileri belki çok daha fazla geçerli olabilir. Bu nedenle Türkiye'de demokrasiye dönüşün ilk adımını oluşturan seçim çalışmalarına bir göz atmakta yarar vardır.” (a.g.e. Sh. 13)
“Beş kişiden oluşan askeri konsey, on iki partiyi veto etti. Kasım seçimlerine sadece üç partinin girmesine izin verdi.
Generaller, Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni desteklerken, Halkçı Parti'yi de resmi muhalefet partisi olarak görüyorlar. Ancak Halkçı Parti'nin böyle bir ortamda, solda muhalefeti nasıl yürüteceği ve gerçek bir muhalefet yapıp yapamayacağı şu anda belli değil. Seçimlere katılan üçüncü ve bizim hesaplarımıza en uygun parti ise eski Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'ın liderliğindeki Anavatan Partisi'dir.” (a.g.e. Sh. 14)
“Amerikan diplomasisinin Türk generallerinden bilmelerini kesinlikle istedikleri nokta şudur: Toplumda bir gerginlik yaratılmadan, seçimlerde Özal'ın partisinin kazanması, demokrasiye erken dönüş için esen bir ümit rüzgarıdır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, bu işin üstesinden gelinmesini dikkatle izlemektedir. Ancak geçmiş dönemdeki olaylar Amerikan yönetimini bu konuda kaygılandırmaktadır.
Olayların akışı içinde Amerikan dış politikası, herhangi bir bunalım ortaya çıktığında, kendisine etkili taktikler bulabilir.
insan hakları üzerinde etkili konuşma sanatını kullanarak diplomasi taktiklerini geliştirebilir. Amerikalılar, bir ulusun gerçekten oluşumunu beklerken pek fazla sabırlı olmadıklarını da unutmazlar.” (a.g.e. Sh. 15)
“Aynı anda Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının teleksi de aynı amaçla fıkırdıyordu. Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği, Wall Street Journal’de çıkan yazıyı Türkçe’ye çevirip, makaleyi “Türk Dışişlerinin dikkatine” sunuyordu. Ancak Dışişlerine Washington'dan gelen telekste önemli bir not düşülmüştü: “Gönderdiğimiz yazı tümüyle Amerikan yönetiminin görüşünü yansıtmakta, bu nedenle de yetkililerin mutlaka dikkatine sunulması istenmektedir” (a.g.e. Sh. 16)
Amerikan yönetimi tam garantiye almak istediğinden işi bu noktada bırakmadı. Dışişleri Eski Bakanı Haig de devreye girdi.
HAİG TEKRAR SAHNEDE
Ankara'da yaptığı gizli temasları tamamladıktan sonra A. Haig ABD'ye giderken Frankfurt'a uğradı. Almanya'daki Sosyal Demokrat'lar Haig'i bir akşam yemeğine davet ederek, Türkiye'deki son gelişmeler hakkında müttefikleri olan ABD ile fikir alış verişinde bulunmak istediler.
“Almanlar, Haig'e tepeden inme bir soru yönettiler: “Amerika neden Turgut Sunalp'ı destekliyor?”.
Haig şaşırdı ve çok önemli bir şey söyledi: “Amerika Sunalp'ı desteklemiyor?”.
Şaşırma sırası bu kez Alman Sosyal Demokratlarındaydı: “Peki, kimi destekliyorsunuz?”
Haig çok net bir karşılık verdi: “Amerika Özal'ı destekliyor”.
Almanlar oturdukları yerden şöyle bir doğruldular. Çünkü, kendilerine verilen bilgilere göre, önce, Türkiye'deki askeri yönetim Sunalp'ı destekliyordu. Sonra da Amerika yine Sunalp'tan yana bir tavır almıştı. Bu nedenle de şaşırmışlardı. Haig'e hemen bir soru daha yönelttiler: “Siz niçin Ankara'ya gittiniz, böyle beklenmedik bir biçimde?” (a.g.e. 402)
HAİG CEVAP VERDİ
“Benim Ankara'ya gidiş nedenim asıl seçimlerle ilgili. Son zamanlarda Turgut Özal'ın seçimlere sokulmayacağına dair sözler dolaşıyor. Engelleneceği bildiriliyor. Bize böyle raporlar geliyor. Ben Amerikan Yönetiminin bir ricasını ilettim. Cumhurbaşkanı Evren'e, Türk Ordusuna hayranlığımızı ve kendisinin sayesinde Türkiye'nin yeniden demokrasiye dönmekte oluşunu anlattım. Demokrasiye dönmenin şartları arasında da seçimlere girmesine izin verilen partilerin engellenmemesi gerektiğinin bulunduğunu söyledim. Bu nedenlerle Özal'ın seçime girmesinde bir engellemenin olmaması gerektiğini, bunun demokrasi açısından şart olduğunu söyledim”, (a.g.e. Sh. 403)
Bunlara ilaveten seçimlerden sonra ABD Başkanı Reagan, Evren'in hükümet kurma görevini vermesini beklemeden, Özal hükümetini destekleyeceğine dair beyanat vermiştir. Bu beyanat siyasi nezaket kaidelerine aykırı, Devletlerarası münasebetlerde rencide edici bir tutumdur.
Ayrıca, usul olarak böyle bir beyanatın Meclisten güvenoyu almayı beklemeden verilmesi, konuya ABD'nin nasıl baktığını göstermesi bakımından da önemlidir.
Kaldı ki Milli Güvenlik Konseyi görevdeydi ve seçimi yenileme yetkisi de vardı.
Reagan, bu erken mesajıyla, hem seçimlerin iptali ihtimalini önlemek istiyor, hem de ABD olarak Özal'ı desteklediklerini, Başkan düzeyinde resmen açıklıyordu.
Evren'in Özal'ı pek tutmadığı biliniyordu. Sunalp Paşayı kendileri çağırıp parti kurmaya ikna etmişlerdi.
Siyasi hayata geçerken iktidarı Sunalp Paşa'ya teslim etmek istiyorlardı.
Bunun için yine bir asker olmasına rağmen Ali Fethi Esener Paşa'nın kurduğu partiyi de kapattılar.
Evren kapattıkları siyasi partilerin üyelerini bırakın sempatizanlarının bile tamamını veto ediyordu.
Ama nasıl oldu bilinmez eski bir MSP adayı olmasına rağmen Özal'a her türlü yolları açtılar.
Evren herhalde Özal'ı “kerhen” destekliyordu.
Sonunda Türkiye'de ABD'nin istediği çözüm gerçekleşmiş o
Evren Olayları Da Anlamamış
EVREN OLAYLARI DA ANLAMAMIŞ
AP'NİN DIŞİŞLERİ BAKANININ DÜŞÜRÜLMESİ
İsrail Kudüs'ü işgal ettikten sonra, bir de burayı kendine başkent yapınca, haklı olarak Dünyanın pek çok ülkesinde bu arada özellikle Müslüman ülkelerde hükümetler bu durumu protesto edecek çeşitli girişimlerde bulundular.
Biz de bu haksızlığa ve zorbalığa, silah zoruyla toprak ilhakına elbette karşı çıktık, iktidarın İsrail’le ilişkilerini kesmesini istedik. Bu isteğin I. muhatabı Dışişleri Bakanıdır.
169 Devletin 119 tanesi bu durumu kınamıştı. Rusya, Yunanistan gibi ülkeler zaten İsrail'le ilişkilerini kesmişti.
İktidara gelince hâlâ, bu haksız silahlı tecavüzler karşısında gerekeni yapmıyordu.
