Anasayfa » ”BİLGİ”NİN ÜRETİLME AŞAMALARI VE MANİPÜLASYONLARI

”BİLGİ”NİN ÜRETİLME AŞAMALARI VE MANİPÜLASYONLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 313 Görüntüleyen

”BİLGİ”NİN ÜRETİLME AŞAMALARI VE MANİPÜLASYONLARI

Doğru ve doyurucu bilgi üretmek, maddi ve manevi ihtiyaçları giderici, insanlara huzur ve yarar verici prensip ve formüller ortaya getirmek ilim-bilim adamlarının işidir. Bunlara uygun ve uygar sistem ve yönetimler gerçekleştirmek ise siyasetçilerin görevidir. Ancak ülkedeki, bölgedeki ve dünya genelindeki sosyal ve siyasal girişimleri, ekonomik ve kültürel gelişmeleri kendi çıkarları ve amaçları doğrultusunda şekillendirmek isteyen güçler, toplumları etkilemek ve yönlendirmek üzere dezenformasyon yoluyla bu bilgileri değiştirmekte ve dejenere etmektedir. Yani dezenformasyon; yanlış ve yanıltıcı bilgileri aşılamak ve yaygınlaştırmak için, doğru bilgileri bunlara kılıf yapma sanatı gibidir. Doğru bilgileri yanlış amaçlar için kullanmak üzere, gerçekleri kısmen gizleme veya yalan ilaveler ekleme yöntemiyle sulandırma ve saptırma manipülesidir.

“Hakkı batıl ile karıştırıp örtmeye yeltenmeyin ve bile bile gerçeği gizlemeyin” (Bakara: 42) ayeti, insanları aldatmak ve onların sırtından maddi ve manevi sömürü saltanatı kurmak üzere, Hak ile Batılı, doğrularla yanlışları harmanlayıp sunmanın haramlığına ve yaygınlığına dikkat çekmektedir.

“Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de (bütün) lanet ediciler” (Bakara: 159) ayeti ise, insanların ihtiyacı olan Kur’ani gerçekleri ve doğru bilgileri gizlemek, değiştirmek suretiyle onları yanlış yönlendirenlerin Allah’ın ve tüm mahlûkatın lanetine uğrayacaklarını bildirmektedir. “

(Yönetici ve yetkililerden korkarak veya menfaat umarak) “Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır”  (Bakara: 174) ayeti bu tıynetsiz tiplerin acı ve alçaltıcı akıbetini haber vermektedir.

“Allah’ın ahdini ve (Hak davaya hizmet) yeminlerini az bir değere (siyasi ve dünyevi tercihlere) karşılık satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onları gözetip (yüzlerine bakmayacak) ve onları arındırmayacak (bağışlamayacaktır). Ve onlar için acı bir azab vardır”

“Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu anlatıp yazdıklarını) kitaptan sanasınız (ayet ve hadis gibi algılayıp aldanasınız) diye. Oysa o kitaptan değildir. “Bu Allah katındandır” derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler” (Al-i İmran: 77-78) ayetleri ise dezenformasyon girişimlerinin tarih boyunca süre geldiğini; din bilginlerinin ve devlet yöneticilerinin halkın manevi duygularını ve Milli duyarlılıklarını nasıl istismar ve suiistimal ettiklerini göstermektedir. Özetle dezenformasyon kasten yanlış haber yayarak gerilim yaratma yöntemi ve tahrikçilik karşılığı dilimize Fransızcadan giren Latince kökenli bu söz olup, yanıltma haber ve bilgi çarpıtma anlamlarını içermektedir.

Çağımızda, gerçeği çarpıtılmak ve olduğundan çok farklı tanıtılmak üzere hakkında en çok dezenformasyon yapılan, kasıtlı ve hesaplı bir karalama kampanyasına tabi tutulan şahsiyetlerin başında rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan gelmektedir. Daha önce Sultan Abdülhamit’in ve Mustafa Kemal’in de aynı akıbete uğradığı görülmektedir.

Dezenformasyon, yanlış veya tutarsız bilgilerin kasıtlı olarak yayılması demektir. “Kara propaganda”yla aynı anlama gelir. Sahte belgelerin, el yazmaları ve fotoğrafların dağıtılması veya zararlı söylentilerin ve uydurma istihbaratın yayılması gibi eylemleri içerebilir. İstihbaratta dezenformasyon ise, düşman güçleri yanıltıp yanlış yere yönlendirmek maksadıyla, yanlış bilginin kasıtlı olarak yayılması girişimleridir. Politikada ise dezenformasyon, adayların zayıf noktalarına yönelik olarak çeşitli olumsuz imaları içeren yanlış beyanlar yaymak suretiyle, rakibin oy desteğini azaltıcı kasıtlı eylemlerdir. Her iki durumda da gerçek bilgiyi faydasız kılmaya yönelik bozucu eylemler devreye girmektedir. Dezenformasyon yöntemlerine bir rakibin altını oymak maksadıyla iş dünyasında ve siyasette de rastlanılabilir. İnsanları yalan bilgiye ikna etmek için kandırma ve küstah yanlış beyanlarda bulunma eylemleri de dezenformasyon sınıfına girmektedir. Dezenformasyon, kitlelerin duygusal desteğini hedefleyen geleneksel propaganda ve “Büyük Yalan” tekniklerinden farklı olarak çelişkili bilgilerle rakipleri gözden düşürmek veya yanlış sonuçları desteklemek üzere hedef kitleyi rasyonel seviyede manipüle edecek şekilde biçimlenir.

