“İFTİRA”NIN HEDEFLERİ VE SEBEPLERİ
“İfk”: o konuda masum ve günahsız birisine çamur atmak; ağır bir suçu ve sorumluluğu başkasının sırtına bırakmak, kötülemek istediği kişiler hakkında, asılsız ve alakasız iddialar uydurmak ve yaymaktır.
“İftira” ise: aynı anlamda, yalan ve yakışıksız ithamlarla, hasımlarını ve haset ettiği insanları karalamaktır.
“Bühtan” ise: kendi işlediği cinayet ve rezaletleri, başka insanların üzerine yıkmaktır.
“Kim bir hata (veya kasıtla) bir günah işler de bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, bir bühtanı apaçık bir günahı sırtına almıştır.”[1]
Ancak ne var ki, hemen bütün peygamberler ve hak dava önderleri, böylesi asılsız isnat ve ithamlara maruz kalmış ve çirkin iftiralara uğramışlardır. Bu bir imtihandır.
Ya hakkında kafasına doldurulan yalanlar ve önyargılarla veya solcu ulusalcıların ve sağcı ırkçıların İslam düşmanlığından kaynaklanan saptırma ve sataşmalarıyla Bediüzzaman’a hücum edilmektedir.
Kur’an ayetlerinin, herkesi bağlayan genel hükümleri ve temel prensipleri yanında, her olay, oluşum ve şahsa yönelik özel işaretleri ve gizli beşaretleri (müjde ve alametleri) olabileceği tüm müfessirlerce kabul edilmiştir. Ne var ki, açık haberler ve genel hükümler; bütün Müslümanları bağlayan, iman ve amel edilmesi mecbur tutulan esaslar olmasına rağmen, özel müjdeler ve işari manalar, sadece öyle düşünenleri teselli ve tatmin eden şeylerdir. Ve herkes inanmaya mecbur edilemeyecektir.
Bediüzzaman Hz.leri çok önemli bir İslam Âlimidir, ancak elbette, kendisinin de defalarca itiraf ettiği gibi, özellikle siyasi tercih ve teşebbüslerinde, bazı tevil ve tefsirlerinde hatalı olabilir. Bu tür hatalar ilmi ve vicdani içtihatlar cinsinden ise bir sevap, nefsi ve dünyevi amaçlar içinse bir günah içerir.
Bediüzzaman’ın, Cumhuriyet devrimleri sırasında, “Türk Milletini dinden uzaklaştırmak, manevi ve ahlaki değerlerini yozlaştırmak isteyen çoğu Sabataist bir gizli zındıka komitesinin ve masonik şebekenin tahribatını dizginlemek, ama dış güçlerin desteklediği bu güçleri de idare edip dengeleri gözetmek” isteyen Mustafa Kemal’i, bu hıyanet ekibinin başı zannedip tepki göstermesi de bu cinstendir.
Bediüzzaman’ın 12. Şua’da (Risale-i Nur Külliyatı sh: 989 Nesil yayınları):
“…O kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek (böylece) ordu tahakkümden kurtuluverecek” dediği, yani, Kemalizm kılıfıyla uydurulup zorla uygulanan bir zulüm zihniyetinin tebdil edilip değiştirileceğini, dinsizliğe alet edilen Mustafa Kemal’in gerçek ve gerekli kimliğinin ortaya çıkarılıp, ordu eliyle Kemalizm’in yürütülmesinden vazgeçileceğini haber verdiği hizmet, Milli Çözüm’ün yazdığı “Bizim Atatürk” kitabıyla gerçekleşmiştir. Bu kitabımızdan sonra “Atatürk’ün Dindarlığı” konusunda onlarca kitabın yazılması da dikkat çekicidir.
Bediüzzaman’dan önce nice büyük İslam âlimleri ve tasavvuf ehli, ayet ve hadislerin hususi mana ve mesajlarına, dikkat çekmişlerdir.
Bu tür özel işaret ve beşaretleri nedeniyle Bediüzzaman’ı, hâşâ sapıtmış ve sanki dinden çıkmış gibi gösteren cahil yazarların (Bak. A. Bican Ercilasun. 25 Mart 2012. Yeniçağ) ve tutarsız ilahiyatçıların (Bak. Zekeriya Beyaz. Kendi Belgeleriyle Said Nursi – Sancak Yayınları) Bediüzzaman düşmanlıklarını, Üstadın menfi Milliyetçiliği ve ırkçılık düşüncesini ilmi ve İslami delillerle reddedip çürütmesinde aramak gerekir.
Solcu ulusalcıların Bediüzzaman düşmanlıkları ise, Risale-i Nur’ların Allah’ın varlığını ve iman esaslarını akli, vicdani, Kur’ani ve ilmi delillerle ispat edip, inkârcı tabiatperestliği ve komünistliği çürütüp çöpe attığı içindir; ve bu nedenle Ona sahip çıkan ve saygı duyan kimselere bile edepsizce hücum edilmektedir. (Bak. 28 Mart 2012. Aydınlık. Isparta’ya Said Nursi’li Tanıtım.) Aynı sağcı ırkçıların ve solcu ulusalcıların, şeriatçı Mehmet Akif’e sahip çıkmaları ise hayret vericidir ve herhalde istismar içindir.
Bediüzzaman keskin bir feraset ve önseziyle, Fetullah Gülen CEMAATİ’nin “diyalog ve ılımlı İslam” safsatasıyla, İslam’a saldıran dış düşmanlara yardım ve yataklık yapacaklarını şöyle haber vermektedir:
“Zahiri düşmanların zuhur ve tehacümünde (dış düşmanların ortaya çıkıp Müslümanlara hücum etmesi halinde) dahili adavetleri (içerideki düşmanlık, haset ve rekabet hislerini) unutmak ve bırakmak” lazım gelirken; Şu İslami CEMAAT’e hizmet ettiğini söyleyenlere ne olmuş (yoksa izan ve vicdanları mı bozulmuş) ki, hücuma geçmiş bunca düşman varken, cüzi (küçük ve şahsi) husumetler için, kafir ve zalim düşmanların, ülkemize ve İslam alemine yönelik saldırılarına zemin hazırlıyorlar?!
Bu durum bir sukut (alçalma alametidir), bir vahşet cinayettir ve İslamiyet’e karşı da bir hıyanettir” (Bak.: Mektubat. 21. Mektup. Beşinci Vecih-Elhasıl.)
Çeşitli iftira ve iddialarla kötü gösterilmeye çalışılanlardan birisi de Mustafa Kemal’dir.
İnkârcılığını ve İslam düşmanlığını “Laiklik ve çağdaşlık” kılıfıyla gizlemeye çalışan ve günümüzde “ulusalcı”lığa sığınan kesimler, Atatürk’ü dini ve manevi değerlere inanmayan, hatta bu “gerici düşünceleri(!)” yıkmaya çalışan DİNSİZ birisi olarak göstermektedir ve Atatürk üzerinden kendi dinsizliklerine mazeret ve meşruiyet uydurma gayretindedir.
Aynı şekilde, sözde bazı dindar çevreler ise, yine Atatürk’e “Deccal-yalancı ve İslam’dan uzaklaştırıcı dinsiz hain” diyerek, güya Onun tahribatını ancak kendilerinin tamir edeceğini söylemekte ve Atatürk üzerinden bir din istismarı sürdürmektedir. Dikkat edilirse hem ulusalcı “DİNSİZ”ler, hem de istismarcı “DİNCİ”ler, Mustafa Kemal’i dinsiz göstermektedir. Bu bir tesadüf değildir. Çünkü Dincilerin de, Dinsizlerin de, yuları Siyonist merkezlerin elindedir ve Atatürk’ü böyle göstermek onların işine gelmektedir. Ve zaten bir zamanlar Lozan delegesi, Milletvekili ve bakan yapılırken Mustafa Kemal’e övgüler dizen Rıza Nur gibi mason kahpelerin, daha sonra “Hayat Hatıratım” diye uydurduğu kitaplarda Atatürk’e iz’an ve vicdan dışı, haksız ve ahlaksız isnatlarda bulunması da yine masonların tertip ve teşvikidir.
Türkiye’miz ve Milletimiz, belki de tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birine gelip dayanmıştır; parçalanıp dağılma tuzağıyla karşı karşıyadır.
Şanlı Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan Lozan antlaşmasıyla ertelenen SEVR’in gereği için hazırlıklar son aşamadadır. Ve yeni Anayasa, maalesef ÖZERK KÜRDİSTAN’ı engelleyen maddeleri kaldıracaktır.
Daha da beteri, medya hipnozuyla toplum uyutulmuş ve milli duyarlılıkları kurutulmuş durumdadır.
“Sünnetullah” denilen doğal ve sosyal yasalar gereği, gaflet ve dalalete düşen toplumları: Ya büyük Liderler, Ya da büyük felaketler uyarıp kurtarmaktadır.
Kader, Mustafa Kemal’i sanki
1- İstiklal savaşıyla Türkiye’yi işgalden kurtarmak.
2- Cumhuriyeti kurmak.
3- Yeni medeniyet arsası olacak Anadolu’daki yozlaşıp yıkılmış enkazı kaldırmakla görevli kılınmıştır.
RAHMETLİ ERBAKAN HOCAMIZ İSE:
a- 300 yıldır insanlığı sömürü kıskacına alıp Gizli Dünya Devleti’ni kuran Yahudi Siyonizm’inin maskesini indirip tanıtmış.
b- Siyonizm’in şeytani tezgâhını bozmak üzere, ülke, bölge ve dünya çapında teşkilatlar kurup tedbirler almış.
c- Türkiye merkezli, İslam endeksli ve insan eksenli Adil Düzen projelerini ve emperyalizmin nükleer silah sistemlerini etkisiz bırakacak üstün teknolojileri hazırlamış çok ender ve önder bir lider konumundadır.
İşte bu yüzden, haksızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulu sömürü çarklarına çomak sokulan Siyonist Yahudi lobiler, emperyalist güçler, işbirlikçi masonik merkezler, din düşmanı kesimler ve din istismarcısı çevreler Erbakan Hoca’ya ömrü boyunca hücuma kalkışmışlardır. Aynı salyalı saldırılar vefatından sonra da, mal varlığı bahanesiyle sürdürülmeye çalışılmakta, hem Milli Görüşe sızan münafıklar, hem de fırsatçı odaklarca iftiralar atılmaktadır.
Oysa çok zengin olan Sinop beylerinden annesi tarafından dedesinden kalan arazi ve arsalar,
Ağır ceza reisi rahmetli babasından kalan binalar,
Kendisi aldığı, birkaç ev, arsa, tarla ve yazlık, bazı banka mevduatları,
Ve ortağı bulunduğu bazı şirketteki hisse varlıklarıyla bütün malının karşılığının 148 kg altın değerinde olduğunu;
Yani yaklaşık 15 milyon TL tuttuğunu; kendisinin niye böyle istismara ve dedikoduya müsait şekilde açıkladığını daha şimdi yeni anlıyoruz.
Evet, Hocamızın bugün hem bizzat çocuklarına intikal eden hem de tedbir olarak başka kişiler üzerine kaydedilip gündeme gelen bütün mal varlığı toplamı ancak 15 milyon civarındadır. Yani “cihat paralarını, kendi üstüne yapıp çocuklarına aktardı” iddiaları, alçakça bir iftiradır. Üstelik bu iftiralar, Onun sayesinde adam sınıfına katılan münafıklarca yapılmaktadır. Her şeye rağmen, Hocamız tarafından bütün altyapısı tamamlanan ve Onun sadık talebeleri ve takipçileri eliyle hedefe ulaşacak olan KUTLU DEVRİM yakındır ve yaşanacaktır. Suriye bahaneli büyük bir felaket kapımızdadır, ama bu inşallah zalimlerin yıkılışı ve büyük Türkiye’nin şahlanışıyla sonuçlanacaktır.
Necmettin Aydın’ın basın açıklaması ve yanıtımız:
Merhum Erbakan Hocamızın büyük kızları Zeynep Erbakan Hanımefendi’nin sağlık durumu ile ilgili bilgiler basında yer aldı. Boşanma dosyasından alındığı belirtilen bu raporların Hacettepe ve Gazi Üniversiteleri gibi ciddi kurumlar tarafından verildiği, epilepsi – organik delüzyonel (şizofreni benzeri) mental bozukluk ve bipolar tanıları konulduğu görülmektedir. Raporlardan da anlaşıldığı gibi, bu hastalıklar sürekli ağır ilaç tedavisi, daimi terapi desteği ve stresten uzak bir hayat gerektiren bir durumdur. Çünkü bu tür rahatsızlıklarda ne zaman geleceği belli olmayan fiziksel temelli nöbetler söz konusudur. Daha da önemlisi, psikolojik açıdan aşırı coşku ve arkasından intihara varabilecek depresyon söz konusudur.
Bir psikolog kimliğiyle, kendisinden, ailesinden ve tüm yakınlarından binlerce özür dileyerek bu raporların ne anlama geldiğini özetlemeye çalıştım. Tüm bu açıklamalardaki asıl amacım, öncelikli olarak Zeynep Hanımefendi’yi korumaktır. Gerçeğin bilinmesi onu koruyacak en güvenli kalkandır. Ancak şunu da ifade edeyim ki hastalık asla ayıp değildir; Allah’tandır ve hastalar Allah’ın emaneti ve imtihanıdır. Asıl ayıp olan hastalığın kullanılması, istismar edilmesidir.
Hal böyleyken;
1-Bu durum bilindiği ve bu güne kadar hiçbir siyasi tecrübesi olmadığı halde (Hatta Fatih Erbakan için tecrübesiz denilirken) özellikle bu hanımefendi Hanım Kolları Genel Başkanlığı gibi normal insanlar için bile çok stresli olan bir göreve niçin getirilmiştir? Açıkça içine sokulduğu bu stres ortamı; Türk Ceza Kanunu 84. Maddeye göre ciddi bir suçtur. Zira ‘Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’ TCK Madde 84
2-Bu durum bilinmesine rağmen Zeynep Hanımefendi’nin günlerce teşkilat–teşkilat dolaştırılarak kardeşlerinin, özellikle Sayın Fatih Erbakan’ın aleyhine konuşturulduğu anlaşılmaktadır. Sayın Kamalak’ın “Bu mesele kardeşler arası miras kavgasıdır. Partiyi ilgilendirmez” sözü ile eşinden ve çocuklarından kopmuş bir kişinin kardeşlerine karşı da kışkırtıldığı çok açıktır. Böyle bir yaklaşım, aile bağlarından kopartılmış ve sağlık raporundan anlaşıldığı kadarıyla rahatsız bir kadının depresyonunu artıracağı kesindir. Söz konusu ruh haliyle Zeynep Hanımefendi’nin ciddi manada özellikle kendisine zarar verecek yanlış kararlar alması da kuvvetle muhtemeldir.
3-Bu güne kadar Türk siyasi hayatında hiç olmayan olmuştur. Bir hanımefendi üzerinden, hatta daha kötüsü hasta bir hanımefendi üzerinden siyasi bir operasyon yapılmaktadır. Savaşın bile bir hukuku vardır. Mafya bile, hanımlar ve çocuklar üzerinden vurmaz. (Bu konuyu; SÖZCÜ Gazetesi yazarı Necati DOĞRU bey 17/03/12 tarihli ‘Kız kardeşi silah yaptılar, Fatih ERBAKAN ı vuruyorlar’ başlıklı yazısında çok güzel özetlemiştir).
4-Yine bu süreçte iğrenç bir biçimde Merhum Erbakan Hocamızın kemiklerini sızlatırcasına evlatlarına ve dolayısı ile kendisine zimmet suçlaması yapılmıştır. Tüm Milli Görüş camiası Merhum Liderlerine yapılan bu iftiradan dolayı galeyan halindedir.
Milli Görüş Camiası olanı biteni anlamış ancak kabullenmekte zorlanmakta ve şoktadır. Çok yakında bu şok geçecek Milli Görüş tabanı canlarından çok sevdikleri Milli Görüş davalarına, Hocalarına ve ailesine yapılanların hesabını soracaktır. Aksi takdirde bu haksızlık karşısında susmanın ne olduğu çok iyi bilinir.
Tüm bu olanların baş sorumlusu Genel Başkan olarak Sayın Kamalak’tır. Rahmetli Hocamız ve ailesinin, Davamızın, Saadet Partimizin itibarını, haysiyetini ve şerefini koruyamamıştır. Hatta Rahmetli Hocamızın ailesinin, Milli Görüş Camiasının ve Saadet Partimizin içine fitne sokmuştur. Siyasi, ahlaki, İslami, insani tüm meşruiyetini kaybetmiştir. Derhal istifa etmelidir.
Son olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlık yapmış olan Sayın Erbakan’a ve evlatlarına yapılan bu saldırılar karşısında Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyorum. Saygılarımla
Necmettin AYDIN
20. Dönem Zonguldak Milletvekili
Saadet Partisi Kurucu Üyesi ve Eski Genel Başkan Yardımcısı
Sn. Necmettin Aydın’a şunları hatırlatmak lazımdı:
1.En sinsi ve tehlikeli yalan; eksik anlatılan doğrulardır!
2.“Katıra gücü yetmeyip, palanına saldırmak” çok ucuz ve uyuz bir kahramanlıktır!
3. a. Aziz Hocamız’a yönelik, bu tür iftira kampanyasını; ve asılsız iddialarla çocuklarını birbirine kışkırtma kumpasını başlatanın da…
b. Sn. Mustafa Kamalak’ı bir vitrin mankeni yerine koyanın da, Oğuzhan Asiltürk olduğunu, artık çocuklar dahi anlamasına rağmen, hala suçlu ve sorumlu olarak SP resmi Genel Başkanı’nı gösterip saldırmak, asıl hedefi saptırmak ve camiamızı kandırmak amaçlı bir sahtekarlıktır ve çok çiğ ve çirkin bir Oğuzhan yalakalığıdır!
4.Bir dava için, tehdit ve tehlike unsurlarını önem ve öncelik sırasına koyamamak, AHMAKLIK; ama güya ciddiyet ve cesaret gösterisiyle, gerçek ve çirkef hıyanet odaklarını saklayıp aklamaya çalışmak ise MÜNAFIKLIK’tır.
5.Sn. Mustafa Kamalak’ın, zafiyet ve acziyet içinde olması farklıdır, ama sadece O’nun istifasıyla SP’nin şahlanacağını sanmak farklıdır. Partimizin başında Oğuzhan Asiltürk ve yalakaları bulundukça, getirilecek her genel başkan, maalesef kukla olmaktan kurtulamayacaktır. Öyle ise Milli Görüşçülerin dirilip derlenip bu nifak ekibini davadan uzaklaştırmaları tek ve son şansları ve sorumluluklarıdır!
6.Büyük dava önderleri ve tarihi devrimde değişim rehberleri böyledir; Onların hayatları gibi vefatları da bir imtihan süreci, sadıklar ve sahtekârların ayrışma vesilesi olmaktadır. Bu imtihan öyle kurusıkı kabadayılıkla değil, ancak iman ve vicdan kararlılığıyla kazanılacaktır.
Allah’ın inayet ve selameti, hidayete tabi, hıyanete asi müminlerin üzerine olsun. (Amin)
SP GİK üyeleri bildiri yayınlayarak vicdanlarını bastırmaya ve haklı tepkileri savmaya çalışmışlardı!
Erbakan ailesi içindeki miras kavgası ve Saadet Partisi (SP) Yüksek İstişare Kurulu üyesi Oğuzhan Asiltürk'ün medyaya yansıyan açıklamaları, Milli Görüş'te rahatsızlığa neden oldu. SP Genel İdare Kurulu üyeleri ile il başkanlarından oluşan bir grup bildiri hazırlayarak, başta Erbakan ailesindeki miras kavgası olmak üzere son dönemde parti içinde yaşananlardan rahatsızlıklarını dile getirdi.
Sözcülüğünü parti eski Genel Başkan Yardımcısı Atik Ağdağ'ın yaptığı grubun hazırladığı bildiri partinin Genel İdare Kurulu toplantısında okunarak, parti yönetimine iletildi. Genel İdare Kurulu üyeleri ile il başkanlarının çoğunluğu tarafından imzalanan bildirinin, partinin tabanından da destek gördüğü bildirildi.
Bildiride, Yüksek İstişare Kurulu'nun farklı gerekçelerle aylardır toplanamadığını ve işlevsiz hale geldiği belirtilerek şöyle denildi:
“Erbakan'ın dava arkadaşları, aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle aylardır Yüksek İstişare Kurulu çatısı altında toplanamıyor. İşlevsiz, toplanamayan, karar alamayan, tek adam merkezli Yüksek İstişare Kurulu istifa etmeli.”
Partide tek adamlığa soyunan kişinin Oğuzhan Asiltürk olduğu iddia edilen bildiride, Fatih Erbakan'ın yanı sıra partinin ağabeyleri konumundaki Şevket Kazan, Temel Karamollaoğlu, Yasin Hatipoğlu, Ahmet Tekdal, Recai Kutan gibi eski yöneticilerden oluşan Yüksek İstişare Kurulu üyeleri de eleştirildi.
Erbakanların miras kavgası niye kızıştırıldı?
Bildiride ayrıca, Erbakan ailesinin miras kavgası ve Oğuzhan Asiltürk'ün açıklamaları sert bir şekilde eleştirildi ve parti çalışmalarına zarar verdiği belirtildi. Bildirilerinde, “Genel merkez tarafından, kırk yıllık geleneğimize uygun olmayan, camiamızın kabullenemediği ve sahiplenemediği bazı söylem ve faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Parti yönetiminin sessiz kalması da tabanda rahatsızlık yaratmıştır” görüşlerine yer verildi.
Bildiriden satır başları
Milli Görüş camiasında son yaşanan gelişmeler üzerine, mevcut gelinen durumdan rahatsız olan, camianın geleceği ve sorunların daha fazla büyümemesi için, genel idare kurulu üyesi ve il başkanlarından oluşan bir heyet tarafından hazırlandığı dile getirilen ve 7 maddeden oluşan bildiride şu görüşlere yer verildi:
“Bilindiği üzere Necmettin Erbakan hocamızın vefatından bu yana camiamızı derinden üzen ve gönül dünyamızı yaralayan gelişmeler yaşamaktayız.
-Davamızın kuruluş gayesine, geleneklerine ve hedeflerine uygun olarak, teşkilatlarımızın birlik ve beraberliğini güçlendirmeye yönelik dostane ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamak, tavsiye mahiyetinde önerilerde bulunmak ve alınacak stratejik kararlarda abilik görevini yerine getirmesi gereken YİK, gelinen nokta itibariyle işlevsiz hale gelmiştir. Mevcut haliyle YİK, toplanamayan, karar alamayan ve sadece tek adam merkezli uygulamaların yapıldığı bir yapıya dönüşmüştür.
-Merhum hocamızın camiamıza emaneti olan ailesine yönelik olumsuz hareketler sergilenmiş ve aile içi problemler yaşanmasına sebebiyet verecek tavır ve davranışlarda bulunulmuştur. Bu durum camiamız içerisinde yeni bir tarafgirliğin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Tarafların meselelerin çözümüne yönelik adım atmaktan ziyade, daha da derinleşmesine yönelik adımları ve bu durumun medyaya yansıması maalesef kamuoyu nezdinde merhum hocamızı zan altında bırakmış, teşkilatlarımızda ise büyük bir huzursuzluğa, heyecan eksikliğine ve atalete neden olmuştur.
-Bu süreçte genel merkez tarafından, kırk yıllık geleneğimize uygun olmayan, camiamızın kabullenemediği ve sahiplenemediği bazı söylem ve faaliyetler gerçekleştirilmiştir.
-Teşkilatta yapılan atama ve değişiklikler sürecin nazikliği ve hassasiyeti dikkate alınmadan ve aceleci bir şekilde gerçekleştirilmiştir.
-Mahrem mevzuların uygun olmayan ortamlarda, basın önünde ve provoke edilmeye açık bir şekilde dile getirilmesi, camiamız içerisinde fitne ortamının oluşmasına sebebiyet vermiş, teşkilat mensuplarımızı arazi çalışmalarında zor durumda bırakmıştır.
-Yaşanan bu gelişmeler neticesinde hareketimiz dışa dönük faaliyetlerden ziyade, içe dönük ve yıpratıcı bir yapıya dönüşmüştür.
-Bütün bu menfi durumlar karşısında Genel Merkezimiz, sanki yapılacak her şey yapılmış gibi davranarak, olumsuzlukların daha da içinden çıkılmaz bir hale bürünmesine sebebiyet vermektedir.”
Akl-ı selim'e çağrı
Bildirinin son bölümünde ise, insanlığın kurtuluş ümidinin milli görüş hareketi olduğu savunularak şöyle denildi:
“Ve onun yegâne temsilcisi Saadet Partimiz, yukarıda ifade edilenlerden de anlaşılacağı üzere hem düzgün yönetilmemekte, hem de yanlış ve hatalı tavırlar yüzünden daha da küçülmektedir. Bu itibarla mevcut durumun bütün mesulleri süreci akl-ı selim ile değerlendirmeli, uzlaşmaz bütün tavırlarından vazgeçmeli, farklı taraflar değil aynı ulvi gayeye çalışan tek taraf olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Şayet gerekli adımlar atılmaz ise camiamız 40 yıllık geleneği, yetiştirdiği nesilleri ve bütün bu problemlerin üstesinden gelme iradesinin şuuruyla gerekeni yapacaktır.”[2]
Bu bildiriyi yayınlayan SP GİK Üyelerinin bu tavrı, tarafımızdan şöyle yorumlanmıştı:
1- SP içindeki kasıtlı tahribatlara “Milli Görüşün kökünü kurutmaya” ve çocukları üzerinden Aziz Hocamızı töhmet altına sokmaya yönelik asılsız iddialara karşı en azından bir dava gayreti ve vicdan mesuliyetiyle atılmış ilk adım olması bakımından tebrike şayan bir harekettir.
2- Ancak maalesef; sonuç verici ve sorunu giderici bir tedbir değildir. Sadece “tepkileri törpüleyici” ve haklı olarak feveran eden “vicdanları bastırıp dindirici” bir girişimdir.
3- Çünkü kafa karıştırıcı iftira kampanyalarını ve parti içindeki kamplaşmaları başlatan ve öyle gaflet ve cehaletle değil, bilinçli bir hıyanetle sürekli ortalığı karıştıran Oğuzhan Asiltürk ve ekibi tasfiye edilmedikçe, bu tür cılız tepkiler, kesinlikle sıkıntıları gidermeyecek, tersine kangrenleştirecektir.
4- Oysa bazı GİK üyelerinin temenni ve talepleri bir nevi “ayıp savma” cinsinden ve “uyarı görevimizi yerine getirdik, başka elden ne gelir” kabilinden; yetersiz ve cesaretsiz tespitlerden ibarettir.
5- Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin yol açtığı çıbanlar artık kanserleşmiştir. Milli Görüş bünyesindeki bu kanser urları ancak ameliyatla, yani ciddi ve gerçekçi hazırlıklar ve yeni bir kongre operasyonuyla vücuttan atılabilir, yoksa böylesi pansuman tedbirlerle oyalanmak, sonunda bütün vücudu ölüme sürükleyebilir.
6- Bu süreç, Milli Görüş sadıklarının kendilerini ispat etmek üzere önemli ve belki de son fırsat gibidir. Umuyoruz ki, samimi ve seçme Milli Görüşçüler, Yeni Adil Düzen medeniyetinde, toplumun ıslahı ve kontrol altında tutulması aşamasında birer “MAYA” rolü üstlenecektir. Bir kazan süte atılan bir çay kaşığı mayanın, onu peynire çevirmesi gibi, öyle yalaka ve yalama değil, sadık ve sağlam, cesur ve onurlu Milli Görüşçülere de inşallah kader böyle bir misyon yükleyecektir. Yoksa bu konjüktürde ve hele bu kafa ve kadrolarla “büyük seçim sonuçları alınacak ve Milli Görüş zihniyeti iktidara taşınıp tarihi inkılâplar başaracak” beklentisi hem sünnetullaha terstir, hem de zaten fiili ve siyasi iklim buna izin vermeyecektir. Yani Saadet Partisinin marazlı münafıklardan ve menfaatçi yardakçılarından kurtarılıp, saf ve sağlam bir çekirdek olarak muhafaza edilmesi gerekmektedir.
7- Hâlbuki bazı GİK üyeleri bildirisinde:
a) Partimiz için fitne ve fesat odağı olan kişiler ve ekipler belirtilmemiş, muğlâk ve yuvarlak ifadelerle geçiştirilmiştir.
b) Bunların hangi tahribatları, hangi yöntemlerle yaptıkları, “dava, itaat, biat ve cihat” gibi kavramları nasıl istismara ve suiistimale kalkıştıkları söylenmemiştir.
c) Acil, orta ve uzun vadeli hedefler ve topluma inandırıcı ve umut aşılayıcı projeler bir kelime olsun gündeme getirilmemiştir. Bu cılız itirazlar, taktik ve stratejik tedbirler olarak, sistemli, disiplinli ve organizeli bir tepkiye dönüştürülmemiştir.
d) İl il, ilçe ilçe teşkilat ve tabanımız dinlenip, bilgilendirilip ortak ve caydırıcı bir “irade temsili” gösterilememiştir.
e) Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin, kendi bozuk fıtratlarını ve fırsatçılıklarını çok iyi bildikleri ve dile getirdikleri için, yıllardır suçlayıp dışladıkları, “dava dertlileri ve zor dönem erleri “ile temasa geçilmemiştir.
8- İşte bütün bunlar; yukarıdaki yarım yamalak tepkilerin, mevcut parti işgalini (çünkü Oğuzhan Asiltürk, üç beş yalakası eliyle kendisini Yüksek İstişare Kurulu başkanı ve Milli Görüşün fiili lideri ilan ve işgal etmiştir) ve SP’nin vitrin mankeni bir Genel Başkanla hezimete sürüklenmesine engel ve çare üretecek ciddi ve cesaretli öneriler getirmediğinin göstergesidir.
9- Saadet Partisinde ve Milli Görüşçü derneklerde, fikren ve fiilen bu haksızlık ve hıyanetlere karşı güç ve gönül birliği yapanlar, bunun sevabına ve şerefine erişecek; ama her halükarda, ezeli kaderin sevki ve imtihanın tabii gereği olarak, sadıklarla sahtekârlar mutlaka elenip belirlenecektir.
[2] http://www.haberler.com/milli-gorus-te-miras-kavgasi-rahatsizligi-3501709-haberi/