Erbakan Devrimi Devam Ediyor: TARİHİ DEVRAN YAKINDIR!
Erbakan herkesi, kendi ayarında ve diyarında idare ediyor, kabiliyet ve kapasitesine göre değerlendiriyordu
Bazı etkili kanaat önderleriyle ve bürokraside yetkili dost şahsiyetlerle irtibat ve istişareler konusunda, Hoca’nın kardeşi ve güvenilen kişi sıfatıyla önemli ve özel hizmetlerde kendisinden yararlanılan; ama parti teşkilatlarında ve yan kuruluşlarda resmi görev verilmeyip, hususi ve samimi dairede tutulan Muhterem Kemalettin Erbakan, “niçin vitrine çıkarılmadığı ve siyasi-resmi makamlardan uzak bırakıldığı?” sorusuna şöyle ilginç, hatta bazılarını itici ve incitici bir yanıt vermişti:
Efendim, bugüne kadar en merkezde olmanıza rağmen isminiz hiç ön plana çıkmadı. Sizi birçok Milli Görüşçü dahi simaen bile tanımaz bunun sebebi nedir?
“Çocukluğumuzda 1943 senesinde Fatih Camii’ne devama başladık. Fatih Camii’nde çok muhterem bir zat var idi, Gümülcineli Mustafa Efendi, çok güzel menkıbeler anlatırdı. O menkıbelerden bir tanesi sorunuza güzel bir cevap olacaktır sanırım.
“Bir gün Harun Reşid kardeşi (olarak bilinen, ama manevi nasihatçi olarak görevlendirildiği bilinmesin diye mecnun rolü üstlenen Behlül Dana)ya, “sen de insanların içerisine gir ve bir takım vazifeler al”, diye telkinde bulunmuş (manevi) kardeşi ise sürekli oyalayıp duruyormuş. Ancak Harun Reşid fazla sıkıştırınca, kardeşi “peki o zaman, ben bir yerlere danışayım, sana öyle cevap vereyim” buyurmuş. Harun Reşid onu takip ettirmiş, “gidin bakın bakalım kime danışacak” diye meraklanıyormuş. Kısa bir süre sonra kardeşi Harun Reşid’in yanına gelmiş ve “ben danıştım, (resmi ve yetkili görev) kabul etmiyorum” deyince Harun Reşid, takip ettirdiği için, “sen sadece tuvalete gittin geldin, başka yere uğramadın ki, kime danıştın” diye sormuş… Manevi kardeşi (Behlül Dana): “tuvalete dökülenlere sordum ve şu cevabı aldım; insanların içine girmeden çok kıymetli, çok lezzetli şeylerdik, ama insanların içine girip çıktıktan sonra bu hale geldik!?”
Bu nedenle vicdani ayarı ve ahlaki duyarlılıkları yozlaşmış insanların arasına karışır ve sorumluluk alırsam bozulmaktan korkuyorum. O batakta temiz kalma kabiliyetini de kendimde göremiyorum” yanıtını alan Harun Reşit, ona hak verip derin derin düşünmeye koyulmuş…”[1]
Ama Erbakan gibi seçkin şahsiyetler; nefsü emmaresinin ve bozuk sistemlerin batağına kapılmış kalabalıkları, bu girdaptan kurtarıp yeniden huzur ve selamete çıkarmak üzere o karanlık dehlizlere atılan, ama üzerine sıçratılan çamurlara rağmen özü tertemiz berrak ve yüzü ak-pak kalan hidayet rehberi kılınmış insanlardır. Peki, milyonları etkileyip hayra yönlendiren Erbakan kendi yakınlarına ve yıllarca yanında kalanlara niye tesir edememiştir? İşte yanıtı Hoca’nın mıknatıs örneğinde gizlidir:
Erbakan Hocamız, bir gazeteciyle sohbet etmektedir. Konu Milli Görüş’te yaşanan fesatlıklarla ilgilidir. Gazeteci, ayrılıkları savunur tarzda konuşunca şöyle bir diyalog gelişir:
Erbakan: Sen zeki çocuksun, seni severim biliyorsun.
Gazeteci: Sağ olun Hocam…
Erbakan: Ama bakıyorum da Siyonizm’in mıknatısı seni de kendine çekmeye başlamış.
Gazeteci: Hocam bir şey sorabilir miyim?
Erbakan: Tabii buyur?
Gazeteci: Bu Siyonizm’in mıknatısı nasıl bir mıknatıstır ki; taa Amerika’dan, İsrail’den bizi çekiyor da, sizin mıknatıs bu kadar yakından çekemiyor.
Erbakan: Çünkü bizim mıknatıs tahtaları çekmez!
Sn. Kemalettin Erbakan Beyefendi, bu röportajına yansıttığı duygu ve saptamalarıyla, Hoca’nın çevresini kuşatan yakın kadroların gerçek fıtratını ve fırsatçılığını, sevdiği ve önemsediği bazı kişileri niye bu tezgâhın dışında tutmaya çalıştığını da ortaya koymaktaydı. Hatta Rahmetli Hocamızın vefatı öncesi hastanede, yoğun bakımda can çekiştiği bir süreçte, sağlığında parti mensuplarını ve sadık dava hizmetkârlarını Erbakan’dan uzak tutmaya çalışan Oğuzhan Asiltürk ve Yasin Hatipoğlu gibi kurmayların(!), doktorların ve yakınlarının bütün uyarılarına rağmen, her gün üç-beş heyeti, güya teşkilat sorunlarını görüştürme bahanesiyle Hoca’nın yanına sokup saatlerce ve aşırı derecede nasıl yorduklarını, sanki bir an evvel ölümünü hızlandırmak istiyor gibi davrandıklarını, Hocamızın da baş-göz işaretiyle bu işkenceye nasıl katlandığını ve usandığını aktaran küçük kardeşi Kemalettin Bey “Bu azaptan ve hıyanet girdabından biran evvel kurtulması niyetiyle, ağabeyinin ölümünü temenni edecek kadar vicdanının daraldığını” itiraf etmekten sakınmamıştı.
..
Makalenin tamamı için tıklayınız…