ERBAKAN HOCAYLA İKİ SAAT…
Devlet adamı, ilim adamı, dava adamı söz konusu olduğunda herkesin birçok isim sıralayacağı muhakkak. Ama dünyada ve Türkiye`de yukarda saydığımız bütün özellikleri bünyesinde barındıran ender şahsiyetlerin başında bir isim gelir. O da Prof. Dr. Necmettin Erbakan`dır. Allah vergisi bunca özelliği bünyesinde barındıran Erbakan, hiçbir kibre ve gururlanmaya yer vermeyecek kadar da tevazu sahibi bir şahsiyettir. Öyle ki, bütün ömrü boyunca kurduğu cümleler içinde “ben” sözcüğüne yer vermemiş, hep “biz” deme olgunluğunu gösterecek kadar da vakar sahibidir. İnsanlarla iletişim kurarken nezaket kurallarına azami derecede dikkat göstererek, bu konudaki titizliğini ortaya koyar. Muhataplarını eleştirirken bile en dikkatli cümleleri seçer, Türkçeyi en güzel şekilde kullanır. Nükteli konuşmasıyla dilin zenginliğini ortaya koyar. Bütün zamanını ümmetin meseleleri için harcayan, boşa geçen her saniyeyi israf olarak gören Erbakan`ın yanında bizler çok yetersiz kalıyoruz. Sonuçta Erbakan, Allah`ın son bir asırda Türk milletine verdiği en güzel armağandır. Ama biz kıymet bilmez bir millet olduğumuzu, Erbakan`a vefasızlık göstererek ortaya koyduk. Erbakan, bize rağmen tarihin akışını çevirdi. Kabuğuna çekilmiş bir milleti, dahası İslam dünyasını ayağa kaldırdı. Kırk yıldır ümmeti bir çatı altında toplamak için ömrünü vakfetti. Erbakan`a rağmen Müslüman camianın arasından çıkan bazı kimseler “kulisçilik” yaparak, ayrılık çıkardılar. Fitneye sebep oldular. Ümmeti fırkalara ayırdılar, böldüler, parçaladılar ve böylece Siyonizm`in oyununa geldiler. Erbakan, “en büyük teh Siyonizm” dedikçe, koltuk sevdalısı, kendisini dev aynasında gören birçok cüce, Siyonizm`in hazırladığı oyunda figüran olmaktan geri durmadılar. Böylece ümmetin yaşadığı onca felakete zemin hazırladılar. İslam düşmanlarını cesaretlendirdiler, Müslümanlara karşı zalimce davranmalarına yol açtılar. Afganistan`da, Irak`ta, Filistin`de ve başka bölgelerde Müslümanların maruz kaldığı zulüm, bu duruma açık örnektir.
Erbakan`ın açtığı yol
Türkiye`de Erbakan`ın açtığı yolu kullanarak imkânlara sahip olan mütedeyyin camia, Erbakan`a vefasızlık gösterdi. Demirel`e, Ecevit`e ve başka liderlere gösterdikleri müsamahayı Erbakan`dan esirgediler. Hatta işi Erbakan düşmanlığına kadar vardıran kesimler oldu. Bugün bile bu anlayışı sürdürenler var. Erbakan, “ümmetin birliği” dedikçe, birileri Müslümanlar arasında fitneye sebep oldu, ayrılık çıkardı. Sultan İkinci Abdülhamit`i etkisiz kılmak, tahttan uzaklaştırmak için yaptıkları oyunların benzerini, siyasi hayatı boyunca Erbakan`a karşı oynadılar. Yıllarca Erbakan`ın en yakınında durup “dava” diyenlerin, ilk fırsatta gerçek yüzlerini açığa çıkarıp, davadan anladıkları şeyin siyasi ikbal, dünya saltanatı olduğunu göstermekten geri durmadılar. Bütün bu ihanetlere rağmen, Erbakan, şahsıyla ilgili kimseyle bir tartışmanın içinde yer almadı, yapılan ihanetleri sinesine çekti. Bütün haksızlıklara rağmen hiçbir zaman geriye dönüp bakmadı. Cücelerle uğraşmanın zaman kaybı olacağının bilincindeydi. İslam davası için yolunda yürümeye, ümmetin duvarını güçlendirmek için elindeki tuğlaları özenle yerine koymaya devam etti, ediyor. Ortada Erbakan gibi bir deha, bir bilge lider varken, onu yok saymak, görmezden gelmek bu millete, İslam dünyasına karşı yapılmış en büyük kötülüktür. Bu kötülüğe alet olanlar, zamanla nasıl bir yanlışın içine düştüklerini anlayacaklar. Ama onlara `geçmiş olsun` demekten başkaca söylenecek söz olmayacak. Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan konuşurken, ben yukarıdaki düşünceleri kafamdan geçirdim.
Seksen yaşını aşmış, birçok hastalıkla muzdarip olan bir insanın, sağlıklı bir insanın bile tahammül gösteremeyeceği bir yoğunluğun içinde olması nasıl açıklanabilir. Ya da ne derdi olabilir? Bütün meselesi dünyevi zevklerin peşinde koşmak olanlar için, bu anlaşılmaz bir durumdur. Bu insanlar, Erbakan`ı koltuk sevdalısı biri olarak görürler. Çünkü onların dünyasında böyle bir karşılık vardır. Hâlbuki Allah`ın ayetlerinden haberdar olan ve cihat farzının son nefese kadar yapılması gereken bir ibadet olduğunu bilenler için Erbakan`ın derdiğinin ne olduğu sır değildir. Ömrünün her anını cihat farzıyla taçlandıran Erbakan, ilerlemiş yaşına rağmen bütün fizik kuralları ters yüz ederek önümüzü aydınlatıyor. Bize iyi bir Müslüman olmanın ölçülerini uygulamalı olarak gösteriyor. Cihat yolculuğun insanın son nefesine kadar devam etmesi gereken bir yolculuk olduğunu, bir emeklilik devresinin olmadığını kendi hayatından örneklerle ortaya koyuyor. Daha ellisinde, atmışında kendini davadan emekliye ayıran Müslümanları da böylece ikaz ediyor.
Erbakan`ı dinlerken
Geçtiğimiz hafta başında Erbakan Hoca, Milsan Tesisleri`nde kahvaltılı toplantıda Millî Gazete yazarlarıyla bir araya geldi. Erbakan`ı yakından ilk olarak 1987`de Aksaray`da bir düğün salonunda konuşurken dinlemiştim. Aradan yirmi üç yıl geçti. Hayatımızda çok şey değişti. O gün Erbakan`ın en yakınında olanlar bugün başka limanlara demir attı. Önceliklerini değiştirdiler, başladıkları noktayla geldikleri yer arasında inanılmaz çelişkiler ortaya çıktı. Buna karşılık Erbakan`ın dünyasında değişen bir şey yok. Yirmi üç yıl önce derdini çektiği şeyler neyse, bugün de aynısını hissediyor. O da Müslümanların birliği ve bütünlüğü. Bütün dünyevi sıfatların ötesinde, cihat ruhunu yaşama ve yaşatma arzusunu, “cihat farzını eksiksiz yerine getirmek, bir kulluk görevimizdir” diyerek canlı tutan ve bunu hayatında yaşayan bir liderdir. Çünkü “Namaz dinin direği, cihat ise dinin zirvesidir.” Ve bu gerçeği en iyi kavrayanların başında da Erbakan gelir. Erbakan, Siyonist İsrail tarafından Gazze`ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinde şehit edilenlere rahmet dilerken duyduğu üzüntü yüzüne ve ses tonuna yansımıştı. Filistin Davası`nın Erbakan`ın dünyasında bulduğu karşılık göz önünde bulundurulduğunda, duyulan üzüntünün samimiyeti de anlaşılmış olur. Siyonist İsrail`i deşifre eden ve bu tehden bütün İslam dünyasını haberdar eden ve mazlum Filistin halkı için her daim seferberlik halinde olan Erbakan`ın iç dünyasında kopan fırtınanın büyüklüğünü tahmin etmek hiç de zor değil. Buna karşılık birilerinin, Akdeniz sularında katil İsrail`e karşı savunmasız ve tek başına bıraktıkları insanları, üzerlerine düşen görevi yapmadıkları halde bu insanlar şehit olduktan sonra sahiplenmeleri, bunu bir siyasi şova çevirmeleri de kimlerin bir samimiyet testinden geçtiğini ortaya koyuyor.
Erbakan konuşmasının bir yerinde Millî Gazete`de çalışmanın, yer almanın önemini anlatırken şu tespiti yaptı: “Mutfakta çalıştığınız için sizi sahnede göstermiyorlar. Ama sahnede görünmektense, mutfakta çalışmak daha hayırlıdır.” Erbakan, bu sözleriyle ihlâs ve samimiyete vurgu yaparak, Millî Gazete`de olmanın neye karşılık geldiğini de belirtmiş oldu. Ayrıca “Gayesini bilen insanlar olarak yazılarınızı yazıyorsunuz” derken de, Millî Gazete`de yazmanın sıradan bir iş olmadığını belirtmiş oldu. Erbakan, “Beş milyon nüsha (güdümlü medya) insanlığı aldatmak için, elli bin (Millî Gazete) ise milleti uyandırmak için çalışıyor. Millî Gazete, işte böyle bir görevi ifa ediyor” derken, bir gerçeği de belirtmiş oldu. O da Millî Gazete`nin logosunun altında yazan “Hak geldi, Batıl zail oldu” gerçeğiydi. “Millî Gazete`nin her santimetresi çok kıymetlidir. Millî Gazete`de yazmak ne kadar şerefli bir görev, ne kadar önemli bir mesuliyettir” sözleri, birçok gerçeği özetlemiş oldu.
Erbakan, bir buçuk saatlik konuşması boyunca bizi sarsan cümleler kurdu. Birçok gerçeğin altını çizdi. “Yeniden saadet dünyasını kurmak Müslümanların en büyük görevidir” derken, ardından bunu temellendirecek, “Cihat farzını eksiksiz yerine getirmek bir kulluk görevimizdir” sözünü de ekleyerek, yapılması gereken şeyin de altını çizmiş oldu. Erbakan konuşmasını bitirip, ümmetin davasını yukarıya taşımak amacıyla başka bir toplantıya yetişmek için salondan ayrılırken, ben, “cihat ancak ümmet halinde yapılır” gerçeğini kanlarıyla ispat ederek şahadete ulaşan kardeşlerimizi düşünüyordum
MİLLİ GAZETE ( 10.06.2010 )