Anasayfa » AMERİKA’NIN PERDE ARKASI

AMERİKA’NIN PERDE ARKASI

Yazar: yonetici
0 Yorum 342 Görüntüleyen

AMERİKA’NIN PERDE ARKASI 

– ABD halkının yüzde 5’inin (yaklaşık 15 milyon kişinin) hiç okuma-yazma bilmediğini, zır cahil kaldığını

– ABD toplumunun 20 milyonluk bölümünün okuduğu basit bir sayfalık metni dahi anlayamadığını…

– Cezaevindeki hükümlülerin sayısının 2,5 milyona ulaştığını.

– 20-30 yaş grubu arasındaki her 8 zenci erkekten birinin demir parmaklar arasında zor günler yaşadığını…

– ABD’de her yüz bin kişiye yılda 10 cinayet düştüğünü, yani bu ülkede can emniyetinin bulunmadığını

– Meskenlerde bulunan silah sayısının 200 milyonu aştığını…

– 35 milyondan fazla ABD’linin yoksulluk sınırında kıvrandığını…

– 30 milyondan fazla Amerikalının hiçbir sosyal güvenliği bulunmadığını…

– New-York’taki evsizlerin sayısının 40 binden fazla olduğunu…

– Manhattan’da yeraltı mazgallarında ve metro tünellerinde 19 bin ABD’linin yattığını biliyor muydunuz?

 AYIN AYNASI MAKALESİNİN DİĞER BÖLÜMLERİ 

İSTANBUL’A TÜP GEÇİT İHALESİ VE AKP-CHP TAHTARAVELLİSİ. 

İstanbul’a tüp geçit ihalesi yapılacaktır.

İhaleye; Alman, Japon, Amerikan ve Türk (Temel) firmaları katılır. Tüp geçit ile ilgili, işi nasıl yapacakları ve ne kadar sürede tamamlayacakları konusunda görüşleri alınır.

Alman firması; “işe iki ekiple başlayacağız. Bir ekip karşıdan bir ekip diğer karşıdan olmak üzere ve yaklaşık 10 ay sonra denizin ortasında buluşacağız. İki tünel arasında fark bizim hesaplarınıza göre en fazla 50 cm olacak ki bu bizim için sorun değil düzeltip tamamlayacağız.” der.

Japon firması; “Biz de iki ekiple başlayacağız. Bir ekip karşıdan bir ekip diğer karşıdan olmak üzere ve yaklaşık 9 ay sonra denizin ortasında buluşacağız. İki tünel arasında fark bizim hesaplarınıza göre en fazla 30 cm olacak ki bu bizim için sorun değil düzeltip açılışı yapacağız.”der.

Türk (Temel) firması ise; Biz de işe iki ekiple başlayacağız. Bir ekip karşıdan bir ekip diğer karşıdan olmak üzere ve yaklaşık 5 ay sonra denizin ortasında buluşurlarsa ne ala!.. Şayet ekipler ortada karşılaşmazlarsa, oymaya devam edip 10 ay sonra İki tane tüp geçit yapmış olacağız.” der.

AKP ile CHP horoz döğüşü yaparken, Türkiye’nin fedarasyonlara ayrışıp iki devletciğe doğru sürüklendiğini görünce bu fıkrayı hatırlamıştık. Devletin polis müdürünü, Milletvekili kılıflı PKK militanına tokatlatan bir AKP iktidarı, artık Türkiye’nin bir numaralı sorununu olmuşturmaktaydı! 

HAYDİ, BİR EŞEKLİK EDELİM! 

“Dünyanın en ileri görüşlü hayvanlarından birinin eşekler olduğunu kaçımız bilirdi. Oysa gerçekten keskin bir göze ve sağlam bir sezgiye sahiplerdi. Bir eşek yolda giderken 200 metre ilerde, bir çalının dibine kıvrılmış engerek yılanını rahatlıkla görebilirdi. Yolun ilerisinde kendilerini bekleyen tehlikeyi fark eder ve bir adım daha ileri gitmezdi. Ama akıllı geçinen sahibi durmadan onu döverdi. Maalesef eşeği yürütmek için kırbaçlayan adam değil, tehlikeyi sezdiği için direnen eşek inatçı gösterilirdi. Üstelik eşek, basacağı zemini, gideceği yolu iyi bilirdi. Anadolu’da birçok köy yolunun güzergâhını eşekler belirlemiştir. Eşeğin Allah vergisi bir yetenekle sahip olduğu bu özellik insanoğlu tarafından binlerce mühendis ve milyarlarca dolarlık ar-ge çalışmalarından sonra ancak bulunabilmiştir.

Hatta bu konuda yaşanmış ilginç bir hikâyeden bahsedilir.

Geçmiş zamanda, Amerikalı mühendisler Anadolu’da bir karayolu çalışması yürütmektedir. Ancak aynı bölgede önlerinde eşek, ellerinde kireç bir grup köylü görürler. Köylüler eşeği tepeye doğru kovalamakta sonrada arkasından geçtiği yerleri kireçle işaretlemektedir. Bu tuhaf durumu gören Amerikalı mühendisler merakla köylülerin yanına gelir:

– “Kolay gelsin, ne yapıyorsunuz burada böyle?” 

