Hem ziraat ve hayvancılıkta, hem sanayi ve sanatkârlıkta; gerekli, yeterli ve kaliteli mal üretmek… Bunları ucuz, uygun ve ulaşılır hale getirmek, devletin ve hükümetin en önemli görevlerindendir. Çünkü fakirlik; sosyal, ahlâki ve ailevi sorunların baş sebeplerinden birisidir. Hz. Peygamber Efendimizin “Fakirlik kâfirliğe yakındır!..” buyurması bunun içindir. Çünkü ekonomik yetersizlik, işsizlik, fakirlik… Evinin, eşinin ve aile fertlerinin en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bir çaresizlik, her türlü kötülüğe yol açabilir. Cenab-ı Hak, Habibine hitaben: “(Allah) Seni fakir (ve çaresiz bir garip halinde) bulup da zengin (ve yetkin) kılmadı mı?” (Duhâ Suresi: 8) ayetinde bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Mü’minun Suresi 4. ayeti de fakirlikten kurtulmak için çalışmamızı ve Adil bir Düzen kurmamızı istemektedir.
“Onlar (mü’minlerden kurtulacak olanlar) zekât (verecek şekilde helâl kazanmak ve zekât vergisini uygulayacak adil bir düzeni kurmak) için çalışıp gerekli çabayı sarf edenlerdir.”
Erbakan Hocamızın Tarihi Uyarıları!
Erbakan Hocamız, ekonomik ve teknolojik kalkınmayı gerçekleştirmeden, dış güçlerin ve şeytani çevrelerin esaretinden kurtulamayacağımızı şöyle vurgulamışlardı:
“Şu anda Hollanda’da bir inekten günde 50 kg süt alınırken, siz burada yerli ineğimizden hâlâ en fazla 5 kg süt alıyorsanız; öyle topa, tanka bile gerek kalmadan, Hollanda gâvuru bizi sütle boğar, peynir ve tereyağı tenekeleriyle kafalarımızı kırar!..”
Peygamberimiz Medine’ye hicretlerinde, ilk emir ve icraatlarından birisi de, genellikle Yahudilerin güdümünde bulunan çarşı-pazarın Müslümanların eline geçmesini teşvik etmesidir. Çünkü “Fakirlik küfre ve kötülüğe sürükleyen bir etkendir.” (Hadis – Beyhaki) Hz. Peygamberimiz: “Allah’ım fakirlik fitnesinden Sana sığınırım!” diye dua etmiştir. (Buhari – Deavat: 46)
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.lerinin: “Bir konuyu fakru zaruret içinde kıvrananlarla istişare etmeyiniz. Çünkü onların zihinleri geçim sıkıntısı ile meşgul haldedir!..” uyarıları da bunun içindir.
Peygamberimizin Ekonomik Bağımsızlık Kararı ve Medine Pazarı
Ahir zaman Nebisi ve kıyamete kadar her konuda ümmetin rehberi olan Hz. Peygamber (SAV) de iktisadi bağımsızlığın öneminin muhakkak ki çok iyi farkındaydı. Allah’ın inayeti ve tecrübelerin kazandırdığı feraseti ile, Medine’ye hicretin hemen sonrasında ilk icraat olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği oranda hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Resulü’nün (SAV) devletleşmenin bu denli önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu öncelikle oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlar; cami, pazar ve vakıftır.
Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen hicretin hemen akabinde yapılan önemli ikinci icraat olarak; Müslümanların geçimini temin edebilmesi ve ekonomik bağımsızlığa erişmesi için bir pazarın teşkili amaçlanmıştır. Bunun sebebi ise Kureyş ile yapacakları savaşta onlara emniyetli bir ticaret yolu bırakmayıncaya kadar kervanlarına saldırmaktır. Ayrıca Medine’deki pazar tekelini Yahudilerin elinden almaktır. Bundan dolayı Müslümanlara ait, onların hâkimiyetinde, onların kurallarının tatbik edileceği bir piyasa oluşturulması lazımdı. Medine’ye hicretin ardından siyasi ve iktisadi anlamda ilk aşama olarak kurulan Medine Pazarının etkisini, Safvan bin Umeyye’nin şu sözleri açığa vurmaktadır: “Muhammed ve ashabı ticaret yollarımızı kestiler. Onun ashabına karşı nasıl önlem alacağımızı bilemiyoruz. Sahili de boş bırakmıyorlar. Sahil bölgesi halkı Onunla anlaşarak tümden Ona katıldı. (Ne yapalım?) Nerede ikamet edelim, bilemiyoruz. Şayet (burada) yurdumuzda kalsak sermayemizi yiyip tüketeceğiz. Zira Mekke’deki yaşantımız yazın Şam ve kışın Habeşistan ticaretine dayanmaktadır.”[1]
Mekke’den Medine’ye yapılan hicret ile artık Müslümanlar adil bir medeniyetin oluşumuna başlamışlardı. Tabii ki bu oluşum, aynı zamanda bölgede bulunan diğer süper güçlere karşı da bir meydan okumaydı. Artık, Müslümanlar başkalarının hâkimiyeti altında değil, aksine kendi istikametleri ve sistemleri doğrultusunda yaşamaya başlamışlardır. Medine’ye yapılan hicret, bölgede bulunan süper güçlere karşı Müslümanlara ait bir İslam medeniyet tasavvurunu ortaya çıkarmıştı. Bu medeniyet sadece Mekke ve Medine içerisinde yaşayan Müslümanları değil, diğer etnik kökenlere sahip olan tüm Müslümanları da içine almaktaydı. Bu sebeple Hz. Peygamber Efendimizin (SAV) tesis ettiği pazar, sadece ekonomik değil; tüm bâtıla karşı hem psikolojik, hem stratejik, hem de birlik ve beraberlik açısından atılan siyasi bir adımdı. O zamanlarda ister Yahudi olsun, ister Hristiyan, ticaret ve pazar gibi müesseseler tüm bireyler için en büyük güç unsuru sayılmaktaydı. Peygamber Efendimizin (SAV) bu hamlesi ise bâtıl kesime karşı, kendilerinin bağımsız bir güç olduklarının ilanıydı.
Çünkü Müslümanlar asla; “Arapların ve Muhammed’e (SAV) uyanların mallarından ne kapsak kârdır; bu hususta mesul ve günahkâr olmayız. Çünkü onlar Hak yolda değiller’’ zihniyetine sahip Yahudilerin insafına bırakılamazdı. Bu nedenle ilk iş müstakil bir pazar kurmaktı. Hz. Peygamber (SAV) Yahudilerin elindeki Nebit Pazarına giderek birtakım incelemeler yaptı ve “Burası asla sizin pazarınız olamaz” diye uyardı. Sonra ileride (Medine Pazarı adını alan) bir pazara yöneldi, etrafını dolaştı ve “(İşte) Sizin pazarınız burasıdır; bu (pazar) daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır” buyurmuşlardı.[2] Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (SAV) pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyorlardı. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr anlamındadır. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlarda düşüş yaşanacaktı. Tabiatıyla, diğer pazarlara nispetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri bulacaktı.
Hz. Peygamber (SAV) kendi kurdurduğu pazarla bir taraftan mevcut pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada uygulayarak insanları Hak Dine ve yeni düzene alıştırmaktaydı. Aynı zamanda Medine Pazarı, Müslümanların İslami kaideler çerçevesinde ticaret yapabilmelerine imkân hazırladığı gibi, ticaret yoluyla dışa bağımlılıktan kurtulabilme imkânına da fırsat sağlamıştır. [3]
2024 yılında; en düşük ev kirasının 10 bin lira olduğu bir Türkiye’de, emekli maaşının da sadece 10 bin lira olduğu bir Erdoğan iktidarında, milletimizin önemli bir kesimi fakru zaruret ve sefalet içerisinde kıvranmaktaydı. Yeni MB Başkan Yardımcısı Osman Cevdet Akçay, “Türkiye’de ekonomi kopmuş!..” itirafında bulunmuşlardı. Yani Erdoğan iktidarları ve Cumhur İttifakı 22 yıllık tahribatları sonucu ekonomiyi artık dikiş tutmaz şekilde bozmuşlardı ve ülkeyi iflasa yaklaştırmışlardı. Yeni MB Başkanı Fatih Karahan bile 31 Mart Yerel Seçim sonrası nisan ve mayıs aylarında, başta akaryakıt ve doğalgaz olmak üzere, her şeye büyük zamlar yapılacağını ağzından kaçırmıştı.
Sn. Erdoğan Haim Nahum Doktrinini Uygulamaktaydı!
Erbakan Hocamıza göre Lozan’ın dayatılan gizli maddeleri şunlardır:
1- Anadolu insanını aç bırakacaksınız!..
2- Bunları işsiz bırakacaksınız!..
3- Türkiye’yi borca esir edip dış güçlere mahkûm hale sokacaksınız!..
4- İslam Dinini bozacak, halkı şuursuz ve sorumsuz bir dindarlıkla avutacaksınız!..
Emekliler perişandı!
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..