Bir başka yöntem de gerçekleri gizlemek veya sansürlemektir. Fakat bilgi kanalları üzerinde tam bir kontrolün olmadığı durumlarda bu kanalları dezenformasyon maksatlı bilgilerle doldurarak gerçek-doğru bilgiyi boğmak ve kolayca çürütülebilecek birçok yanlış iddialarla rakibin itibarını sarsmak da birer dezenformasyon yöntemi olarak kullanılabilir. Genel bir dezenformasyon tekniği de bazı gerçekleri ve gözlemleri yanlış sonuçlar ve yalanlarla karıştırmak (daha argo bir tabirle “sulandırmak”) veya gerçeğin sadece bir kısmını bütünmüş olarak sunmaya yeltenmektir. Soğuk Savaş döneminde dezenformasyon askeri ve siyasi bir taktik olarak kabul görmektedir.

İlginç bir Dezenformasyon örneği:

Erdoğan Obama görüşmesinin farklı yansıtılması!

2013 Ramazan Bayramı öncesi arife gününün (çarşamba) gecesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama arasında yapılan telefon konuşmasının ABD ve Türkiye resmi sitelerinde çok farklı yansıtılması ilginç bir dezenformasyonörneği idi.

Obama ve Erdoğan, Mısır’da 3 Temmuz tarihinde gerçekleşen darbeden sonra ilk kez görüşmüşlerdi. Erdoğan’ın talebi üzerine gerçekleşen 7 Ağustos görüşmesiyle ilgili olarak Başbakanlık ve Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamalar büyüteç altına yatırıldığında, bazı farklılıklar dikkat çekiciydi.

Örneğin, Beyaz Saray’ın web sitesine koyduğu basın açıklamasında “Başkan, Başbakan ve Türk halkına Ramazan Bayramı’nın başlangıcı vesilesiyle en iyi dileklerini iletmiştir” denilmekteydi. Buna karşılık, Başbakanlığın web sitesindeki açıklamada “Türk halkına” ifadesinin yer almadığı görülmekteydi. Obama’nın bayram kutlaması Başbakanlığın açıklamasına şöyle girmişti: “ABD Başkanı Obama, görüşme esnasında, Sayın Başbakanımızın Ramazan Bayramı’nı da kutlamış bulunmaktadır.”

Başbakanlığın açıklamasında şöyle bir ifadeye yer verilmişti: “Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Obama, Suriye’de aşırı uçların faaliyetlerine ilişkin kaygılarını dile getirdikleri görüşme sırasında…”  Beyaz Saray’ın açıklamasında ise bu konu şöyleydi: “Başkan ve Başbakan, Suriye’deki yabancı aşırı uçların tehlikesini görüşmüşlerdir”.

Beyaz Saray açıklamasında “foreign extremists” (yabancı aşırı uçlar/çevreler) faktörüne kuvvetli dikkat çekilmişti. Başbakanlık açıklamasında ise “yabancı” unsuruna yer verilmemişti. Buna karşılık, “tüm kesimleri bünyesinde barındıran ve birlikte hareket eden Suriye muhalefetini desteklemenin önem taşıdığı” görüşü her iki açıklamada da hemen hemen aynı ifadelerle belirtilmişti. AKP Ankara’sının özellikle El Nusra’yı muhatap aldığı görüntüsünü vermemek, bu grubu üzerine çekmemek için böyle hareket ettiği sezilmekteydi.

Obama ile Erdoğan, telefon görüşmesinde Mısır’daki gelişmeleri de görüşmüşlerdi. Başbakanlık açıklamasında görüşmenin sonucu açıklanırken “Mısır’daki şiddetten kaygı duyulduğu” ifade edilmişti. Amerikan tarafının açıklamasında ise “Mısır’daki durumdan duyulan kaygılara” dikkat çekilmişti.

Bu arada Erdoğan’ın, Mısır söz konusu olduğunda içinde “darbe” tanımlaması geçmeyen bir açıklama yapmış olması ilginç bir nokta olarak vurgulanabildi. Her iki açıklamanın ortak paydalarından bir diğeri, Erdoğan ile Obama’nın yakın bir işbirliğini sürdürecekleri yönünde vurguladıkları ortak iradeydi.