– “Yol yapıyoruz” 

– “İyi de bu eşek ne işe yarıyor?” 

Köyün muhtarı anlatmış: “beyim” demiş. “Biz en uygun yolu eşekle buluruz. Eşeği dağa salar o nereden gidiyorsa orayı patika yol haline getiririz. Çünkü bilin mi eşekler en kestirmeden, en münasip eğimden ve en sağlam yerden giderler.”

Bu tuhaf yöntemi duyunca Amerikalı mühendisler basmış kahkahayı. Bir yandan gülüyor, bir yandan köylüyü küçümsüyorlar. Sonunda Amerikalılardan biri, aklınca dalga geçmek için sormuş:

– “Peki, eşek bulamayınca ne yapacaksınız?” 

“Ne yapalım beyim” demiş muhtar: “- O zaman bizde Amerika’dan mühendis getirtiriz!!”

Bu ülkede Milleti sömürenler, sömürdükçe semirenler kahraman ilan edilmiştir. Millete gerçekten hizmet edenlerse küçümsenmiş, hatta bazıları hakarete yönelmiştir. Bilgileri, sezgileri, basiretleri, tecrübeleri ile bizi uyarmışlar; “gittiğiniz bu yol yol değil. Bu yolun sonu hayra alamet değil, ileride çıngıraklı yılanlar var” diye haykırmışlardır. Haykırdıkça tanklara maruz kalmışlar, dipçikle susturulmaya çalışılmışlardır. Ve hatta hapishanelere atılmışlardır. Ama onlar yine de ülkeye ve millete zarar verecek davranışlara girmemiş, Millete hizmet sevdasından hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Gün gelmiş kan kusmuşlar ama kızılcık şerbeti içtik demişlerdir. Bütün dışlanmalara, bütün alaylara, bütün baskılara, bütün yasaklara rağmen doğruyu göstermek, yolun sonundaki tehlikeleri haber vermek için çırpınıp durmuşlardır.

Hala da çırpınıyorlar. Onların sokaklarda heykelleri yok, lakin siz onların kim olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Bu yüzden hadi gelin, bu sefer biz bi eşeklik yapalım. Yalancı kahramanlara, sahte kurtarıcılara kanmak yerine gerçekten bu milletin ufkunu açanların yanında duralım.” 

Yani asıl marifet, seçimlerde “Kim iktidara gelmesin?” değil “Kim başımıza geçsin” sorusunun yanıtına göre hareket etmektir. Kötülerin ehvenini seçmek, işbirlikçilerin en ılımlısını tercih etmek yerine, milli, haysiyetli ve cesaretli projelerin sahiplerine destek vermek, asgari insanlık ve vatandaşlık görevimizdir.

ZATEN BİZE DE BÖYLE BİR İNEK LAZIM! 

İşçi, köylü, memur, esnaf… bütün millet perişanlık içinde kıvranırken ve Türkiye tamamen rehin alınmışken, AKP’nin gazetelere tam sayfa verdiği:

“IMF’ye borçları azalttık, enflasyonu sıfırladık, ihracatı fırlattık, fert başına milli geliri 10 bin dolara çıkardık, ekonomiyi büyültüp halkımıza huzur ve refah sağladık!?” reklamı görünce Nasrettin Hoca’nın şu fıkrasını hatırladık;

Artık sütten kesilen ve buzağı vermeyen ineğine pazarda bir türlü müşteri bulamayan Hoca’ya, bir hayvan tacirine para verip sattırmasını önerirler. Tacir, cırtlak sesiyle:

“Bu fırsatı kaçırmayın vatandaş!.. Bu cins inek, her gün 10 kg süt, yılda 2 buzağı veriyor. Bu fiyata böylesini kolay bulamazsınız!.” Diye övmeye başlayınca Nasrettin Hoca dayanamayıp adama yaklaşıyor ve:

“Beyim ben satmaktan vazgeçtim. Çünkü zaten bize de aynen bu dediğiniz şekilde bir inek lazımdı!..” 

VALİ PAŞA, NERDE SENİN GİBİ AKILLI ÖKÜZ!  

Her nedense tamamı Yahudilerden seçilen ABD’nin Türkçe konuşan yeni Ankara büyükelçisi, Joseph Ricciardone Ergenekon bahanesiyle generallerin ve gazetecilerin tutuklanmalarının “endişe verici olduğunu ve rahatsızlık duyulduğunu” açıklayınca AKP’li bakanlar ve kurmaylar sert(!) tepkiler vermiş, ama Amerikan yönetimi büyükelçinin haklı olduğunu söylemişti.

Yetmez, sözde Ana muhalefet liderimiz de ABD büyükelçisini desteklemişti!?

Şimdi eğer, ABD darbeci(!) generalleri ve ulusalcı kesimleri destekliyorsa; Ya bunların Amerikan karşıtlığı sahteydi veya:

“Bakın, ABD’yi bile takmıyor” dedirtmek ve AKP’ye dolaylı destek vermek üzere böyle hareket edilmekteydi..

O halde iç işlerimize ve yargı sürecine müdahale anlamına gelen bu söylemleri koca koca adamlar nasıl fark etmezlerdi? Bu tiyatroyu izleyince aklımıza şu fıkra gelmişti:

Öküz ve düvenle harman yapıldığı ve Valilerin CHP il başkanı gibi çalıştığı dönemlerde, Elazığ’ın Alişam köyüne giden Vali, düvenin üzerine ağır bir taş koyup kendisi gölgede oturarak, uzaktan seslenmek suretiyle öküzleri yönlendiren yaşlı köylüye hayran kalmış ve sormuş:

–       Amcacığım, bu hayvanların hareket edip etmediğini nasıl anlayıp müdahale ediyorsun?

–       Boyunlarına taktığım çan sesi kesilince, durduklarını fark edip uyarıyorum..

–       Peki ya durdukları yerde kafalarını sallayıp ses çıkarırlarsa ne yapacaksın?

–       Ah vali paşam, nerde öyle sizin gibi akıllı öküz!?.

DÖNEKLERİN YUVAYA DÖNÜŞÜ 

Yuvasını, kocasını ve aile efradını bırakarak Genelevine kaçıp Kahpe’lere katılan ve namusunu kirletip onurunu karartan bir kadının, pişman olup tekrar evine dönmesi halinde, nikahını tazeleyince, bunun geçerli olup olmadığını soran bir tanıdığına şuurlu bir Hoca efendinin şu yanıtı verdiği anlatılmıştı:

“(Artık) Fuhuşta bulunmamak, iffetli (olmak) ve gizlice dostlar tutmamak (şartıyla) velilerinin izniyle onları nikâhlayabilirsiniz.”[1] Ayetinde buna izin veriliyorsa da;

“Zina(ya devam) eden kadını, zina yapan ya da müşrik olan bir erkekten başkası nikâhlayamaz. Bu müminlere haram kılınmıştır.”[2] Ayeti bu konuda dikkatli olmamızı uyarmaktadır.

Yani nefsine yenilerek ve nanhörlük ederek genelevine düşen bir kadın, tevbe ederse tekrar alınabilir, amma artık gözünüz üzerinde olmalıdır. Çünkü alışmışla kudurmuşun tekrar ne yapacağı karanlıktır. Yalama olan ve diş sıyıran vidalar kolay kolay dikiş tutmamaktadır… Daha yakışıklı ve varlıklı birini bulunca, yeniden kaçabileceği de hesaba katılmalıdır. Üstelik siyaset kahbeliği şehvet kahbeliğinden daha aşağı ve bayağı bir tavırdır.

Ama en azından Genelev patronunu sermayesiz bırakmak, şehvet azgınlarını da fuhuştan uzak tutmak sevabı kazanılır!..

Ayeti kerime: “Allah’ın (adına verdikleri) ahdini (ve Hakka bağlı kalacakları konusundaki) yeminlerini az bir değere (dünyalık makam ve menfaatlere) karşılık satanlar (var ya) işte onlar için ahirette hiçbir pay yoktur, Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacaktır, onları gözetip rahmetle yüzlerine bakmayacaktır ve onları arındırmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.”[3] 

FETULLAHIN REKLAMCILARI, YAHUDİ PROFLARI! 

İngiltere Derby üniversitesi profesörü, Yahudi asıllı Paul Weller:

“Özellikle Türkiye’de, Gülen’in öğretilerinden esinlenen hareketin devleti ele geçirmek ve İslamî bir devlet kurmak gibi gizli amaçları olduğunu öne sürenler olmakla birlikte Gülen’in kendisi İslam’ın siyasî amaçlarla araçsallaştırılmasını eleştirmektedir. Bu bağlamda, İslam’ın gelişmesi için İslamî bir devlete ihtiyacı olmadığını ve İslam’ın siyasallaşmasının sadece devlete ve topluma değil, aynı zamanda İslam’ın kendisine de zarar vereceğini ısrarla vurgulamaktadır.”[4]

Diyerek, Fetullahcılığı, İslami Düzen ve devlet anlayışının en önemli engeli saymıştı. 

Oysa üstat Bediüzzaman’a göre siyaset: Hak ve adaletle toplumu yönlendirme sanatı veya devlet imkânlarını hayrın ve halkın hizmetinde kullanma aracıydı.

Bu nedenle Yüce İslam hiçbir dünyalık heves ve siyasete alet ve araç yapılamazdı. Ama her meşru yöntem ve siyaset, İslam’ın yüksek gayelerine ve adalet düzenine vasıta ve fırsat olarak kullanılırdı…

Acaba Bediüzzaman mı yanılıyordu, yoksa Fetullah Hoca mı yamukluk yapıyordu?. 

 

 

ZAMAN GAZETESİNİN MÜNAFIKLIĞI 

20 Şubat 2011 tarihli Zaman gazetesi 19. Sh.de şöyle bir haber yayınlamıştı:

Yahudi yerleşimlerine sadece ABD göz yumdu! 

“Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki işgal altında bulunan Filistin topraklarında İsrail devletinin sürdürdüğü kanun dışı yerleşimlerin durdurulması için Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartmak isteyen BM’ye üye 137 ülke Amerikan muhalefetine takıldı. 

Konsey’in 15 üyesinden yalnızca Amerika’nın hayır oyu verdiği karar tasarısında diğer tüm üyeler ‘evet’ yönünde oy kullandı. ABD’nin karşı oyu nedeniyle Konsey’den İsrail’in yerleşim girişimlerini durdurması yolunda karar çıkarılamadı. Konsey’den karar çıkarmak yasal bağlayıcılığı olması nedeniyle önemli sayılmaktaydı. BM kulislerinde ‘hayır’ oyunun İsrail uğruna ABD’nin dış politikasının izole edilmesi anlamına geldiği yorumları yapıldı. Kararın ardından bir açıklama yayımlayan İsrail ise hayır oyu nedeniyle ABD’ye teşekkür etti. SEZAİ KALAYCI New York” 

İyi de, bu İsrail uşağı zalim “ABD’nin Dünya Gemisinin Kaptanlığına layık olduğunu” ve Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara girişimcilerinin Meşru Otorite olan İsrail’den izin almadığı için suçlu bulunduğunu söyleyen sizin Fetullah Hocanız değil miydi? 

Bu sırıtan çelişkiler bize şu fıkrayı hatırlatmıştı:

Çevresinde muhterem ve muttaki bilinen softa bir adam, zina ettiği kadına: 

“Başını ört, açık gezmek günahtır!” deyince, kadın: 

“Bre sahtekar, başımızı örtmemiz; kıçımızın açığını kapatır mı?..” 

KENDİ HESABIMA SÖVÜYORUM: MÜSLÜMAN KALAN AHMAKTIR! 

Elazığ’ın meşhur Deli Baki’sine:

Duydun mu, önce hemşerimiz Süleyman Ateş; “Yahudi ve Hıristiyanların da cennete gideceğini”, şimdi de Fetullah Gülen “Ehli Kitapla aynı kökten geldiğimizi ve birlikte hareket etmemiz gerektiğini” söylüyor, sen bu işe ne buyurursun? Diye sorunca Deli Baki:

“Kimse üstüne alınmasın, ben kendi hesabıma sövüyorum: Eğer Yahudi ve Hıristiyanlar da Hak din üzerindeyse ve onlar da cennete gideceklerse, artık Müslüman kalırsam benden ahmağı ve ayısı yoktur! Madem gavurlukla da cennete gidiliyorsa, böyle namaz ve oruç zahmetine katlanmanın, içki gibi bir sürü zevkimden ve keyfimden mahrum kalmanın ne alemi var yahu!?” 

ATATÜRK’ÜN NÜFUS MÜBADELESİ SİYASİ, STRATEJİK VE EKONOMİK BİR BAŞARIDIR. 

Nüfus mübadelesi, uluslararası bir anlaşmadır. 30 Ocak 1923’te imzalanmış, bilahare Lozan Anlaşması’nın bir ek protokolü olarak onaylanmıştır. İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri hariç Türkiyeli Ortodokslar ile Yunanistanlı Müslümanlar karşılıklı olarak zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulmuşlardır. Tarih kitaplarında işte bu kuru bilgiler yazar. Oysa dünya tarihinin en büyük nüfus takası olan bu anlaşmanın insani, tarihî ve sosyoekonomik pek çok sonucu vardır.

Kendisi de Selanikli bir paşa olan Atatürk’ün, Lozan görüşmeleri sırasında kendi ata topraklarını da kurtaracağı beklentisi doğmuştu. Ama Ankara hükümetinin meseleye duygusal bakma şansı yoktu. Çoğunlukla Rumların elinde olan Anadolu’daki zeytin, üzüm, tütün gibi değerli tarım ürünlerinin üretimi büyük ölçüde durmuştu. Kuyumculuk, marangozluk gibi zanaat alanlarında da Rumlarla beraber büyük boşluklar doğmuştu. Ya mübadeleyi kabul edip doğan boşluğu dolduracaktı ya da kaçan Rum göçmenleri geri çağıracaktı. Bugünkü modern zamanların değerleri ile bakıldığında “insanlar yerlerinden yurtlarından zorla sürülmüş olmaları nedeniyle mübadele bir insanlık suçudur” denilmesi yanlıştır. Oysa olaya yaşandığı dönemin koşullarıyla bakıldığında önemli bir programdır.

Atatürk bu nüfus mübadelesiyle: 

a.    a) Balkanlardaki Müslüman toplulukları Anadolu’ya getirmekle Türkiye’nin nüfus seviyesini ve kısmen nitelikli insan potansiyelini geliştirmiştir. 

b.    b) Batının o günkü modern ziraat ve sanat birikimi kısmen Türkiye’ye getirilmiştir. 

c.    Çoğu zengin ve etkin sabataistleri de getirerek yeni Cumhuriyetin desteklenip yerleşmesini hedeflemiş, ama 2. Beyazıt’ın yaptığı gibi “merhametten maraz doğmasını” engelleyememiştir. 

CUMHURİYET TARİHİNDE BİR İLK, AKP İKTİDARINA NASİP OLDU! 

27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü nedeniyle Neva Şalom Sinagogu’nda geniş katılımlı bir tören düzenlenmişti. Cumhuriyet tarihinde ilk defa düzenlenen törene çok sayıda siyasetçinin katılması dikkat çekmişti

Türk Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati’nin ortaklaşa düzenlediği tören Taksim Tünel’de bulunan Neva Şalom Sinagogu’nda gerçekleştirilmişti. Türkiye anma törenine ilk kez Dışişleri Bakanlığı seviyesinde bir katılım göstermiş ve Dışişleri Bakanlığı’nı Büyükelçi Ertan Tezgör temsil etmişti. Büyükelçi Tezgör konuşmasında Türkiye’nin Holokost mağdurlarına kucak açtığını ifade edip şunları söylemişti:”Holokost gibi eşi benzeri olmayan bir soykırımın mağdurlarına Türkiye diplomatlarımızın büyük özverileriyle kucak açmıştı. 1992 yılında da Osmanlı’ya sığınan Seferad Yahudilerinin 500. Yılını kutladık. Türkiye ırkçılık, anti semitizme karşı izlediği kararlı stratejisini sürdürecektir. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Kudüs’te dile getirdiği gibi Holokost insanlığa karşı işlenmiş en akıl almaz suçtur. İnsanlık benzer bir durumla asla karşı karşıya kalmamalıdır.”

Yani, Recep Beyin Müslüman halkımızın havasını almak için ara sıra İsrail’e horozlanmasına bakmayın, O Siyonizmin samimi bir hizmetkârıdır… 

Törene kimler katıldı? 

Törene Türkiye Musevileri Hahambaşı İsak Haleva, Türk Musevi Cemaati Başkanı Sami Herman, Süryani Metropoliti Yusuf Çetin, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, CHP İstanbul İl Başkanı Nebil İlseven, Dışişleri İstihbarat Daire Başkanı Tuğrul Biltekin ve cemaat mensupları ile çok sayıda akademisyen ve rektör, büyükelçiler ve dış ülkelerin İstanbul Başkonsolosları katıldı.[5]

 

 

HZ. ALİ’NİN YAHUDİ KAFALIYA YANITI 

Ahirete inanmayan müşrik kafalı bir Yahudi Hz. Ali’ye:

“Siz boşuna zahmet çekiyor ve kendinizi dünya nimetlerinden mahrum ediyorsunuz. Çünkü iddia ettiğiniz şekilde bir ahiret hayatı yoktur!.

Hz. Ali’nin cevabı ise bu adamı günlerce uykusuz bırakacak ve sonunda iman etmesine vesile olacaktır.

“Eğer dediğiniz şekilde ahiret yoksa siz de toprak, biz de toprak olacağız demektir. Üstelik İslam’ın temiz ve titiz olma, ibadetle disiplinli yaşama ve adil davranıp temel insan haklarına saygılı olma gibi prensiplerinin bize kazandırdığı gönül huzuru ve insanlık onuru yanımıza kâr kalır. Peki, ya ölümden sonra dirilip hesap verme ve ettiğinin karşılığını görme varsa (ki haktır), o zaman sizlerin hali nice olacaktır?

 

 

CIA’NIN İŞKENCE UÇAKLARI VE AMERİKAN UŞAKLARI!

 

 

Amerikan uşakları!

 

 

AKP, 2002’den 2006’ya kadar ABD’nin işkence uçaklarına izin verdiği ortaya çıkmıştı.

 

 

O uçaklarda Müslümanlar vardı… Kim oldukları hala bilinmiyor. Afganistan dağlarında alınan ve işkence uçaklarına bindirilip Kuzey Irak’taki işkence hanelerde sorgulanan, bir kısmı İncirlik üzerinden Guantanamo’ya yollanan Müslümanlar.

 

 

Irak’taki işkence ve tecavüzleri… Ebu Gureyb vahşetini, Guantanamo cehennemini, CIA’in gizli cezaevlerini özel uçaklarla insan kaçırdığını AKP’li İbrahim Karagül de yazmıştı.

 

 

Peki, bahse konu dönemde hangi bakanlar, hangi üst düzey bürokratlar, hangi komutanlar, hangi partili kurmaylar bu uçaklardan haberdardı?

 

 

Bu uçakların iniş kalkışından haberdar olanlar, ‘CIA havayolları’ olarak bilinen bu işkence ağının birer parçası ve figüranı mıydı?

 

 

Daha önemlisi bu izinleri veren AKP’nin ABD ve İsrail’e horozlanması nasıl bir sahtekârlıktı? Bu yüzkaralarından bir gün elbette kamuoyu önünde hesap sorulacaktı! Bekleyin, ey Amerikan uşakları!

 

 

 

 

AKP’NİN AHLAKİ TAHRİBATI

 

 

30 Ocak 2011 Tarihli Zaman Gazetesi manşetine göre:

 

 

Alkol tedavisi görenlerin sayısı 5 yılda 10 kat artmıştı!

 

 

Uluslararası standartlar dikkate alınarak hazırlanan içki satışıyla ilgili düzenlemeler hararetli tartışmalara yol açtı. Buna karşılık Türkiye’de alkol tedavisi görenlerin sayısı hızla artmaktaydı. Alkol, Madde Bağımlılığı Araştırma, Tedavi ve Eğitim Merkezi’ne (AMATEM) 2004’te başvuranların sayısı 11 bin iken bu rakam 2009 sonu itibarıyla 107 bini aştı. Ülke genelindeki içki tüketimi ise 6 yıl içerisinde iki kattan daha fazla artmıştı.

 

 

Peki, AKP döneminde içki ve uyuşturucu kullanımının hızla arttığını ve ilköğretim çocuklarına bulaştığını yazan Zaman Gazetesi nasıl oluyor da hala bu hükümeti alkışlamaktan utanmıyordu?

 

 

 

 

ZAMANCILARIN “GAYRİMÜSLİM MİLLETVEKİLİ” SEVDASI!

 

 

Rum, Ermeni ve Museviler, Tanzimatcı ve ittihatçı masonlar sayesinde siyaset alanında etkin kimlikler olarak görünmüşlerdir. I. Meşrutiyet dönemi’nde Meclis-i Meb’usan üyelerinin yaklaşık yüzde 50’sinin, anadillerinin Türkçe olmadığı bilinmektedir. II. Meşrutiyet’e (1908-1912) gelince, Feroz Ahmad ve Dankwart Rostow’un verdiği bilgilere göre, Meclis-i Meb’usan’da bulunanların 147’sinin Türk olmasına karşılık, 60’ı Arap, 27’si Arnavut, 26’sı Rum, 14’ü Ermeni, 4’ü Musevi ve 10’u da Slav asıllıdır. Gerek Birinci ve gerekse İkinci Meşrutiyet Meclislerinde Rum, Ermeni ve Musevi mebuslar etkilidir.

 

 

Cumhuriyet de, bu Osmanlı geleneğini devam ettirmiştir. Rıfat N. Bali’nin ‘Cumhuriyet Döneminde Azınlık Milletvekilleri’ başlıklı makalesinde ‘Gayrımüslim yurttaşlar çok partili siyasi hayatın başladığı 1945 yılından 27 Mayıs 1960 tarihine kadar TBMM’de temsil edilecek, 27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra Kurucu Meclis’te de Devlet Başkanının temsilcisi olarak yer alacaklardı’ demektedir. ‘1943-1946 dönemi milletvekillerinden Avram Galanti gibi Yahudiler Berç Türker gibi bir Ermeni milletvekilleri hep öndedir.

 

 

27 Mayıs ‘Kurucu Meclis’ten sonra 34 yıl boyunca TBMM’de açık kimlikleriyle gayrımüslim’ temsilci yoktur ve bunun için 1995 yılını beklemek’ gerekmiştir. Ama dönme ve sabataistler yine etkin vaziyettedir. Nitekim, 1995 yılı 24 Aralık genel seçimlerinde Jefi Kamhi,DYP’den İstanbul milletvekili seçilecektir.

 

 

 

 

Zaman Yazarı Hilmi Yavuz’un AKP’ye Tavsiyeleri

 

 

AK Parti’nin İslam konusundaki hassasiyetinin, AK Parti’den bir gayrımüslim milletvekili adayı göstermeye engel teşkil ettiğini zannetmek yersizdir. AK Parti, Avrupa Birliği konusunda da belirli hassasiyetler taşıyan bir siyasi partidir ve gayrımüslim birkaç milletvekili ile Avrupa kamuoyunda fevkalade olumlu bir imaj edinebilir. Dahası, AK Parti’nin gelenekçi yanıyla, gayrımüslimlerin siyasi temsiline ilişkin Osmanlı pratiğine sahip çıkması da gereklidir.

 

 

CHP’ye gelince, bu partinin hangi gerekçelerle gayrımüslim azınlıklardan milletvekili adayı seçmediğini anlamak mümkün değildir. CHP’nin geçmişte, bu konuda hassasiyet gösterdiği biliniyor. Rıfat N.Bali’nin düzenlediği listeye göre, 1946 seçimlerinde Dr. Fakaçelli (Rum) ve Vasil Konos (Rum), CHP milletvekili olarak TBMM’ye girmişlerdir. Fakat asıl hassasiyeti, Demokrat Parti göstermiştir. 1946’dan 1957 seçimlerine kadar DP’den Salamıon Adato (Musevi), Hanri Soryano (Musevi), Yusuf Salman (Musevi), İzak Altabev (Musevi); Ahilya Moshos (Rum), Aleksandros Hacopulos (Rum), Hristaki Yoannidis (Rum); Vahram Bayar (Ermeni), Zakar Tarver (Ermeni), ve Mıgırdıç Şellefyan (Ermeni) milletvekili olmuşlardır. AK Parti, kendisini Demokrat Parti’nin ‘1946 Ruhu’nun bir devamcısı olarak gördüğünü her vesile ile dile getirdiğine göre, azınlık milletvekilleri meselesinde de, bir kez daha bu ‘Ruh’a sahip çıkmalıdır.

 

 

Kısaca AK Parti’nin gerek Avrupa Birliği, gerek Osmanlı siyasi pratiği ve gerekse Demokrat Parti’nin ‘1946 Ruhu’nun gereğini yerine getirmesi ve2011 genel seçimlerinde bunu hayata geçirmesi beklenir.

 

 

AK Parti, kendi içindeki dar ve sınırlı bir kesimin taassubuna asla taviz vermemelidir.[6] 

 

 

 

 

KADIN HACDA BİLE TACİZE UĞRARMIŞMIŞ!..

 

 

Konya İlahiyat Fakültesinden bir hocanın:

 

 

“Dekolte kıyafetler, açık saçık giyinmeler erkekleri tahrik ediyor ve taciz olaylarının artmasında rol oynuyor” şeklindeki bir doğruyu, yanlış bir ifade tarzıyla ortaya koyması; hem masonik medyada, hem de bazı münafık ilahiyatçılar yanında şeytani bir tepkiyle karşılanmıştı. Sanki taciz ve tecavüz ahlaksızlığını masum ve mazur göstermeye çalışmıştı…

 

 

İlahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli’nin: “Kadın, hacda bile tacize uğruyor” şeklindeki saptırıcı saptamaları ise, açıklık saçıklığı masum gösterme çabalarıydı.

 

 

Star gazetesindeki sütunları elinden alınınca, kendisini ifade etmek için ÖTEKİLERin diliyle konuşmaya başlamıştı. Bugünlerin flaş tartışması “taciz”e Milliyet gazetesi sütunlarından katılarak, hem de Doğan Grubu’nun ağzının suyunu akıtacak bir ifadeyle: “Kadın, Hac’da bile tacize uğruyor” hikmetini yumurtlamıştı. Hidayet hanımın bu açıklamasının ardından şanına şan katılacağı kesindi!.. Ancak böyle açıklamaları sadece dinden soğutmak isteyenler ya da meczublar yapardı!..

 

 

Ne diyelim, “Allah Hidayet versin!” demekten başka söz kalmamıştı.

 

 

 

 

AMERİKA’NIN PERDE ARKASI

 

 

– ABD halkının yüzde 5’inin (yaklaşık 15 milyon kişinin) hiç okuma-yazma bilmediğini, zır cahil kaldığını

 

 

– ABD toplumunun 20 milyonluk bölümünün okuduğu basit bir sayfalık metni dahi anlayamadığını…

 

 

– Cezaevindeki hükümlülerin sayısının 2,5 milyona ulaştığını.

 

 

– 20-30 yaş grubu arasındaki her 8 zenci erkekten birinin demir parmaklar arasında zor günler yaşadığını…

 

 

– ABD’de her yüz bin kişiye yılda 10 cinayet düştüğünü, yani bu ülkede can emniyetinin bulunmadığını

 

 

– Meskenlerde bulunan silah sayısının 200 milyonu aştığını…

 

 

– 35 milyondan fazla ABD’linin yoksulluk sınırında kıvrandığını…

 

 

– 30 milyondan fazla Amerikalının hiçbir sosyal güvenliği bulunmadığını…

 

 

– New-York’taki evsizlerin sayısının 40 binden fazla olduğunu…

 

 

– Manhattan’da yeraltı mazgallarında ve metro tünellerinde 19 bin ABD’linin yattığını biliyor muydunuz?

 

 

 

 

GİZLİ BOP DOSYALARI

 

 

“Dosyalar gizli derin dondurucularda bekletiliyor. Hangi dosyalar?

 

 

1. Mısır’ı parçalama dosyası. Uygulama başlamıştır. Mısır’ın bir bölümünde bağımsız bir Kıptî devleti kurmak istiyorlar.

 

 

2. Türkiye’yi parçalama dosyası. Uygulama gözlerimizin önünde devam ediyor. Kaça ayrılacak? Üçe sanırım…

 

 

3. İran dosyası. Belki üç, belki de beş ayrı devlete ayırmayı düşünüyorlar doğu komşumuzu.

 

 

4. Suriye dosyası. Bağımsız bir Dürzi devleti…

 

 

5. Sudan dosyası. Ülkenin güneyinde bir Hıristiyan devleti kurulacak. İlk tanıyacak devlet İsrail olacak. Bununla da yetinmeyecekler, yine güneyde ayrı bir devlet daha…

 

 

6. Irak dosyası. Ülke üçe ayrıldı.

 

 

Daha çok dosyalar var.

 

 

BOP’a (Büyük Ortadoğu Projesine) göre İslam ülkeleri bölünecek, parçalanacak, ortaya bir yığın yetersiz devlet çıkartılacak. Hangi bakımdan yetersiz? Bir kere orduları yetersiz olacak. Dehşetli bir silahlanma yarışına girecekler, silah tacirleri ihya olacak. Bu silahlanma, ordu kurma yarışında başta ABD olmak üzere büyük devletler yüz milyarlarca dolar para kazanacak!.”[7]

 

 

 

 

FETULLAHCILARIN YENİ BARIŞ ve DEMOKRASİ KAHRAMANI; BARZANİ!?

 

 

24 Şubat 2011 tarihli Zaman Gazetesinde (sh: 23) şöyle bir haber yer almıştı:

 

 

İtalya’dan Mesud Barzani’ye ödül

 

 

“İtalyan Atlantik Komitesi ve İtalyan NATO Parlamenter Asamblesi, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani’ye “Atlantik Ödülü” verdi.

