DÜNYA HAYATININ HAKİKATİ, MADDE VE ENERJİ
Dünya, Gerçek mi, Rüya mı?
Canlı ve cansız bütün varlıklar… Yerler, gökler ve bütün mekânlar… Geçmiş, şimdiki ve gelecek diye bilinen bütün zamanlar… Yaşanmış ve yaşanacak bütün olaylar ve insanlar… Evet, bütünüyle dünya hayatı UZUNCA BİR RÜYA’DAN ve gerçek gibi yaşanan hikmetli ve hakikatli bir hülyadan ibarettir. Tek ve gerçek varlık, yalnız Cenab-ı Allah’ın kendisidir. Diğer her şey Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi sadece “gölge varlıklar ve görüntüler” şeklindeki, Cenab-ı Hakk’ın tezahür ve tecellileridir.
Bu tespit, sadece “dünya hayatının fani ve değersiz” olduğunu anlatmak için yapılan bir (teşbih) benzetme değildir. Veya felsefi bir yaklaşım ve fikir yürütme de değildir. Gerçek şudur ki, Allah’tan başka, hakiki varlıktan söz edilemeyecektir ve dünya hayatı gerçek zannedilen uzunca bir rüyadan ibarettir. Ne var ki, uyurken gördüğümüz rüyalardan dolayı sorumluluk ve sevap söz konusu değildir. Çünkü o rüyalar bizim isteğimiz ve irademiz dışında meydana gelmektedir. Ama dünya hayatı dediğimiz bu rüyada ise, imtihan edildiğimizden ve bizlere cüzi irade ve ihtiyar verildiğinden, sonuçta günah ve sevap kazanılması, cennet ve cehenneme kavuşulması ilahi adaletin gereğidir. Tekrar hatırlatalım; Dünya ve içindekiler, yerler ve gökler ve bütün âlemler elbette vardır ve yüce Rabbimizin yarattığı ve varlığından bizi haberdar kıldığı, O’nun kudret ve rahmet eserleridir. Ancak bütün bunların mevcudiyeti: Hakiki ve daimi değil, fanidir ve gölgedir, yani görüntü ve algı derecesindedir. Katı buz kütlelerinin, ısıtılınca sıvı (su) haline, kaynatılınca buhar haline, daha yüksek kimyevi reaksiyonlara uğratılınca atomların enerjiye dönüşmesi, maddenin sadece gölge ve görüntüden ibaret olduğunun bilimsel bir ispatı niteliğindedir.
Şu anda gayben inandığımız cinleri, melekleri ve diğer ruhani ve nurani âlemleri keşfen görebilsek veya onları seyredecek teknolojik imkânlara erişsek, bize onları soranlara şöyle diyecektik:
“Cinlerin ve ruhanilerin varlığı gerçektir. Bunlar tarafımızdan görüntülenen şeylerdir. Ancak varlıklarının maddi bedenleri mevcut değildir. Cinlerin aynen insanlar gibi yemeleri, içmeleri, evlenip çocuk edinmeleri, iş görmeleri, sevinmeleri, üzülmeleri, imtihana çekilmeleri, iman veya inkâr etmeleri ve takdir edilen bir ömür sürmeleri kesindir. Şu var ki bunlar için maddi cesetlere ihtiyaç hissedilmemektedir, mevcudiyetleri ve görülmeleri için maddi beden gerekmemektedir.”
Dünyanın “gerçek değil, gölge ve görüntü” olduğunu, tarih boyunca birçok din âlimleri ve felsefeciler de fark ve itiraf etmişler, ama bunu herkese ifade etmekten çekinmişlerdir. Ancak bugünkü teknolojik gelişmeler ve ilmi neticelerle, bunun herkese anlatılması ve ispatlanması daha kolay hale gelmiştir.
İmam-ı Rabbani, Muhyiddin-i Arabi, Abdülkerim Ceyli, Bediüzzaman Said Nursi gibi İslam büyükleri, Kur’an’ın işaretiyle, kalp keşfi ve akıl nuruyla bu gerçeği bilmişlerdir. George Berkley gibi bazı batılı felsefeciler ise, müspet bilim ve teknolojik veriler ve akıl yoluyla bu gerçeği görmüşlerdir. Büyük mürşit ve müceddid İmam-ı Rabbani Hazretleri, tüm maddesel evrenin sadece “tecelli ve temsili algılar bütününden” ibaret olduğunu, tek ve mutlak varlığın ise sadece Allah’ın zatı (c.c.) olduğunu, mektubatında şöyle dile getirmektedir: “Allah, yarattığı varlıkların vücutlarını, hakikatte yokluktan başka bir şey yapmadı. Bütün bunları, gölge ve görüntü (sadece algı) derecesinde yarattı. Âlemlerin varlığı his ve vehim (var zannedilen arızi görüntü) derecesinde olup, asla maddi ve zahiri bir varlığa ihtiyaç söz konusu değildir. Gerçek anlamda, zahirde (dış âlemde) Yüce Zat’tan (Cenap-ı Allah’tan ve Onun Celal ve Cemal sıfatlarının yansımasından) başkası yoktur.”[1]
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…