Ancak burada da dikkat çekici bir durum var. Beyaz Saray açıklamasında “ortak çıkarları geliştirmek için iki liderin ekiplerinin yakın bir koordinasyon yürütmeye devam edecekleri” belirtilmişti. Başbakanlık açıklamasında ise “Türkiye ile ABD’nin ortak maslahatlarını kollamak için, iki ülke arasında daha sıkı bir müşterek çalışma ve daha kapsamlı bir işbirliği yapılması hususlarında da mutabakat sağlandığı” kaydedilmişti.[1]

Evet, Obama ile Erdoğan’ın telefon görüşmeleri kendi resmi sitelerinde ABD ve Türk kamuoyuna çok farklı yansıtılıvermiş, ikisi de Yahudi Lobilerinin sadık müttefikleri olmasına rağmen kendi halklarını avutma yoluna gidilmişti.

Dezenformasyon tekniklerinin doğası gereği, varlığını ve yokluğunu ispatlamak kolay değildir. Hatta dezenformasyonun tanımını araştırmaya kalktığınızda bile dezenformasyona maruz kalabilirsiniz. Halkla ilişkiler, reklam, basın, internet (örneğin forumlar) ve diğer alanlar dezenformasyonun yayılabileceği merkezlerdir. Özellikle halkla ilişkiler alanı, yapılacak eylemin amacına göre basit bir tanıtım olabileceği gibi bariz bir dezenformasyon da olabilir.

Dezenformasyon, yanlış veya doğruluğu kolay kanıtlanamayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgilerdir. Rakiplerini rencide etmeyi, aşağılayıp küçük düşürmeyi amaçlayan “karşı propaganda” ile benzerlik içindedir. Sahte belge, el yazısı, fotomontaj ve montaj filmler ile fabrikasyon istihbarat ve dedikoduların duyurulması gibi yöntemleri bilinir. Sosyal alanda bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek için kullanılan en önemli kullanılan araçlarından biridir. Espiyonaj veya askeri istihbarat alanında dezenformasyon, düşman kuvvetleri yanlış kararlar aldırmaya yönelik olarak çıkartılabilir. Hasım tarafta psikolojik çöküntü oluşturulması ve motivasyonun kırılması için de geçerlidir. Yanlış bilgi üretme ve yayma yoluyla yapılabileceği gibi mevcut bir bilgiyi kötü maksatla kullanma ve çarpıtarak verme yöntemi de uygulanabilir.

Geleneksel propaganda veya “Büyük Yalan” teknikleri toplumsal seviyede hissiyatı motive veya demotive etme amacı taşırken; dezenformasyon, makul seviyede kitleleri kuşkuda bırakan çarpıtma bilgiler veya bu bilgilerin yanlış ve kasıtlı sonuçlara bağlanması yoluyla manipüle etme amacına hizmet etmektedir. Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Bu bilgi alma kanalları tamamen kapatılmadan bırakılabilirse, bu kısıtlı bilgilerin dezenformasyon ile doldurulabilmesi ve hasmın kolayca ispatlanamaz birçok iddialar ile birlikte kuşkulu bir halde bırakılabilmesi mümkün hale gelir. Yukarıdaki Kur’an ayetlerinde de belirtildiği gibi, bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri bazı yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak yaygın dezenformasyon taktiklerdendir. Çağımızda emperyalist güçlerin en sinsi ve tehlikeli politik ve psikolojik silahı, dezenformasyon yani bilgiyi gizlemesi ve değiştirmesidir.

Tarihsel Süreç içinde Dezenformasyon             

Evet, politik, askeri, ekonomik vb. konulardaki pek çok spekülasyonun kökeninde yatan dezenformasyon kavramı, kısaca “yanlış bilginin kötü niyetli dağıtımı” olarak tanımlanabilir. Bazıları Dezenformasyonu “Devletlerin savaş zamanı askeri amaçlarla, totaliter hükümetlerinse barış zamanı politik hesaplarla ürettikleri yanlış bilgiler” olarak ifade etmektedir. Bu çerçevede kavramın kapsamına, “sahte belgeler, elyazmaları, fotoğraflar, zararlı dedikodu (tevatür) ve yapay istihbarat” konuları da girmektedir. Dezenformasyon’un amacı, çatışmalara yol açacak derecede itibar bozucu bilgiler yayarak, ya da yanlış çıkarsamalara destek çıkarak, hedef aldığı kitleyi zihinsel yönden etkilemektir.

Dezenformasyon kavramının tarihsel kökenleri, çok eski çağlara dayanmakla birlikte, planlı bir taktik olarak Sovyetler Birliği’nin kuruluş günlerine kadar uzanıverir. Kavram 1918’de, o dönemde GPU olarak adlandırılan Sovyet gizli servisi KGB tarafından ‘dezinformatsiya’ biçiminde kullanılmaya başlanmış ve batı dillerine geçmiştir. Bunu izleyen süreçte, GPU ikinci başkanı I.S. Inshlikht, ilk dezenformasyon merkezinin kuruluşuna öncülük ederek, kavramın özel bir silah olarak kullanımını gündeme getirecektir. Dolayısıyla, dezenformasyon kavramının, “Soğuk Savaşın bir ürünü olduğu söylenebilir.

Tarihsel süreç içinde, bilinen en klasik dezenformasyon örneklerinden biri, II. Dünya Savaşı sırasında, İngiliz istihbaratının, Alman Silahlı Kuvvetlerini, Normandiya Çıkartması sırasında var olandan çok daha büyük bir kuvvetin çıkartma yapacağına inandırması gösterilir.

Diğer bir örnek ise, 1960’larda ClA’nin, Endonezya Başkanı Sukarno’yu Müslüman kamuoyu önünde zayıflatarak devirmek için, Sukarno’ya benzeyen bir kişinin rol aldığı, pornografik içerikli bir filmi dağıtmasıdır.

Kore Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletlerini, “köyleri basmak, sivil halkı vurmak ve biyolojik-kimyasal silahlar kullanmakla” itham etmesi; bilinen diğer bir dezenformasyon uygulamasıdır. Gerçekte Sovyetler Kore’de Şarbon kullanmış ve suçu da Amerikalılara atmıştır. Bugün Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de hem Şiilerin hem de Sünnilerin camilerini ve kahvehanelerini bombalayan Amerika’nın, El Kaide’yi suçlu göstermesi bunun bir devamıdır.

Dezenformasyon kampanyalarının bazen ters tepmesi de görülebilen bir durumdur. AİDS hastalığının ortaya çıktığı 1980’lerin başında, Sovyetlerin bu hastalığı ABD’nin siyahlara karşı geliştirdiği ve bir biyolojik silah olarak kullandığı yönündeki kampanyası, 1987’de Amerikalıların AIDS hastalığının tedavisi amaçlı araştırmalar konusunda Sovyetlerle işbirliğini kesebilecekleri tehdidi üzerine, durdurulmuştur. Dezenformasyon uygulamalarının kimi zaman denetimden çıktığı, saçmalık derecesindeki sonuçlara yol açtığı ve aslında zaten böyle olmasının amaçlandığı durumlar da vardır. Bunların en bilineni, 1960’larda Fransa’daki küçük bir gizli cemiyet olan ‘Prieure de Sion’ (Sion Manastırı) cemiyetinin rahibi Pierre Plantard’ın yaydığı, manastır ve cemiyetinin kökeninin orta çağlara dek gittiği öyküsüdür. Sahte belgeler ve dedikodularla yayılan bu kampanya, 1980’lerde bir dizi araştırmacının ilgisini çekerek, Plantard’ın aslında Hz. İsa’nın soyundan geldiğini iddia eden değişik araştırmaların ortaya çıkmasına, hatta konunun geçtiğimiz yıllarda sıkça gündeme gelen ve filmi dahi çekilen Dan Brown’un ‘Davinci Şifresi’ adlı romanına kadar girmesine yol açmıştır.

Aktif Önlemler ve Propaganda Türleri

Yukarıda sözü edilen özel dezenformasyon merkezinin kuruluşu, Sovyet ve Rus güvenlik servislerinin (Cheka, OGPU, NKVD, KGB, GRU, FSB ve SVR) kullanageldiği ‘Aktif Önlemler’ adı verilen bir dizi uygulamanın da önünü açmıştır; bunlar beyaz, gri ve siyah olarak derecelendirilmiş propaganda uygulamaları, resmi belge sahtekarlığı ve politik baskılardır.

Aktif Önlemler, diğer bir yandan da Dünya Barış Konseyi benzeri uluslararası örgütlenmelerin, yabancı köşe yazarlarının angajmanı, sosyalist eğilimli ve muhalefetteki partilere arka çıkılmasını, Üçüncü Dünya ülkelerindeki bağımsızlık mücadeleleri ile yeraltı, devrimci, bölücü, yasadışı ve terörist grupların kışkırtılmasını da kapsamıştır. Propaganda uygulamalarının derecelendirilmesinde kullanılan beyaz, gri ve siyah renkleri, eski Sovyetler Birliği’nin propaganda uygulamalarının etkinlik derecesiyle alakalıdır. Beyaz Propaganda, Sovyet Komünist Partisi Enformasyon Ofisi’nin, genellikle Moskova Radyosu, Novosti Kanalı, broşür ve dergilerle, Sovyet hükümeti açıklamaları gibi resmi kitle iletişim araçlarıyla gerçekleştirilen propaganda uygulamalarıdır. Gri Propaganda, Komünist Partinin Enternasyonal Departmanı üzerinden diğer ülkelerdeki komünist partiler ile Sovyetlerin uluslararası enformasyon şebekesi üzerinden gerçekleşen propaganda uygulamalarıdır. Siyah Propaganda ise, doğrudan doğruya KGB tarafından hazırlanan ve etki ajanları, medyadaki gizli ajanlar ve 1959 yılına dek, suikastlar yoluyla gerçekleştirilen propaganda uygulamalıdır. Siyah Propaganda uygulamaları, bir çatışmanın taraflarından birinden kaynaklanıyor gözükürken, aslında diğer taraftan kaynaklanan sataşmalardır. Bunlar genelde düşmanı horlamak, karmaşaya sürükleyip şaşkınlığa uğratmak ya da yanlış tanıtmak için kullanılan propagandalardır. Bu girişimler, kaynağı açık olmayan Gri Propaganda ve kaynağı açık olan Beyaz Propagandayla, Siyah Propagandanın kaynağındaki karmaşa yönünden farklılaşırlar.

Emekli KGB Tümgenerali Oleg Kalugin, Aktif Önlemleri Sovyet istihbaratının kalbi ve ruhu olarak nitelemiştir. Kalugin’e göre bunların amacı sadece istihbarat toplamak değil, aynı zamanda sabotajlar yapmak, rakiplerini güçsüz kılmak, başta NATO olmak üzere Batı dünyasındaki ittifakların arasına her türden nifak sokmak, müttefikler arasında karmaşa çıkartmak, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa, Asya, Latin Amerika ülkelerindeki itibarını azaltarak, çatışma ve savaşlara zemin hazırlamaktır. Bugün aynısını ABD yapmaktadır.

Siyah Propaganda çalışmaları Sovyetler dışında da, bir dizi ülke tarafından uygulanmıştır. Örneğin Britanya’nın, II. Dünya Savaşı sırasında, hayata geçirdiği bazı siyah propaganda girişimlerinden biri de, Gustav Sigfried Eins (GS1) adlı, sözde Nazi Almanya’sı kimlikli radyo istasyonlarıdır. Kendini Nazi olarak tanıtan ‘Der Chef’ (Şef) adlı spiker, bir yandan Hitler ve yandaşlarını yumuşak davranmakla suçlarken, diğer bir yandan da Nazi Partisi’ndeki yolsuzlukları ve cinsel sapkınlıkları gündeme taşımıştır. Diğer bir örnek ise, kendini Alman Ordusunun radyosu olarak tanıtan, ‘Soldatensender Calais’ adlı radyo istasyonu ve bu istasyonun kısa dalgadan yayın yapan ‘Kurzwellen-sender Atlantik’ adlı yan kuruluşlarıdır. Mükemmel derecede Berlin Almancası konuşan İngiliz gazeteci Sefon Delmer yönetimindeki bu istasyonlar, müzik yayını, güncel spor karşılaşmalarının sonuçları ve Adolf Hitler’in konuşmalarını kendilerine perde olarak kullanmışlardır.

Nazi Almanya’sı da, bu uygulamaları kullanmış, örneğin 27 Nisan 1944 gecesi karanlıkta gizlenen ve muhtemelen İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait sahte işaretler taşıyan Alman uçakları, Danimarka semalarından, Danimarka’da yayımlanan bir yeraltı gazetesi olan ‘Frihedsposten’ başlığını taşıyan el ilanları dağıtmışlardır. Bu ilanlarda, Danimarkalılara Rusların ya da özel eğitimli zenci Amerikan askerlerinin istilasına karşı gelmemeleri çağrısı yapılmıştır. Çoğu tarihçi tarafından, Amerikalıların kullandıklarına inanılan uygulamalardan biri de, Japonların sözde dünya hâkimiyeti planlarını içeren “Tanaka Memorial” adlı sahte belgeleri dağıtmalarıdır. Japonların da, Filipinlerde sözde Amerikan Ordusu kaynaklı ilanlar dağıttıklarına rastlanmıştır. Sovyetlerin Aktif Önlemlerine karşı, 9 Eylül 1982’de ABD Başkanı Ronald Reagan, Birleşik Devletler Enformasyon Ajansı’na (USIA), Sovyet dezenformasyon ve propaganda çalışmalarına karşı, birimler-arası bir yapı oluşturarak, önlem almalarını sağlamıştır. Kurulan Aktif Önlemler Çalışma Grubu, Sovyetlerin 1991’de dağılmasının ardından feshedilmesine kadar, bu yönde çalışmalarını sürdürdüğü saptanmıştır. Ve zaten komünizm kurulması da, yıkılması da bir Siyonist Yahudi planıdır.

Siyah Propaganda, sadece uluslararası ilişkiler ya da askeri alanda kullanılan bir yaklaşım sanılmamalıdır. Irkçı ya da ayrılıkçı grupların bu yöntemi sık-sık propaganda yapmak, taraftar toplamak ve gündem yaratmak için kullanmaktadır. Ülkemizde PKK ile sözde barış sürecinin propagandası da bu şekilde yapılmaktadır. Yahudilerin dünya hakimiyeti hedefi ve temeli sayılan ‘Siyon Protokolleri’ni sürekli inkarları da bir dezenformasyon olayıdır. Diğer bir örnekse, 1982’de Fransa’nın Dreux kentinde ırkçı Nasyonal Cephenin ortaya attığı, bir Cezayir göçmeninin sözde mektuplarındaki Fransa’yı ele geçirme planlarıdır. Nasyonal Cephe bu kampanyayla, 1983 yerel seçimlerde Derux bölgesinde büyük başarı kazanmıştır.

Irkçılığın siyah propagandayı kullanması konusunda ülkemizde de çok iyi bilinen bir örnek, Kürt ırkçılığı yapan bir örgüt olan PKK’nın, kendisini özgürlükçü olarak tanıtması, işlediği cinayetlerin sorumluluğunu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yıkmaya çalışması ve kimi sözde aydınların da, çıkar ve dış kaynaklı itibar arayışları sonucunda, bu propagandalara alet olmalarıdır.

Dezenformasyon ve Günlük Yaşamda Bilgi Manipülasyonu

Günümüzde Bilgi Savaşını sadece uluslararası ilişkiler, askeri operasyonlar ya da propaganda çalışmalarında aramak, artık temelini yitirmiş bir yaklaşımdır. Bunun nedeni, Manuel Castells tarafından ‘Enformasyonalizm’ olarak da adlandırılan, Bilgi Ekonomisi’nin küresel ölçekte yaygınlaşmasıdır. Artık ülkemizde de gözlemlenebilen bu olgu, henüz tam anlamıyla Bilgi Toplumu haline gelememiş toplumları bile etkilemektedir. Zira, küreselleşen rekabetle birlikte, bilim, teknoloji, eğitim, savunma, ticaret vb. alanlar da, ister istemez bu yapılanmaya ayak uydurmak zorunda kalmaktadır. Sonuçta, Bilgi Ekonomisi’ne geçmiş ABD ve AB gibi küresel güçler varken, ortaya çıkan Bilgi Endüstrisi’nden kaçınmak ya da uzak durmak, sadece rekabette geriye düşmeye yol açacaktır. Atatürk’ün de dediği gibi, “Uygarlık öyle bir ışıktır ki, ona kayıtsız olanları yakıp ortadan kaldıracaktır”

“Bilgi Ekonomisinin dolaylı ve dolaysız olarak ortaya çıkarttığı bir bilgi manipülasyonu mekanizması vardır. Bu mekanizmanın dolaysız olarak ortaya çıkmasının nedenleri, görece politiktir” şeklinde önemli saptama ve tanımlamalar yapan araştırmacı, bilginin iletilmesindeki engelleri de aktarmıştır:

1. Yasal Engeller: Bir kitabın, yazının, filmin, haberin ya da istatistiğin öğrenilmesinin yasalarla yasaklanmasıdır. Her ülkede az ya da çok vardır. Bu tavır beyinleri körletmekten ve bireyleri köleleştirmekten başka sonuç doğurmaz.

2. Zaman Engeli: Bilgiye ihtiyaç duyulduğu anda eğer ürettiğiniz bilgi kullanıma hazır değilse, ihtiyaç sahibi zaman kaybeder, rakipleriyle yarışamaz

3. Etkinlik: Elde edilen bilgi, kullanıldığında bir yarar sağlamıyorsa etkin sayılmaz. Oyalayıcı, geriletici hatta aptallaştırıcı olur, hiçbir işe yaramaz.

4. Parasal Engel: Yarar getirecek bilgiyi, ihtiyaç sahibinin para karşılığında elde etmesi gerektiği zaman eğer para varsa engel ortadan kalkar, ama yoksa, ihtiyaç sahibi ilaçsız hastaya döner. Bu sorun, bilginin ve bilimin tekelleşmesini doğurur, artık fakirler zenginlerle başa çıkamaz.

5. Kavram Engeli: Kullanıcı ne aradığını doğru söyleyemiyorsa, bilgi veren ise onun ne dediğini anlayamıyorsa, bilgilendirme olamaz.

6. Yabancı Dil Engeli: Kullanıcı dilini bilmediği bir kaynaktan yararlanamaz.

7. Bilinç Engeli: Kullanıcı kendi bilgi ihtiyacının farkında olmadığı, ya da bu ihtiyacın özel bir niteliği olduğunun bilincine varmadığı zaman ortaya çıkar.

8. Titreşim Engeli: Günlük dilde buna dalga boyu da denir. Birçok nedenle, örneğin bilgi kaynağı bilinmediği zaman söyleneni algılayamadığı için kullanıcı bilginin doğruluğuna inanamaz.

9. Ulaşım Engeli: Bilgi, eğer kullanıcının ulaşamadığı yerdeyse, bu engel vardır. Yani kullanıcı, ihtiyaç duyduğu bilgiye kavuşamaz.

10. İşlem Engeli: Bilgi iletme işlemlerinin yetersizliği yüzünden ortaya çıkan bu engel, en çok karşılaşılan engeldir. Yani iletişim zorlukları nedeniyle, bilgi kaynağına varılamaz.

ABD’nin daha 1974 yılında Jakson Yasa Tasarısı yoluyla gündeme aldığı, bilimsel ve teknik bilginin stratejik önemleri gereği süreli yayınlar, bilgisayar yazılımları vb. bilgi ürünlerinin ihracını Savunma Bakanlığı’nın iznine bağlaması, yukarıdaki engellerin, bilginin manipülasyonu konusunda politik yönden ne kadar önemsendiğinin açık bir kanıtıdır.

Küresel ölçekte, büyük ülkelerin kendi bilgi ürünlerini bu derece koruyup kollamalarına karşın, ülkemizde ulusal kaynaklı bilginin göz ardı edilip, araştırmacıların uluslararası atıf dizinlerine girmeye zorlanarak, yabancı dilde bilimsel üretimin adeta teşvik edilmesi, kimi üniversite kütüphanelerinde Türkçe kaynakların İngilizce konu başlıklarıyla kataloglanması olguları, üzerinde yoğun olarak düşünülmesi gereken konulardır.

Bilginin ekonomik nedenlerle manipülasyonu, temelde ekonomik şartların (ölçek ekonomisinin) doğal bir sonucu olsa da, Shaphiro ve Varian tarafından Sürümleme (Versioning) metodolojisi kavramı altında toplanan bu yaklaşım, sonuçları bakımından ciddi bir şekilde değerlendirilmelidir. Shaphiro ve Varian, ‘Information Rules’ adlı yapıtlarında bilgi ürünleri olarak adlandırdıkları, kitaplar, dergiler, gazeteler, sinema filmleri, televizyon programları, bilgisayar yazılımları, veri tabanları vb.’nin hep aynı ürün yönetimi mekanizmasını kullandıklarını saptamışlarıdır. Bunun nedeni, bilgi ürünlerinin sabit maliyetlerinin tamamen yitik maliyetler olması, yani bir bilgi ürünü üretilmeye başlandığında bu maliyetlerin başka alanda değerlendirilemeyeceği olgusu (sözgelimi bir sinema filmini bir kez çekilmeye başlandığında, bununla sadece film üretilebileceği, oysa pencere camı için yapılan hammadde yatırımının otomobil camı için kullanılabileceği) ve değişken maliyetlerin bu sabit üretim maliyetlerinin yanında önemsiz kaldığı gerçeğidir. Sözgelimi bütçesi 10 milyon YTL olan bir filmin, DVD biçiminde çoğaltılması 1 YTL dahi tutmaz. Dolayısıyla, bir bilgi ürünü ne kadar çok çoğaltılırsa, ortalama maliyeti o kadar düşer ve karlılığı da aynı oranda artar. Örneğin gazetelerin, basılı nüshalarının yanı sıra, Internet sürümlerini de bedava sunmalarının nedeni budur. Gazeteye haber üretimi için sarf edilen maliyet, nasılsa yitiktir. Gazetenin üretim maliyetinin yanında önemsiz kalan Internet üzerinden yayımlama maliyeti, bu mecradan sağlanan inanılmaz reklam gelirini, hiç bir mecrayla kıyaslanamayacak kadar yüksek hale getirmektedir.

Yazarlar ölçek ekonomisinin bu doğal sonuçlarının, pazarda var olan, yüksek beklentili ve fiyat hassasiyeti olmayan alıcılar için, düşük sürüm ve yüksek kar marjı modeli, fiyat hassasiyeti düşük olan alıcılar için de, yüksek sürüm düşük kar marjı (sürümden kazanmak) modeliyle kullanılabileceği görüşünü ortaya koyarlar. Sürümleme adını verdikleri yöntemle, her iki modeli farklı beklentideki alıcılara ulaştırmak mümkündür. Yazarlar bu amaçla, bir dizi Sürümleme tekniği tanımlarlar; ki bunlar da bilginin ekonomik nedenlerle manipülasyonu bakımımdan, can alıcı önem taşırlar. Bu tekniklerin bazıları, gerçekten de bu konuda ne kadar duyarlı olmak gerektiğinin de kanıtıdırlar. Sözgelimi:

– Geciktirme Tekniği: Aynı bilginin, gecikmesiz sürümünün daha pahalı, gecikmeli sürümünün daha ucuza pazarlanması. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin maddi kaynak yetersizlikleri nedeniyle, bilgiye daha geç ulaşmalarına yol açabilecek bu teknik, ne yazık ki politik nedenlerle de, baskı aracı olarak kullanılabilir.

– İşletim Hilesi: Özellikle teknolojiye dayalı bilgi ürünlerinin örneğin yazılımların düşük sürümlerinin daha yavaş çalışması. Gene aynı nedenle, bir baskı aracı olarak kullanılabilir.

– Kapasite ve Kalitesi: Aynı ürünün, düşük kapasiteli sürümünün daha ucuza satılması. Ülkemizin bir zamanlar mahkum edildiği ucuz ansiklopedi furyasının nedeni budur.

– İşlevsellik Önceliği: Daha yüksek işlevselliğe sahip sürümlerin, daha pahalı olması. Gene önemli bir baskı aracı olabilecek bir teknik.

– Kapsam Genişliği: Daha geniş kapsamlı sürümlerin daha pahalıya satışı. Belki de, en güçlü baskı aracı olabilecek teknik budur.

Sonuç:

Görüleceği gibi, dezenformasyon uygulamaları, Soğuk Savaşın bir sonucu olarak, varlıklarını bugüne dek sürdürmektedir. Bu uygulamaları bilginin manipülasyonu olgusundan bağımsız düşünmemek gerekir. Zira, etkileri bakımından güçlü benzerlikler taşımaktadırlar.

Her iki alanda da, bilgi olgusu stratejik bir unsurdur ve kimi zaman bir silah olarak kullanıldığı görülmektedir. Bilginin her iki alanda da silah olarak kullanımı gizli ve perdelenmiştir. Bilginin gizli ve perdeli bir şekilde bir silah olarak kullanımı da, toplumlar, devletler ve sistemler üzerinde yıkıcı ve zararlı bir etki oluşturur.

Dezenformasyon’un ve bilgi manipülasyonunun yıkıcı ve zararlı etkilerinden korunmak için öncelikle, uyanık ve dikkatli olmak önemlidir. Sonra da, doğru bilginin, yanlış bilgiyi her zaman kovacağından hareketle, doğru bilgiyi doğru araçlarla arayıp bulmak gereklidir, yani “en hakiki mürşit olan bilimsel yöntem ve projeler geliştirilmelidir”[2] Ve de, milli ve insani bir duyarlılık ve tutarlılıkla hareket edilmelidir.

Bankacılıkta Bilgi İstihbaratçılığı

Alternatifbank’ın Yunanlı Alpha Bank’a satışını engelleyen ‘casusluk skandalı’ Aksiyon dergisinde yer alan bir haberle yeni bir boyut kazanmıştı. 2001 yılında kamu bankalarının yazılım ihtiyacını karşılamak için kurulan Finansal Teknoloji Hizmetleri A.Ş. (Fintek) şirketi üzerinden çok gizli bir casusluk faaliyeti gerçekleştirildi. Ziraat ve Halk Bankası’nda saklanan tüm verileri özel bir yazılımla ele geçiren yabancı gizli servisler, bunlara ilaveten kamu bankalarına ait birçok bilgiyi de ele geçirmeyi başarmıştı.

Aksiyon dergisinin haberine göre, ABD Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) ve İsrail Gizli Servisi (MOSSAD) tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen bu operasyonla maaşını kamu bankalarından alan 5 bin MİT mensubunun da gerçek kimlikleri açığa çıkmıştı. Şirketin örtülü bir operasyonda kullanıldığını doğrulayan bir istihbarat yetkilisi, şok operasyonun amacını şu sözlerle aktarmıştı; “Birincisi, bankacılık sisteminin omurgasını oluşturan kamu bankalarının yapısı hakkında bilgi edindiler. İkincisi, maaşını bu bankalar eliyle alan kamu görevlileri özellikle de istihbaratçıları tespit ettiler. Üçüncüsü ise, Türk ekonomisinin kırılganlıkları hakkında bilgi edinip, yeni operasyonlar için imkan ve fırsat ürettiler”

Uzmanlar, yabancı gizli servislerin benzer bir yolla Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na ait gizli bilgileri de ele geçirdiklerini hatırlatıyordu. Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından hazırlanan ‘Promis’ isimli özel bir yazılım programını satın alan bu iki kurum, programdaki açıkları fark etmemiş ve üye ülkelerin bankacılık sırlarının CIA ve MOSSAD’ın eline geçmesi sonucunu doğurmuştu. Skandalın Bağımsız Gazeteciler tarafından ortaya çıkartılmasının ardından IMF ve Dünya Bankası yetkilileri programı kullandıklarını kabul etmiş ve kamuoyundan özür dilemeye mecbur olmuştu.

Derginin haberine göre, soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan değişime ayak uyduran istihbarat örgütleri 1992 yılından itibaren “ekonomik casusluk” faaliyetlerine büyük önem vermeye başlamıştı. Eskinin hızlı silah çeken ve araba kullanan, o davetten bu resepsiyona koşan diplomat kisveli James Bond tipi casuslar dönemini kapatıp, işadamı görünümlü casusları çalıştırmaya başlayan gizli servislerin bir numaralı hedefi ise artık finansal kuruluşlar yani banka ve sigorta şirketleri olmaktaydı. Bu tarihten itibaren ekonomik nitelikli operasyonların gizli servislerin başlıca uğraş alanı haline geldiğini kaydeden istihbarat yetkilileri Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’in Alpha Bank’ın satışında oynadığı rolün ülke güvenliği açısından büyük önem taşıdığını vurgulamışlardı.

Muhaberat’ın operasyonu emniyete takılmış

Aynı derginin gündeme getirdiği bir diğer bankacılık operasyonunun perde arkasında ise, Saddam Hüseyin’in gizli servisi El Muhaberat yer alıyordu. Kemal Derinkök’ün sahibi olduğu İşçi Kredi Bankası’nın Irak Gizli Servisi El Muhaberat tarafından satın alınması Emniyet İstihbaratı tarafından engelleniyordu. 10 şubesi ve 150 çalışanıyla küçük ölçekli bir banka olan İşçi Kredi Bankası’nın kasasında ise topu topu 15 milyon dolar bulunmasına karşın, neden Saddam yönetimindeki Irak gizli servisinin hedefi olduğu bugün dahi esrarını koruyordu.[3]

Şubat 2014 – Milli Çözüm Dergisi

 


[1] 13 08 2013 / Hürriyet / Sedat Ergin

[2] Yrd. Doç. Dr. Aykut Arıkan / Haziran – 2007 / Strateji Dergisi

[3] (cihan)

 

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi