İSLAM İLERİCİLİKTİR;
BİZE GERİCİ DİYENLER EDEPSİZ TAKIMIDIR!
“Mürteci ve Mertekçi” Kavramı
Komünist ve sosyalist geçinen, ama aslında dinsizlik temelli Darwinist düşünceli ve emperyalist güçlerin kiralık katilleri PKK’yı destekleyen BirGün gazetesinin; İslam’la alâkalı saydıkları herkesin ve her girişimin başına “Gerici…” kelimesini eklemeleri bunların şuursuzluğunun ve sorumsuzluğunun bir alâmetidir. Çünkü İslam ilericiliktir ve Müslüman; aydın ve ahlâklı kişidir. Hiç utanıp sıkılmadan ve samimi dindarlarla din istismarı yapanları ayırmadan bütün Müslümanlara ve dini kurumlara “Gerici…” diye havlayanlar artık kendine gelmelidir ve herkes haddini bilmelidir.
Hayatında bir kere olsun Kur’an’ı anlamaya ilgi ve ihtiyaç duymamış, ciddi bir tek İslami eser okumamış, kulaktan dolma ve birçoğu uydurma olan yarım yanlış bilgi kırıntıları dışında, dinle-imanla alâkası olmamış, ama hasbelkader yetkili ve etiketli konumlara ulaşmış, akıl cücesi ve ilim cahili kimseleri anlatmak için atalarımızın “Elif’i mertek sanır” deyimi ne kadar yerindedir. Mertek; kuru, kalın ve düzgün odun demektir. Ve zaten Kur’an da böylesi tipleri “içi çürümüş gösterişli kütük”lere benzetmektedir.[1] Bu nedenle yazılarımız, kitaplarımız, konuşmalarımız ve yaşam tarzımız yüzünden bizlere, “mürteci” diyen bu “mertekçi”lere cevap vermeyi gerekli görüyorum. Bu konuda Sn. Mertekçi beylere yardımcı olmak ve doğruyu anlamalarına katkıda bulunmak amacıyla “gerçek düşüncelerimizi ve hedeflerimizi” açık yüreklilikle ortaya koymak istiyorum.
Biz, Kur’an’a samimiyetle ve tamamıyla inanmış bir Müslümanız. Bu inanca da sadece ana-babadan görerek veya yetiştiğimiz çevreden etkilenerek değil, aynı zamanda Kur’an kültürüne vakıf bir araştırmacı olarak… Devamlı okuyarak ve anlamaya çalışarak, başka felsefi düşünce ve doktrinlerle mukayese yaparak, müspet ilmin verileriyle karşılaştırarak, İslam’ın yüksek değerinin ve mutlak doğruluğunun farkına varmış insanlardanız. Kur’an; insan ve toplum hayatının farklı sahalarıyla ilgili, gerçekçi ve geçerli kurallar getirmiştir ve yalnız Müslümanların değil, herkesin hayrına ve yararına olacak ilmi, insani, ahlâki ve hayati prensipler içermektedir. Örneğin;
Ticaretle ilgili: “Ölçme ve tartıda hile ve haksızlığa tenezzül etmeyin.”
Adaletle ilgili: “Karar verirken, velev yakınlarınız aleyhine bile olsa, dürüstlük ve hakkaniyetten vazgeçmeyin.”
Siyaset ve memuriyet ile ilgili: “Emanetleri, devlet ve millet idaresiyle ilgili görev ve yetkileri, ehil ve emin kimselere teslim edin.”
Sosyal münasebetle ilgili: “Siz bütün insanlık için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” Öyle ise “din ve kavim farkı gözetmeksizin, herkesin hayrına ve huzuruna hizmet etmek sizin göreviniz ve şerefinizdir” şeklinde öğütler vermektedir, İlahi hükümler öngörmektedir. Şimdi:
1- Akl-ı selimin de, 2- Müspet ilimlerin de, 3- Tarihi tecrübelerin de, 4- Vicdani kanaatlerin de, 5- Evrensel hukuk kaidelerinin de ortaklaşa “doğru ve değerli” bulduğu bu ahlâki kuralları, sırf Kur’an emrediyor diye karşı çıkmak; elbette yanlış bir önyargıdır, yararsız bir saplantıdır ve tabi yakışıksız bir tavırdır.
Sn. Mertekçi Beyler bize: “Şu sözlerle, şeriat düzeni mi istiyorsunuz?” şeklinde sorular yöneltmektedir.
Eğer şeriat diye; yönetimi babadan oğula geçen, halkı güdülmesi gereken sürüler ve köleler şeklinde düşünen… Ne ülke yönetiminde ve ne de milletle devlet arasında ortak bir konsensüs ve uzlaşma metni ve toplumsal sözleşme kaideleri sayılan, anayasa ve kanunların düzenlenmesinde, topluma ve temsilcilerine söz ve tercih hakkı vermeyen… Müspet ilimlere ve çağdaş gereksinimlere ters düşen… Sadece, sözde din adamlarının indi fetvalarıyla idare edilen bir düzen kastediliyorsa… Böyle bir şeye taraf olmayı, değil bir ilim adamlığına, hatta insanlığımıza bile yakıştıramayız. Böyle bir düşünce esasen İslam’a da aykırıdır. Halbuki biz, Kur’an inancının ve evrensel kurallarının, en güzel ve mükemmel şekilde Cumhuriyet idaresi, demokrasi ve laiklik prensipleri içerisinde yaşanabileceğini savunan, konuşan ve yazan bir insanız. Ancak laiklik adına yapılan İslam düşmanlığına ise elbette ve şiddetle karşıyız. Ve laikliğin; İslam’ın bütün insanlığa hayat ve huzur sağlayacak evrensel programının en müsait zemini konumunda olabileceğinin de farkında ve şuurundayız.
Atatürk’ün de Laiklik diye “din düşmanlığı veya dini toplum hayatından tamamen dışlamayı” düşünmediğini, bizzat Balıkesir hutbesi, İslam dini ve yüce Peygamberi hakkındaki hürmet ve hayranlık ifade eden sözleri ve TBMM açılışındaki hassasiyetleri, açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk, savaştan yeni çıkmış, sağlıklı ve stratejik küçülme ile korunabilir sınırlar içerisine çekilmek durumunda kalmış bir Türkiye’yi, o gün için teknolojik üstünlüğe sahip birleşik Haçlı sürülerinin taarruzundan kurtarmak ve Emperyalist güçleri oyalamak üzere, Lozan’ın gizli dayatmalarından olan Laiklik maddesini, Halk Partisi’nin tüzüğüne koydurmuş… Ancak bu maddenin ileride Millete haksızlık ve din düşmanlığı biçiminde uygulanabileceğini, yüksek zekâsıyla sezdiğinden, 1928’deki Kanun-i Esasi değişikliği sırasında, hatta İsmet İnönü’nün bütün ısrarına rağmen, anayasaya yazdırmamıştır. Yıllar sonra, 1936’da Atatürk’ün maalesef hasta, yorgun ve yalnız bulunduğu… Derneklerini bizzat kapattığı Masonik merkezlerin hıyaneti ile, adım adım sıhhatine ve hayatına kastedildiğini anladığı içindir ki; “Beni sadece Türk hekimlerine emanet ediniz” uyarısına mecbur kaldığı bir ortamda ve kendisine rağmen, Laiklik maddesinin anayasaya girmiş olduğu yolundaki tarafsız tarihçilerin beyanatlarına biz de katılıyoruz.
..
makalenin tamamı için tıklayınız…