BENLİK KIYASI! ENANİYET SIRRI VE NEFSANİYET SINIRI
“BEN”lik, Allah’ın Varlığının ve Birliğinin anlaşılması için bir kıyaslama vesilesi olarak insana bağışlanmıştır!
Ahzâb Suresi 72’nci ayet-i kerimesinde geçen; gökler, yer ve dağlar tarafından yüklenmekten çekinilen, ama insan tarafından büyük sorumlulukları ve sonuçları kabul edilen “EMANET” kavramının, “HİLAFET”le beraber diğer bir manası da “ENANİYET” ve BEN’lik olmaktadır. Bu nedenle “ENE-Benlik” hem gerçek ve yüksek bir İMAN’ın hem de, en aşağı ve bayağı bir İNKÂR’ın çekirdeği konumundadır. Çünkü “BEN”lik Cenab-ı Hakkın gizli hazineleri hükmündeki esmasının hem kapısıdır, hem de kâinatın gizli sırlarının ve yaratılış harikalarının gizemli sırlarının da anahtarıdır. “BEN”lik, “Vücub âlemi” denilen İlahi (Ezeli ve Ebedi) iklimlerin hazinelerini de açmaktadır.
Bu harika sanat eseri olan kâinatın ve âlem tabakalarının kapıları, görünüşte açık sanılsa da gerçekte kapalıdır.
İşte Cenab-ı Hak, insana “ENE-BENLİK” olarak öyle esrarlı bir anahtar bağışlamıştır ki; isteyen gizemli âlemlerin bütün kapılarını onunla açacaktır. Evet, ENE-BENLİK öyle bir tılsımlı araç ve mikyastır ki; insan, kâinatın bütün sırlı kapılarının ve iman tabakalarının gizli hazinelerini onunla keşfedip ilim ve hikmet deryasına yol bulacaktır.
Evet, her şeyi ve herkesi benzersiz bir san’at ve hikmetle yaratan Cenab-ı Hak; insana emanet ve alet olarak Kendi varlığının Rabbani sıfat ve icraatlarının hakikatlerini sezip çözecek işaret ve örnekleri içinde barındıran öyle bir “BEN”lik bağışlamıştır ki; bu bir “Vahid-i Kıyasi”, yani karşılaştırıp kıyaslama ölçü birimi yapılsın da böylece Rububiyetinin icapları, Uluhiyetinin icraatları; mukayese ve muhakeme sonucu onunla bilinip anlaşılsın… Ancak bu ölçü birimi olan “BEN”liğin hakiki ve daimi bir varlığa sahip sanılması bir yanılgıdır. Aslında o, geometrideki farazi çizgiler gibi, sadece var kabul edilen bir tecelli boyutu olmaktadır.
Evet, Cenab-ı Hak gibi Mutlak ve Kuşatıcı bir Hakikatin sınırı ve sonu olmadığı için, O’na bir şekil biçilmesi, bir yer ve yön tayin edilmesi ve mahiyetinin ne olduğunun bilinmesi imkânsızdır. Yani Allah’ın Zatının ve sıfatlarının sonu ve sınırı olmadığından, onlara farazi ve hayali birer sınır çizmek lazımdır ki, varlığının ve sıfatlarının anlaşılması kolaylaşsın. İşte bu mukayese ve muhakemeyi insana verilen “BEN”lik yapacaktır. İnsan kendisinde kısmi bir rububiyet vehmetmeye ve bir mâlikiyet ve hâkimiyet sezmeye başlayarak; böylece her şeyin hakiki sahibi, Rabbi ve Mâliki olan Allah’ın sonsuz ve kusursuz sıfatlarına bir nevi geçici ve farazi sınır koymuş olacaktır.
“Ben nasıl şu imkânların, şu iktidarın, şu malların, hanımın ve evlatların sahibiysem, bütün kâinat da Allah’ın mülkiyeti ve sahipliği altındadır” fikri ve kanaati onu gerçek tevhid ve teslimiyet ufkuna taşıyacaktır.
“(Allah) Size kendi nefislerinizden (şöyle) bir örnek vermektedir: ‘Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde (şahsi servet ve mülkünüzde); ellerinizin altındakilerden (işçi, memur ve hizmetlilerinizden bir kısmının), sizinle eşit ortak sayılmasına (yanaşır mısınız?) Kendi kendinizden (ve aile fertlerinizin bile malınızı serbestçe tasarruf etmesinden) korkup sakındığınız gibi, bunların (işçi ve memurlarınızın) da (hiçbir hakları olmadıkları halde; kendi malınızı, yetki ve imkânlarınızı, istedikleri gibi harcamasından) endişeye kapılacağınız ortaklarınız (bulunmasından rahatsızlık duymayacak kimseler) var mıdır? (Siz buna razı olur musunuz ki, Allah da mülküne ortak kabul etsin?)’ İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (Rum Suresi: 28)
Bir insan kendisine verilen izzet-i nefis ve “BEN”lik sayesinde, kendi malına, hanımına ve çocuklarına başkalarının sahip ve malik olmasına veya kendisine ortak yapılmasına asla razı olmayacaktır. Bunun gibi tarlasına, bahçe-bağına, dükkânına, tezgâhına, fabrikasına da, yine dışarıdan birisinin gelip ortaklık iddiasını asla olumlu ve sıcak karşılamayacaktır… Buradan hareketle kıyaslar ve anlar ki, Cenab-ı Hakkın mülkünde ve saltanatında, kâinattaki iktidar ve icraatında da asla şeriki yoktur, olması muhaldir.
“Eğer her ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilahlar olsaydı; ikisi de fesada uğrayıp (çoktan bozulur giderlerdi). Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırmalarından Yücedir.” (Enbiya Suresi: 22)
“De ki: ‘(Boş ve bâtıl iddialar olarak) Eğer söyledikleri gibi O’nunla (Allah’la) beraber başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde hepsi Arş’ın sahibi olmaya yol ararlardı. (Ve aralarında hâkimiyet yarışı başlardı da, sonunda kâinat ve tabiat yıkılırdı!)’” (İsrâ Suresi: 42)
Ebu’l Leys Semerkandi ve Bediüzzaman Said Nursi gibi bazı âlimler; Ahzâb Suresi 72’nci ayetinde insan dışındaki bütün varlıkların yüklenmekten sakındığı “emanet”in, HİLAFET mes’uliyeti ve ENANİYET (BENLİK) mükellefiyeti olduğunu vurgulamışlardır.
“Gerçek şu ki, Biz emaneti (İslamiyet’i ve Allah’a Hilâfet görevini) göklere, yerküreye ve dağlara (ve bunlardaki mahlûkata) arz ve teklif ettik de; onlar bunun (sorumluluğunu) yüklenmekten çekindiler ve ondan (gereğini yapamadıklarında gelecek azaptan) korkuya kapılıp titrediler. (Ama) Onu (yeryüzünde Allah’a halifelik ve adaletle yöneticilik sorumluluğunu) insan yüklendi. Gerçekten o, pek zalim ve çok cahildir (ki Rabbinin emri ve isteği yerde kalmasın diye çok riskli bir cesaretle böyle bir mesuliyetin altına girmiş ve bir nevi çok tehlikeli kahramanlık göstermiştir).” (Ahzâb Suresi: 72)
Yüce ve Tek Yaratıcı olan Cenab-ı Hakkın Mevcudiyetini (Varlığını), Vahdaniyetini (Birliğini ve asla ortağı olmadığını), Rububiyyetini (Canlı-cansız tüm varlıkları yaratılış gayesine en uygun şekilde tasarlayıp donattığını ve terbiye edip kemale ulaştırdığını), Uluhiyyetini (İbadete layık ve müstahak yegane ZAT olduklarını); kendi benliği ile kıyaslayıp anlamak ve kulluk şuuruyla O’na teslim olmak üzere verilen bu “ENE” (Benlik) olgusu; gaflet, cehalet ve enaniyet duygusuyla kabarıp, iz’anı ve insafı körleşirse, kişi bu sefer inkârcılığa ve firavunluğa kayıp imandan ve insanlıktan uzaklaşmaktadır.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..