 

 

Bu yıl ilk kez verilen ödüle, mültecilere sağladığı destek ve bölgenin istikrarına yaptığı katkı dolayısıyla Barzani layık görülmekteydi. NATO Parlamenter Asamblesi İtalyan heyeti başkanı Sergio De Gregorio, yaptığı konuşmada, Barzani’yi ödüle layık görmelerine neden olarak, Irak’taki savaş sırasında ve daha sonra yaklaşık 10 bin Iraklı Hıristiyan’a kendi bölgesinin kapılarını açıp yardım etmesini göstermişti. Konuşmasında ödülü, “Irak’ın kuzeyinde demokrasinin kurulmasına yardımcı olan her erkek ve kadına” adayan Barzani, “Bu ödül, her Kürt, Arap, Türkmen, Asuri, Keldani, Ermeni, Müslüman, Hıristiyan ve Yezidi’ye övgüdür.” diye böbürlenmişti.

 

 

 

 

TÜRKİYE’Yİ APO MU YÖNETİYORDU?

 

 

Apo’nun korkusundan Güneydoğu için zaman 1 Mart’a doğru geri sayıyordu. Ve derken PKK militanları Nevruz savaşlarını başlatıyordu.

 

 

Oysa bazıları Abdullah Öcalan’ın son tehdidini konuşmayı unutmuştu. Çünkü Öcalan şartlarının düzeltilmesi için daha önce seçimlere kadar verdiği ‘eylemsizlik’ süresini tekrar bozmuş ve 1 Mart’a kadar şartlarının düzeltilmesi için hükümete talimat yağdırıyordu. Ortada bırakın düzeltmeyi, Öcalan’ın adını ağzına alan kimse yoktu. Nasıl olsun, önümüzde seçim vardı ve kimse riske girmiyordu. Öcalan ise önünde yeni bir örneğe vurgu yapıyordu. Mısır’daki Tahrir Meydanı’nı diline dolamış, Diyarbakır’ı Tahrir Meydanı’na dönüştürmekten bahsediyordu. Türkiye adım adım bir kaosa sürükleniyor ve AKP iktidarı sadece seyrediyordu!..

 

 

Siyonist merkezlerin ılımlı İslam diye AKP’yi, ılımlı PKK diye BDP’yi kullanıyordu!?

 

 

AKP ile CHP’nin FARKI NEDİR?

 

 

Ailece çok iyi görüşen iki arkadaş uzun yıllar ayrı kalırlar ve bir gün karşılaşırlar. Birbirlerine hasretle sarılıp hal hatır sorduktan sonra bir cafe de oturup sohbete başlarlar.

 

 

Biri ötekine sorar; Eee kızımız nasıl büyümüştür inşallah?

 

 

Diğeri şöyle yanıtlar:

 

 

“Evet amcası büyüdü Maşaallah. Üniversiteyi bitirdi ve özel bir sektörde işe alındı. Ve işinde de çok başarılı. İlk 6 ay düz eleman olarak çalıştı. Sonra patronu o nu yanına danışman olarak aldı. Ardından bazı akşamlar fazla mesaiye kalarak eve geç kalmaya başladı. Ve Patronu işyerindeki 1. Yılı dolmadan ve de bizim kızı çok başarılı bulduğundan kendisinin özel sekreteri yaptı. Kızım artık akşamları sürekli eve geç geliyordu. Sorduğumuzda ise işlerin çok yoğun olduğunu, herkes gittikten sonra patronuyla çalışmaya devam ettiklerini söylüyordu. Bazı akşamlar patronu ile sabahlara kadar çalıştıkları da oluyordu. Hatta 1 hafta ve 2 haftalık yurtdışı iş bağlantılarında bile patron bizim kızı yanında götürüyordu. Bu aralar sürekli yurt dışı çalışmaları oluyor, tabii bizim kız da patronuyla beraber gittiğinden o sıralar kızımız bizimle pek görüşemiyordu. Arada bir bizi telefonla arardı, geçen bize de bir araba aldı, her ay hesabımıza belli miktarda para da aktarırdı. Hatta siz bir ev bakın önümüzdeki ay da size bir ev alayım diye haber yollamıştı. Zaten patronu da işyerine yakın olsun diye bizim kız’a bir villa bağışlamıştı. Artık Kızım bizden ayrı yaşamaktaydı!.” Allah kızımıza da zeval vermesin, diye duamız hep onunlaydı!” dedikten sonra arkadaşına sorar: Sahi senin kız nerede çalışıyordu?

 

 

Adamın cevabı kısadır: Valla ben senin kadar güzel ve geniş anlatamıyorum. Ama benim kız da aynen sizinki gibi bir zenginin kapatması oldu!

 

 

Sonuç: AKP ile CHP’nin farkı ne oluyormuş? AKP kendini ve icraatlarını CHP’den daha güzel anlatıyormuş!.. Tercih edilmesi ve sevilmesi de buna dayanıyormuş!

 

 

[1] Nisa: 25

 

 

[2] Nur: 3

 

 

[3] Al-i İmran: 77

 

 

[4] 20 Şubat 2011 / Zaman / sh: 24

 

 

[5] Milli Gazete

 

 

[6] 9 Ocak 2011 / Zaman

 

 

[7] M. Şevket Eygi / Milli Gazete

 

 

http://millicozum.com

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi