Anasayfa Gündem HAYAT; SERAB, HAKİKAT İSE; RABB!..

HAYAT; SERAB, HAKİKAT İSE; RABB!..

Yazar: yonetici
0 Yorum 692 Görüntüleyen

HAYAT; SERAB, HAKİKAT İSE; RABB!..

 

Her türlü küfür ve kötülüklerin şu üç günahtan doğduğunu görüyoruz. “3H” olarak hatırda tutacağımız bu anaç günahlar;

1- Hakaret (Hakir görmek),

2- Hırs (Aşırı istek),

3- Haset (Kıskançlık ve çekememek)tir.

Hakaret: Kendisini üstün ve önemli, karşısındakini ise basit ve değersiz zannetmek… Başkalarını hor ve hakir görmek; nefsani bir gururla büyüklenip, rakip gördüklerini küçümsemektir. Azazil’i İblis yapan bu düşüncedir. Bu günahı ilk defa şeytan işlemiştir.

Hırs: Doyumsuz arzular, aşırı tutkular ve nefsani duygular demektir. Aklı örten, vicdanı körelten, gaflete ve şehvete sürükleyen düşüncelerdir. Hz. Adem’i ve Havva validemizi sonunda pişman ve perişan olacakları duruma düşüren işte bu hırs ve hevestir.

Haset: İnsanlara verilen nimet ve faziletleri onlara reva görmemek… Özellikle yakınlarının ve tanıdıklarının maddi ve manevi hoşluklarını ve huzurlarını kıskanıp çekememek… Ve bir bakıma Allah’ın takdir ve taksimini beğenmemektir. Bu kötülüğü ilk işleyen; Hz. Adem’in oğlu Kabil’dir ki, haset yüzünden kardeşi Habil’i öldürmekten çekinmemiştir.

Hakaret’in sebebi kibir ve enaniyet; acı meyvesi ise hile ve hıyanettir.

Hırs’ın sebebi gaflet, neticesi ise; hasaret ve mahrumiyet’tir.

Haset’in sebebi vicdan kirliliği ve iman zafiyeti; neticesi de cinayet ve müsrifliktir, yani fitne ve fesada yönelmektir.

Kibir ve Hakaret’in ilacı: Vahdet (Birlik).

Hırs ve Heves’in ilacı: Kanaat.

Haset ve Fesat’lığın ilacı: Uhuvvet (Kardeşlik)tir.

Her zerrenin ve herkesin Allah’tan gelip, Allah’a döneceğini… Canlı cansız, her şeyde Yüce Yaratıcı’nın tecelli ve tezahür ettiğini… Kendisini mü’minlerin; mü’minleri cemiyetin; cemiyeti ise âlemlerin bir parçası olduğunu ve hepsinin de Rabbimizin eseri ve nefhası olarak meydana geldiğini bilen ve “kesret içindeki vahdeti” (çokluk görüntüsü içindeki gerçek birliği) gören bir insan; yaratılış sırrına ve iman huzuruna ermiş demektir.

Elbette küfre, kötülüğe ve nankörlüğe tepki göstermek ve bunları terbiye etmek de, bir kulluk görevimiz ve olgunluk gereğimizdir. Ama bu uyarma ve önlem alma görevimizi yaparken de; toplumdaki fasıkları ve teşkilattaki münafıkları tanıtırken de: Kendi vücudumuzdaki kanser urlarını ve kangren çıbanlarını kurutmaya çalışır gibi hareket etmelidir.

Çünkü; “bebe”lerin “gebe”lere, “gebe”lerin ise “ebe”lere ihtiyacı olduğu da asla unutulmaması gereken bir gerçektir.

Akılları ve ahlâkları farklı da olsa, bakış açıları ve yaşam tarzları uymasa da; bebelerin, gebelerin ve ebelerin birbirine katlanmak zorunda olduklarını kim inkâr edebilir?

“Müslümanlar tek bir vücut gibidir. Her insan, aynı bedenin ayrı bir organı yerindedir.”

“İnsanlar, ya dinde kardeşimiz ya yaratılışta eşimizdir. İnsanlar, bir tarağın dişleri gibi eşit (haklara sahip)tir.” mealindeki hadislerin hikmet ve hedefini iyi düşünmelidir.

Hiçbir şekilde ve hiçbir bahane ile: “Başkasından bize ne… Neme lazım.” denilmeyecek, bunun yerine:

“8 milyarın hepsi bize lazım” şeklinde düşünülecek ve bu sorumlulukta hareket edilecektir.

Ve zaten; Milli şuur, insani onur ve vicdani huzur da bu değil midir?

Ayşe Işık Gül Hanım’ın bir hikmet meyvesi ve rahmet eseri olan R.A.B.[1] romanının sonunda dile getirdiği gibi:

Her şey ve herkes bir ayna yerindedir. Ve insan o aynalarda kendisinin farklı yönlerini seyretmektedir!..

Evet:

“Bizim o kadar çok versiyonumuz var ki; baktığımız her yerde, her şeyde ve herkeste kendimizi görüyoruz…

Biz aslında başkasını değil, kendimizi arıyoruz. Kendimizi bulduğumuz ve bildiğimiz kadar da Rabbimize ulaşıyoruz…

İnandığımız, inanmadığımız; sevdiğimiz, sevmediğimiz; sadece kendimiziz…

Savaştığımız, barıştığımız; özlediğimiz, beklediğimiz hep kendimiz ve öz benliğimiz…

Kendimizi kendimize tanıtmak ve kanıtlamak en büyük derdimiz…

Bizim geldiğimiz yer, gittiğimiz yer; çıktığımız yer, vardığımız yer; hep kendimiz.

Kınayıp eleştirdiğimiz, kıskanıp esirgediğimiz; ihsanlarda bulunduğumuz, hayran olduğumuz; kin tutup nefret duyduğumuz; alkışladığımız, taşladığımız; onayladığımız, karşı çıktığımız, hepsi, evet hepsi kendimiz.

Attığımız her adımda ve aldığımız her tavırda; kendimize ve özümüze biraz daha yaklaşıyoruz.

Amacımız; tayin ve takdir edilen en ileri durumumuza, makam-ı maksudumuza ulaşmak… Bir gün O’nun çehresinde kendi çehremizi, “Rahman suretinde yaratılan suretimizi” seyre koyulmak!..

“Biz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na dönücüleriz”[2] ayetinin kutsi hikmetine ve gizemli hedefine kavuşmak…

Başkalarında görüp iğrendiklerimiz, kendi gizli çirkinliklerimiz; onlarda fark edip beğendiklerimiz kendi güzelliklerimiz ve olumlu özelliklerimizdir.

Başkaları bizim aynamız gibidir. Aynadaki yüzümüzde gördüğümüz kirler, çiğlikler ve çirkinlikler nedeniyle aynalara kızmak ve onları kırmaya kalkışmak yerine, kendi nefsimizi ve öz benliğimizi düzeltmeye çalışmak; daha akıllı ve yararlı bir girişimdir.

Hz. Ali Efendimizin:

“İyiliğim de, kötülüğüm de sadece kendimedir. Kime kötülük ettimse, kendime ettim; kime iyilik ettimse, yine kendime ettim. Kim bana kötülük etti, o bendim… Kim bana iyilik etti, o da bendim.” sözleri, hikmet ve hakikatin ta kendisidir…

Mutlak hakikat “TEK”ti ve vuslat o gerçeğe erişmekti. Yani damlaların deryaya karışıp birleşmesiydi. Bütün Hak dinler bu hakikatin öğretileri, bütün diller bu hikmetin ifadeleriydi. İnsanlardan cinlere, madenlerden meleklere, hayvanlardan havaya ve göklere; görünen ve görünmeyen her şey, aynı enerji nurunun farklı boyutlardaki görüntüleriydi. Ve ayette buyrulduğu gibi:

“Göklerin ve yerin nuru Allah-u Teâlâ Hazretleriydi.”

 

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi