Anasayfa Genel “ASKERİ DARBE” İNTİHARDIR ama “DEVLET MÜDAHALESİ” İSTİKRARDIR

“ASKERİ DARBE” İNTİHARDIR ama “DEVLET MÜDAHALESİ” İSTİKRARDIR

Yazar: yonetici
0 Yorum 161 Görüntüleyen

“ASKERİ DARBE” İNTİHARDIR ama “DEVLET MÜDAHALESİ” İSTİKRARDIR

Son zamanlarda AKP iktidarına ve Sn. Cumhurbaşkanına karşı bir askeri darbe yapılacağı iddiaları, malum ve marazlı medyada sıkça gündeme taşınmaktaydı. AKP’nin tahribatları bahanesiyle İslam düşmanlığı ve Batı uşaklığı yapan çevreler, Ordu’yu darbe yapmaya kışkırtarak, hem kendilerine iktidar yolunun açılacağını hem de TSK’yı yeniden yıpratıp güdümlerine sokacaklarını sanmaktaydı. Evet Çözüm Süreci gafleti ve dalaletiyle 4 yıl boyunca PKK’nın Güneydoğu’ya silah ve mühimmat yığıp büyük ayaklanma hazırlığına göz yumulması, hatta bıçak kemiğe dayanınca TSK’nın inisiyatifi eline alıp PKK’nın belini kırma harekatında hâlâ Mardin Valisinin Nusaybin operasyonunu yöneten komutanların işini savsaklama yaklaşımları ve Diyarbakır’da yaşandığı gibi, terörist eşkıyalara yönelik operasyon hazırlıklarının PKK’ya sızdırılması sonucu gerekli tedbirlerin alınması elbette sabır taşını zorlamaktaydı. Ancak TSK artık hamasi duygularla, kof laiklik damarının kışkırtılmasıyla ve hele ABD’nin arka çıkmasıyla değil, milli sorumluluk duyarlılığıyla ve tarihi sonuçlarını hesaba katacak bir ortak akılla davranma olgunluğuna çoktan ulaşmıştı. Yani Türkiye’de klasik anlamda bir askeri darbe beklentisi içinde olanlar, hayal kırıklığına uğrayacaktı, çünkü böyle bir girişim asla olmayacaktı. Ancak milletin dirlik ve bekası, ülkenin birlik ve bağımsızlığı tehlikeye düştüğünde bu kötü gidişata bir devlet müdahalesi elbette kaçınılmazdı. Öyle ki iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın da mecburen olur vereceği, askerin ve emniyet güçlerinin birlikte hareket edeceği ve halkımızın da memnuniyetle destekleyeceği girişim ve gelişmeler herhalde yaşanacaktı.

Sn. Erdoğan’ın Amerika ziyareti öncesinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin, Türkiye’de bazı medya kuruluşlarında çıkan “ABD, AKP hükümetini ve Erdoğan’ı düşürmeye çalışıyor” iddialarını, “saçma sapan, yanıt vermeye bile değmez iddialar” şeklinde yanıtlaması Türkiye’de askeri darbe hesaplarından ABD’nin de haberdar olduğunu ortaya koymaktaydı.

Ancak ABD’nin Türkiye’deki asker ve diplomatlarının ailelerini tahliye kararı kafaları karıştırmıştı.

Amerikan Savunma bakanlığı İncirlik Askeri Üssünün bulunduğu Adana ile Muğla ve İzmir’deki askeri personelinin yakınlarından bulundukları kentleri terk etmeleri kararını niye almıştı? Yoksa Türkiye’yi iyice karıştırma planları mı vardı?

Meşhur Yandaşlardan Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, uzun yıllardır çalıştığı gazetesinden niye ayrılmıştı?

Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, köşesinden Yeni Şafak’tan ayrıldığını açıklamıştı. Abdülkadir Selvi’nin: Son 1 yıl içerisinde belki birkaç kez bu kararı vermem gerekiyordu. Kimi zaman acıyı bal eyledik. Sıkıntılara “davamız” dedik, göğüs gerdik. Vefaya ve istişareye önem verdim. Onun gereğini yerine getirdiğim için bu süre uzadı” sözleri son bir yıldır PKK’ya karşı askerle birlikte davranan Sn. Cumhurbaşkanı’na bir uyarı mıydı? Yoksa yaklaşan askeri darbe korkusuyla gemiyi ilk terk eden fareler takımından mıydı? Abdülkadir Selvi bundan böyle Hürriyet’in yazar kadrosunda yer alacaktı. Deniz Zeyrek, Hürriyet Ankara Temsilciliği’ne devam edecek, Selvi ise Ankara’da yazar olarak görevine başlayacaktı. Yani Abdülkadir Selvi Yandaş Erdoğan’a yandaş gazeteden karşıt gazeteye atlamıştı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 29 Mart Salı günü partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşurken: “Teröre karşı herkes maneviyatını ve moralini en yüksek düzeyde tutarak hayata karışmalıdır. Herkes sokağa, caddeye, bulvara, meydana büyük bir özgüvenle çıkmalı ve kucaklaşmalıdır. Biz karanlığı mum yakarak, şiddeti merhametle, nefreti daha fazla muhabbetle yeneceğiz…” sözleri neyin telaşıydı? Yoksa “artık biz bu ülkeyi yönetemez ve terörle baş edemez hale geldik” itirafı mıydı?

Hürriyet’ten Ahmet Hakan “Hulusi Paşa’ya açık mektup” yazarak:

“Genelkurmay Başkanı Sayın Hulusi Akar! Muhakkak sizin de dikkatinizi çekmiştir: Son zamanlarda gerek içerideki gerek dışarıdaki bazı ifrit, nobran ve antidemokratik tipler, “Asker darbe yapacak” şeklinde bir tevatüre omuz vermekte ve gıybet kazanını fokur fokur kaynatmaktadır. Yok, asker rahatsızmış. Yok, ABD onay vermişmiş. Yok, ordu içindeki Fetullahçılar plan yapıyormuş. Yok, dış konjonktür müsaitmiş. Yok, “Reza Bey” olayı bahane edilecekmiş. Yok şuymuş, yok buymuş. Sayın Hulusi Akar! Siz de çok iyi bilirsiniz ki… “Darbe olacak” demek, “Genelkurmay Başkanı darbe yapacak” demektir. Yani darbeye dair her söylenti, her tevatür, her dedikodu… Aslında şahsen ve doğrudan sizi hedef almaktadır” sözleriyle hem kışkırtmakta hem Genelkurmay’ı açıklama yapmaya zorlamaktaydı.

Aslı ve ayarı malum Hasan Cemal ise:

“Asker, Erdoğan’ı sevebilir mi? Asker, Erdoğan’ı samimi bulabilir mi? Asker, Erdoğan’ın değiştiğine inanabilir mi? Ya da Milli Görüş gömleğini sırtından çıkardığına inanabilir mi? Asker, Erdoğan’ın hayata, Türkiye ve dünyaya bakışını beğenebilir mi? Paylaşabilir mi? Asker, Erdoğan’ın Atatürk’e, laik cumhuriyete, din ve devlet işlerine bakışını olumlu bulabilir mi? Asker, Ergenekon ve Balyoz’la ilgili olarak, “Ben bu davaların savcısıyım” diyebilmiş Erdoğan’a güvenebilir mi? Asker, kendi komutanlarının, kendi silah arkadaşlarının hapse atıldığı, yıllarca yargılandığı bir dönemin Başbakan’ından, Erdoğan’dan nereye kadar hoşlanabilirdi? Asker, bir Genelkurmay Başkanı’nın ‘terör örgütü liderliği’nden yargılanmasını ne kadar içine sindirebilirdi? Asker, “Paralelciler bizi aldattı” deyip işin içinden sıyrıldığını belirten Erdoğan’a ne kadar inanabilir, onu bu konuda ne kadar affedebilirdi? Asker, bir Cumhurbaşkanı olarak, bir Başkumandan olarak Erdoğan’ı ne kadar içine sindirebilirdi? Asker, sırtını sistemli bir biçimde Batı’ya dönen, yüzünü Doğu’ya, İslam âlemine çeviren, Batılı hayat tarzından hiç hoşlanmadığını her fırsatta belli eden bir Erdoğan’a sempati duyabilir mi? Asker, Erdoğan’ın Atatürk’e, laik cumhuriyete ihanet ettiğini düşünüyor olabilir mi? Böylesi duygu ve düşünceler kafaların arkasında saklı duruyor olabilir mi?” sözleriyle hem kirli niyetini hem de gizli mahiyetini ortaya koymakta ve açıkça darbe şakşakçılığı yapmaktaydı.

Mason ve dönme İttihatçı Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal, hâlâ TSK’yı Müslüman Türk Milletinin değil Hıristiyan ABD ve AB’nin ordusu sanmaktaydı. Erbakan’ı yıkarak bunları iktidara taşıdıkları 28 Şubat süreci ve sonrasında Sn. Recep T. Erdoğan’ı ve AKP iktidarını uzun yıllar alkışlayan ve arka çıkan, ama son bir yıldır TSK ile uyumlu davrandığı için aleyhinde yazan bu Hasan Cemal’in asıl düşmanlığının Milli Ordumuza olduğunu anlamamak için ahmak olmak lazımdı.

“Yolsuzluk iddiaları, ekonomideki daralma; asker, polis, sivil her gün onlarca insanın ölmesi, şehirlerin yıkılması, canlı bomba saldırıları, çocuklara taciz-tecavüz olayları, Anayasa’nın askıya alınması, yargının siyasallaşması, dış politikada ağır iflas… Bu bir ülke için korkunç bir tablo. Fakat tüm bunlara rağmen insanlar parti tercihini değiştirmiyor. Siyasette bir kilitlenme var… Hal böyleyken yazarlar, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, muhalefet partileri… Genel olarak muhalif çevrelerde şöyle bir hava var: Bir mucize olacak, Erdoğan’ın planları sekteye uğrayacak ve Türkiye bu kötü gidişattan kurtulacak.(mış..) Erdoğan zaten vahim hatalar yapıyor. Hükümetin kifayetsizliği, kusurları ortada. Bunlar sır değil. Fakat elle tutulur bir alternatif yok. Bu da sır değil… Bir ülke bu şekilde yol alamaz… Söyler misiniz Allah aşkına ne olacak, nasıl olacak da işler düzelecek?… Elbette Erdoğan bu politikayla eninde sonunda duvara toslayacak. Fakat ne kadar sürecek? Üç yıl mı? Beş yıl mı? 10 yıl mı? O gittiğinde ortada bir ülke kalacak mı?.. “Türkiye yıkılacak Erdoğan da altında kalacak.” Bunu mu diyorsunuz?”[1] sözleriyle askeri darbeye mazeret ve meşruiyet kılıfı hazırlamaktaydı.

Genelkurmay’dan onurlu ve şuurlu darbe açıklaması!

“Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliği için, görevlerinin ifasında Anayasa’da belirtilen hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve demokratik toplum olmanın gerekleri prensiplerine bağlılığı temel esas alarak, Anayasa ve yasalar çerçevesinde kendisine verilen görevler doğrultusunda yurt içinde ve sınır ötesinde teröristle mücadele eden TSK; bazı il ve ilçelerde de gece gündüz demeden, hiç bir zorluğa aldırmadan, her türlü fedakârlık ve kahramanlığı göstererek, polis ve korucularla omuz omuza operasyonlarını aralıksız sürdürmektedir… Hal böyle iken bazı medya organlarında hiç bir dayanağı olmadan yapılan haber ve yorumlar doğal olarak kahraman silah arkadaşlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemekte, tüm mensuplarımızı rahatsız etmektedir… Milletinin engin sevgi ve güveninden güç alan, demokrasiye bağlılığını her ortamda dile getiren Türk Silahlı Kuvvetlerinde idari ve adli mekanizmalar sürekli ve etkin olarak çalıştırılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir. Bambaşka saiklerle yapıldığı anlaşılan ve hiçbir hukuki, insani, vicdani ve akli dayanağı olmayan, basın etiğinden ve üslubundan uzak, haddini aşan haber ve yorumları yapanlar hakkında hukuki işlemler başlatılmış ve suç duyurusunda bulunulmuştur. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”

Bu duyuru ve uyarılar Genelkurmay’ımızın olgun, onurlu ve şuurlu tavrını yansıtmakta ve Aziz milletimize umut aşılamaktaydı. Ancak FETÖ yapılanmasıyla ilgili bütün iddiaları ciddiye alması ve gerekli takibatı yapması da lazımdı. Umarız Sn. Cumhurbaşkanı da, iktidar sorumluları da bu gerçeklerin farkındaydı.

Genelkurmay Başkanlığı’nın bu sert açıklamasının muhatabının Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı olduğu da iddiaları da tartışılmıştı. Bu şımarık şarlatan “Türkiye ve Erdoğan’ı hedef alan operasyonlar” başlıklı yazısında, Rus uçağının “Fetullahçı” pilotlar tarafından düşürüldüğünü ve F-16 pilotlarının yüzde 50’sinin “Fetullahçı” olduğunu” hatırlatmakla kalmamış, “2016 yılında TSK’dan toplu şekilde atılacak bunlar. Hulusi Akar direnmeye kalkarsa da istifasını verir. Bu kadar basit” diyerek bir nevi FETÖ’cüleri uyarmış ve kışkırtmıştı. Acaba yandaş yazar R.O. Kütahyalı, bu bilgileri kimden almıştı. İktidar çevreleri bunları biliyor idiyse niye tedbir almamışlardı?

Erdoğan Amerika’da Musevi düşünce kuruluşu temsilcileri ve akademisyenlerle buluşmuşlardı!?

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan St. Regis Oteli’nde, düşünce kuruluşu temsilcileri ve çoğu Yahudi asıllı akademisyenlerle yaptığı toplantıda kafa karıştırıcı bir konuşma yapmıştı. ABD’nin siyasi hayatına yön veren, dış politikasına katkı sunan akademisyenler ve düşünce kuruluşu temsilcileriyle bir araya gelmekten duyduğu memnuniyeti ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ortak gündemlerinde son derece önemli konuların yer aldığını hatırlatmıştı.

ABD ile Türkiye’nin sahip olduğu ittifak ve ortaklığın önemini vurgulayan Erdoğan’ın: “Türkiye açısından geçmişte olduğu gibi bugün de ABD ile ilişkilerimiz vazgeçilmez niteliktedir. İşbirliğimizi ortak değerler ve karşılıklı menfaatler temelinde geliştirmek için her türlü çabayı gösteriyoruz. Bunu yapmaya da devam edeceğiz. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çözümünde Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi olmadığı ortadadır. Burada esas mesele bu işbirliğinin gerek stratejik gerek taktik düzlemde gerçek anlamda verimli kılınabilmesidir” sözleri ABD’ye kayıtsız şartsız teslimiyet ilanı mıydı? “Ey ABD sen teröristlerin yanında mısın, yoksa bizim (Türkiye’nin) yanında mısın?” çıkışları nerede kalmıştı? “ABD ile ilişkilerimizin vazgeçilmez bir nitelik taşıdığını, Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi bulunmadığını” belirten bir Cumhurbaşkanı ABD karşısında ağırlık ve saygınlığımızı ve Milli çıkarlarımızı nasıl koruyacaktı?

Sn. Cumhurbaşkanı’nın: “Terörün yayılması ve bugün Avrupa sınırlarına dayanan mülteci krizi, bu iki ülkedeki çöküşün en somut ürünleridir. Bu iki ülkedeki dağılma sürecinin önüne geçilemediği takdirde Batı toplumlarını çok daha vahim gelişmeler beklemektedir. Her şeyin küreselleştiği, sınırların anlamını kaybettiği bir dünyada bu tür krizlerin etkilerinden kimsenin uzak duramayacağı ve kendini koruyamayacağı kesindir” sözleriyle Irak ve Suriye’nin fiilen bölünmesine bir resmiyet kazandırma itirafı ve göç dalgasının yıkıcı etkilerinden Batı ülkelerini koruma telaşıacaba yandaş yalakalarca hangi hikmet ve mazeretlerle yorumlanacaktı?

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, konakladığı St. Regis Oteli’nde, ABD’deki Musevi kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan heyetle toplantılarına şu Siyonist baronlar katılmışlardı:

B’nai B’rith Yönetim Kurulu Başkanı Peter Perlman, Siyonizm karşıtlığıyla Mücadele Birliği Ulusal Direktörü Marvin Nathan, İtibarsızlaştırmayla Mücadele Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Jonathan Greenblatt, Yahudi Kuruluşları Başkanlar Konferansı Eski Başkanı Richard Stone, Başkanlar Konferansı Başkan Yardımcısı Malcolm Hoenlein, Dünya Yahudi Kongresi Başkan Yardımcısı Robert Singer, AIPAC Başkanı Robert Cohen, AIPAC Siyasi İşler Direktörü Arthur Abramson, Washington Musevi Cemaati İlişkileri Kurulu İcra Direktörü Ron Halber, Georgetown Üniversitesi Öğretim Görevlisi Brenda Shaffer’in yer aldığı kabulde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç da hazır bulunmuşlardı.

Obama, Erdoğan’ın toplantısına asistanını bile yollamamıştı!

ABD’deki temasları beş gün sürecek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ilk toplantısını yapmıştı. Ajanslarda son dakika geçen haberde toplantıya ABD Başkanı Obama’nın asistanının da katıldığı vurgulanmıştı. Ancak toplantıya katılan ismin Obama’nın eski asistanı olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca bu toplantıya, German Marshall Fund Başkanı Karen Donfried, Washington Enstitüsü yöneticisi Michael Singh, Woodrow Wilson Merkezi Başkanı Jane Harman, Georgetown Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Joel Hellman, SAIS/Johns Hopkins Üniversitesi Dekanı Prof. Vali Nasr’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda düşünce kuruluşu temsilcisi ve Yahudi asıllı akademisyen katılmıştı.

Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, Erdoğan’ın Washington ziyaretinde ABD Başkanı Obama’yla görüşüp görüşmeyeceğine dair küstahça bir açıklama yapmıştı.

Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılacak olan Recep T. Erdoğan’ın, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la resmi bir görüşme gerçekleştireceğini hatırlatan Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest’in, “Başkan (Barack) Obama’nın da hazır buradayken Cumhurbaşkanı Erdoğan’la az da olsa bir çeşit konuşma gerçekleştireceğine eminim” sözleri onur kırıcıydı ve küstahçaydı. Erdoğan’ın Washington’daki dört günlük programının iki günü Obama’nın ev sahipliği yapacağı nükleer zirveye ayrılmıştı. Türk diplomatlar zirve sürerken Obama’yla “ayaküstü”, birkaç dakikalık buluşma ayarlayıp, basına “ikili görüşme” gibi servis etmek için çabalamaktaydı. ABD Başkanı Obama, Erdoğan’ın gezinin son gününde, Washington’a çok yakın mesafedeki Maryland eyaletindeki cami açılışına da katılmayacaktı. ABD ziyareti sırasında konuşacak düşünce kuruluşu bulamayan Erdoğan için Türkiye’nin en güçlü işkadınlarından birinin devreye girmesiyle Yahudi Brookings Enstitüsü’nün toplantıya katıldığı bile basında yer almıştı.

Üstelik Obama, AKP hükümetinin basın özgürlüğü ve demokrasi konularındaki uygulamalarını ilk kez kamuoyuna açık bir şekilde uyarması anlamlıydı!

ABD Başkanı Barack Obama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin kapanışında yaptığı konuşmada, “Türkiye’de basına yönelik yaklaşımın ülkeyi sıkıntı verici bir yola sokacağı” uyarısında bulunmuşlardı. Obama, “Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğunu” da hatırlatmıştı. Türk hükümetinin basın özgürlüğü ve demokrasi konularındaki uygulamalarından rahatsızlığını vurgulayan Obama’nın: “Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan kendilerine de hatırlattım. Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanmaktayım ve korunmasından yanayım” sözleri nasıl yorumlanmalıydı?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “PYD yüzünden ABD’yle küsecek değiliz” zavallılığı!

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye’deki son gelişmelerle ilgili Washington’da flaş açıklamalar yapmış “PYD konusundaki görüş ayrılığı yüzünden ABD ile küsecek değiliz” itirafında bulunmuşlardı. ABD’nin Washington kentinde temaslarda bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Amerika’nın Sesi radyosuna iki ülke ilişkilerini yorumlamıştı. Dışişleri Bakanı, bazı konularda ABD ile farklı düşünmenin normal bir süreç olduğunu ifade ederken “PYD konusunda farklı düşünüyoruz diye küsecek değiliz” sözleri, bunların ayarını ortaya koymaktaydı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile görüşmesinde daha çok Suriye’deki ateşkesin devamı ve terör örgütü IŞİD ile mücadele konusunda görüştüklerini de hatırlatmıştı.

İngiliz The Times gazetesi, ABD’nin, Türkiye-Suriye sınırında IŞİD’in elinde kalan tek bölgenin kimde kalması noktasında anlaşmazlık yaşadığını, diğer bütün konularda mutabakat sağlandığını yazmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesinde, Türkiye-Suriye sınırında IŞİD’in elinde kalan son bölge Cerablus’un, IŞİD’den sonra ılımlı muhaliflerin mi yoksa PYD’nin mi kontrolüne geçeceği yönünde Ankara-Washington arasında pürüz yaşandığı vurgulanmıştı.

Özetle:

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan Washington’da 31 Mart – 1 Nisan 2016 tarihleri arasında gerçekleşen Nükleer Güvenlik Zirvesi ile birlikte bir dizi programa iştirak etmek için ABD’ye uçmuşlardı. Özellikle uluslararası terör ile Suriye krizinin ele alınacağı belirtilen programın detayları ise sonradan ortaya çıkmıştı. Erdoğan’ın seyahatinin İş Adamı Rıza Zarrab’ın Miami’de tutuklanmasından hemen sonrasına denk gelmesi de dikkatlerden kaçmamıştı. Erdoğan’ın ABD ziyaretinin en önemli durağı ise Yahudi lobilerine yakınlığı ile bilinen Washington merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde yapılan toplantıydı. Daha önce Suriye’nin bölünmesi ile ilgili raporlar hazırlayan düşünce kuruluşundaki etkinliğe katılan Erdoğan burada ‘Küresel Sınamalar ve Türkiye’nin 2023 Hedefleri’ başlıklı bir konuşma yapmıştı. Erdoğan’ın Brookings Enstitüsü programının dışında da bazı Musevi kurum ve kuruluşlarının temsilcileri de bir araya gelmesi ayarlanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her ABD ziyareti dikkat çeken ilişkilere de sahne olmaktaydı. Özellikle 2004 yılında yaptığı bir ziyaret tarihe ‘Üstün Cesaret Ödülü’ alan Başbakan olarak geçmesine sebep olacaktı. 26-30 Ocak 2004 tarihinde ABD’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde ünlü Amerikan Musevi Komitesi (AJC) Erdoğan’a ‘Üstün Cesaret Ödülü’ takmıştı. Ancak, bu ödül üzerinden 10 yıl geçtikten sonra ise işler tersine döndü. İsrail’in 2014 yılında Gazze’ye hain saldırısı üzerine Erdoğan’ın yaptığı eleştiriye karşın AJC Başkanlar Komitesi, Erdoğan’dan ödülü geri istediğini açıklamıştı. Erdoğan, kamuoyu önünde ödülün geri verileceğini söylemesine karşın ödülün geri verilip verilmediği ise hâlâ gizli tutulmaktaydı.

Sn. Cumhurbaşkanı Şubat ayında bu Siyonist ve Stratejist Yahudileri Ankara’da ağırlamıştı

Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce Yahudi Kuruluşu temsilcilerinin Ankara’da Külliye’de ağırladığı da ortaya çıkmıştı. Türk Musevi Cemaati Lideri İshak İbrahimzadeh ile birlikte ünlü Yahudi kuruluşları olan American Jewish Congress (Amerikan Yahudi Kongresi – AJC) ve Anti-Defamation League (İftira ve Karalama ile Mücadele Birliği – ADL) mensuplarını 9 Şubat 2016 günü kabul ettiği anlaşılmıştı.

Sn. Cumhurbaşkanı’nın ABD gezisi bize İsrail ziyaretini hatırlatmıştı!

Hatırlayacaksınız Sn. Tayyip Erdoğan 1 ve 2 Mayıs 2005 tarihlerinde İsrail işgal devletine bir ziyaret planlamıştı. Erdoğan’ın ziyareti Filistin özerk yönetim bölgesini de kapsamaktaydı. Sn. Tayyip Erdoğan’ın ziyaret programının birinci bölümü İsrail işgal devletine yönelik olacaktı. Ziyaretin bu bölümünde Erdoğan işgal devletinin Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, Başbakanı Ariel Sharon, Başbakan Kıdemli Yardımcısı Şimon Peres ve Ana Muhalefet Partisi SHINUI Başkanı Yosef Lapid’le görüşmeler yapacaktı. Erdoğan ayrıca “Türk Yahudiler” olarak nitelendirilen Türkiye göçmeni Yahudilerle buluşacaktı. Erdoğan’ın İsrail ziyareti esnasında muhtelif işbirliği anlaşmaları da yapılacaktı. Başbakanlıktan verilen bilgilere göre ziyarette Türkiye-İsrail Sınai, Araştırma ve Geliştirme Alanında İşbirliği Anlaşması imzalanacaktı. Ancak işgal devleti yetkililerinin yaptığı açıklamalarda altmış kadar anlaşmanın gündeme getirileceği vurgulanmıştı. Bunlardan ne kadarı üzerinde önceden ittifak sağlandığını ve ne kadarının imzalandığını ise yetkililerin açıklaması lazımdı.

Sn. Tayyip Erdoğan’ın İsrail işgal devletine yönelik ziyaretine büyük bir kalabalık katılmıştı. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler. Ayrıca başbakanlık ve bakanlık müsteşarlarından, milletvekillerinden ve işadamlarından birçok kişi ziyaret programında yer almıştı. Ziyarete bunların yanı sıra kalabalık bir basın grubu katılmıştı. Tayyip Erdoğan’ın İsrail işgal devletine böyle görkemli bir ziyaret yapmasında Türkiye’de İsrail yanlısı lobinin yürüttüğü yoğun propaganda faaliyetlerinin etkisinin olduğu anlaşılmıştı. Çünkü İsrail yanlısı lobinin içinde yer alanlar özellikle son dönemde, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerini geliştirebilmesi için İsrail’le ilişkilerine önem vermesi gerektiği yönünde etkileyici propaganda yapmışlardı. Amerikan basınında Türkiye’yi ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alıcı yayınların artmasından sonra söz konusu propaganda faaliyetleri daha da yaygın bir hal almıştı. Bu çerçevede Türkiye’yi İsrail’in yanına itmeye çalışan lobi, Erdoğan’ın Amerika’yla arasını düzeltebilmesi için İsrail’e yanaşmasının şart olduğunu sıkça vurgulamaya başlamıştı. Bu gelişmeler Amerika’daki yayın faaliyetleriyle Türkiye’deki lobi faaliyetlerinin aynı merkezden yönlendirildiği gerçeğini de ortaya koymaktaydı.

Ve hele, Anıtkabir’de saygı duruşunda bulunmayı “sap gibi hazır olda beklemek” sayanların Sultan Abdülhamit Han’ın ve Osmanlı’nın yıkılışını ve İsrail’in kuruluşunu hazırlayan Siyonist Şeytan Theodor Herzl’in yüce makamında huşu ve huzurla saygı duruşunda bulunmaları hiç unutulmayacaktı!

Yahudi Lobilerine yaranarak nereye varılacaktı?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’da Yahudi kuruluşlarının ileri gelenleriyle görüşmenin olumlu geçmesi, yerli uşaklarını rahatlandırmıştı. Bu kuruluşlar arasında hayli önemli ve etkili “Anti- Defamation League” de vardı. (Yahudi Karşıtlığıyla Mücadele Derneği) Cumhurbaşkanı daha önce de Ankara’da yine önde gelen bir Amerikalı Yahudi heyetini Sarayda kabul ederek görüşmüş ve anlaşmışlardı. Türkiye geçen Ocak ayında dış dünyada imaj çalışması için Amerika’daki Yahudi şirketleriyle ticari sözleşme imzaladığında, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şu açıklamayı yapmıştı: “Yurtdışında bazı lobi şirketleriyle anlaştık, bunu AK Parti için değil, Türkiye’nin imajı için yaptık. Hıristiyan olunca iyi, Musevi olunca mı kötü?” (11 Şubat 2016) Bu sözler AKP’nin Yahudi ve Haçlı Lobilere teslimiyete mazeret kılıfıydı. Ayarı ve amacı malum Hürriyet’ten Taha Akyol’un: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yahudi lobileriyle yeniden sıcak ilişkiler kurması çok isabetlidir. Erdoğan’ın şu sözü de isabetlidir: “İsrail ve Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var” (2 Ocak 2016) sevinci her şeyi ortaya koymaktadır. Tabii iki ülkenin birbirine ihtiyacı 2016’da başlamadı, öteden beri böyleydi (böyle olmalıydı!?) Nitekim Erdoğan Başbakanlığı döneminde 2004 yılında aynı “Anti- Defamation” adlı Yahudi lobisinin ve “Amerikan Yahudi Kongresi”nin “Üstün Cesaret” madalyalarını almıştı. Hatta Erdoğan döneminde Türkiye-İsrail ilişkileri, Esad rejimiyle İsrail’i barıştırma noktasına kadar ulaşmıştı.”

 


[1] 30.03.2016, Levent Gültekin

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi