2013’te yayınladığımız “Amik Ovası ve Yaklaşan Armageddon savaşı” Kitabımızdaki tespit ve tahlillerimizde ne denli haklı olduğumuz defalarca ortaya çıkmıştı. Akdeniz’den ve Güney bölgelerimizden, Kuzey Irak ve Suriye üzerinden kuşatıldığımızı artık Cumhurbaşkanı bile dillendirmeye başlamıştı.
AKP iktidarının normalleşme anlaşması imzalayarak, işgal ve zulümlerine meşruiyet kazandırdığı İsrail’in Arz-ı Mev’ud hayalinin hizmetçisi Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümündeki ABD’nin; Suriye PKK’sı olan PYD ve YPG’ye gönderdiği silahlar 4000 (dört bin) TIR’a yaklaşmıştı. Bu silahlar 55 bin askeri donatacak kadardı ve pek çok devletin bile elinde bulunmayan son sistem saldırı silahlarıydı. Yani stratejik müttefikimiz ABD, hem Kuzey Irak’ta, hem Kuzey Suriye’de kendi güdümünde Kürt devletçikler oluşturmak ve silahlandırmak suretiyle Türkiye’yi kuşatmaktaydı. Zaten Donald Trump; peşin 126, toplam 270 milyar Dolarlık silah satışı anlaşması için Arabistan’a gidişinde: 1- İsrail’in güvenliğini kesinlikle sağlayacaklarını, 2- Bölgede İran’ı en büyük tehdit saydıklarını, 3- İran’la İsrail arasında bir tampon oluşturmak üzere seküler bir Kürdistan’ı kuracaklarını resmen açıklamıştı.
Acaba bütün bu tehdit ve tehlikeleri gören Milli Türkiye ve TSK, Astana’da Rusya ve İran’la varılan mutabakat gereği, ciddi ve caydırıcı bir askeri birlikle Ekim 2017 başında İdlib’e girme kararı almış ve iktidar da buna mecbur mu kalmıştı? Yoksa İsrail ve ABD’nin Kuzey Irak’ta ve Barzanistan’ın altında oluşturulmasını istediği Şİİ KUŞAĞI’na dolaylı destek mi sağlamıştı? Ve yine kendi şeytani planlarının kösteklendiğini gören ABD; FETÖ elebaşı gizli papaza Pensilvanya’da sahip çıktığı halde, biz de FETÖ kapsamında tutuklanan Evangelik papazı ve İstanbul Konsolosluğunda barındırdıkları Türk casusları bahane ederek vize yasağı kararı alarak oyalarken, Kerkük’ü de içine alan İran güdümlü Şii kuşağına meşruiyet mi kazandıracaktı?
Türkiye ve ABD arasında vize krizine neden olan ABD ajanlarının tutuklanmasıyla ilgili yeni bir gelişme yaşanmıştı. Yeni Asır gazetesinin haberine göre; İzmir’de FETÖ’den tutuklu bulunan ve ABD’nin üst düzey ajanlarından olduğu saptanan Papaz Andrew Brunson‘a ait bir ses kaydında, papazın aldatıp ayarladığı bir gence ABD’de özel harp ajanlarının ve subaylarının kullandığı bir su arıtma cihazı, 5 gün aç kalması halinde bile yüksek kalori alabileceği haplar ile soğuk ve sıcağa dayanıklı özel bir fular verdiği anlaşılmıştı. Brunson ses kaydında bu gence, 15 Temmuz 2016’da yapılacak darbe girişimine atıfta bulunurcasına, “2016 yılında yaz aylarında büyük bir deprem olacak. Bunları önemli ve her an bulabileceğin bir yere sakla. O depremden sonra İstanbul ABD Konsolosluğuna benim yanıma gel”tavsiyesinde bulunmuşlardı.
Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye ile ABD arasında yaşanan vize krizine ilişkin, “Öncelikle moralinizi bozmayın. Vize konusu fazla abartıldı. Krizin kısa sürede çözüleceği konusunda iyimserim. Biz açıkçası ABD Dışişleri Bakanlığı’nın rutin bir soruşturmaya verdiği tepkiye çok şaşırdık” diyerek aslında kof palavralarla, iç politika propagandası yapan Sn. Erdoğan’ın tavrının perde arkasını açığa vurmaktaydı. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın da “Bu vize krizi bir günde çözülecek bir meseledir” diyerek bir avuç suda fırtına koparılmaya çalışıldığını dolaylı biçimde vurgulamış olmaktaydı.
AKP iktidarının bunca talan ve tahribattan sonra, çok geç de olsa, Rusya, İran ve Suriye ile ortak bir cephe oluşturması, hayırlı ve yararlı bir adımdı ve elbette buna destek çıkılmalıydı. Ancak bizim kuşkumuz; halâ Amerika’yla stratejik irtibat sürdürülürken, İran ve Rusya ile taktik bir ittifak ne denli kalıcı ve kapsayıcı sonuçlar doğuracaktı? Üstelik Erbakan’ın tarihi D-8 atılımını canlandırmak varken, Siyonizm’in kapitalist Amerika’sına karşı sosyalist Rusya’sına sığınmak ne kadar tutarlıydı ve ne kazandıracaktı? Yarın Rusya ve İran, “Biz İdlib’ten çekiliyoruz, sen de çık…” derse AKP Türkiye’si ne yapacaktı, bir planı var mıydı?
..
makalenin tamamı için tıklayınız…