Anasayfa » İKİNCİ MECLİS KÜRSÜSÜNDEN

İKİNCİ MECLİS KÜRSÜSÜNDEN

Yazar: yonetici
0 Yorum 275 Görüntüleyen

 

2. MECLİS KÜRSÜSÜNDEN

 

 

 

 

TBMM`de 25.12.1991 tarihli dış politika konulu genel görüşmedeki oturumda Refah Partisi Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan`ın konuşması.

 

 

Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri, Hükümet`in sayın üyeleri, Dışişleri Bakanlığımız`ın kıymetli mensupları ve aziz milletimizin kıymetli evlatları; 25 Aralık 1991 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde dış politika konusunu bir genel görüşme halinde görüşüyoruz. Bu münasebetle, önce, bütün saygıdeğer milletvekili arkadaşlarımıza, Refah Partisi Grubumuz`un saygılarını sunuyo­rum. Bu toplantıyı canlı olarak milletimize iletmek suretiyle kıy­metli bir vazife gören TRT`ye de, huzurlarınızda teşekkür etmeyi, ayrıca bir vazife sayıyorum.

 

 

Konuya girerken, üç noktanın üzerinde kısaca durmakta yarar görüyorum: Birincisi, demokrasi demek, sadece, dört senede bir defa seçim yapmak demek değildir. Elbette, “Demokrasi” de­mek, milletin kendi kendini yönetmesi demektir. Milletin temsilci­si parlamentodur. O halde, Türkiye`nin dış politika konuları gibi, en hayatî meseleleri bu Parlamento`da görüşülmeli, oluşturulmalı ve yönlendirilmelidir. Bu itibarla, dış politika konularının, böyle bir genel görüşme halinde Parlamento`da görüşülmesini, çok fay­dalı, çok doğal ve çok tabiî bir olay sayıyorum.

 

 

İkinci olarak üzerinde duracağım nokta şudur: Ne yazık ki, bu görüşme daha önceki bir dönemde yapılmadı. Hepimizin bildiği gibi, bu görüşmeden önce, bugünkü Hükümet, önce, Birleşmiş Milletler`de İsrail lehine davranışlara girdi; sonra arkasından, Çekiç Güç`ün süresini, Parlamento`ya sormadan uzattı, “İsrail Elçiliğini, büyükelçiliğe terfi ettireceğim” diye birtakım açıklamalar yaptı, ülke meseleleri ve dış politikanın bu temel konularında bütün bu adımları attı ve ondan sonra Meclis`te bu konuşma yapılıyor.

 

 

Bu davranışı, hatalı, yanlış bir davranış olarak görüyorum. Bu görüşmenin, bütün bu adımlar atılmadan önce yapılması icap ederdi.

 

 

Üçüncü olarak üzerinde duracağım nokta şudur: Bugün, dış politika konularını bir bütün olarak ele alıyoruz; ama, zaman ölçü­lüdür. Halbuki, hepimizin bildiği gibi dış politikanın önemli birçok konuları var. Çok temenni ediyorum ki, ilk fırsatta bu Meclis`te “Ortak Pazar” mevzuunu, “Avrupa Topluluğu” mevzuunu ve Kıbrıs konusunu başlı başına birer konu olarak ele alalım, tartışalım ve bunlar üzerinde millî bir politika geliştirmeye çalışalım. Bu nokta­ları belirttikten sonra, müsaadenizle konunun içerisine giriyorum.

 

 

Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; bu görüşmeyi niçin yapıyoruz?.. Türkiye`mizin dış politikasını beraberce oluş­turmak için yapıyoruz. İşte, bendeniz bu niyetle, bu oluşmaya katkıda bulunmak için, Refah Partisi Grubumuzun görüşlerini kısaca Yüce Meclis`e arz etmek istiyorum.

 

 

Türk Dış Politikası Nasıl Olmalı?

 

 

Her şeyden Önce şunu belirtmek istiyorum ki, bizim mil­letimiz gibi şerefli bir milletin dış politikasında temel esas, yer­yüzündeki 6 milyar insanın hepsinin saadete kavuşmasıdır. Bi­zim inancımıza göre, herkesin iyiliğini istemek bir vazifedir. İnsan­ların hayırlısı, başkasına faydası dokunandır. Onun için, bizim mil­letimizin dış politikadaki temel prensibi, 6 milyar insanın hepsinin saadetine hizmet etmektir. Konuşmalarımızın ve politikamıza ait esasları arz ederken ortaya koyacağımız fikirleri, hep bu ana hare­ket noktasından yürüyerek belirtmeye çalışacağımızı peşinen bildi­riyorum. Böyle bir gayeye ulaşabilmek için, bizim dış politikamız akılcı bir politika olmalı; realist, gerçekleşebilir bir politika ol­malı; millî menfaatlerimizi gözeten, koruyan bir politika olmalı; kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilen, şuurlu ve şahsiyetli bir politika olmalı ve hepsinden önemlisi olarak, yeryüzünün if­sadına, şerre, haksızlıklara değil, barışa, hayra, bütün insanlığın saadetine hizmet eden bir dış politika olmalı. Uydu bir ülke de­ğil, lider bir ülkenin dış politikası olmalı. Böyle, şuurlu, şahsi­yetli, itibarlı ve güvenilir lider ülke dış politikası güdebilmek için, her şeyden önce, bugün dünyada hızla gelişen olayların teşhisini, sebeplerini, nereye gideceğini isabetle kestirmek fa­zım gelir. Bu olaylar karşısında Türkiye`nin yerinin ne olması icap ettiğini isabetle tespit etmek icap eder. Türkiye`nin böyle bir yerde gayelerine ulaşabilmesi için, kısa, orta ve uzun vadeli dış politika plan ve stratejilerinin ne olması icap ettiğinin tespit edil­mesi lazım gelir ve bütün bunların ışığı altında da, dış politika me­selelerimizin her birinde nasıl hareket edeceğimizin açık ve berrak bir şekilde belirlenmesi icap eder. İşte, bendeniz böyle bir bölüm­leme içerisinde, size, inandıklarımızı arz etmek istiyorum.

 

 

Bu noktada konuya girerken, bir şeyi belirtmek istiyorum: Acaba, “Bir ülkenin millî dış politikası konuşulurken, kendi Par­lamentosunda bu konunun konuşulmasının bir gizli celse halin­de yapılması daha uygun olmaz mıydı?” fikri hatıra gelebilir. Ayrıca, “Kendi millî menfaatlerimize ait konuları, niçin bütün dünyanın gözü önünde açıkça konuşalım?” diye düşünülebilir; ama, hemen söze başlarken ifade ediyorum ki, gayemiz, 6 milyar insanın saadetine hizmet etmek olduğu için, hakkı hakim kılmak olduğu için, biz bu görüşmenin açık yapılmasında büyük fayda gö­rüyoruz ve bütün inandıklarımızı da en samimî bir şekilde orta ye­re koymakta da yarar görüyoruz. Çünkü, bu sayede, 60 milyon memleket evladımız, millî menfaatlerimizi tanımak bakımından, yararlı bir çalışmayı takip etmek imkânına kavuşmuş olacaklardır.

 

 

Önce, bu anlayışla, dünya olaylarını kısaca tahlil etmek istiyorum: Bu son hızlı gelişmeler ilk defa nereden başladı İkinci Cihan Harbi oldu, arkasından İsrail kuruldu… Unutmayalım ki, Bir­leşmiş Milletler`in (1) numaralı kararı, İsrail`in kuruluşudur. Zor kullanarak İsrail kuruldu. İsrail, kurulduktan sonra, etrafına sürekli olarak tecavüz etmeye başladı. 1967 yılında haksız olarak birçok yerleri işgal etti. Bu işgal karşısında, ilk defa İslam âleminde şuur­lu reaksiyon görüyoruz; bu da, rahmetli Kral Faysal`ın petrol fiyat­larını artırma olayıdır. Kral Faysal, `Siz bu haksızlıkları yaparsanız, biz de o zaman kendi hakkımızı koruruz` dedi. Hepinizin bildiği gi­bi, petrol fiyatları 1970 yılı başında artırıldığı zaman Avrupa`da zelzele oldu.. İlk defa, Müslümanların şuurlu reaksiyonunu gördü­ler, büyük bir şok içerisine girdiler; ama ne var ki, kısa zamanda enerji komisyonunu kurarak, petrolü bir ağırlık unsuru olmaktan çıkarmanın tedbirlerini araştırdılar; fakat, yeryüzünde bir İslam gücü, bir Müslüman toplulukları gücü olduğunu da ilk defa hissetti­ler. Bunu, sadece Batı ülkeleri değil, Rusya da hissetti ve Rusya, İslam şuuruna ait bu ilk olayı gördüğü zaman, kendi içine baktı.

 

 

Gördü ki, kendisindeki Müslümanların nüfusu hızla artıyor. Bir he­sap yaptı, bu gidişle 40 sene sonra, Rusya`da çoğunluğu Müslüman­lar alacak. İşte, Rusya`nın içindeki birtakım düşünürler, kendi gö­rüşlerine göre bunu önlemek istediler ve hele, kendi içinde nüfusu artan Müslümanlar bir de şuurlanırsa “Bu, bizim planlarımızı altüst eder. Öyleyse bunu önlemeliyiz” dediler. Bu düşünceler, onları, Afganistan`a tecavüz etmeye sevk etti. Çünkü, hemen sınırlarında bir İslam devletinin kurulması veya Afganistan`da İslamî şuurdaki insanların işbaşına gelmesini, kendi iç bünyeleri bakımından tehli­keli gördüler. Ancak, ne var ki, Afganistan, Çekoslovakya ve Maca­ristan gibi çıkmadı… Rusya daha çok tank gönderdiği halde, Afgan mücahitleri, düşmandan aldıkları ganimetlerle dahi, düşmanı yenmek kahramanlığım gösterdiler. Afganistan`da iman, küfrü yendi. (RP sıralarından alkışlar) Rusya`nın zaten çok çürük olan Komünist yapısı, Afganistan`daki muharebenin bu ağır masrafları karşısında zayıf düştüğü için, sonradan gördüğümüz gibi, çorap sö­küğü gibi adım adım Rusya, Komünizm iflas etti ve Rusya çöktü. Görülüyor ki, bugünkü dünya olaylarının depreminin temelinde Müslüman âleminin şuurlanması, nüfusunun hızla artması yat­maktadır.

 

 

Rusya çöktükten sonra, olaylara zahiren baktığımız zaman, tek kutuplu yeni bir dünya kurulmak istendiği görülür. Bunun için, Amerika, Irak`ı yerle bir etti ve “Benim sözümü dinlemeyeni ben bu hale getiririm” dedi. Diğer yandan, Libya`daki yönetim, Ameri­ka`nın emirlerine itaat etmediği için şimdi de Libya`yı hedef alı­yor. Öbür taraftan, gördüğümüz gibi, Amerika, Avrupa`daki bütün toplantılara NATO toplantılarına, BAB toplantıları ve diğer toplan­tılara büyük bir alakayla iştirak ediyor, onları kendi kontrolünde tutabilmek için; Rusya`daki cumhuriyetleri dolaşıyor, onları kendi maksadında alet edebilmek için. Bütün bunların hepsi, tek kutuplu bir dünyanın kurulması gayretiyle yapılıyor.

 

 

Bunlar yetmiyormuş gibi, bir de ortalığa, “Yeni dünya dü­zeni, kalıcı barış” gibi sloganlar atıyor. Halbuki, bu sloganların al­tında yatan gerçek, büyük İsrail`in kurulması planıdır. Bundan do­layıdır ki Amerika, hiç çekinmeden, çifte standart kullanıyor. Bir yandan Irak`a, “Neden Kuveyt`i işgal ettin? Birleşmiş Milletler ka­rarlarını dinlemiyorsun; geri çekil” deyip 100 bin çıkışla 100 bin ton bomba atıyor, öbür taraftan, kırk seneden beri Birleşmiş Milletler`in kararını dinlemeyen İsrail`in ise sırtını okşuyor, onun, bü­yük İsrail`i kurma planlarına yardımcı oluyor.

 

 

Nitekim, Sayın Demirel`e Bush telefon ediyor ve “Birleşmiş Milletler`de Siyonizm`in ırkçılık olmadığı hakkında karar lehine oy kullanın” diyor. Bilmiyorum, acaba Sayın Demirel, “Bu Siyonizm konusu sizi niye ilgilendiriyor?” diye Bush`a bir soru sordu mu, sormadı mı?

 

 

Niçin ilgilendiriyor?.. Çünkü, Amerika`yı yöneten lobiler, bildiğimiz gibi, Osmanlı`yı yıkan Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar-dır. Onlar, Birinci Cihan Harbi`nden sonra Amerika`ya gittiler, yer­leştiler; Osmanlıyı yıktıkları yetmiyor, şimdi, Amerika`da Lobi ku­rarak, bugünkü Türkiye`yi parçalamak, Ortadoğu`da büyük İsrail`i kurmak için çalışıyorlar. Son yapılan Madrid toplantısı da bunu tescil için yapılmış bir toplantıdır. Çünkü, bu toplantıdan maksat, sureta, Ortadoğu`ya kalıcı barış getirmek diye gösteriliyorsa da, aslında, İsrail`in işgal ettiği toprakların meşrulaştırılması, İsrail`in komşu Müslüman ülkeler tarafından tanınmasının temini, böylece, bugünkü statü pekiştirildikten sonra, buna dayanılarak büyük İsrail adımının kolaylıkla atılabilmesidir. Asıl gaye budur.

 

 

 

 

 

Hak – Batıl Mücadele Ediyor

 

 

Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; zahiren gör­düğümüz hızlı değişmeler, her ne kadar bunlar ise de, biz asıl, bunların temelindeki gerçeği tespit etmek mecburiyetindeyiz; o gerçek de şudur: Aslında, yeryüzünde “hak” ve “batıl” mücadele ediyor. Hak, hakkı üstün tutmak demektir; batıl ise, kuvveti üstün tutmak demektir. Biz, insanlık tarihine kısa bir bakış yaptığımız zaman görüyoruz ki, bugünkü Batının kökü eski Roma, onun kökü eski Yunan, onun kökü eski Mısır, yani, kültür ve medeniyet kökleri firavunlara gitmektedir. Firavunlar, insanlara zulmederken, “Biz zulüm yapıyoruz” diye yapmazlar; tıpkı bugün Amerika`nın yaptı­ğı gibi, “Bu, bizim hakkımızdır” diye yaparlardı; ama, hak anla­yışları yanlıştı. Çünkü, onların hak anlayışına göre, kuvvet hak se­bebidir; onların hak anlayışına göre, çoğunluk hak sebebidir, çıkar, hak sebebidir; imtiyaz hak sebebidir. Bir zihniyet ki, bunları hak sebebi sayıyor, o zihniyetle yeryüzünde huzur bulunamaz. Ancak, ne yazık ki, maddî güç, işte, bugün bunların eline geçmiştir.

 

 

Öbür taraftan, insanlık tarihinde, bir de, hakikî hakkı üs­tün tutan medeniyetler kurulmuştur. Tarihin, yazıyla başladığı söylenir. Mezopotamya`da İbrahim Aleyhisselâm öncülüğünde ku­rulan medeniyete baktığımız zaman, bu, hakkı üstün tutan bir medeniyetti. Bu medeniyet Mısır`ı etkiledi, Mısırlılar bunun etkisi altında kaldı; fakat, bu medeniyeti dejenere ettiler ve kuvveti üs­tün tutan firavunların medeniyetini kurdular. Firavunların medeni­yetinin en üstün zannedildiği bir anda, Musa Aleyhisselâm geldi, yeniden, hakkı üstün tutan bir medeniyet kurdu. Bu medeniyet Yunan`ı etkiledi; Yunanlılar bu medeniyeti dejenere ettiler, kuv­veti üstün tutan bir medeniyet haline çevirdiler. Yunanlıların çok üstün görüldüğü bir noktada, İsa Aleyhisselâm geldi, yeniden hakkı üstün tutan bir medeniyet kurdu. O medeniyet Roma`yı etkiledi, Romalılar “Biz de Hıristiyan olduk” dedikleri halde, Hıristiyanlığı dejenere ettiler, kuvveti üstün tutan bir medeniyet kurdular. Ro­ma medeniyetinin en güçlü zannedildiği bir noktada, İslam mede­niyeti geldi; yeniden, hakkı üstün tutan bir medeniyet asırlar boyu insanlığa saadet verdi. İslam medeniyetinin en üstün gözüktüğü sırada, biz, Viyanaları kuşatırken; bu sefer, Batı, maddî gücü ele geçirdi ve üç asırdan beri de bu üstünlüğü elinde tuttuğu için, şimdi, kuvveti üstün tutan bir zihniyet, insanlığa sadece ıstırap ge­tiriyor.

 

 

Hemen şunu belirtmek istiyorum ki, bütün bu yaşadığımız, sürekli, hızlı depremlerin arkasından, aslında, yeniden hakkı üstün tutan bir medeniyet doğuyor; bir âdil düzen medeniyeti doğuyor. Olayların temelinde yatan gerçek budur. (RP sıralarından alkışlar)

 

 

Şimdi, bu tespiti yaptıktan sonra, bunun delili olarak çok kısaca şunu belirtmek istiyorum: Bakınız, kuvveti üstün tutan Batı medeniyeti, iki ikiz kardeşle, insanlığa asırlardan beri zulüm yapı­yor. Bu ikiz kardeşten biri komünizmdir, 70 sene zulüm yaptı ve if­las etti; öbürü de onun ikiz kardeşi kapitalizmdir. O da insanlığa saadet getirmiyor. Hepimizin bildiği gibi, kapitalist nizam, insan­lıkta zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor; sonuçta sosyal patlamalara sebep oluyor ve ahlâkı çökertiyor. Onun için, kapitalist nizamdan en fazla şikâyetçi olanlardan birisi Papa`dır. “Bu kapitalist nizam bir günah yumağıdır, mutlaka dü­zeltilmesi lazımdır” diye kendisi söylüyor.

 

 

Demin size birkaç cümleyle açıkladığım insanlık tarihin­deki medeniyetlerden herhangi bir medeniyet, en güçlü zanne­dildiği anda nasıl çökmüş ise, bugün de Batı medeniyeti, güçlü zannedildiği bir anda, aslında çökmektedir. İşte buyurun, Körfez Harbi sırasında Amerika Cumhurbaşkanı ve Fransa Cumhurbaşkanı`nın halk arasındaki destek oranlan yüzde 90`a çıkmıştı; şimdi, altı ay geçince yüzde 30`lara düştü. Neden?… Çünkü, kapitalist nizam insanları eziyor, insanlar, harp heyecanı geçtikten sonra, kendi hallerine bakıyorlar ki, ortada saadet diye bir şey yok. Bu sebepten dolayıdır ki, sakın bu görüntüye kimse aldanmasın. Eğer bir müddet sonra Amerika da Rusya gibi darmadağınık olursa buna şaşmayın. Çünkü, kuvveti üstün tutan zihniyetlerin ilelebet payi­dar olmaları mümkün değildir.

 

 

Şimdi, temeldeki bu hak-batıl mücadelesinde, bulunduğu­muz noktada batıl çöküyor hak yeniden hâkim oluyor diye yaptığım bu açıklamayı, diğer bir görüntüyle teyit etmek istiyorum.

 

 

Bakınız, Osmanlı İmparatorluğu asırlar boyu yeryüzünde hakkı hâkim kılmak için çalışmış bir imparatorluktur. Çünkü, hakkı üstün tutan bir devletti. Nitekim, bizim ecdadımız Yugoslavya`da hakkı hâkim kılmak için çalışırken, hatta savaşırken düşman arazi­sinde yediği bir salkım üzümün bile bedelini dalına asıyordu. Sul­tan Fatih, Patrikhane`nin haksız olarak alınmış arazisini kendisine iade ettirmiştir. Öbür taraftan, Kanunî Sultan Süleyman, ta dün­yanın öbür ucu Uzakdoğu`nun Hollandalılar tarafından müstemleke yapılmasına müsaade etmedi -yeryüzünün her yerinde hakkı hâkim kılacak “nizamı âlem” tabiri bizim ecdadımızın tabiridir- bütün dünyada hakkı hâkim kılmak için çalışan bir zihniyete sahipti… Şi­mali Afrika`yı da İspanyolların sömürgesi olmaktan gene bizim ec­dadımız kurtardı.

 

 

Ne var ki, bizim ecdadımız, hakkı hâkim kılmak için dünyanın her tarafında bu vazifeleri görürken, Siyonizm uyu­madı. 1897`de Basel`de Thedor Hertzsel, bugün tatbik edilen Siyonizm politikasını programlaştırdı ve hepimizin bildiği gibi, “Önce İsrail`i kuracağız, sonra büyük İsrail`i kuracağız, sonra Müslümanlığı yeryüzünden kaldıracağız ve siyonizmi dünyaya hâkim kılacağız” diye 3 maddelik planlarını tatbik mevkiine koydular. Bildiğimiz gibi elli yılda birinci adımı attılar, Osmanlı Devleti`ni yıktılar. İtalyan Mason Locası`nın Başkanı Emanuel Karesso`yu Osmanlı Devleti`ni yıkmak için görevlendirdiler. Geldi Selanik`e yerleşti, çeşitli tertipler yaptı ve -yakın tarihi­mizi herkes biliyor- hiç lüzumu yokken Osmanlı Devleti`ni Bi­rinci Cihan Harbi`ne soktu ve Osmanlı Devleti yıktırıldı “İsrail rum. (RP sıralarından alkışlar) O insanların da saadet bulmasını istiyorum. Bunun için, “Siyonizm” ve “Emperyalizm” dediğim zaman, asla bir din kastetmiyorum. Sadece, “Bütün insanlık bizim kölemiz olacak” diye inanıp, bütün dünyayı kendisine esir etmek isteyen bir güç var; bu güç bizi etkiliyor, “Şu insan değil, şu insan sizin dışişleri bakanınız olacak” diyor. Gidiyor, orada toplantılar yapıyor. (RP sıralarından alkışlar) İşte ben, bütün dünyayı kontrol altında tutmak isteyen bu gücü tanıyalım, bu gücün, insanlığı saa­dete ulaşmaktan alıkoymasını elbirliğiyle Önleyelim, diyorum. Ga­yemiz budur; bu tarifleri bunlar için yapıyorum.

 

 

Muhterem arkadaşlarım, bütün bunlar olmuş da ne olmuş? Bulunduğumuz noktadan görüldüğü gibi, dünyada altı tane blok kuruluyor, istesek de istemesek de. Bu bloklardan birisi, Amerika-Kanada… Kendileri bir araya gelip, işbirliklerini geliştirmek istiyorlar. İkincisi, Orta Amerika ve Güney Amerika Ekonomik İşbir­liği Teşkilatı; üçüncüsü, Afrika Birliği; dördüncüsü, Pasifik`te bir birlik; beşincisi, AT; Avrupa tek bir devlet oluyor; altıncısı, Slav Birliği… Bugün, Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna -kendilerinin de ifade ettikleri gibi- Hıristiyanlığa dönüyorlar ve bir Slav birliği ku­ruyorlar. Bu birlikleri sayarsak, dünyada altı tane bloklaşma var; ama, ne yazık ki, asıl olması icap eden bloklaşma yok. Bu nedir? İslam Birliği…

 

 

Huzurlarınızda açıkça ifade ediyorum ki, dünyanın bu gidi­şatı karşısında, hiç kimse, İslam Birliği`nin kurulmasına mani ola­mayacaktır. Bu, kaçınılmaz bir zarurettir. (RP sıralarından alkışlar)

 

 

Bu altı tane birlik kurulduğu gibi, İslam Birliği de mutlaka -Ahmet istemiş, Mehmet istememiş, hiçbir rol oynamayacak- kuru­lacaktır. İslam Birliği kurulduğu zaman ne olacak? Bugün 46 tane Müslüman ülke, 80 tane Müslüman topluluk var; Rusya`da, Balkan­larda ve dünyanın diğer yerlerinde… Bu 80 tane topluluk, önce, kendi birleşmiş milletler teşkilatını kuracak, dünya siyasetine tek bir vücut olarak ağırlığım koyacak. Bu, kaçınılmaz bir gerçektir.

 

 

İkinci bir husus: Bu topluluk birçok haksız tecavüzlere maruz kalıyor… Müslüman ülkeler, mutlaka kendi askerî işbirliği teşkilatlarım kuracaklar; yani, İslam NATO`su kurulacak. Hiç kaçı­nılmaz bir zarurettir, kim ne derse desin… Üçüncüsü; Müslüman ülkeler kendi ortak pazarlarını kuracaklar, Müslüman ülkeler kendi para birimine, İslam dinarına geçecekler ve ondan sonra da Müslüman ülkeler, kendi kültür işbirliği teşkilatını kuracak­lar; bine yakın İslam ülkeleri üniversiteleri ve araştırma ensti­tüleri, artık, hakkı üstün tutan bir zihniyet için araştırma yap­maya başlayacaklardır.

 

 

Eğer bugün bu Müslüman ülkeler henüz dağınık ise, bunun asıl sebebi, Türkiye`deki yönetimlerdir. Bu sebebi sakın başka yer­de ve Müslüman ülkelerde aramayalım. Neden?.,. İşte, bakınız, Türkiye`de yeni bir hükümet daha kuruldu. Programında, en karar­lı cümle olarak “Biz ille AT` ye gireceğiz ve tarihî adım atacağız” yazılı.

 

 

Halbuki, hepsi boş, hiçbir şey yapamayacaklar; çünkü, AT zaten almıyor, Allah`a şükürler olsun. (RP sıralarından alkışlar) O, sadece, onların ne olduğunu gösteriyor.

 

 

Siz şimdi İslam âlemine döner de “Evet, ben asırlardan beri sizinle beraberdim; ama sizi bırakacağım, Hıristiyanlarla tek devlet olacağım” derseniz -soruyorum size- bu Müslüman ül­keler size nasıl sempati duyacaklar? Bizim halimiz budur

 

 

Hepiniz hatırlıyorsunuz, sayın Dışişleri Bakanı -kendisini çok severim, yıllarca da beraber çalıştık- daha ilk gün, Oğuzhan Bey`le beraber bir açık oturuma çıktı -kendisi yararlansın diye söylüyorum- Oğuzhan Bey “Müslüman ülkelerle işbirliği kuralım” dediği zaman, “Şu ülkelerin haline bakın Oğuzhan Bey Bunlarla nasıl işbirliği kurulur?” diye, öyle bir ümitsiz çehre takındı ki, Müslüman ülkelerin elçilerinin hepsi ertesi gün bana geldiler, “Ho­cam, bu sizin arkadaşınızdır, kendisini ikaz edin, işe böyle baş­lamasın” dediler. (RP sıralarından alkışlar) Yani, Dışişleri politika ister; içinizden öyle geçiyorsa dahi, dışarıya öyle göstermeyecek­siniz. (RP sıralarından alkışlar) Bir Dışişleri Bakanı, daha ilk gün, böyle işe başladı mı, sonra gel bunları topla, yapıştır bakalım.. Bunlar bozuyor, biz toplamaya çalışıyoruz.. Halimiz bu.. (RP sıra­larından alkışlar)

 

 

Bakınız, kendimizi aldatmayalım. Burada millî politikamızı görüşüyoruz. Bizim İslam ülkeleri ile münasebetlerimiz dış gü­dümün kontrolündedir; onlar müsaade ettiği kadar gidebilir, onlar müsaade ettiği kadar konuşabilir, onlar müsaade ettiği kadar petrol alabiliriz. Böylece de tabiî, samimî, hakikî bir iş­birliği yapmanın imkânı yoktur.

 

 

Dördüncüsü: Her davranışta İslam âlemine ters düşüyo­ruz. İşte, işe başlarken, önce “İsrail Elçiliğini, büyükelçilik haline getireceğim” diyor; Birleşmiş Milletler`de İslam âlemini bırakıp İs­rail`e uygun oy kullanıyor; Çekiç gücün kuvvetini artırıyor -daha sonra bütün tatbikatlarda görüldüğü gibi- “Barış Suyunu getirece­ğiz” diyor; “Git, Müslüman ülkeleri tahrip et” diye İncirlik`i Ame­rikalılara veriyoruz… Barış Suyu Projesinin de, sonuçta, İsrail’i ku­raklıktan kurtarmak için olduğunu bütün Müslüman ülkeler biliyor.

 

 

Siz, bütün bu davranışları yaparsanız… Müslüman ülkeler sizin uşağınız mı, köleniz mi? Siz, onlara hep ters tavır takının, on­lar sizi sevsinler Bu davranışı sevmezler. Allah`a şükürler olsun ki, onlar, yönetimin başka milletin başka olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu davranış içindeki yönetimler kabuk yönetimdir, milleti temsil etmez. Millet, bütün Müslümanlarla birdir, beraberdir.

 

 

Şimdi, Türkiye`nin dünya olayları karşısında bulunduğu nokta budur. Kimse, İslam âlemimin dağınıklığından dolayı İslam Birliği kurulmayacak zannetmesin. Bakın, huzurlarınızda, ina­narak söylüyorum: Bugün Refah Partisi iktidara gelsin, o anda 1,5 milyarlık İslam âlemi mıknatıslanacak ve bir anda İslam Bir­liği kuruluverecektir. (RP sıralarından alkışlar) Bu iş, Türki­ye`nin davranışına bağlıdır.

 

 

AT`a mı girilecek?.. İslam Birliği`ne mi girilecek?.. Şimdi burada, bu konuyu, bilhassa Hariciyenin kıymetli elemanlarının huzurunda, birkaç cümle ile açıklamak istiyorum ve peşinen bir şeyi belirtmek istiyorum: Demin de söylediğim gibi, İslam Birliği mutlaka kurulacak, Allah`ın izniyle. Biz, vaktiyle “Kıbrıs`ta bir bağımsız devlet kurulması şarttır” dedik, ilk günden itibaren. Bi­zim hükümet ortaklarımız -Sayın Ecevit- dahi, “Aman Sayın Erbakan, böyle söylemeyin. Amerika ile münasebetlerimizi bozuyor­sunuz. Bunun konuşulması bile doğru değil” diyordu. Ben de kendilerine “Be Ecevit, bırak da biz konuşalım. Sen Amerikalıla­ra de ki `Bizim öyle bir ortak var ki..` veya `Bana şunu da ver­men lazım, bunu da…` demen lazım. Gel, takım halinde çalışa­lım; bırak biz konuşalım” diyordum. (RP sıralarından alkışlar) Konuşulmasına bile tahammül edin… Ne oldu?.. Şimdi hepimiz bu­rada, “KKTC`yi güçlendirelim, tanıtalım” diyoruz. Hani vaktiyle konuşulmasına bile kimse razı olmuyordu.. Sonunda, Allah`a şü­kürler olsun, biz haklı çıktık.

 

 

Bakın, yine tarihî bir söz söylüyorum: Hepimiz bu mille­tin evladıyız. İslam Birliği kurulacak. Biz bunu burada söylüyoruz ve ilan ediyoruz. İçinizden biriniz bu gerçeğe ters düşerseniz, yarın, İslam Birliği kurulduğu zaman mahcup ola­caksınız… Bu zabıtları önünüze koyacağız, (RP sıralarından al­kışlar) “Biz bunları söylerken siz hangi galaksideydiniz?” diye­ceğiz.

 

 

Kamer Genç (Tunceli) – Olmazsa; Hoca, siz mahcup olacak mısınız?..

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – Bundan dolayıdır ki, her­kes bir kendine gelsin.

 

 

Ben sizlerle bir odanın içinde ayrı ayrı konuştuğum, tek başıma oturduğum zaman, bana, “Hoca, doğru söylüyorsun. El­bette İslam Birliği… Bu Avrupalılar bizi zaten almazlar” diyorsunuz, buraya geldiğiniz zaman ne oluyorsunuz?. (RP sırala­rından alkışlar) Hangi elektrik sizi sihirliyor da, buraya geldiğiniz zaman kendi aslınıza, kendi özünüze yabancı oluyorsunuz?. Çay içerken başka, burada başka.. Yahu, bırakın artık bu hokus pokusu, bırakın bu dış güçlerin magnetizmasını; kendimize bir ge­lelim; siz çıkın, bu İslam Birliğini bizden daha kuvvetle savunun, biz de sizi alkışlayalım.

 

 

Mustafa Dursun Yangın (Ankara) – Ben senden daha Müslümanım.

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – Aynı milletin çocuğuyuz, hepimiz aynı gayeye sahibiz. Bu söylediklerimizi, bunları, yadırgıyorsunuz diye söylemiyorum; bunları, gelin, hep beraber bu gerçeklere elbirliğiyle sarılalım demek için ifade ediyorum. Çünkü, doğrusu budur, tabiîsi budur.

 

 

Bakın, neden bizim yerimiz AT olamaz: İnşallah, burada, sırf bu konuya ait bir genel görüşme açıldığı zaman, etraflıca ko­nuşacağız; ama, hemen belirteyim ki, yahu, “AT” dediğiniz bir Hı­ristiyan birliğidir. Kim söylüyor bunu? Ben söylemiyorum, kendileri söylüyor. Siz, ille bunu duymazlıktan geliyorsunuz. Adamlar diyor ki, “Yahu, siz bizim aramızda ne arıyorsunuz; niye siz Müslü­manlarla birlik kurmuyorsunuz?” Kendilerinin bütün yetkilileri bunu söylüyor.

 

 

Bu kınanmaz; doğrudur… Gayet tabiî… Biz de bir İslam Bir­liği kurmak istediğimiz zaman, bunu, öbür altı birliğin aleyhine düşünmüyoruz; “Siz de kendi birliğinizi kurun, siz de gelişin, aramızdaki münasebetleri geliştirelim, ticaretimizi, her şeyimizi artıralım” diye düşünüyoruz. Biz, İslam Birliğinin kurulmasını, di­ğer ülkelerin aleyhine olarak düşünmüyoruz; “Herkes kendi böl­gesinde hayırlı bir adım atsın; ama, bırakın da Müslümanlar da kendi birliğini kursun” diyoruz.

 

 

On sene evvel İstanbul`a bir profesör geldi; -ismi lazım değil- dediler ki, “efendim, bizi niye Ortak Pazara almıyorsunuz?” Bu profesör de, konferans verirken, “Siz Hıris­tiyan olmaya karar verdiniz mi?” diye sordu. İşte bitti… Cevabın doğrusu budur… Bunu saklamakla kimin eline ne geçecek? Bakın, geçen gün, Oğuzhan Asiltürk Bey arkadaşımız buraya geldi ve Batı gazetelerinde çıkan bir yazıyı açtı, okudu. Bugünkü Rusya Birliği denen Slav Birliği`nin Ukrayna Cumhurbaşkanı olan zat ne diyor? “Bu Slav birliği, bir Hıristiyanlıktır. Biz, Hıristiyanlığa dönüyo­ruz. Onun için, Müslüman ülkeleri aramıza almaktan hoşlanma­yız” diyor. Onlar bu gerçekleri konuşuyorlar; biz, bu gerçekleri konuşmaktan bile korkuyoruz.

 

 

Nasıl kuruldu bu Avrupa Ortak Pazarı? Bakın, harpten son­ra, 1954 senesinde, Roma`da Katolik toplantısı yapıldığı zaman, Papa XII. Pio, üç tane Katolik devlet başbakanını çağırdı (Adenauer, Schuman ve De Gasperi} bunlara dedi ki, “Yahu, siz, Katolik evlatlarım olarak, yıllardan beri niye birbirinizle harp ediyorsunuz? Amerika gibi tek bir devlet olsanıza” Talimatı o verdi. Üç sene içerisinde, Roma Anlaşması`nı hazırladılar ve 1 0cak 1957 tarihinden itibaren, Roma Anlaşması böylece yürürlüğe girdi. Talimatı veren kim? Papa XII nci Pio. Niçin veriyor? “Bir Ka­tolik birliği, Hıristiyanlık birliği teşkil etsin, Hıristiyan evlatlarım birbiriyle harp etmesin” diye. İyi, güzel; aferin. Biz, bunu takdirle karşılıyoruz; ama, biz de, ille, bin yıllık tarihimizi, bin dört yüz yıllık tarihimizi, asırların tarihini bırakıp da, “Hayır, biz, İslam âlemiyle beraber olmayacağız, bunlarla beraber olacağız” dedi­ğimiz zaman, bütün saygınlığı yitiriyoruz. Kim aslını bırakıp da başkalarına dönüşmek isterse, saygı bulamaz. Etmeyin eylemeyin, kendinizi aldatmayın.

 

 

Öbür taraftan, bakınız, AT kimseye bir saadet getirmiş de­ğil, getirecek de değil; aklanmayalım. Bugün AT dediğimiz şey, açıkça ifade ediyorum, uçurumdan aşağı yuvarlanan bir otobüstür ve içinde de iki tane saatli bomba var. Nedir bu bombalar? Bir ta­nesi, “Bizim kültür kökümüz, eski Romadır, biz kuvveti üstün tutacağız” diyor. Bitti, bundan saadet gelmez; onlar farkında de­ğil. İkincisi, “Bizim ekonomik düzenimiz faizci kapitalist düzen olacak” diyor. İkinci saatli bomba da budur; onları mahvetmek için kâfidir. “Uçurumdan aşağı yuvarlanıyor” diyorsunuz… O ne demek? Ahlâk çöküyor, Avrupa bir perişanlığa gidiyor. Bundan do­layıdır ki, AT` da bir şey var zannetmeyin; AT`ın kendisi imdat istiyor. İşte, 1957`den beri, tam 35 senedir tatbik ediliyor; 1 Ocak 1992`de 35 sene olacak. 35 sene tatbik ettiler ne oldu? Bugün AT`ın her bir ülkesinde, nüfusun yüzde 10`u oranında aç insan var; gidin Paris`e, gidin Londra`ya… AT`ın ülkelerinin her birinde nüfu­sun yüzde 10`u fakirdir; zarurî ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. AT ülkelerinin her birinde nüfusun yüzde 10`u işsizdir; bunu hepimiz biliyoruz. Global rakamlara bakarsanız, trilyonlar var; ama, mikro yapıya indiğiniz zaman, kendi insanına saadet getirmiyor; çünkü, AT` da zengin olanlar, büyük Siyonist holdinglerdir. AT`daki bütün işçilerin reel gelirleri azalıyor, kendi neşriyatlarına bakın… Çünkü, bu kapitalist nizamın insanlara saadet getirmesi mümkün değildir. Gelin, biz, âdil düzene dayanan İslam Birliğini kuralım.

 

 

AT`da, ahlâk çöküyor. İşte Papalığın bültenleri, işte bütün Avrupa ülkelerinin kriminal polis başkanlarının televizyonda yaptıkları konuşmalar… Bir fırsat bulursam, bunların Özetlerini huzur­larınıza getireceğim. Eğer, oradaki ahlâk çöküşünü bir defa dinle­yecek olursak, onların on sene yaşamayacaklarını kesinlikle görü­rüz. Korkunç bir felakete gidiyorlar; çünkü, faiz, ahlâkı bozuyor; haydan gelen huya gidiyor.

 

 

Bu sebepten dolayıdır ki, “AT`a girip tek devlet olacağız. Bizim kanunlarımızı siz yapın” demek… Bu söz nasıl söyleniyor? Nüfusları 400 milyon, biz 60 milyonuz; onlar ne derse o yapıla­cak.. Bizim gibi şerefli bir millet gidecek, onlara, “Ne olursunuz, bizim kanunlarımızı siz yapın” diyecek; söylenen sözün manası bu. Bu nasıl söylenir? Yapılan iş budur

 

 

Ahmet Sayın (Burdur) Öyle değil

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – AT`a gireceğiz, ertesi gün de İsrail girecek; İsrail`le tek devlet olacağız. İşte olay bu­dur. AT`a girmek bütün tarihimizi, kültürümüzü inkâr etmek olur.

 

 

Necmi Hoşver (Bolu) – Hep aynı şeyleri söylüyorsun.

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – AT`a girmek demek, ikin­ci Sevr`i tatbik etmek demektir; çünkü, hepsi gelecek… Bizim bu­günkü otelimizin sahibi, otelin garsonu olacak; çünkü sahibi onlar oluyor. Fabrikanın sahibi, tarlanın sahibi onlar olacak ve bizi gene işçi olarak kullanacaklar; bize teknoloji falan vermeyecekler, gene ikinci sınıf insan muamelesi yapacaklar. Buna mukabil, biz İslam Birliğine girecek olursak, bu takdirde, Lider bir ülke olacağız, 1,5 milyarlık büyük bir pazarımız olacak. Bunların içinde, teknolojide en çok ilerlemiş ülke biziz. En büyük hammadde zenginlikleri Müs­lüman ülkelerdedir. Sadece 5 körfez ülkesiniz on yıllık dış ticaret fazlası 500 milyar dolardır ve bu körfez ülkelerinin Amerikan ban­kalarındaki elli yıldan beri birikmiş paralan 700 milyar dolardır.

 

 

Kamer Genç (Tunceli) – Müslümansalar bu paraları niye oraya yatırıyorlar, bize getirsinler; Türkiye`ye getirip depo etsin­ler.

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – Bakın, biz 50 milyar dolar borç almışız… Onların parasını aldık. Halbuki İslam Birliği`ne girdi­ğimiz zaman, yapacağımız işbirliği sayesinde, bu borçların şu anda bizi sıkıştıran yükünden ve ağır külfetlerinden kurtulma imkânını bulacağız.

 

 

Başkan- Sayın Erbakan, sürenizin dolmasına 5 dakika var.

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sa­yın Başkan.

 

 

Muhterem arkadaşlarım, inşallah bu Yüce Meclis`te AT ko­nusunu konuştuğumuz zaman, bu konuyu daha etraflı bir şekilde görüşme imkânını bulacağız; bunu temenni ediyorum.

 

 

Hemen şunu belirteyim ki, bu kadar önemli bir konu, bu Meclis`te iki defa konuşulmuştur. Araştıracak olursak görülecek ki yirmi, yirmi iki yıl evvel bendenizin verdiği iki tane gensoruyla gö­rüşülmüş; bugüne kadar AT konusu bu Meclis`te bir daha görüşül­memiştir. Şu halimize bakınız.. Onun için, temenni ediyorum ki, bu kadar önemli bir konu, bu Meclis`te enine boyuna görüşülsün.

 

 

Muhterem arkadaşlarım, bu açıklamalarımla şunları ifa­de ediyorum: Türkiye`nin yeri İslam Birliğidir, AT değildir. Tür­kiye 80 tane Müslüman topluluğu bir araya toplayıp lideri olmak imkân ve fırsatına sahiptir; âdil düzeni yeryüzüne hâkim kılıp, bütün insanlığa saadet getirmenin öncüsü olma imkânına sahip­tir. Gelin, bütün dış politika planlarımızı bu temel stratejiye göre tanzim edelim. Edelim de, ne olacak? Şimdi Önemli dış politika ko­nularımıza birer cümleyle cevap getiriyorum. Meselenin aslı ortaya kondu mu, çözümü kolay olur.

 

 

Birincisi, Kıbrıs meselesi. Biz Kıbrıs`ta ne yapacağız? Der­hal federe devlet görüşmelerine son vereceğiz. Neymiş bu federe devlet görüşmesi? Yahu, bizim bir bağımsız devletimiz var. Bir yandan Müslüman ülkelere sözde gidiyoruz, “Bu bağımsız devleti, ne olursunuz siz de kabul edin” diyoruz; öbür taraftan, “İşte Birleşmiş Milletler şunu dedi de, bunu dedi de…” Vay canına.. Sizi biri ipnotize mi ediyor? Allah aşkına bırakın şunu… “Efendim Ame­rika`nın hoşuna gitmez…” Bana ne Amerika`dan? (RP sıralarından alkışlar) Amerika mı bizi yönetecek? Neymiş bu federe devlet? Şu hale bakın… Sözde bağımsız devlet… Biz bu devleti tanımışız. Senelerden beri niçin uğraşıyoruz?.. Rumlarla bir devlet kuracağız, kendi bağımsız devletimizin bağımsızlığım ortadan kaldıracağız Bu nasıl iş?.. Kim zorluyor?.. Rum, bizim peşimizde koşsun. Bırakın bu görüşmeleri, kesin; kesin de, sizi 60 milyon alkışlasın, sizi 1,5 mil­yar alkışlasın, size 6 milyar insan selam dursun. (RP sıralarından alkışlar) Bırakın bu safsataları… Bakın, Refah Partisi Meclis`e girdi ve sesleniyor… Ben de huzurlarınızda Rabbime şükrediyorum ki, ilk defa bunu burada bar bar bağırıyorum: Kıbrıs Devleti`ni tanıttı­rın. Bırakın bu federe devlet saçmalıklarını Allah aşkına.. Ney­miş bunlar?.. (RP sıralarından alkışlar) Bakınız, eğer şu anda sa­yın Rauf Denktaş televizyonun başındaysa, gözünden yaş akıyor ve “Yaşa Erbakan, zaten bir sen varsın burada” diyor ve ben onu da duyuyorum. (RP sıralarından alkışlar) Yapmayın Allah aş­kına… Kendinize gelin… (DYP ve SHP sıralarından gürültüler)

 

 

Kamer Genç (Tunceli) – Araplar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`ni niye tanımıyorlar? Onu söyleyin.

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) – Öbür taraftan bizim ya­pacağımız iş. KKTC`nin refaha kavuşmasına çalışmaktır; bu bir.

 

 

İki: Balkanlar`daki Müslüman topluluklar… İşte, Yugoslav­ya`da dört tane cumhuriyet bağımsızlığına kavuşuyor:   Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Sancak… Bir de Arnavutluk var, Müs­lüman bir ülke, beş tane.

 

 

Biz, bunları korumalıyız, bunları tanımalıyız, onlara yar­dımcı olmalıyız. Bakın Almanya ne yapıyor; Hırvatistan`ı görüyorsunuz- Slovenya`yı hemen kucakladı.

 

 

O, kendi insanlarını kucaklıyor da, biz niye kendi insanla­rımıza yabancı davranıyoruz? Amerika`nın hoşuna gitmiyormuş?.. Bize ne Amerika`dan?..

 

 

Geliniz, Yugoslavya`daki bu kardeşlerimize samimî olarak sahip çıkalım. Bulgaristan`daki ve Romanya`daki kardeşlerimizin durumu da aynı şekilde. Kıymetli arkadaşımız biraz önce konuşur­ken, “Bulgaristan`daki soydaşlarımızın haklan bir dereceye ka­dar korunuyor” dedi. Evet, korunuyor; ama, nereden?.. Allah`tan. Biz bir şey mi yaptık da, Bulgaristan`daki kardeşlerimizi kurtardık? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Orada bunlar kendi ken­dine oluyor; biz burada, “İyi ki böyle oldu” diyoruz. Bizim bu işte hiçbir dahilimiz yok. Nitekim, tam aksi olurken niye kimsenin sesi çıkmıyor?

 

 

Yunanistan`ı niye sona bıraktım? Çünkü, canımıza okuyor da, onun için. Bakın, Yunanistan`da -görüyorsunuz- Müslüman kar­deşlerimizin müftüsünü bile onlar tayin ediyor, ama gelip Türki­ye`deki patriğini kendisi seçiyor, bizim de üç tane bakanımız, gi­dip onlara selam duruyor Bu nasıl iş? Bizim bakanımız oraya vize­siz gidemiyor, onlar buraya vizesiz geliyor..

 

 

Bakınız, Balkanlarda sekiz tane Müslüman topluluk var… İş­te biz, sadece Asya`daki diğer Müslüman ülkelerin değil, onların da ağabeyiyiz; mesuliyetimiz var, hepsini kucaklamalıyız ve onları İs­lam Birliği`ne üye yapmalıyız; gelecekteki İslam Birliği`nin de birer üyesi olacaklarını, “İslam Birleşmiş Milletleri”ne üye olacaklarını şimdiden kendilerine telkin etmeliyiz. Sovyetler`deki Müslüman ülkelerden Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, ayrıca Çeçenler, Dağıstan, Kazan, Başkırtlar da toplam 115 milyon Müslüman kardeşimiz var. Bu Müs­lüman topluluklarla biz, en yakın münasebetlerimizi kuralım. Bun­lara ilaveten bir de Doğu Türkistan var. Bizim bütün millet vekille­rimizin yakınan tanıdığı çok muhterem İsa Yusuf Beyefendi`nin çok mühim bir sözü var; her zaman der ki, “Doğu Türkistanlılara ağ­lama hakkı bile verilmiyor.” Öyle bir zulüm altındakiler ki… Kim bununla ilgilenecek? Biz ilgileneceğiz… Bunların hepsi bizim karde­şimiz. Gelin, Doğu Türkistan meselesini başlı başına bir konu ola­rak görüşelim. Bu kadar sahipsiz… Onlar bizim için canlarını veri­yor; biz ise gidip “Ne olur bizi Ortak Pazar`a alın” deyip duruyo­ruz; başka şey bilmiyoruz.

 

 

Rusya`daki bütün bu cumhuriyetler için 5 madde söylüyorum: En yakın ilişkiyi kurmalıyız, bağımsızlıklarını ilan edenleri tanımalıyız, İslam Konferansı`na onları üye yapmalıyız, ekonomik kalkınmalarına yardımcı olmalıyız. Yabancılar gitti, parselledi bile; çok geç kaldık. Uçaklar dolusu Siyonistler, Yahudi­ler gidiyor; madenleri ve her şeyi parselliyor. Koskocaman binalar 5.000 dolar, 10.000 dolar… Amerika`da nasıl altına hücum edildi ise, bütün o ülkelerde de her şey böyle -biz gözümüzü açıncaya kadar- parsellenip duruyor. Diğer yandan, Slav Birliği`ne giren ül­keleri ikaz etmemiz lazım: “Çıkın buradan, siz kendi aranızda İs­lam Birliği`ni kurun. Şu anda Türkiye`ye bağlanın demiyoruz. Ne arıyorsunuz bu Slav Birliği`nin içinde?” dernek vazifesi bize düşüyor.

 

 

Etmeyin, eylemeyin, bu insanları yanlış yola sevk etme­yin. Amerika bizi aldatıyor, onları emperyalizmde uşak haline getirmek için bizi kullanmak istiyor. Bu mekanizmaya aldanma-yalım.

 

 

Yunanistan`la meselelerimize gelince; Mutlaka, bu adalar­daki tahkimatı söktürmeliyiz. Bundan başka, Ege Denizi`ndeki hak­larımızı korumalıyız. Bakınız, araştırma gemilerimiz bile, artık, Ege Denizi`ne çıkamıyor. Demin de söylediğim gibi, Batı Trakya`daki Müslüman kardeşlerimizin haklarını korumalıyız. Amerika, “Yunanistan`la aranızda mesele istemem” dediği için, oturup, suskun suskun beklemeyiz.

 

 

Böylece, size tam 22 tane Müslüman topluluk bahsettim; bunların çokları da soydaşlarımızdır. Balkanlar`da 8 tane topluluk, 15-20 milyon; Rusya`da 10 tane topluluk, 115 milyon; Çin ve Doğu Türkistan`da 80 milyon, KKTC`de 160 bin, Türkiye`de 60 milyon olmak üzere toplam 280 milyon Müslüman. Kim sahip olacak bun­lara? İşte bu Meclis sahip olacak. Ondan dolayı, geliniz, dış politi­kamızı buna göre ayarlayalım. Sahip olmak demek, burada konu­şup geçmek demek değildir; şu söylediğim beş tane adımı fiilen atmak lazım gelir. Ayrıca, 3 milyon da Avrupa`da işçimiz var. Viyana`nın doğusunda 30 milyon Müslüman var. Bu 30 milyon Müslüman`ın da haklarını korumalıyız.

 

 

Avrupa`daki işçilerimize üçüncü sınıf insan muamelesi ya­pılıyor. Her türlü sosyal haklarda, insan haklarından mahrumdur­lar. Çifte standart uygulanıyor. Bir de bu dazlaklar çıktı başımıza. Niçin? Türkiye uyuyor da onun için. Bütün bunları önleme vazifesi Türkiye`ye düşmektedir. Türkiye, diğer Müslüman ülkelerle kura­cağı iyi ilişkilerle ağırlığını koymalıdır; yapabileceği çok şey vardır. Bakınız, Brüksel`de büyük bir cami var. Neden?.. Vaktiyle, Kral Faysal petrol fiyatlarını artırdığı zaman Belçika “Ne olursun bana petrol ver” dediğinde Kral Faysal da dedi ki, “Bir şartla veririm. Zaten cami mimarisine göre yapılmış olan şu müzeyi cami ya­parsan sana petrol veririm.” Başka çare bulamadılar. Bugün Brüksel`in ortasında koskocaman bir cami varsa, böylece olmuştur.

 

 

Müslüman ülkeler şuurlu olduğu zaman, bütün bu haksızlıkları ön­leme imkânına sahip olurlar.

 

 

Çok kısaca sözlerimi topluyorum:

 

 

Muhterem arkadaşlarım, bakınız, bütün Müslüman ülkeler­le iyi ilişkiler kurmalıyız. Bakınız, açıkça ifade ediyorum: Irak`a konulan ambargonun kaldırılmasında biz öncülük yapmalıyız. Bi­lindiği gibi, Bush, son defa İngiltere`de kurulmuş olan Adalet Komisyonu`nda tespit ettiği gibi, -eski Amerikan Adalet Bakanı da dahil olmak üzere- “10`dan fazla insanlık suçu işlenmiştir” diye onlar karar aldı, sırf, İsrail`in karşısında bir tehdit unsuru olmasın diye, Irak`ı yerle bir ettiler. Peki, Irak Kuveyt`ten çıkalı on ay olu­yor, neden bu ambargo hâlâ kalkmıyor? Siyonizmin intikamı.. Yoksa, bu ambargo, Irak, Kuveyt`i işgal ettiği için konmuştu; Irak Kuveyt`ten çıktı. Hem öyle bir ambargo konmuş vaziyette ki, he­pimizin bildiği gibi, ilaç ve insanların gıdaları dahi gitmiyor. Şu geçmiş olduğumuz aylar içerisinde 68 bin çocuk ölmüştür… Ameli­yat için narkoz yoktur…

 

 

Etmeyin, eylemeyin… Böyle insanlık olmaz. Biz komşuyuz, her zaman birbirimizin yüzüne bakacağız. Kaldı ki,Birleşmiş Milletler`in temel esaslarına göre, ilaç ve gıda maddeleri üzerine zaten ambargo konamaz. Kuzey Irak`taki Kürt-Müslüman kardeşlerimizin de böylece ihtiyaçlarını karşılama imkânımız doğacaktır.

 

 

Güneydoğu Anadolumuz felç olmuştur. Biz ambargoyu kal­dırdığımız anda, kendi yurdumuza hayat gelecektir. 30 bin kam­yon, işsizlikten çürümeye terk edilmiştir. Adamlar bize “Borcu­muza mahsuben petrol verelim” diyorlar, 2 milyar dolarlık petrol verecekler; ama, biz “Hayır biz almayız” diyoruz. Bu nasıl olur?. Bunun, bizim millî menfaatlerimizle bağdaşması mümkün değil. Onun için, eğer ambargoyu biz Amerika`nın müsaadesiyle değil, Türkiye Cumhuriyeti`nin inisiyatifi ile kaldırırsak (RP sıralarından alkışlar) o takdirde, her zaman beraber yaşayacağımız bir komşu Müslüman ülke ile iyi münasebetler kurmuş oluruz… Böylece, hem bütün bu maddî imkânlarla, hem de oranın iman bakımından ala­cağımız müteahhitlik hizmetleriyle çok büyük millî menfaat temin ederiz. Hele, her şeyden önce, gıda ve ilaç bakımından bu ambar­gonun derhal kaldırılmasının icap ettiğini ısrarla belirtiyorum. Ay­rıca, kendi alacağımıza karşılık, petrol boru hattı derhal açılmalı­dır.

 

 

Libya, haksız bir tecavüzle karşı karşıya bulunuyor. Ameri­ka, bir uçak düşürülmesini bahane ederek, şimdi Libya`yı imha etmek istiyor. Sebep açıktır… Çünkü, Libya, Amerika`nın emrine uymuyor. Nasıl Irak`ı yok ettiyse, şimdi de Libya`yı yok edecek.

 

 

İki sene evvel aynı Amerika, “Bu uçağı Lübnan`daki terö­ristler düşürdü, sebebi ise İran`dır” diye İran`a kızıyordu, şimdi “Libya düşürdü” diyor ve Libya`ya kızıyor. Üstelik, kendisi muha­keme etmiş; hem savcı, hem hâkim ve hem de infaz eden.. “Ben bunu suçlu buldum, gelip bombalayacağım.. Şu hale bakın… Altı milyar insan, bu Amerika`nın karşısına çıkmalı… Burada kovboy re­jimi yürümez… Kendi kendine çıkmış, “Ben bunu suçlu buldum” diyor. Nereden suçlu buluyorsun? Bak, Libya diyor ki, “Beynelmi­lel bir mahkeme bunu incelesin, biz de yardım edelim.” Ama Amerika, “Hayır, ben muhakeme ettim, bitti” diyor. Bu nerede görülmüş, bu nasıl dünya yönetimi?

 

 

Bakın, Mısır çıktı ve dedi ki, “Böyle yapamazsınız, bey­nelmilel bir mahkemede yargılanmadan, böyle bir kuvvet kulla­namazsınız. Biz bunun şiddetle karşısındayız.” Biz dedik ki, “Bunu asıl Türkiye yapsın. İslam Konferansı`na gidiyorsunuz, siz Ön ayak olun.” Bizimkilere, önayak olmadılar; ama İslam Konfe­ransı gene de bu kararı aldı.

 

 

Başkan- Sayın Erbakan, lütfen bitiriniz, Riyaseti müşkül durumda bırakıyorsunuz..

 

 

Necmettin Erbakan (Devamla) -Teşekkür ederim Sayın Başkan.

 

 

Muhterem arkadaşlarım, bundan dolayıdır ki, diğer Önemli bir konumuz, Kudüs`ün kurtarılması, Filistin ve İsrail ile münasebetlerimizdir. 1,5 milyarlık İslam âleminin en mühim meselesi bu­dur. Bu İsrail 45 yıldır tecavüz ediyor. Biz, kurduğumuz her üç hü­kümetin programında da, “Ortadoğu`da barışın teessüsü için ilk adım, İsrail`in, haksız olarak işgal ettiği topraklardan geri çe­kilmesidir” diye yazmışızdır. Aradan on beş sene geçti; maalesef Türkiye bu hususta hiçbir ciddî yardımda bulunmadı. İsrail`e Batılı güçler çifte standart tatbik ediyorlar. Madrid Konferansı, büyük İsrail`in kurulması için oynanan bir oyundur. Bakın, İzak Şamir, açıkça beyanlarında -ki, kendisi bir teröristtir bildiğiniz gibi-diyor ki, “Bizim gücümüz, büyük İsrail`e inancımızdan geliyor ve Türkiye bizim emniyet bölgemizdir.” Her şey bu kadar açık­tır.

 

 

Barış Suyu Projesi, İsrail`i kuraklıktan kurtarmak için hazır­lanmış bir projedir. Asla böyle bir oyun oynanmamalıdır. İsrail`i, ne yazık ki, Türkiye şımartıyor; temsilciliğimizi, büyükelçilik düze­yine çıkartmaya çalışıyor; işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi için ciddî bir ağırlık koymuyor. Bütün Müslüman ülkelerle birlikte, Kudüs`ün kurtarılması ve bağımsız Filistin Devletinin kendi toprakları üzerinde yaşayıp, hükümran olmasına Türkiye öncülük etmeli­dir.

 

 

Afganistan mücahitlerinin kendi bağımsız İslam Cumhuri­yetlerini kurmasına yardımcı olmalıyız. Bununla niçin hiçbir ilgimiz yok? Bu cumhuriyeti de, bir an evvel, ECO, yani Türkiye-İran-Pakistan topluluğunun içerisine almalıyız. Keşmir zulmü karşısında sessiz kalamayız. Bütün bunları belirttikten sonra sözümü kapatı­yorum.

 

 

Muhterem milletvekilleri, bütün bunları bir bir saydım. Şahsiyetli bir dış politika… Yeryüzünde hakkı hâkim kılmak, altı milyar insanın saadete kavuşmasına hizmet etmek için biz, bu bir­likleri, bu beraberlik ve bu hizmetleri, başka blokların aleyhine ol­sun diye söylemiyoruz. Bütün bloklar kendi sahalarında gelişsin, biz de onlara yardımcı olalım. AT ile ticarî münasebetlerimizi geliştirelim, kültürel münasebetlerimizi geliştirelim; ama ” Bizim kanunlarımızı siz yapın” demeyelim. Biz, her türlü münasebetle­rin gelişmesine, yeryüzüne barışın hâkim olmasına taraftarız.

 

 

Sözümü kapatırken şunu ifade ediyorum: De Gaulle ne yaptı? Fransa`nın başına gelir gelmez, “Biz de uzaya araç gönde­receğiz, biz de atom araştırması yapacağız” dedi. Onun için, “Efendim, Müslüman ülkeler olarak biz bir araya gelirsek teknolo­jimiz yetmez” sözü, sakın ha, bizi, hakkı hâkim kılma çalışmasın­dan geri bırakmamalı. Biz, onlardan daha üstün teknoloji yaparız; yeter ki, kendimize inanalım. Bugün İslam âleminde, dünyanın en ileri araştırmalarını yaparak Nobel ödülü alan pek çok ilim adamı var. Gelin, vakit kaybetmeden, bir an evvel kendimize dönelim. Görüldüğü gibi, tarihin çok önemli bir dönüm noktasındayız. Yer­yüzündeki altı milyar insanın saadeti için Türkiye`ye çok mühim görevler düşmektedir. Türkiye, hakkı üstün tutan ve adil düzene dayanan yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük yapabilme Önem ve imkânına sahiptir. Bu hizmetlerin yapılması, ancak Batı taklitçi­liğinin ve Batı`ya uşak olma heveslerinin bırakılıp, millî görüşe dö­nülmesi ve “Lider ülke Türkiye” inancına sahip olunmasıyla müm­kündür.

 

 

Muhterem milletvekilleri, geliniz, tarihin şerefli milletinin evlatları olarak, böyle tarihî bir dönüm noktasında, elbirliği ve inanç birliğiyle bu hizmetleri hep beraber yapalım ve bütün insan­lık için en büyük hayrı işlemiş olalım.

 

 

Bu davet ve temenniyle, hepinizi, Refah Partimiz Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Muhterem Başkanım, millet vekille­rimizi, Hükümet üyelerini ve Dışişleri Bakanlığımızın kıymetli elemanlarını, bu yolda hayırlı hizmetler yapacaklarından dolayı, şimdiden tebrik ediyorum ve yeryüzüne huzur, bütün insanlığa da saadetler gelmesini dileyerek, sizi şimdilik Allah`a emanet ediyo­rum. Sağ olun, varolun. (RP sıralarından ayakta alkışlar)

 

 



 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi