GÖRÜNÜŞTE ”İSRAİL’E HAKARET” PALAVRASI GERÇEKTE SİYONİZM’E HİZMET POLİTİKASI
Erbakan Hocamızın; Siyonistlerin: “Kim, ben mi? Yahu ben hiç Dinime devletime hıyanet ve zalim İsrail hesabına gayret eder miyim!..” diye diye ve cihad marşlarını söylete söylete, birçok Müslümanları, din ve dava adamlarını kendi şeytani hedeflerine hizmet ettireceği yolundaki sözleri şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Evet bu tür insanların bir kısmı belki farkında olmadan İsrail’in işine yarayacak yanlışlıkları, hayır ve hizmet adına yapıyordu; ama bazıları da maalesef yukarıdaki sözlerle Müslümanları kandırarak bile bile dinine ve davasına hıyanet edip, makam ve menfaat hatırına Siyonistlerle işbirliğine girişiyordu. Çünkü İsrail’e hizmet için ille de CIA ve MOSSAD’a katılmak veya MASON olmak gerekmiyordu ve nasıl olsa Yahudi Lobilerinden boyunlarına özel cesaret madalyaları takılanlara bile hala hüsnü zan ediliyor, hatta kahraman gözüyle bakılıyordu!..
Siyonist odaklar, kendilerine rahat hizmet etsin ve halkını peşinden sürüklesin diye, “asıl adamlarını, azılı düşmanları” gibi gösteriyordu!
Boyunlarına bizzat cesaret (esaret) tasması taktıkları ve BOP’a eşbaşkan yaptıkları siyasi figüranları kahramanlaştırmak, “halkının demokratik desteği ile şer güçlere savaş açmış korkusuz adam” rolüyle siyonizme hizmetlerini kolaylaştırmak için, Lobilerin ürettiği suni senaryolar Takvim yazarları imzasıyla piyasaya sürülüyor ve “Recep Tayyip Erdoğan’la başa çıkamayan, Paralel çeteyle, Gezi tertipleriyle onu yıkamayan ve sandıktan zaferle çıkan Başbakan’la İngiliz ve ABD derin devletleri (Yahudi Lobileri, Rothschild ve Rockefeller aileleri) çaresiz onunla işbirliği yapmaya ve yanında durmaya mecbur kaldılar” palavrasıyla bunların dış merkezlerle irtibatlarına kılıf hazırlanıyordu.
30 Mart Seçim sonuçları, Türkiye siyasetinin tıkandığını ve giderek demokrasiye olan güvenin tükendiğini gösteriyordu. CHP ve MHP iktidar olma hedefini ve ümidini yitirmiş olmanın karamsarlığı, AKP ise, Muhalefete düşme ihtimalini gündeminden çıkarmış olmanın rahatlığı içinde hareket ediyordu. PKK temsilcisi BDP ise CHP ve MHP’den tamamen ayrı ve ırkçılık-ayrımcılık amaçlı bir mecrada ilerliyordu. Bu durumda, ülke sorunlarını aşma, yeni anayasa hazırlama ve geleceği kurgulama işi tamamen AKP’nin sırtında ve sorumluluğunda kalıyor ve tek desteği BDP’den alıyordu. Böyle olunca da AKP iktidarı ve özellikle Erdoğan, her türlü hukuki, hatta ahlaki kuralları hiçe sayarak, keyfince ve siyasi ihtirasları istikametinde davranmaktan çekinmiyordu. Tabi bu pervasız tavır ve tahribatlar, çok ciddi ve sinsi kamplaşmaları ve kaçınılmaz hesaplaşmaları da, alttan altta besliyordu.
AKP’yi dengeleyip dizginlemek üzere, ta kuruluşundan itibaren yanına katılan Cemaat ise, kendisini verilen role fazla kaptırması ve “Küresel bir aktör” Donkişotluğuna soyunması sonucu, ABD derin Lobilerine güvenip (gözlerine girmeyi hedefleyip) Dinimizi ve devletimizi yozlaştırma çabalarını iyice artırıyor ve şımarıyordu. Altının oyulduğunu ve jelatinli kabuğunun soyulduğunu sezen AKP ve Erdoğan, Cemaate karşı taarruza geçiyor ve umduğundan daha kolay püskürtüyordu. Artık iyice rakipsiz ve takipsiz kalan AKP ve Erdoğan:
*Bakanları ve kendi çocukları hakkında yolsuzluk soruşturması başlatan savcıları ve emniyet mensuplarını sürgüne yolluyor,
*Daha önce Oslo’da PKK ile ve İngiliz hakem gözetiminde “devletten gizli görüşme yaptığı” gerekçesiyle ifadeyle çağrılan MİT Başkanı için bir gecede “Başbakanlık izni ve himayesi” kanunu çıkarıyor,
*İktidarın gizli-kirli ilişkileri, Milli Güvenliğimizi ve geleceğimizi tehdit eden tehlikeli girişimleri deşifre edilince, internete erişimi yasaklıyor,
*“Bayrak, Ezan ve İstiklal Marşı” gibi siyasi istismarı suç olan reklam filmlerini YSK’nın kaldırma kararına rağmen “Biz böylesi yasakları takmayız” diyerek devam ettiriyor,
*Ağrı gibi şaibeli seçim sonuçlarını örtbas etmek için YSK hâkimini mecburi izne çıkarıyor, bu da yetmeyince seçimleri iptal ettiriyordu… Ve böylece “İleri Demokrasi”nin ne olduğunu açıkça gösteriyordu!
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…