Dışişleri Bakanı hakkında gensoru önergesi verdik, İsrail'le ilişkilerimizi kesmediği takdirde Dışişleri Bakanını düşüreceğiz dedik. Bütün bunları açık açık kamuoyu önünde yaptık. Meclisle MSP adına konuşan Recai Kutan, bu gensoruyu niçin verdiğimizi, Dışişleri Bakanını düşürme sebeplerini bir bir saydı. Evren'in bu olayları takip etmediği anlaşılıyor. O dönemde ihtilal yapma çalışmalarından zaman bulamamış olacak ki, hiçbir şeyden habersiz “bu önergeyi aklı başında ve insaf sahibi hiç kimse tasvip etmiyordu” diyebiliyor.
Halbuki önerge Mecliste ittifakla kabul edildi. AP Meclise gelip Dışişleri Bakanını savunamadı. Meclisle, milletin temsilcileri önünde İsrail'in yaptıklarının ve tecavüzlerin ağırlığı karşısında AP kendi Bakanını savunma cesaretini gösterememişti.
Yalnız bir kişi çıktı sizin gibi düşünen, Feyzioğlu. O günlerde çok sık temaslarınız vardı. O, İsrail'e desteğin sürmesinden yana oy kullandı.
Niçin bütün Meclis bizim dediğimize uyuyor? Cevabı gayet açık.
Haklı olduğumuz için.
Sayın Evren'in de bunu anlamasını Meclisin kararına daha saygılı olmasını temenni ederiz.
KONYA MİTİNGİ
Sayın Evren anılarında “ihtilal ortamını” hazırlamak isteyenlerin o günlerde yaydığı bir kısım basında da yer alan bütün provokasyonları, itham ve iddiaları bir dedikodu yazarı üslubuyla, yapmışlar, etmişler diye yazmış.
Bunu Türk Milleti adına karar veren mahkemelerin kararlarından önce yazmış olsaydınız, fazla ciddiye almazdık. Hatta cevap vermeye de değer bulmazdık.
Ancak bu konular, hem de sizin ihtilalin başı olarak kurduğunuz mahkemelerde didik, didik incelendi Sayın Evren.
Makul ve ön yargısız bir insan bir şeyi yazarken azıcık inceleme zahmetine katlanır.
Siz mahkeme kararlarını değil, dedikoduları ifade ediyorsunuz.
Aydınlanmanıza vesile olur diye ümit ederek gerçekleri anlatayım.
Konya Mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenledi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti.
Sizin dışardan gelen din adamı dedikleriniz Türkiye'deki Müslüman ülkelerin Büyükelçi, müsteşar gibi resmi görevlileriydi. Anadilleri olan Arapça ile konuşmaları herhalde sizi yanılttı. Din adamı sandınız.
Size çok önemli bir hususu bildireyim. Devrin içişleri Bakanı, MSP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk'ü arayarak, içişleri Bakanlığı istihbarat birimlerine mitingde provokasyonlar ve sabotajlar olacağına dair haberler geldiğini, bu durumu bildirme ihtiyacını duyduğunu söylemiş ve “mitinge iştirak edip etmemeyi bir kere daha değerlendirmemizi” talep etmiştir.
Asiltürk, konunun Milli bir mesele olduğunu bu sabotaj ve provokasyonları önlemeye Devletin gücünün yeteceğini ifade etmiş ve mitinge iştirak edeceğimizi, içişleri Bakanlığı olarak “tedbir” alınmasını istemiştir.
işi bu noktada bırakmadık. Konuyla alâkadar olmak üzere Genel Sekreterimizi görevlendirdik. Genel Sekreterimiz Konya Valisini arayarak durumu anlattı ve tedbir almasını istedi.
Konya Valisi yürüyüş başlamadan önce hem kılık kıyafet hem de silah bakımından bütün korteji aratmadan yürüyüşe izin vermeyeceğini ifade ederek Genel Sekreterimize “Sayın Bakanım hiç merak etmeyin her türlü tedbiri aldık. Ayrıca aramada yapacağız. Yürüyüşün başlangıç yeri de buna müsait” demiştir.
Bundan sonra Genel Sekreterimiz Tertip Komitesini Konya'dan arayıp, durumu onlara da anlattıktan sonra “Bütün slogan ve pankartlarını yazıyla Valiliğe bildirmelerini, ayrıca bir kere de Tertip Komitesi olarak, tedbir alınması konusunda il Emniyet-Müdürlüğüne yazı yazılmasını” tavsiye etmiştir.
Bu yazılarda resmen Valiliğe yazılmıştır.
İçişleri Bakanının bizzat yaptığı uyarıya önem verdiğimiz için Genel Sekreterimizi mitingden bir gün önce Konya'ya gönderdik. Vali beyle görüştü. Her türlü tedbirin alındığı bir kere daha teyit ettirildikten sonra biz mitinge iştirak ettik.
Bir de gördük ki, yasa dışı pankartlar sokaklarda pervasızca dolaşıyor. Kimse de müdahale etmiyor.
Tam bir provokasyon olduğu anlaşılıyordu. Kendi imkânlarımızla mümkün olabilecekleri yapmak için parti teşkilatımıza talimat vererek eldeki bütün hoparlörlü vasıtaları gençlerle birlikte tertip komitesinin emrine verip şehirde devamlı anons yaptırdık.
Kanunsuz pankart ve sloganlara mani olmaya çalıştık. Gençlerimiz kanunsuz pankartları topladılar. Polise haber verilerek bunlara el konması sağlandı. Mahkeme dosyalarında, gençlerimizin el koyarak muhafazaya aldığı ve polise teslim ettiği bir oda dolusu pankartın zabıtları mevcuttur.
Miting saatine kadar atılacak sloganlar anons edildi ve bunun dışında slogan söylenmemesi uyarısında bulunuldu. Bunlar mahkeme dosyalarında mevcuttur.
Kortejin başına geldik. Hiçbir arama yapılmadan yürüyüş kolu olduğu gibi meydana hareket etti. Bazı yasa dışı pankartları taşıyanlar bunu bizim arkamıza kadar yaklaştırıyorlardı. Emniyet görevlileri ve gençlerimizin yardımıyla kortejden çıkarttığımız halde bu pankartların elli metre gitmeden tekrar arkamızda olduğunu görüyorduk.
Korteji kontrol için çok az sayıda Emniyet ve asayiş görevlisi vardı.
Miting istiklal Marşıyla açıldı. Kürsüdeki arkadaşlarımızla beraber, bütün topluluk istiklal Marşını meydanı çınlatacak şekilde söyledi.
Kürsü çok yüksekti. Biz, istiklal Marşı söylenirken oturan kimse görmedik. Bizim kameramız kürsüden mitingi videoya alıyordu.
Kürsünün uzağında bir yerde 20 kişi kadar bir grup hakikaten oturmuşlar. O anda bunu yapmaya karar vermiş olsalardı, hiçbir objektifin kendilerini yakalaması mümkün olmazdı. Gazeteciler kürsü civarında özel hazırlanmış bir yerden mitingi izliyorlardı.
Sonradan öğrendik ki bu olayın meydana geleceğinden gazeteciler haberdar edilmişler.
Ertesi gün Genel Sekreterimiz basın toplantısı yaptı. Bütün gazetecilere bizim videoya aldığımız mitingi seyrettirdi. Oturan hiç kimse görünmüyordu.
Arkadan Konya Mitingi hakkında Konya Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Oturanların filmleri çekildiğinden tespit edildiler, ifadelerinde MSP'ye karşı olduklarını, MSP'yi protesto etmek için oturduklarını söylediler.
Aynı konu ihtilalden sonra kurulan Askeri Mahkemelerde de inceden inceye tetkik edildi.
Evren'in iddialarının hiçbirinin varit olmadığı, kıymetli Askeri Hakimler tarafından “muhkem kazıyye” olarak karâra bağlandı ve Yüksek Yargı Organlarımızdan Askeri Yargıtay'ın Şerefli Başkan ve Üyeleri tarafından tasdik edildi ve bizler kesin olarak beraat ettik.
Askeri Yargıtay ihtilaller tarihinde eşine rastlanmayacak şekilde bir tarafsızlık ve hukuk ilkelerine bağlılık örneği vermiştir.
Askeri Yargıtay'ın kararlarına Evren'in saygılı olması gerekmez mi? Elbette gerekir. Peki bu bilgileri alma imkanına sahip değil mi? Bütün imkanlara sahip. Öyleyse niçin hâlâ hadiseleri çarpıtarak MSP'yi ithama kalkıyor?
Biz bu sualin cevabını vermekte güçlük çekiyoruz. Okuyucuları n takdirine bırakıyoruz.
Mitingde, Evren'in anılarında söylediklerini yapanlar herhalde bugünlerde isminden çok bahsedilen gizli örgütler olmalı ki, bütün tedbirlere rağmen kendilerine mani olunamadı ve istediklerini yapabildiler.
Meğer, Evren'in Planını Bozmuşuz
MEĞER, EVREN'İN PLANINI BOZMUŞUZ
MSP'NİN TUTUMU VE AP AZINLIK HÜKÜMETİ
Sayın Evren anılarının 340. sayfasında 1979 ara seçiminden sonra kurulan AP azınlık hükümetini kastederek:
“Erbakan… acaba neden koalisyona razı olmayıp böyle bir destek formülünü uygun bulmuşlardı. Bir art niyetleri olmasa koalisyon kurmayı istemezler miydi? Her an dışarıdan desteği çekme tehditleri gelmeyecek miydi? Nitekim bu tehditler Demokles'in kılıcı gibi kullanılmadı mı ?” demektedir.
Bu ifadeler Evren'in en önemli olaylardan bile haberdar olmadığını ve emperyalizmin maksatlı propagandalarına kapılarak gerçekleri görmek yerine yanlış önyargılarla hareket ettiğini ortaya koyan misallerden biridir.
Bu hususu açıklığa kavuşturmak için bütün milletin bildiği fakat Evren'in bilmediği bazı gerçekleri kısaca belirtmekte yarar görüyoruz.
Gerçekte olay nedir ?
1977 seçimlerinden sonra kurulan MSP-AP koalisyon hükümetinden MSP'yi uzaklaştırabilmek için, dış güçlerin de etkisiyle, AP'den 12 kişinin ayrılması sağlanıp bunlardan 11'inin Bakan yapılmasıyla kurulan Ecevit Hükümeti bilindiği gibi bir buçuk yılda, ülkeyi anarşik olaylar, ekonomik sıkıntılar, kuyruklar ve yokluk içinde, yaşanmaz hale getirmişti.
Evren, dikkat çekicidir ki hem bu hükümetin kuruluşundaki uygunsuzluklara hem de bu hükümetin icraatıyla sebep olduğu zulüm ve sıkıntılara karşı vurdum duymaz davranıyor. Onların memleketi bu duruma sokmaları karşısında sessiz kalıyor. Şimdi Evren'e soruyoruz; Ecevit MSP ile koalisyonda iken, hükümet başarılı hizmetler yapıyordu. Tek başına hükümet kurunca başarısız oldu ? Bunun kabahati MSP'nin mi ?
14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde MSP'nin oyları arttı. CHP'nin oyları büyük ölçüde düştü. Buna karşılık AP'nin oyları da arttı. Seçimden sonra “Milletin teveccühü AP'ye dönüktür. AP hükümet kurmalıdır” diyen Ecevit istifa etti.
Böylece ülke yeni bir hükümet sorunuyla karşılaştı. Bu hükümeti tekrar Ecevit'in kurması söz konusu değildi. AP'nin ise tek başına bir hükümet kuracak çoğunluğu yoktu. Demirel, seçim kampanyası boyunca bu seçimi kazanır ve bir hükümeti kurarsa anarşiyi önleyeceğini ve ekonomiyi kısa zamanda düzelteceğini vadediyordu.
Memleketi hükümetsiz bırakamazdık. Bu şartlar altında, Demirel'e şartlı olarak bir fırsat vermek yerinde olacaktı. Bu düşüncelerle daha baştan şartlarımızı millet önünde belirterek, eğer bu şartları uygun görüyorsa, kendisini dışarıdan destekleyeceğimizi belirttik.
Şartlarımız şunlardı:
Biz milletin ezilmesine sebep olacak vergi kanunlarını destekleyemeyiz. Sömürüye alet olmayız. İnsan haklarının çiğnenmesine razı olmayız. Halkı ezmek değil, vadettiği şekilde, refah getirirse ve insan haklarına saygılı olarak anarşiyi önlerse bundan memnun oluruz. Bunları başarıp başaramayacağını yakinen takip edeceğiz. Aylık basın toplantılarımızla, “Anarşi ve ekonomik durum nereye gidiyor”, milletimize bilgi vereceğiz. Makul bir süreden sonra, vaadlerini yerine getiremezse milletin ızdırap çekmesine ve zulme süresiz destek olamayız. Bu takdirde desteğimizi çekeriz.
Böylece baştan şartlarımızı kesin olarak belirterek kamuoyuna açıkladık.
Demirel, bu şartları kabul etti. Biz de sözümüzün gereği kendisine güvenoyu verdik.
Yeni hükümet işe başladı. Her türlü kararı kendisi alıp kendisi tatbik ediyordu.
Ancak ilk işleri Özal'ı getirmek ve IMF’ye teslim olmak oldu.
Emperyalizmin bir organı olan IMF’nin bütün şartlarını aynen kabul ettiler. Türkiye'yi 10 yıldan beri perişan eden 24 Ocak kararlarını ilan ettiler.
Böylece “Modern Müstemlekecilik” tatbikatı daha da şiddetlendi.
Biz millete verdiğimiz sözü tutarak aylık basın toplantılarımızla bilgi verdik. Her ay anarşi durumunu, ekonomik durumu objektif bir şekilde rakamlarla ortaya koyduk, iktidarı ikaz ettik. Ders alacaklarına yanlış yolda ısrar ettiler.
Memleket her geçen gün biraz daha kötüye gitmeye başladı. Eğer Demirel vadini yerine .getiremedi ve memleket meselelerini çözemediyse, bundan Evren hangi mantıkla MSP'yi mesul tutuyor.
Altı ay sabırla işlerin düzelmesini bekledik. Anarşinin büyük boyutlara ulaşması ve meşhur, fileti basın toplantısında da açıkça belirttiğimiz gibi ekonomik sıkıntıların dayanılmaz hale gelmesi karşısında milletimizin çekmekte olduğu ızdıraplara son vermek ve bu kötü gidişi önlemek üzere, çok tabii olarak yeni bir hükümetin kurulması zaruret haline gelmişti.
Bu durumda başlangıçta açıkça Han ettiğimiz şartlara uygun olarak, bundan sonra artık Demirel Hükümeti'ni destekleme sorumluluğuna katılmayacağınızı ilan ettik. Ve Türkiye'yi bu kötü gidişten kurtarmak için yeni bir hükümet kurulması çalışmalarına başladık. Bu çalışmalarda prensibimiz bir hükümet boşluğuyla memleketi daha da kötü bir duruma düşürmemek için, yeni kurulacak hükümetin her türlü hazırlığını önceden yapmaktı. Bundan dolayı Sayın Ecevit'in önce bu hükümeti düşürelim, çaresini sonradan ararız teklifini uygun görmüyorduk.
Haziran ayında Sayın Ecevit'le yaptığımız görüşmede yeni •hükümeti MSP'nin kurması bu hükümete MSP, CHP ve AP'den, milletvekilleri sayıları ile orantılı bir şekilde Bakan alınması ve bu hükümetin bir koalisyon hükümetinden çok, bir milli hükümet olması esaslarını görüştük.
Sayın Ecevit, konuştuğumuz esaslar hakkında grubunun tasvibini aldıktan sonra cevap vereceğini ifade etti.
O sırada CHP, AP Hükümeti hakkında bir gensoru önergesi vermişti.
Sayın Ecevit'le görüşmemizde, bu gensorunun oylanmasından önce grubun muvafakatini bildirmesini, şayet yeni hükümetin şartlarında mutabık kalırsa, gensoruda mevcut hükümeti düşürüp, yeni hükümeti kuracağımızı, aksi takdirde bir hükümet boşluğunun meydana gelmemesi için, mevcut hükümeti düşürmeyeceğimizi bildirmiştik.
İşte Evren'in anılarında 457. sayfasında yer verdiği şu haberler bu münasebetle basında yer almıştı:
“Zira, CHP, hükümeti düşürmek için gensoru önergesi vereceğini ve bunu MSP'nin de destekleyeceğine dair olan haberlere daha evvel değinmiştim. Bu tahakkuk ederse bizim işimiz daha da kolaylaşacaktı. 30 Haziran tarihli gazetelerde Ecevit ile Erbakan'ın 28 Haziran günü beklenmedik bir görüşme yaptıkları ve Ecevit'in de, bunalımdan çıkış için olumlu bir aşamaya ulaştıklarına dair haberler yer almıştı. Yine aynı günkü gazetelerde Erbakan'ın yeni hükümet formülü üzerinde Ecevit ile anlaşmaya vardığı, MSP'nin hükümeti düşürmek için işbirliği yapacağı fakat Ecevit'e de şartları olduğu yer alıyor ve bu şartlar sıralanıyordu.
30 Haziran tarihli gazetelerde ise Erbakan'ın Başbakanlığı kabul edilirse MSP'nin hükümeti düşürme yönünde oy kullanacağı haberi vardı.”
Ancak gensoru oylamasından bir gün önce Sayın Ecevit grubunun muvafakatini alamadığını bildirdi. Biz de hükümeti düşürmeyeceğimizi kendisine söyledik.
3 Temmuz günü yapılan oylamada Ecevit'le yaptığımız konuşmaya uygun olarak hükümeti düşürmedik.
Hal böyleyken Evren'in anılarının 460. sayfasında Erbakan'ın partisi CHP'ye de oyun oynamış ve Demirel Hükümeti'ne güvenoyu vermişti” diyor.
Bu ifade, Evren'in olayları ciddi bir şekilde takip etmediğini, gerçekleri bilmeden haksız ve yakışıksız ithamlarda bulunduğunu gösteren misallerden biridir.
Evren, sempati duyduğunu anılarında gizleyemediği Ecevit ve CHP'den gerçeği öğrenmek için bu durumu sorsaydı herhalde mahcup olacağı bu çirkin tabirleri kullanmazdı.
Evren'in bize bu kelimelerle hücum etmesinin asıl sebebi, anılarındaki itiraflarından anlaşılmaktadır.
Meğer Evren, gazete haberlerine dayanarak olayların içyüzünü bilmediğinden bizim AP Hükümeti'ni düşüreceğimizi kabul ederek, ihtilali 11 veya 12 Temmuz'da yapmayı kararlaştırmış ve ihtilalle ilgili harekat emirlerini Ordu Komutanlarıyla Sıkıyönetim Komutanlıklarına göndermiş.
Biz farkında olmadan Evren'in planını bozmuşuz. Ve harekatı geri bırakmaya mecbur kalmış.
Anılardan anlıyoruz ki Evren'in MSP'ye karşı hislerini bizim haberimiz olmadan bazı olaylar etkilemiş.
CUMHURBAŞKANI SECİMİ İÇİN GAYRETLERİMİZ
MSP olarak Cumhurbaşkanının biran evvel seçilmesi, seçilecek Cumhurbaşkanının emperyalizmle mücadele edecek bir kimse olması için büyük gayretler gösterdik.
Bu konuda o dönemde, gerek Demirel gerek Ecevit'le birçok görüşmelerimiz oldu. Bir Cumhurbaşkanının biran evvel seçilebilmesi için büyük gayretler gösterdik. Diğer yandan milli çıkarlarımız açısından, seçilecek Cumhurbaşkanının emperyalizmle mücadele edecek bir kimse olmasına da haklı olarak özen gösteriyorduk. Bu sonucu sağlamak üzere, gerek AP gerekse CHP içerisinde, aynı şekilde düşünen oldukça büyük bir grup vardı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis' teki parti gruplarının aday gösterme yetkisi olmadığı için, Cumhurbaşkanını seçme çoğunluğunun temini milletvekilleri arasındaki çalışmalarla yürütülüyordu. Bizim gayretli çalışmalarımız sonucu emperyalizmle mücadele edecek bir Cumhurbaşkanı seçme imkanına yaklaşılıyordu.
Dış güçler bizim bu çalışmalarımızı yakından takip ediyor ve memnun olmuyorlardı. Tam ters bir şekilde hakkımızda sürekli maksatlı propaganda yapmaya gayret ediyorlardı.
Sayın Evren'in, ne Meclis'teki gayretli çalışmalarımızdan ne de emperyalizmin bizim hakkımızdaki maksatlı propagandalarından haberi olmadığı anlaşılıyor.
AP'NİN DIŞİŞLERİ BAKANININ DÜŞÜRÜLMESİ
İsrail Kudüs'ü işgal ettikten sonra, bir de burayı kendine başkent yapınca, haklı olarak Dünyanın pek çok ülkesinde bu arada özellikle Müslüman ülkelerde hükümetler bu durumu protesto edecek çeşitli girişimlerde bulundular.
Biz de bu haksızlığa ve zorbalığa, silah zoruyla toprak ilhakına elbette karşı çıktık. İktidarın İsrail’le ilişkilerini kesmesini istedik. Bu isteğin 1. muhatabı Dışişleri Bakanı' dır.
169 Devletin 119 tanesi bu durumu kınamıştı. Rusya, Yunanistan gibi ülkeler zaten İsrail'le ilişkilerini kesmişti.
İktidara gelince hâlâ bu haksız silahlı tecavüzler karşısında gerekeni yapmıyordu. Dışişleri Bakanı hakkında gensoru önergesi verdik, İsrail’le ilişkilerimizi kesmediği takdirde Dışişleri Bakanı'nı düşüreceğiz dedik. Bütün bunları açık açık kamuoyu önünde yaptık. Meclis'te MSP adına konuşan Recai Kutan, bu gensoruyu niçin verdiğimizi, Dışişleri Bakanı'nı düşürme sebeplerini bir bir saydı. Evren'in bu olayları takip etmediği anlaşılıyor. O dönemde ihtilal yapma çalışmalarından zaman bulamamış olacak ki, hiçbir şeyden habersiz “Bu önergeyi aklı başında ve insaf sahibi hiç kimse tasvip etmiyordu” diyebiliyor.
Halbuki önerge Meclis'te ittifakla kabul edildi. AP Meclis'e gelip Dışişleri Bakanı'nı savunamadı. Meclis'te, milletin temsilcileri önünde, İsrail'in yaptıklarının ve tecavüzlerin ağırlığı karşısında AP kendi Bakanını savunma cesaretini gösterememişti.
Yalnız bir kişi çıktı sizin gibi düşünen, Feyzioğlu. O günlerde çok sık temaslarınız vardı. O, İsrail'e desteğin sürmesinden yana oy kullandı.
Niçin bütün Meclis bizim dediğimize uyuyor ? Cevabı gayet açık:
Haklı olduğumuz için.
Sayın Evren'in de bunu anlamasını Meclisin kararına daha saygılı olmasını temenni ederiz.
KİME GÜVENİLİR. KİME GÜVENİLMEZ ?
Sayın Evren anılarında, Erbakan'a ve MSP'ye güvenilmez gayri ciddidir, diyor. Ve bu ithamları kitabının fasıllarının çoğunda tekrar tekrar dile getiriyor. Biz bu konuda her ithama ayrı ayrı cevap vererek sözü uzatmak yerine sadece bizim ve Sayın Evren'in mühim siyasi aksiyonlarımızı okuyucularımızın takdirlerine sunacağız. Kime güvenilir, kime güvenilmez ve kim ciddi, kim gayri ciddi, bunları sizler takdir edeceksiniz.
MSP'NİN MÜHİM AKSİYONLARI
MSP aşağıdaki önemli olayların hepsinde güvenirliliğini göstermiştir:
1- 1974 tarihinde CHP ile kurduğumuz hükümeti biz bozmadık. Ortağımız bozdu.
2- 1975 yılında kurduğumuz hükümeti yine biz bozmadık. Ortağımız muhalefetle anlaşıp seçime giderek bozdu.
3- Arkasından 1977 yılında kurduğumuz hükümeti de biz bozmadık. Hükümet ortağımız olan partiden bir kısım milletvekilleri istifa ederek hükümeti düşürdüler.
4- AP'nin kurduğu azınlık hükümetine hangi şartlarla dışarıdan destek vereceğimizi ve bu desteğimizi AP'nin vaadlerini yerine getirip getirmeyeceğini belli oluncaya kadar, makul bir süre devam ettireceğimizi baştan ilan etmiştik, sözümüzde durduk.
5- AP'nin vaadlerini yerine getiremeyeceği anlaşılınca millete verdiğimiz sözü tutarak, memleket meselelerine çözüm getirecek yeni bir hükümetin kurulması çalışmalarına başladık.
Bu çalışmalarda hangi esaslarda anlaştıysak o esaslara da tamamen uyduk. Görülüyor ki biz verdiğimiz sözlere sadık kalmış, güvenilir olduğumuzu bu olayda ortaya koymuş durumdayız.
Sayın Evren, bizim memleketi hükümetsiz bırakmamak ve değişik görüşlü partilerle, memleket yararına olan bütün meselelerde uyum içinde çalışarak yaptığımız başarılı hizmetleri, olayları bilmeden, önyargıyla tenkit etmektedir. Halbuki bütün bu gayretli çalışmalarımız Evren'in iddia ve tenkitlerinin aksine vatanımızı sevdiğimiz ve güvenilir olduğumuzu gösteriyor.
Biz güvenilir ve ciddi bir parti olduğumuz için AP azınlık hükümetini düşürmedik.
Halbuki o hükümeti kendisi düşürdü. Bunu yaparken kendini güvenilir insan kabul ediyor.
Bizimle Evren'in mantığı arasındaki fark, bizimkinin meşru hukuk düzenine uygun, Evren'in mantığının ise ihtilal yapma içgüdüsünden kaynaklanmasından doğmaktadır.
Bu misalleri uzatmadan şimdi de Evren'in yaptıklarına bir göz atalım.
EVREN'İN YAPTIKLARI
1- Sayın Evren'in son güne kadar, gizlice hazırlık içindeyken, Cumhurbaşkanı vekiline ve Başbakan'a bir darbe olmayacağına dair güven vere vere 12 Eylül'e kadar geldiği halde o gün gece yarısı, emrinde olduğu hükümete karşı darbe yapması kendisine ne kadar güvenilebileceğini ortaya koymuştur.
2- Yine Sayın Evren 12 Eylül'den sonra eski siyasilerin görüşlerinden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını ilan ettiği halde arkasından MSP kadrosunu sadece siyasi görüşlerinden dolayı sıkıyönetim mahkemelerine sevk ettirerek sözüne ne derece sadık olduğunu göstermiştir.
3- Sayın Evren 12 Eylül'den sonra kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin çalışmalarıyla ilgili olarak bunlara kesinlikle hiçbir baskı yapılmayacağını, bu mahkemelerin kanunların gereğini yerine getireceğini taahhüt etti.
Ama arkasından sanki kendisi böyle bir taahhütte bulunmamış gibi önce bu delillerle kimse tutuklanamaz diyerek MSP kadrosunu tahliye eden, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Hakim Albay Sayın Hamdi Sevinç'i haksız gerekçelerle ordudan attırarak emeklilik hakkını bile elinden aldı. Ve bizleri baskı yaparak tutuklattırdı.
Ancak yüksek bir yargı organı olan Askeri idare Mahkemesi Hakim Albay’ın haklarını iade ederek yaptırılan işlemleri iptal etti.
ikinci olarak, yine tahliyemize karar veren Askeri Mahkeme Başkanı Albay Sayın Niyazi Çağan'ı Diyabakır'a,
Üçüncü olarak Hakim Binbaşı Sayın İlhami Uğuryılmaz'ı Van'a sürdü.
Dördüncü olarak aynı mahkemenin sivil üyesi olan hakim, yapılan baskılara dayanamayarak emekliliğini istedi.
Beşinci olarak Sayın Evren'in mahkemelere baskıda daha da ileri giderek MSP kadrosunu beraat ettiren, devletimizin yüksek yargı organlarından “ASKERİ YARGITAY”a dahi gizlice baskılar yaptığı veya yaptırdığı sonradan gün ışığına çıkmıştır.
Sayın okuyucularımız şayet 10.9.1988 tarihli Milliyet ve Güneş gazetelerini gözden geçirecek olurlarsa bu baskı olayının delillerini görürler.
Bu gazetelere baskı hakkında açıklama yapan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Eski' Başkanlarından Sayın” General ZEKİ GÜNGÖR'ün açıklamaları aynen şöyledir:
“MSP hakkında verilen beraat kararının bozulması için de komutanların arzuları oldu. Beraatla sonuçlanan son karara itiraz ettiler. Davanın mahkumiyetle sonuçlanması komutanların arzularıydı. Ama dava beraatla sonuçlandı. Eğer bir emir-komuta zinciri içinde karar verilseydi sonuç böyle olmazdı.”
demektedir. Bu belge dahi Sayın Evren'in teminat verdiği halde yönetimi altında nelerin yapıldığını ve bu işlerin güvenilirlikten ve ciddiyetten uzak olduğunu göstermeye kafidir.
4- Sayın Evren ihtilali yaptıktan sonra 2 Ekim 1980 günü Van'da halka hitaben yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi:
“Sizleri bu güneş altında daha fazla tutmamak için sözlerime nihayet vermeden şunu söylemek istiyorum: Her yerde ifade ettiğim gibi, bizler; beş kişilik Milli Güvenlik Konseyi üyeleri uzun süre bu makamda kalmak niyetinde değiliz. Buna hevesli de değiliz. Kanuni düzenlemeleri, seçim sistemini, Partiler Kanunu'nu, Anayasayı yaptıktan sonra en kısa zamanda idareyi gelecek parlamenter kişilere teslim edeceğiz. Bundan emin olabilirsiniz. Bizim makam ve mevkide gözümüz yoktur. Bu hırsızım da yoktur, bunu bilesiniz.
Biliyorsunuz birçok defalar gazetelerde, Cumhurbaşkanı seçiminde benim ismim de mevzu bahis olduğu zaman; “Ben aday değilim” dedim. Benim de Cumhurbaşkanlığında gözüm yok. Bu makama bir rakip olarak da gelmek istemezdim. Ama mecbur olduğumuz için buraya geldim. Bundan emin olabilirsiniz. Bütün görevimiz, bu memleketin, bu milletin daha müreffeh bir yaşama kavuşması ve huzur içinde olmasıdır.
Ülke idaresi, seçimle gelenlere devredilecektir.”
görüldüğü gibi bu açık beyanla millete asla Cumhurbaşkanı olmayacağına söz vermiştir.
Sonra ne yaptığı ise cümlenin malumudur.
Asla Cumhurbaşkanı olmayacağına dair millete söz veren kimse, seçilerek de değil Anayasa'nın içine bir madde olarak girip Cumhurbaşkanlığı makamına oturuyor. Bu mudur sözüne güvenirlilik.
5- Sayın Evren yeni Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu'nu Danışma Meclisi'nden çıkardıktan sonra ve kendileri de Konsey olarak bunları onayladıktan sonra verdikleri demeçlerde:
“Artık bundan sonra yeni Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu ne diyorsa o olacak. (Kendisi ve konseyi kastederek) Hiçbir kimse ve hiçbir makam siyasi partilere müdahale edemeyecek” diyordu.
Halbuki hemen arkasından sözünde durmadı ve tam aksini yaparak, yeni çıkardığı kanunları da çiğneyerek, Refah Partisi'nin 1983 seçimlerine girmesine, idari bir emirle mani oldu.
Şöyle ki;
Refah Partisi, hukuken seçime girme hakkını almıştı. O dönemde Evren'in bulduğu engelleme metodu, parti kurucuları listesinden gelişi güzel birkaç kişiyi veto etmekti. Böylece partinin hukuken kurulması tamamlanamıyordu. Veto edilenler yerine yenileri bildiriliyor. Bu seferde bu yeni bildirilenlerden birkaçı, hiçbir hukuki ve mantıki sebep olmaksızın tekrar veto ediliyordu.
Evren bu buluşuyla hukuk içinde kaldığını zannediyor. Hukukun temel prensibi olan, “Hukuka karşı hile kullanılmaz” esasını hiçe sayıyordu.
Son olarak veto edilen Refah Partili iki üyenin yerine yenileri bildirildi. Seçime iki hafta kalmıştı. Artık bu işi hallettik dediklerinden Konsey, Refah Partili bu iki üyeyi veto etmekte ihmal gösterdi. Veto müddeti geçirildi ve Refah Partisi'nin seçime girmek için gerekli kanuni şartlarının hepsi tamamlandı.
Buna rağmen fiili olarak Refah Partisi'nin seçime girmesine Evren mani oldu.
Bu olay da yine Evrenin sözüne ne -derece güvenilebileceğini gösteriyor.
6- Ve yine aynı Sayın Evren Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu çıktıktan sonra verdiği demeçlerde;
“Siyasi Partileri bundan sonra ancak Anayasa Mahkemesi kapatabilir” dediği halde, Büyük Türkiye Partisi'ni tepeden inme bir emirle kapattırmıştır.
Bu davranışların sahibine mi güvenilecek ?
7- Büyük Türkiye Partisi kapatıldıktan sonra Sayın Demirel ve Çağlayangil diğer arkadaşlarıyla birlikte 6 Kasım 1983 seçimlerine kadar tutuklu kalmak şartıyla (Zincirbozan'a) gönderilmişlerdi. Elbette bu hareket tasvip edilecek bir şey değildi.
Ama bu zevatın tutuklanmaları Sayın Evren'in icraatına asla güvenilemeyeceğini ne kadar gösteriyorsa, tahliye edilmeleri de yine Sayın Evren'in güvenilir ve ciddi olmadığını o kadar ispat ediyor.
Bakınız nasıl:
Sayın Evren eğer yanılmıyorsam Alaşehir'de yaptığı bir konuşmada:
“Biz katiyen dış tesirlerle hareket etmeyiz, içişlerimize kimseyi karıştırmayız” diye nutuklar veriyordu. Fakat ne yazık ki onun bu gösterişli tavrını bozan olaylar cereyan etti.
Zincirbozan'da tutuklu olan Eski Dışişleri Bakanlarından Sayın ihsan Sabri Çağlayangil Konsey'in haksız tutumunu bir mektupla eski meslektaşı Alman Dışişleri Bakanı'na şikayet etti.
Der Spiegal Dergisi'nde aynen yayınlanan bu mektupta Çağlayangil Sayın Evren'e ve Konsey'e veryansın ediyordu.
Bunun üzerine Alman Dışişleri Bakanı H. Dietrich ve Alman Başbakanı Helmut Kohl'ün girişimleriyle Zincirbozan'ın zincirinin tılsımı bozuldu. 6 Kasım'ı beklemeden çok önce Sayın Demirel ve Sayın Çağlayangil diğer arkadaşlarıyla birlikte salıverildiler.
Hani içişlerimize kimse karışmayacaktı.
Hani alınan kararlar Milli menfaatlerin korunması için alınmıştı.
Güvenilir ve ciddi icraat böyle mi olur ?
Bütün bu olay ve delillerden sonra bir şairimizin böyle durumlara uygun düşen şu mısralarıyla bu faslı kapatıyoruz.
Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
12 Eylül Türkiye'ye En Az 10 Yıl Kaybettirdi
12 EYLÜL TÜRKİYE'YE EN AZ 10 YIL KAYBETTİRDİ
EVREN'E SORULAR
Gerçeklerin iyice belirlenmesi için yukarıda yaptığımız açıklamalara ilaveten aşağıdaki soruların da ortaya konmasında yarar olduğuna kâniyiz.
Evren'e sorularımız şunlardır:
Soru 1:
Anılarınızın 268. sayfasında şöyle diyorsunuz:
“Haziranın ikinci haftası içinde ABD Genelkurmay Başkanı ile Kanada Genelkurmay Başkanı'nın evvelce yapmış oldukları daveti kabul ederek, her iki ülke askeri tesislerini görmek üzere ABD'ne hareket ettim.”
“Ertesi gün Pentagon'un önündeki çim sahada merasimle karşıladılar. Bana ABD Genelkurmay Başkan Org. Jhones tarafından madalya verildi. Bilahare genelkurmay karargahında brifing aldım. Kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanları ile Marine komutanını ziyarettin sonra Cumhurbaşkanlığı danışmanı Brezinski ve Milli Savunma Bakanı Brown'ı ziyaret ettim.”
Hatıralarınızdaki tarih sırasına göre bu seyahatinizden döndükten sonra sayfa 276 da:
“Tam tarihini hatırlayamıyorum ama zannederim bu aylar içerisinde kuvvet komutanı arkadaşlarımla tek tek içinde bulunduğumuz acıklı durumu ve ne yapılması gerektiği konusunu görüşmeye başladım.”
“Milli Güvenlik Kurulu'nda ben de, siz de söylenmesi gereken her şeyi açıkça ve çekinmeden söylüyoruz. Ama hükümet bir şey yapmıyor. Müdahale kaçınılmaz olabilir ne dersiniz diye sorduğumda, beni tasvip ettiler.”
283. sayfada ise:
“Bu konuda kuvvet komutanlarıyla mutabakata vardıktan sonra, ikinci başkanım Orgeneral Haydar Saltık'ı çağırarak kendisine şu görevi verdim:
Senin başkanlığında çok itimat ettiğimiz iki kurmay subayla bir çalışma grubu kurunuz. Bu gruba kapalı olarak başka bir görev veriniz. Ancak esas görevleri, bir müdahale zamanı gelmiş midir, müdahale mi daha iyi netice verir yoksa ilgilileri ikaz mı daha münasiptir. Bunları etüd etsinler ve zaman zaman bana rapor versinler. Rapor daktilo ile değil, el yazısı ile olmalı ki gizlilik ihlal edilmemeli.
Saltık bu görevi aldıktan sonra iki kurmay subayı seçti, bana seçilenleri bildirdî, tasvip ettim ve ekip 11 Eylül 1979'dan itibaren çalışmaya başladı.”
Sorumuz şudur:
Aylardan beri şikayetçi olduğunuz halde, niçin ihtilal hazırlık grubunu, ABD seyahatinizden önce değil de, ABD'de Pentagon' da size verilen brifingden sonra, yurda dönüşü takiben kurdunuz ?
Amerika'daki brifingde verilen bilgilerin ihtilal hazırlığına başlamanızda bir etkisi oldu mü ?
Soru 2:
Anılarınızın 390 ve 391. sayfasında:
MART 1980
“İngiltere Genelkurmay Başkanı ile Norveç Genelkurmay Başkanı'nın vaki davetlerine uyarak 3 Mart günü İngiltere'ye, 9 Mart günü de İngiltere'den Norveç'e gittim.”
“Ben Norveç'ten döner dönmez etüd bana arzedildi ve kuvvet komutanı arkadaşlarımın düşünceleri de anlatıldı. Etüdü aldım, 15 ve 16 Mart günleri okudum ve ikinci başkana “Evet durum gittikçe vahim bir hal alıyor. Eninde sonunda bu işi temizlemek bize düşecek, bunda hiç şüphem yok, ancak henüz o noktaya gelmedik. Daha beklemek zorundayız. Hazırlıklarınızı yürütünüz” emrini verdim. Ayrıca, bir müdahaleden sonra yasama görevini yapacak olan bir teşkilata ihtiyaç olacak. Kurulacak bu kurulun adı Milli Güvenlik Konseyi olmalıdır. Konsey, Genelkurmay Başkanı'nın başkanlığında Yüksek Askeri Şura üyelerinden teşkil edilmeli ve Anayasal kuruluşlar olan üniversite, basın, işçi, işveren, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, milletvekilleri gibi organlardan da temsilciler dahil edilmeli dedim.”
diyorsunuz.
Sorumuz Şudur:
Niçin ihtilal hazırlıklarıma ilgili önemli adımlar hep dış gezilerinizin arkasından atılıyor ?
Soru 3:
Anılarınızın 392. sayfasında İngiltere temaslarıyla ilgili olarak:
“Milli Savunma Bakanı'yla görüşmemiz sırasında tabii Türkiye için güncel konu olan ülkemizdeki terör olayları da hemen gündeme geldi”
diye yazıyorsunuz.
1980'den önceki terör olaylarını dış mihraklar destekliyordu. Bu olayların emperyalizmle ilgisi hakkında elde pek çok delil vardır. Sağcı ve solcu teröristlerin ellerindeki silahların seri numaraları bile birbirini takip ediyordu.
İsrail'in Orta Doğu'daki kuvvet dengesini dikkate alarak emperyalistler Türkiye'nin zayıflaması için teröre çeşitli yollardan destek sağlıyorlardı.
Kendi teşvik ettikleri terörü şimdi uygun bir formülle durdurmayı tercih eder oldular.
Bu yüzden o dönemde artık terörden şikayet etmeye ve bunun önlenmesi için çare bulunması lazım geldiği konusunu işlemeye başladılar.
Sorumuz şudur:
Sayın Evren, siz dış güçlerin terörle ilgilerini bildiğiniz halde şimdi bundan şikayetçi tavır takınmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Soru 4:
Evren anılarında ihtilalin önce 11-12 Temmuz günü, daha sonrada 12 Eylül günü yapılmasına karar verdiklerini yazmaktadır.
Ayrıca ihtilalin 11 Temmuz'da yapılma kararının gerekçesi olarak MSP'nin 3 Temmuz'daki güven oylamasında AP azınlık hükümetinden desteğini çekeceğini ve bunun üzerine bir hükümet boşluğunun meydana geleceğini, bu fırsattan yararlanarak ihtilalin yapılmasının uygun olacağının düşünüldüğünü ifade etmektedir.
Halbuki açıkladığımız gibi bir hükümet boşluğu söz konusu olmayacaktı ve yeni hükümeti MSP kuracaktı. Bu ise emperyalizmin istemediği bir durumdu, ihtilal gününe tam bu sırada karar veriliyor.
ihtilal gününün ikinci tesbitinde ise 12 Eylül seçilmiştir.
Bu tarihte ise Dışişleri Bakanı'nın, İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi karşısında, dahi Türkiye'nin İsrail'le alakasını kesmediği, hiçbir şey olmamış gibi davranması sonucu düşürülmesi olayı cereyan etmiştir.
Parlamento tarihinde ilk defa İsrail'in haksızlığı aleyhine açık bir tavır alma söz konusu olmuştur. Yine bu günlerde Konya'da İsrail'in kınanmasıyla ilgili olarak büyük bir miting tertip edilerek milletimizin bu haksız tecavüz karşısındaki duyarlılığı ortaya konmuştur.
Bu iki olay emperyalizmin hiç hoşlanmadığı olaylardır.
Sorumuz şudur:
Neden her iki ihtilal günü de emperyalizmin hiç hoşlanmadığı hadiselerin olduğu tarihlere rastlıyor ?
Soru 5:
Anılar baştan sona okunduğunda açıkça görülmektedir ki bütün olaylar MSP'nin anarşiyle hiçbir şekilde ilgisi olmadığını göstermektedir.
Diğer yandan anılarda sık sık CHP'nin, anarşinin bir yanı olan solcu anarşistlere, AP'nin ise anarşinin diğer yanı olan sağcı anarşistlere arka çıktığından yakınılmaktadır.
Yine anılarda bilhassa 1980 yılının her ayında cereyan eden anarşik olaylar etraflı bir şekilde söz konusu edilmekte, bu olaylarda ölen ve yaralananların rakamları belirtilmekte, netice olarak bu yüzden ihtilal yapıldığı ifade edilmektedir.
Sorumuz şudur.
İhtilali, kendi iddianıza göre anarşiyi önlemek için yaptınız da anarşiyle hiçbir ilgisi olmadığı halde Sayın Evren, niçin hedefiniz MSP oldu ?
MSP o tarihte iktidar partisi miydi ?
MSP o tarihte ana muhalefet partisi miydi ?
Hiçbir partiyi siyasi görüşlerinden dolayı sorumlu tutmayacağınızı ilan ettiğiniz, sıkıyönetim savcılıklarınca AP ve CHP'ye de dosya hazırlandığı halde, bu iki parti hakkında dava açtırmayıp, MSP hakkında dava açtırmanız dış güçleri memnun etmek için miydi ?
Mahkemelerin fuzuli olarak açıldığını gören hakimler MSP yöneticilerini tahliye ettikçe neden siz tekrar tekrar tevkif ettirdiniz ?
Bu yapılanların haksızlığı en yüksek yargı organlarının kararlarıyla sabit olduğuna göre yaptığınızdan vicdan azabı duymuyor musunuz?
Soru 6:
Anıların 429. sayfasında:
“Bu ufacık parti senelerce iki büyük partiyi elinde oynattı ve memleketin mukadderatı üzerinde maalesef söz sahibi oldu.”
denmektedir.
Sayın Evren keşke böyle bir beyanda bulunmak talihsizliğine düşmeseydiniz.
“Ufacık Parti” tabiriyle milletimizin bin yıllık, kendi görüşünün partisi olan MSP'yi kastediyor.
İki büyük parti tabiriyle de AP ve CHP'yi kastediyor. Fakat bu sözüyle büyük bir çelişki içine düşerek büyük parti dediği AP ve CHP'nin hem başındakilere hem de bütün kadrolarına hakaret ediyor.
Bunları aklı ermez, bir şey bilmez, temyiz kabiliyetinden yoksun parmağımızla oynatacağımız şahıs ve kadrolar olarak gösteriyorsunuz.
Biz, hem Sayın Ecevit'le hem Sayın Demirel'le ve onların kadrolarıyla ortak hükümetler kurduk. Siyasi ihtilaflarımız, görüş ayrılıklarımız oldu. Ancak bu kadrolar sizin takdim ettiğiniz gibi parmakla oynatılacak kadrolar değildir.
Şayet MSP'nin dediğine uyulduysa bu MSP'nin dediğinin doğru olmasındandır.
Her aklı başında insan bilir ki ancak fikirlerin doğruluğundan, haklılığından dolayı etkili olunur.
MSP de fikirlerinin doğruluğundan, haklılığından ötürü memleketin mukadderatı üzerinde etkili oldu.
Kimse karşısındakini mantıksız bir biçimde etkileyemez.
Evren'in anıları bu bahsettiğimiz partileri istediği yönde etkileyebildi mi?
Sorumuz şudur:
Dediğiniz gibi MSP memleketin mukadderatına tesir ederek;
Kıbrıs Zaferi'nin kazanılması, Kıbrıs'ta hakların korunması, Ağır Sanayi Hamlesi, Manevi Kalkınma Hamlesi, sömürüyü önleyecek tedbirlerin alınması, insan haklarına saygılı bir tatbikatın sağlanması, şahsiyetli dış politika takibi gibi önemli hizmetler yapmıştır.
Aslında emperyalizmi rahatsız eden bu hizmetlerimiz karşısında, siz niçin rahatsız oluyorsunuz ?
Diğer sorumuz şudur:
MSP'nin memlekete hizmet etmek için ortaya attığı fikir ve teklifleri diğer iki parti de tasvip ederek memleket için faydalı hizmetler yapılmışsa bundan dolayı MSP'nin küçümsenmesi değil, takdir edilmesi gerekir. Halbuki siz hem MSPnin etkinliğini kabul ediyor hem de onu küçük görmeye çalışıyorsunuz.
Bu ifadenizle çelişkiye düşmüyor musunuz ?
Soru 7:
Emperyalizme kesin olarak karşı olan Silahlı Kuvvetlerimize dayanarak 12 Eylül'de iktidara geldiğiniz halde, hemen her konuda içişlerimize karışmayı bir alışkanlık haline getirmiş olan dış mihrakların girişimlerine karşı niçin önlem almadınız ? Neden bu etkilere açık bir politika izlediniz ?'
Soru 8:
Siyasi bağımsızlığımızın ancak ekonomik bağımsızlığımızla bütünleşmesi halinde korunabileceği, Kurtuluş Savaşımızdan sonra toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde tespit edilmiş; ekonomik bağımsızlığın kazanılması için Ağır Sanayinin ve Ağır Harp Sanayinin kurulması zorunlu olduğu karara bağlanmıştı.
Bu karara rağmen emperyalizmin reçetelerine uyarak Ağır Sanayimizi tahrip eden, bağımsızlığımızı tehlikeye düşürecek derecede ekonomimizi dışa bağımlı hale getiren ve ülkemizi emperyalist ülkelerin tek taraflı sömürüsüne açık tutan, milli menfaatlerimize aykırı bir ekonomik politikayı niçin uygulattınız?
Soru 9:
Siyasi model olarak Avrupa Birleşik Devletinden başka bir şey olmayan Avrupa Topluluğu'na ülkemizi sokarak bizi basit bir eyalet haline getirmek ve böylece devletimizin bağımsızlığına son vermek isteyen Ortak Pazarcılarla niçin beraber oldunuz ?
Soru 10:
Bağımsızlığımızın Avrupa Topluluğu merkezi otoritesine devrine, mevcut Anayasanın 6. ve 7. maddeleri mani olduğu için bu maddeleri değiştirmek maksadıyla DPT'de 1983 senesinde 1871-292 sayı ile bir değişiklik tasarısı hazırlandığı size resmen ihbar edildiği halde bu teşebbüsü önlemek için niçin harekete geçmediniz ?
Netice
NETİCE
A- TEMEL GERÇEK
I- Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalar göstermektedir ki, Türkiye'de gerçekte 21 yıldan beri Milli Görüş'le emperyalizm arasında bir mücadele cereyan etmektedir.
Emperyalizm Türkiye'yi kendisine sömürge yapmak istemektedir. Milli Görüş ise buna mani olan ve “Yeniden Büyük Türkiye”yi hedef alan görüştür.
II- Milli Görüş:
Kıbrıs Zaferi'nin kazanılmasına hizmet etmiş,
Ağır Sanayi Hamlesini başlatmış,
Manevi Kalkınma Hamlesini yapmış,
Sömürüye engel olacak tedbirleri almış,
Adil Düzen'i kuracağını ilan etmiş,
Şahsiyetli dış politika uygulamış ve
Manen ve maddeten kalkınmış “YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE'Yİ kurmayı gaye edindiği için emperyalizmin hedefi olmuştur.
Milletimiz Milli Görüş'ü tanıdıkça onu desteklemekte ve Milli Görüş gün geçtikçe kuvvetlenmektedir. Bunu gören emperyalizm yukarıda yapılan açıklamalardan da görüldüğü gibi:
1-MSP-CHP koalisyonun bozulması
2-1977 seçimlerinin öne alınması
3-1977 seçimlerinde MSP'nin kazanmaması için her türlü tedbire başvurulması
4- Seçimden sonra kurulan MSP-AP koalisyonunda AP'den 12 kişinin istifa ettirilmesi suretiyle MSP'nin hükümetten uzaklaştırılması için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir.
1978-79 yıllarında Ecevit Hükümeti'nin başarısızlığı üzerine 1979 sonunda kurulan AP hükümetinin başarısızlığı karşısında sıra MSP'nin hükümet kurmasına gelince, ne yapıp yapıp buna mani olmaya çalışmıştır.
İşte 12 Eylül'e böyle gelinmiştir.
III- 12 EYLÜL NETİCE İTİBARİYLE TÜRKİYE'NİN AĞIR SANAYİ HAMLESİNDE EN AZ 10 YIL KAYBEDİLMESİNE SEBEP OLMUŞTUR. 12 EYLÜL ÜRÜNÜ OLAN ANAP HÜKÜMETLERİ EMPERYALİZMİN ARZULARINI YERİNE GETİREN BİRER VASITA OLMAKTAN BAŞKA BİR MANA TAŞIMAMIŞLARDIR.
B- EVREN TEMEL MESELELERİ BİLMİYOR
Anılar Evrenin temel meseleleri bilmediğini ortaya koymaktadır. Yukarıda verdiğimiz misaller göstermektedir ki:
Emperyalizm, İnsan Hakları, İlericilik ve gericilik, Milli Görüş, Batı Taklitçiliği,
gibi temel kavramların ne olduğu hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip değildir.
C- EVREN ÖNEMLİ OLAYLARI DA TAKİP ETMEMİŞ
Yine değindiğimiz konulardan anlaşılmaktadır ki Evren, kendi görev döneminde cereyan eden önemli olayları bu arada;
Kıbrıs,
Ağır Sanayi Hamlesi,
Hükümet kurma çalışmaları,
Cumhurbaşkanı seçimi vs.
gibi çok önemli olayları dahi yakından takip etmemiş ve içyüzlerini bilmiyor.
D- EVREN EMPERYALİZMİN ETKİSİNDE KALMIŞ ÖNYARGI İLE HÜKÜM VERİYOR
Bu gerçeği yukarıda çeşitli misallerle açıkladık.
E- AMACIMIZ NEDİR ?
Sayın Evren'in anıları ile ilgili olarak bu açıklamaları yapmaktan amacımız, gerçeklerin belirtilmesidir. Memleketimizin bütün yöneticilerinin aynı hatalara düşmelerine mani olmak için uyarılmalarıdır, milletimiz için çok mühim konuların tanıtılması ve aydınlığa kavuşturulmasıdır. Bu açıklamalarımızın Sayın Evren ve milletimiz için hayırlı ve faydalı olmasını diliyoruz.