“DARBE”LER KADAR, “DEMOKRASİ DEREBEYLERİ” DE TEHLİKELİDİR!
Atatürk’ün şüpheli ölümünün ardından İsmet İnönü’yü başa getiren ve devrimin kabuklarını alıp asıl kurum ve kavramlarının yönünü tersine çeviren sabataist cunta; sistemi yeniden yapılandırma sürecinde, Türk Silahlı Kuvvetlerini, dış düşmanlara karşı değil, iç düşman gördüğü Müslüman halkımıza karşı kullanacak şartları hazırladı. Maalesef ordumuzun, kendisine asıl tehdit ve tehlike olarak gösterilen Müslüman halkımıza, iç düşman olarak bakması sağlanmaya çalışıldı ve bu yönde sürekli, suni gündemlerle kışkırtıldı. Amaçları, TSK’yı, dış Siyonist destekli iç sabataist ve masonik saltanatının demokrasi kılıflı despotizmine bekçilik yaptırmaktı. Ve bu istikamette nice talihsiz olaylar yaşandı. Ne var ki, Milli Görüşle dirilen ve organize edilen Milli Derin Devlet yeniden Devlet-Millet yakınlaşmasını ve kaynaşmasını sağlamaya başladı ve tüm Milli kurumlardaki sabataist kadrolaşmanın etkinliğini ve direncini kırmayı başardı. Ancak hıyanet odakları, Müslüman Türk toplumu ile ordusunun dayanışma ve yardımlaşma içine girdiğini saklamaya çalışarak, Milletimizle Ordumuz arasında Laiklik kavgaları ve irtica yaygaraları çıkarmaya çalışmaktadır.
Hâlbuki ordumuzun, basit politika oyunlarından ve iç siyaset tartışmalarından uzak tutulması, onun saygınlığını artıracak ve asıl tehdit ve tehlike olan dış düşmanlara karşı hazırlıklarda daha kararlı ve caydırıcı olmasını sağlayacak ve toplumun her kesiminden tam bir güven ve destek alacaktır. Ama emperyalist ve siyonist çevreler ve yerli işbirlikçi hainler ise, Ordumuzun kendi haksız ve ahlaksız sistemlerine bekçilik yapmasını, üstelik Milletimize yönelik bütün hakaretlerin suçunu ve sorumluğunu da sırtına almasını arzulamaktadır. Bu şekilde kasıtlı olarak hırpalanıp yıpratılan ordumuz ise, sürekli dış güçlere ve içimizdeki sabataist şebekeye mahkûm ve mecbur bırakılacaktır. Ama artık bu devran tersine dönmüş bulunmaktadır ve Ordumuz tekrar, Türkiye öncülüğündeki yeni bir Barış ve Bereket (İslam) Medeniyetinin kurulmasını sağlayacak tarihi ve talihli değişime ivme kazandıracaktır. Gerçekten sinsi ve sistemli bir tehlike olan “irticacılık, istismarcılık, ılımlı İslamcılık, radikal şeriatçılık” gibi şeylere, haklı olarak karşı çıkmak ve tedbir almakla beraber, Kahraman Ordumuzun, artık; Milletimizin, yani kendisinin varlık sebebi ve kahramanlık iksiri olan, yüce Dinimiz İslam’la ve dini inançlarını yaşayan Türk halkıyla sanki bir problemi varmış kanaatini yıkacak ve bu kasıtlı karayı aklayacak söylem ve eylemlerle ilgili adımları bir an evvel atması umulmaktadır. İşte bu bağlamda, E. Org. Yaşar Büyükanıt’ın KKK iken yaptığı ABD ziyaretini, farklı bir bakış açısıyla değerlendirmekte fayda vardır. Anahtar cümle Büyükanıt Paşanın şu sözlerinde saklıdır: “Ben ABD’den icazet almaya gelmedim. Türk askeri Atatürk’ün mirası ve Milli anayasası dışında kimseden icazet almaz!…” Hatırlarsanız, Erbakan Hoca’nın ABD ziyareti de “icazet almaya gitti” şeklinde çarpıtılmaya çalışılmıştı.
Darbecelik mi, yoksa demokrasi derebeyliği mi daha tehlikelidir?
“Milli menfaatler” açısından uygulanması “zaruret” halini almış ihtilal yönteminin “hatalı ya da eksik uygulamalar”dan ötürü “yanlış” damgası yiyerek karalanması mı daha doğrudur, yoksa o günün ya da bugünün(!) zaruretleri ile söz konusu yöntem arasındaki bağıntının “gerçekçi” bir bakış açısıyla ele alınması mı? Sorusuna bir cevap bulunmalıdır. “Memleket hiçbir şeyden çekmedi şu darbelerden çektiği kadar!” diyerek “düzenbazlık çarkı demokrasi parkı”nda parsa toplayanlar, birilerini “ihtilalcilik ve demokrasi düşmanlığı”yla suçlayıp yer yer timsah gözyaşlarıyla karışık siyasal hıçkırıklar eşliğinde “Darbelerin Gölgesinde Bir Demokrasi!” edebiyatına sarılıyorlarsa; bunun nedenleri üzerinde iyi durulmalıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ordumuz, Türk Toprakları’nın ve Türkiye İdeali’ni tahakkuk ettirmek için sarf ettiğimiz çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır!” dediği hayati bir kurumun yıpratılmasına göz yumulmamalıdır. Ayrıca bu noktada, esasen bir ilim olması gereken “siyaset”in, “Batı’nın düşmanlarına savaşla yapamadığını diplomasi ile yapma sanatı” haline getirilmeye çalışıldığının altını çizmek de yerinde olacaktır… Ancak bugün bu noktada, “ülkenin bölünmez bütünlüğünü ve milli güvenliğini gözetmek” görevi ile vazifelendirilenler bu yükümlülüğü layıkıyla yerine getirmek şöyle dursun, tüm sorumluluk duygularını ve yasal yükümlülüklerini yitirmişlerken; “demokrasi” denilen “siyaset merkezli” ve asistematize olmuş sistematik yapının hangi mecraya doğru akacağı sualini sormak kaçınılmazdır!
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…