Anasayfa » ERBAKAN HOCA’MIZDAN ALTIN SÖZLER VE HİKMETLERİ

ERBAKAN HOCA’MIZDAN ALTIN SÖZLER VE HİKMETLERİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 343 Görüntüleyen

ERBAKAN HOCA’MIZDAN ALTIN SÖZLER VE HİKMETLERİ

Aziz Hocamızdan dinleyip öğrendiğimiz ilmî ve imanî gerçeklerin bir kısmını, anladığım ve hatırladığımız şekliyle, başkalarının da istifadesine sunmayı düşündüm. Her birisi ayrı ayrı levhalar halinde yazılıp asılması gereken bu “vecize”lerin ve birçok meselenin çözümünde anahtar vazifesi görecek bu “Altın Sözler”in, sadece kendi hafızamızda ve hatıra defterimizde hapsedilmesine gönlümüz razı olmadı.

Sözlerime ve yazılarıma güzellik katan ve özellik kazandıran bu hikmet ve ibret derslerini anlamak ve onların sahibini de daha iyi tanımaya yardımcı olacağı ümidiyle arz ediyorum:

Akıl Nedir, Akıllı Kimdir?

  • “Akıl, bir işin sonunu düşünmektir.”
  • “Akıl; ‘şunlar şunlar doğru ise, şunlar da doğrudur’ şeklinde bir muhakeme ve mukayese kabiliyetidir. Bir temyiz-ayırt etme yeteneğidir. İslamsız akıl, tek başına ilk ve mutlak doğruları bilmeye, hayır ve şerri tayin etmeye yeterli değildir. İslamsız bütün nimetler eksiktir ve gerçek saadete eriştirmeyecektir. Bu nedenle “Bugün dininizi ikmal ettim ve nimetlerimi tamamladım” ayeti en son indirilmiştir.
  • “Akıl; imanın ve İslam’ın emrinde en büyük nimet, ama nefsin ve şeytanın elinde ise felaket sebebidir.”
  • “Düşmanlar ve canavarlarla dolu ıssız ve karanlık bir ormandan kurtulmak için, nasıl ki;

1- Tehlike tuzaklarını ve güvenli çıkış yollarını gösteren bir haritaya,

2- Doğru yön tayinine yarayan bir pusulaya,

3- Ve de çevremizi aydınlatan bir ışığa ihtiyaç vardır. İşte bunun gibi: zulüm ve zulmetlerle kaplı bir dünyada selameti bulmak için de; Kur’an bir harita, akıl bir pusula, iman ise önümüzü aydınlatan bir ışık kaynağı konumundadır. Bunlar biri birinin tamamlayıcısıdır. Biri olmadan diğeri de işe yaramayacak ve kurtuluşa ulaştıramayacaktır.

İslam; Hayat ve Hakikat Prensipleridir:

  •  “İslam’ın dışında, hiçbir Hak ve hakikat kaynağı mevcut değildir. Fen ve hikmet, sanat ve sanayi dahi İslam’ın içindedir ve onun bir şubesidir. İlhamını Kur’an’dan almayan ve insani amaçlar taşımayan hiçbir ilim ve teknik asla katıksız hayra ve huzura eriştiremeyecektir. Şerden ve zarardan arınmış gösterilemeyecektir. Mutlaka yeterli ve yararlı olduğu söylenemeyecektir.
  •  Felsefelerin ve filozofların birbirini inkârı, ideolojilerin devamlı çatışması, beşeri kanun ve nazariyelerin sürekli yıpranıp çağdışı kalması, hatta yapılan ilaçların bile bir müddet sonra yan tesirlerinin anlaşılması hep bu yüzdendir.”
  • 70 öncesi yıllarda Hoca’mın Erzurum’daki “İlim ve İslam” konulu konferansını dinleyen bir müftü efendi, daha sonra özel sohbeti sırasında Hocamıza dönerek:

— Sizi canu gönülden tebrik ederim. Çok güzel ve önemli konulara temas ettiniz. Bendeniz de yıllardır vaazlarımda: “Dini ve ahlâki ilimleri bilmenin yetmeyeceğini, Avrupa’nın fennini ve tekniğini de öğrenmek gerektiğini hep söylerim” deyince, Hocamız ona:

— Aman Müftü Efendi! Herhalde sürçü lisan ederek yanlış bir ifade kullandınız. Çünkü “İslami ilimler yetmez, Avrupa’nın fen ve tekniğini de almamız lazımdır” sözü bilerek söylense tecdidi iman gerektiren bir küfür lafzıdır. Zira bu söz Kur’andaki en son indirilen “Artık dininizi kemale erdirdim. Hiçbir eksik bırakmadım (maddi ve manevi) nimetlerimi tamamladım” mealindeki ayete ters düşmektedir. Bu ifadelerden “İslam’da fen, teknik ve müspet ilimler bulunmamaktadır. Bunları Avrupa’dan almaya ve öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla bu yönüyle İslam noksandır” manası anlaşılır ki bu, farkında olmadan “Bugün dininizi ikmal ettim, maddi ve manevi hiçbir eksiklik ve kusur bırakmadım” buyuran Cenab-ı Hakkı yalanlamak demek olur ve elbette yanlıştır.

Doğrusu ise, maddi ve müspet ilimlerin de temel kaynağı ve doğru dayanağı yine Kur’andır ve bugün batılıların elindeki bütün ilimlerin temel esaslarını da İslam âlimleri ortaya koymuşlardır” diyerek düzeltip uyarır.

Elbette “Hikmet (fen ve sanat) Müslüman’ın yitik malı gibidir. Nerede bulsa alır ve kullanır” Ancak İslam’ın müspet ilimlerle ilgisi ve bilgisi yok diye düşünmek tamamen yanlıştır ve yanıltıcıdır.

  •  “İslam beş temel üzerine bina edilmiş bir hakikat sarayıdır ve hayat programıdır. Yoksa ‘sadece bu beş şeyden ibaret’ zannedilmesi hatadır. Zira sadece bir kısmına inanmak ve yaşamak; İslam değildir.”

Bakış Açısı Çok Önemlidir:

  • “Dünyadan Ay’a gönderilen bir füze, nasıl ki hedef bakımından ve çıkış açısından bir milimlik bir sapma bile gösterirse, bu açı giderek büyüyecek ve neticede o füze Ay’a değil başka bir gezegene çarpıp parçalanacaktır.

Aynen bunun gibi, imani ve itikadi konularda başlayacak çok az bir şüphe ve sapma bile, insanı giderek İslam’dan uzaklaştıracak ve bu sapıklık, sonunda sahibini cennete değil, cehenneme taşıyacaktır.”

  • “İslam’ı, ‘ırkçılık’ gibi batıl ve beşeri şeylerle karıştırmak esasına dayanan sentezcilik düşüncesi de itikadi bir sapıklıktır.” Türk-İslam sentezi, Kürt-İslam sentezi gibi iddialar yanlıştır.
  • “Mezheplerin birleştirilmesi fikri de, ırkçılık gibi, bir Yahudi şırıngasıdır.”
  • “Yanlışın en tehlikelisi doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır.”
  • Bu konuda görülen diğer bir gaflet ve cehalet örneği de: sadece Kur’anla hüküm ve amel etmeyi yeterli zannedip, sünnete (hadislere ve diğer İslami delillere) itibar etmemektir.

Hâlbuki Allah’ın tayin ve tespit buyurduğu Kur’ani hükümleri, Resulü Ekrem (sav) bizzat yaparak yaşayarak bizlere tarif ve talim etmişlerdir. Efendimiz (sav) öğretmes”eydi ve örnek teşkil etmeseydi nasıl abdest alınacağını ve ne şekilde namaz kılınacağını dahi bilemezdik.

  • “Bütün batı hukuku toplam on bin meseleden ibarettir. Ama sadece imamı Azam Hz.lerinin çözümlediği ve hüküm verdiği mesele yüz binin üzerindedir.”
  • “İslâm bize ve zamana uymaya mecbur değildir. Ama herkes ve her zaman İslâm’a uymak mecburiyetindedir.”

Yaradılış Gayemiz ve İnsanlık Görevimiz:

  • “Şu dünyaya gönderiliş gayemiz olan kulluk imtihanını başarabilmek için üç tane temel ve birbirini tamamlayan esas vardır:

1- Her şeyden önce İslâmı temel kaynaklarından, doğru ve doyurucu biçimde öğrenmek, İslâmın her konudaki emrini bilmek,

2- Öğrendiğimiz İslâmi esaslara göre yaşamak, Kur’an’ın hükmünü hayatımıza tatbik etmek,

3- Her yerde, her halde ve her meselede mutlaka İslâm’a göre yani İslâmca düşünmek.”

Yani, itikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve bildiği bir kısım ibadetleri yerine getirdiği halde; ticaret, siyaset ve devlet hayatında müşrikler gibi düşünen, olayları batılı ve cahili ölçülerle değerlendiren bir kimse, hakikat nazarında mü’min sayılamaz.

Örneğin, beş vakit namazı imamın arkasında ve tadili er-kanıyla kılan bir insan, içinden “Camiden çıktıktan sonra, sattı­ğım tarlanın parasını acaba hangi bankaya yatırsam?” diye ge­çiriyor ve rahatlıkla faiz yiyorsa, bu kişi İslâmca düşünmüyor de­mektir.

Müslüman’ca düşünmenin üç temel esası vardır:

1- Dünya hayatı, çok önemli bir imtihandır. Ahiret ise, dünya hayatının hesabı ve imtihandaki artı ve eksi puanların karşılığıdır. Nefeslerimiz sayılıdır, bunlar Allah yolunda harcanmalıdır. Çünkü ölüm bize, çok yakındır.

2- İslâm dini, Allah yapısıdır. Bunun için mükemmeldir ve tastamamdır. Hâşâ, zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası bulunmamaktadır.

3- İslâm dini, bir bütündür. Ona bir şey katılamaz ve ondan bir şey çıkarılamaz. Baştan sona Hak’tır, hayırdır ve hepsi, herkes için ve her yerde lazımdır. Çünkü İslam, dünya ve ahiret saadetinin tek ilacıdır.

Niyet ve Gayretimiz, Kıymetimizi Belirleyecektir

  • “Ameller, niyetlerle tartılır.” Yani niyetlere göre değerlendirilir.
  • “Cenab-ı Hakkın, bizlerin sadece tavır ve davranışlarımızı değil, bu hareketleri hangi hedef ve niyetlerle yaptığımızı da devamlı kontrol ve murakabe ettiğini, Hocamız, Kanada’da geliştirilen yeni bir sürücü ehliyeti alma sistemiyle şöyle izah etmişti:

“Kanada’da sürücü ehliyeti almak isteyenleri imtihan etmek için özel bir salon hazırlanıyor. Dışarıda şoför olarak kendini yetiştiren ve kazanacağına güvenen kişiler gelip kimliğini özel bölmeye yerleştiriyor ve giriş kapısı açılıyor. İçeride tekerleri hariç bütün aksamı çalışır vaziyette bir araba bulunuyor. Sürücü adayı arabanın kapısını açıp direksiyona geçtiği ve kontağı açtığı anda tam karşı duvardaki ekranda özel olarak hazırlanmış bir film oynamaya başlıyor. Sürücü kendisini gerçek bir yol üzerinde seyrediyor zannediyor. İniş geliyor, yokuş çıkıyor, çeşitli trafik işâret ve levhalarıyla karşılaşıyor… Şoför adayı bütün bu durumlar karşısında en doğru olanı yapmak ve kurallara uymak zorundadır. Çünkü arabanın viteslerinden frenlerine, gaz pedalından direksiyonuna kadar her şeyi bir otomatik beyne bağlanmıştır ve özel filmdeki şartlara göre ayarlanmıştır.

Eğer doğru hareket edilmişse dışarı çıkarken ehliyet kutuda hazır bekliyor. Yok, yanlış hareket edilmişse otomatik beyin boş basıyor ve “çalış, öğren tekrar gel” diye ikaz ediyor.

Trafik komiserinin huzurunda yapılacak bir ehliyet imtihanında adam kayırma, rüşvet alma ve hataları imtihan komisyonunun gözünden kaçırma gibi durumlar olabilir. Ama otomatik beyni aldatmak ve atlatmak mümkün olmamaktadır.

Kader ve Külli İrade:

Şimdi, kendimizi, bu ehliyet imtihanı için hazırlanmış özel arabanın ve ekranın başına geçtiğimizi, bütün bu araçların da bir TIR kamyonuna veya tren vagonuna yerleştirildiğini ve Ağrı’ya doğru gittiğini düşünelim.

Biz ise, diyelim ki, Aydın’a varmak istiyoruz. Ve bu amaçla direksiyon başında çabalayıp duruyoruz.

Halbuki bizim bütün gayretimiz ve dikkatimiz, sadece “ehliyet alabilmek için puan kazanmamıza” yarayacak, yoksa ne trenin süratini, ne hedefini ve ne de hareketlerini asla değiştirmeyecektir.

İşte o tren külli iradeyi, bizim ekrandaki filme göre ve trafik kuralları çerçevesindeki gayretimiz ve gayemiz ise, cüzi iradeyi temsil etmektedir.

  • “Bir insan kendi kusur ve kabahatlerini düşündüğünde, utancından başkasının yüzüne bakmaya mecali kalmayacaktır. Kendi hatalarını düzeltmekle uğraşmaktan, artık başkalarıyla vakit bulamayan insan, bahtiyar insandır.”
  • “Herhangi bir durumun oluşmasında ve gelişmesinde Müslümanların üç ayrı safhada, takınacağı, üç ayrı tavır vardır:

1- Önce emredilen ve yapılması gereken bir konuda, takatimizin sonuna kadar ceht, gayret ve her türlü esbaba tevessül,

2- Hadisenin vukuu anında korku ve telâşa kapılmadan Allah’a teslimiyet ve tevekkül,

3- Sonunda ise takdire rıza ve ortaya çıkan neticenin hakkımızdaki en hayırlı durum olduğunu kabül etmek gereklidir.

  • “Biz bütün sebeplere tevessül etsek ve her türlü gayreti göstersek bile Allah istediğimiz neticeyi vermeye mecbur değildir.”

Ancak sebeplere tevessül edilerek ve sünnetullaha uygun hareket edilerek yapılacak işlerin genellikle başarıya ulaştırılması da adetullahın gereğidir.

  • Kader konusunda, Allah’ın külli iradesi kapsamında kulların cüzi iradelerinin yerini ve mes’uliyetini belirten çok doyurucu ve çarpıcı bir misal olarak Hocam şöyle anlatmıştı:

“Emir ve yasakları içeren, tehlike bölgelerini gösteren trafik levhalarıyla donatılmış, inişli, yokuşlu, virajlı bir anayol düşününüz. Siz, ‘araba kullanabilir’ belgesi olan ehliyetinizi almış olarak kendinize verilen bir vasıta ile bu yol üzerinde hareket ediyorsunuz… Trafik kurallarına ve işaret levhalarına aykırı hareketlerden dolayı bir kaza yaparsanız elbette bunun sorumlusu ve suçlusu siz olacaksınız ve cezalandırılacaksınız. Ancak üzerinde seyrettiğiniz yolun çok büyük ve güçlü, ama görülmeyen muazzam bir lokomotifin üzerinde olduğunu farzediniz.

O takdirde siz kendi arzu ettiğiniz yere değil, yolu taşıyan o güçlü lokomotif nereye götürürse oraya gitmek zorundasınız ve bu neticeden sorumlu da değilsiniz…

İşte ehliyet alıp, yol üzerinde araba kullanmak irade-i cüziyeye, o görülmeyen ve her şeyi üzerinde götüren güçlü lokomotif te irade-i külliyeye örnektir.”

Davet ve Ahiret:

  • “Kelime-i şahadet getirip iman etmekle her işimiz bitmiyor, tam aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor.” Yani kelime-i şahadet, bir nev’i, Kur’an programıyla yapılan kulluk imtihanına giriş belgesidir.
  • “İslâmi tebligata muhatap istisnasız bütün insanlardır. Kimin bu gerçekleri kavrayıp hidayet bulacağı, Allah’ın takdirinde bulunmaktadır.”
  • “Cennete girmek için mutlaka Müslüman olmak gereklidir. Ancak bu dünyada ve Adil bir düzen himayesinde huzur ve emniyet içinde yaşamak için sadece “insan” olmak yeterlidir.”
  • “Kabir suali bir nev’i kimlik tesbitidir. Rabbin Dinin ve Peygamberin sorulacak, böylece safın ve tarafın belirlenecektir. Çünkü iman, Hakk’a tarafgirliktir.”
  • “Cenab-ı Hakk’ın en sevdiği insan mes’uliyetini bilen ve kendi vazifesini en iyi şekilde yerine getiren insandır.”
  • “Biz başkalarının değil, kendi muhasebemizi yapmak ve hesabımızı sağlam tutmakla mükellefiz.”

Cihat Mesuliyetimiz:

  • “Namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir.”

Cihat, huzur ve hürriyet içinde yaşanacak, temel insan haklarına saygı duyulacak bir ortamı hazırlama gayretidir. Ülke içerisinde yapılan ilmi, ahlaki ve siyasi hizmetlerdir. Askeri ve silahlı cihad ise, ancak dışarıdan saldıracak düşmanlar için gerekli ve geçerlidir.

  • “Cihad izzet ve aydınlık, gevşeklik ise zillet ve karanlıktır.”
  • “Cihadın önemini şuradan anlayınız ki, meselâ namaz kılarken ateşe düşmekte olan bir çocuğu korumak, kendisine yaklaşan yılan ve canavardan sakınmak veya malını çalınmak ve telef olmaktan kurtarmak için, sonra iade etmek üzere namaz terk ve tehir edilir. Yani can ve mal ile namaz arasında bir tercih yapmak gerekirse, mal ile can namaza tercih edilir.

Ancak mal ile canı feda etmek gerekse de; mutlaka cihada devam edilecek, hiçbir bahane ile hizmet cephesi terk edilmeyecektir.”

Her iki halde de sadece İslamın emrine uymuş oluyoruz demektir.

  • “Şeytan Allah’ın bildiği gibi, Yahudi de İslam’ın canının cihat olduğunu bildiği için, bütün gücüyle Müslümanların cihat ruhunu söndürmeye çalışmaktadır.”
  • “İslâm, ancak kendi orijinal kavramlarıyla anlaşılır ve anlatılır. Cihat; Hakk’ı hâkim kılmak, temel insan hak ve hürriyetlerini sağlamak ve korumak ve her türlü zulüm ve sömürü düzenlerini ortadan kaldırmak için yapılacak hizmet ve faaliyetlerin tamamıdır. Batılıların kullandığı manada “harp” ve “savaş” gibi kelimeler cihadı ifade etmekten uzaktır.

Nasıl ki “Allah” lafza-i Celâlinin hiçbir dilde karşılığı yoktur, “Tanrı-ilah” yerine kullanılan kelimelerin de cem’i (çoğulu) vardır. Çünkü batılılar hâla teslis (Üçleme=Baba-Oğul-Ruhul Kudüs) seviyesinden tevhid akidesine ulaşamamışlardır.

Ve yine nasıl ki “Bereket” mefhumunu artma, çoğalma gibi kelimelerle ifade etmek imkansızdır.

Bunun gibi “Allah” (cc) “Fisebilillah” (Allah yolunda, Allah için) gibi “cihat” kelimesi de İslâmi bir kavramdır ve cihadı başka kelimelerle izah etmek yanlıştır.”

  • “İslâmi cihat ise yine İslâma göre olmak ve bir ordu düzeniyle yapılmak zorundadır. Bu da, bir karargâha bağlılık ve itaati gerekli kılmaktadır.

Ordu demek, yapılacak işlerin belirlendiği, her işe göre münasip görevlilerin tayin edildiği ve eğitildiği, emir-komuta disiplini ve sorumluluk düşüncesi içerisinde, herkesin görevini en iyi şekilde yerine getirdiği cemaat ve teşkilât demektir.”

  • “Acaba bu manevi ve siyasi cihadın adresi hangisidir? Elbette ki Milli Görüş Hareketidir!..

Bu konuda bize itimat etmiyorsanız, Jimmy Carter’dan, Moşe Dayan’dan (Bush’tan, İshak Şamir’den ve Clinton’dan) sorunuz. Onlar bu ordunun kim olduğunu size söyleyeceklerdir.”

  • “Allah’ın rızası, ordu içindeki zahiri rütbe ve rağbete göre değil, üstlendiği görevi üstün bir gayret ve samimiyetle, canla-başla yapmakla ilgilidir.”

Yukarıda değindiğimiz gibi, buradaki ‘Ordu’dan maksat, silahlı ve askeri birlik değil, disiplinli teşkilat demektir.

  • “Batıl tarafına ve düşmanlarımıza bizden çok imkân ve fırsat verilmesi ve çok çeşitli cephelerden bize hücuma geçilmesi, Müslümanlar için bir rahmet ve sebeb-i fazilettir.”
  • “Cüneydi Bağdadi Hazretleri ibadet ve hizmet yolunda çeşitli zahmet ve zorluklarla karşılaştığında seviniyor ve Allah’ a şükrediyordu.”

– “Rabbımın, işlerimi zorlaştırmasını; daha çok gayret ve metanet göstererek, mükâfâtımın kat kat artmasını murad ettiğine işaret sayıyor ve teselli buluyorum” diyordu.

  • “Asıl marifet, yük altında ve hizmet esnasında sadık ve sağlam kalabilmektir. Yoksa çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak kolaydır.”
  • “İslâmi cihatta aslolan şekil değil, mana ve maksattır. Zira Bedir Harbi de müşriklerin usül ve metodlarıyla yapılmıştır. Ama mü’minlerle müşriklerin amaçları tamamen farklıdır.”

“Şimdi ‘oy ve seçim’ meselesi de inananlar için, haklı davasını en uzak köylere ve en ücra köşelere kadar ulaştırmak, devlet imkânlarını Hakk’ın ve halkın hizmetinde kullanmak için bir vasıta ve fırsattır ve değerlendirilmesi gereken bir ruhsattır.”

  • “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlûkatı yarattım” mealindeki Hadis-i Kutsi’de bile, cihadın temeli olan tebliğ ve tanıtma esasına işaret edilmektedir.”
  • Ancak İslâm’ı, bütünüyle (tüm kurum ve kurallarıyla) tebliğe memur ve mecburuz. Zira, İslamın bir kısmı İslâm değildir. İslam ‘silm’ kökünden bütün insanlık için barış dini ve bereket düzeni demektir.”
  • “İmanla küfür bir kalpte birleşmez ve barışmaz. Her gece en son kıldığımız vitir namazındaki kunut duasını okurken, Allah’a şu sözü vermeden başımızı yastığa koymuyoruz:

“Ya Rabbi, facir ve fasık kimselerle bütün bağlarımızı kestik ve Senin dinini yıkmak isteyenleri terk ettik.” diyoruz…

Facir; itikadı bozuk, görüşü batıl olan kişilerdir,

Fasık ise, ameli bozuk, ahlâkı berbat kimseler demektir.

Acaba biz Müslümanlar, Allah’a verdiğimiz bu sözü tutuyor muyuz? Fatiha’da ve Kunut’ta Rabbımıza verdiğimiz sözü tutarak, zalim ve hainleri desteklemekten sakınmıyor musunuz?

Tarafımız ve Safımız, Ayarımızı Gösterir:

  • “Faraza, bir zaman tünelinden geçirilip Asrısaadet dönemine ve Bedir tepesine bırakılan kimse, bir tarafta Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz, arkasında iman ordusu, karşı tarafta ise Ebu Cehil lain ve küfür ordusu olduğu halde Bedir harbinin yapıldığını görse;

1- Hangi bahane ile olursa olsun; Ebu Cehil’in safına katılsa, ona arka çıksa ve alkışlasa; küfrünü ve kötülüğünü açığa vurmuş demektir.

2- Veya “Allah, Hakka yardım etsin” deyip hiçbir tarafa tabi ve taraf olmadan oturup beklese o zaman da münafıklığını ispat etmiş sayılır. Zira bu söz “Hangi taraf haklı, pek bilemiyorum, Hz. Muhammed’in haklılığından da şüphe ediyorum” anlamına gelir.

3- Şayet bu manzara karşısında “Ya Rabbi, Resulüne ve ashabına yardım et” şeklinde dua etmekle yetiniyor ve yerinde duruyorsa, bu halde de fasık (günahkâr ve gayretsiz) bir Müslüman olduğu belirginleşir.

4- Yok eğer, bu durumu görür görmez “Resulullah’ın ayağına diken batacağına benim gözüme ok saplansın” diyerek yerinden fırlıyor ve bağırsakları çalılara takılsa bile İslamın safına katılmak ve Allah yolunda vuruşmak üzere koşuyorsa, o takdirde gerçek bir mümin olduğunu kanıtlamış birisidir.”

  • “Hak bir olduğu gibi küfür de görünüşte dağınık ve çeşitli olsa da gerçekte o da tek bir karargâha, yani siyonizm’e bağlıdır.” Bizde  ‘Baş başa, baş Allah’a’ bağlı siyonizm’de ise ‘baş başa, baş şeytana bağlı’ prensibi geçerli olmaktadır.

Siyonizm, Tağut- Şeytan Düzenidir ve “Deccalizm”dir:

  • “Bazı sapık Yahudilerin dünyaya hâkim olma plan ve politikasına siyonizm denir.”

“Siyonizmi bir timsaha benzetirsek bu timsahın üst çenesi komünizm, alt çenesi kapitalizmdir. (Bütün hayvanların alt çenesi hareket ettiği halde, timsahın üst çenesi hareketli olduğu için onu misal veriyorum). Bu iki çenenin (Komünizm ve kapitalizmin) çarpışır görünmeleri düşmanlıklarından değil, aralarına giren avlarını ezmek ve gövdeyi (siyonizm’i) beslemek içindir.”

“Bugün artık komünizm tamamen iflas etmiş ve çökmüş, kapitalizm de içinden çürümüş ve yakında çökmeye ve çözülmeye mahkûm hale gelmiştir. Hoca bu konuyu şimdi şöyle izah etmektedir: Siyonizmi bir timsaha benzetirsek, bunun üst çenesi ABD, alt çenesi AB, gövdesi İsrail, kuyruğu ise işbirlikçi hükümetlerdir.”

  • “NATO ve Varşova Paktları İslâma karşı yeni bir Haçlı orduları şeklinde birleşmiştir.”
  • “Dünyayı ezen sömürü canavarının kalbi siyonizm, beyni Haçlı Avrupa, sağ kolu Amerika, sol kolu Rusya’dır.” (Komünizmin iflas etmesi ve Sovyetlerin çökmesi üzerine, Putin Rusya’sı siyonizmin güdümünden çıkmaya ve mazlumlarla işbirliği yapmaya yönelmiştir.)
  • “Asrımızdaki zulümlerin baş sorumlusu olan Kabbalist Yahudi şebekesi ve küfür cephesi de gelişmiş ve güçlenmiştir.

Çünkü Allah-u Teala yalnız müminlerin değil, cümle âlemin ve bütün insanların Rabbidir. Cenab-ı Hak, penisilinin bulunmasıyla mikropların kabuğunu kalınlaştırdığı gibi, yaptıkları zulüm ve melanetlere karşılık haklı olarak bütün insanlığın nefretini kazanan, toplu katliamlara maruz kalan ve her yerden kovulan mel’un Yahudi ırkının sapkın kısmına da, binlerce yıllık sabır, gayret ve azimlerinin karşılığını vermiş ve geçici bile olsa dünyada gizli Yahudi imparatorluğunu kurmalarına müsaade etmiştir.”

“Mikroplara karşı, antibiyotik olarak ilk bulunduğu dönemde 5–10 ünite yazılan penisilin, bu mikropları öldürmeye yetiyordu. Ancak mikroplar da belli maksatları icra etmek için vazifeli yaratıldıklarından, insanoğlu penisilini bulunca, bu sefer Cenab-ı Hak mikropların kabuğunu kalınlaştırdı ve penisiline karşı direncini artırdı. Bunun üzerine penisilinin dozu giderek artırılarak yüz, bin, onbin… Derken bugün milyonlarca üniteye ulaşmıştır. Yani penisilinin bulunmasından sonra, mikropların kabuğu öylesine kalınlaşmış ve direnci öylesine artmıştır ki, 60–70 yıl önce 10 vuruşla ölen bir mikrobu bugün öldürmek için; bir milyon kere vurmak gerekmektedir.

İşte dünya siyonizm’i ve küfür dahi geçen zaman içinde öylesine gelişmiş ve güçlenmiştir ki bu iman ve insanlık mikroplarını tesirsiz hale getirmek için de o nispette gayret, ciddiyet ve kuvvet gerekmektedir.”

Peki, neden şu anda Yahudi hâkim, biz mahkûmuz?

1- Siyonistlerin batıl da olsa, kendi davalarına inancı bizim Allah’ın dinine ve vaadine inancımızdan fazla olduğu için!..

2- Onların şeytani gayeleri uğrundaki gayret ve fedakarlığı bizlerin cihadından üstün olduğu için!..

Siyonist emeller taşımayan, ülkemiz aleyhindeki faaliyetlere karışmayan, başkalarını ezmeyi ve sömürmeyi amaçlamayan, dürüst ve sade Yahudilere karşı hiçbir düşmanlığımız söz konusu değildir. Biz, temel insan haklarına saygı çerçevesinde, herkesle birlikte ve barış içersinde yaşamaya hazırız ve razıyız.

Hayat; İman ve cihattan ibarettir. Yani Hakka ve hayra inanmayan ve bu uğurda bütün gücüyle çalışmayan; “canlı cenaze” hükmündedir.

“Evet, hayat; iman ve cihattır.” Bu iki değer ve dinamizme, kim sahip olursa, zaferi onlar kazanacak ve hakimiyet kuracaktır.

  • “İstanbul’un fethini müjdeleyen Sultan Fatih’i ve askerini öven Hadis-i Şerif, bize cihatla ilgili şu esasları ders vermektedir.

1- İstanbul’un mutlaka ve kesinlikle fethedileceğini haber vererek, hedefe varmak ve zafere ulaşmak için tam bir iman, azim ve ümit sahibi olmamız hususuna,

2- Fetih ve zafer için mutlaka ehil bir komutanın lüzumuna,

3- O komutanın da askersiz olamayacağına, ordu düzeni ve disiplinine girmeyen kalabalıkların zafere ulaşamayacağına işaret etmektedir.

Sonuç: “Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin filleri, sahiplerini ezdiği gibi, bugünkü zalim devletlerin uçak, gemi ve tank filoları da birbirini ezecek ve sahiplerini yiyecektir.”

Ve artık vakit tamamdır.

“İstanbul’da, İslam ülkelerinin çok değerli devlet erkânı ve ilim erbabıyla yaptığımız bu D-8’ler toplantısı, siyonist ve emperyalist güçlerin, dünyayı sömürme ve sindirme hâkimiyetlerine aldıkları Yalta anlaşmasının rövanşıdır.”

Erbakan Hoca’nın Yazdığı Kitaplar:

Türkçe veya yabancı dilde yazdığı kitaplar kadar, yaptığı çeviri kitaplar da oldukça fazla bir yekûn tutmaktadır. O yüzden eğer bir “Erbakan Kitaplığı”ndan bahsediyorsak, bunu; Türkçe yazdığı kitaplar, yabancı dilde yazdığı kitaplar ve Türkçe’ye çevirdiği kitaplar olmak üzere üç bölüme ayırabiliriz. Tabi buna bir de birbirinden değerli konferanslarının metinlerinden oluşturulan kitapları da eklediğimiz zaman, tahminimizin çok ötesinde bir kitaplıkla karşı karşıya kalırız.

Erbakan Hoca özellikle ilk dönemlerde hem kendi alanı ile alakalı yeni kitaplar yazarken, hem de çeşitli konularda birçok kitabı Türkçe’ye kazandırmıştır. “Mukaddesatçı Türk’e Beyanname” gibi gerçekten ilgi çekici kitaplarının yanı sıra, teknik alanda da birçok eseri bulunan Erbakan Hoca toplamda altmış kadar esere kendi imzasını atmıştır. Başka isimler altında yazdığı sanıldığı ve dünyayı sarstığı kitapları ise bunların dışındadır.

Genç bir delikanlı iken, yani 1957 yılında yazdığı, tez konusu olan ve Teknik Üniversite Matbaası’nda bastırdığı; “Diesel motorlarında tutuşma gecikmesi hakkında yeni araştırmalar” kitabı Erbakan Hoca’nın bastırdığı ilk kitaptır. Yine, bu yıl içerisinde birçok çeviri kitaba da imzasını atmıştır.

1959 yılında bu defa daha genel bir başlıkla “Motorlarda Tutuşma” ismi ile yeni bir kitap daha yayınlayan Erbakan’ın bu kitabını da Yenilik Basımevi basmıştır. 1962, Şehir Matbaasına bastırdığı; “Motor maksatlarına göre yakıtların tutuşma özelliklerinin tayini hakkında alıv metodu” kitabı Erbakan Hoca’nın bu alanda yazdığı ilk kitaplardandır.

Tabi “Aehnlichkeitstheorie und dimensionlose Kenngrössen bei der: Aerothermochemie” ismi ile 1964 yılında Almanca olarak Matbaa Teknisyenleri Basımevi tarafından yayımlanan kitabını da zikrederek, bu dönemlerin Erbakan Hoca için hayli verimli geçtiğini belirtelim. Çünkü yine 1964 yılında bu defa “Isı yayılımı” adı ile Hulki Erem ile ortak yeni bir kitap daha çıkartmıştır ve bu kitabı da Berksoy Matbaası basmıştır.

İlk yıllarda genelde teknik alanda eserler veren Erbakan, 1969 yılında sosyal meselere eğilmiş ve Tan Matbaasından “Mukaddesatçı Türk’e Beyanname” ismi ile yeni bir kitap daha çıkartmıştır

Bu arada tüm yurdu konferanslar vererek gezmeye de başlayan Erbakan, 1970 yılında Konya Denizkuşları Matbaasından “Müsbet İlim ve İslâm” adı ile kapsamlı bir kitap çıkartır. Bu kitap ilerleyen yıllarda farklı yayınevleri tarafından onlarca defa basılmıştır.

Tabi aynı yıl içerisinde İzmir İstiklal Matbaasında basılan ve İzmir Gençlik Teşkilatı’nın yayınladığı “İslâm ve İlim” ismi ile yayınlanan kitabı da mutlaka belirtmek gerekmektedir.

1971 yılında farklı konferansları derlenmiş ve ayrı ayrı kitaplar halinde yayınlanmıştır. Bunlar; “Mecliste Ortak Pazar”, “Türkiye ve Ortak Pazar” ve “Erbakan 1. Kongre’de” kitaplarıdır. Bu kitaplar İstanbul Fatih ve İzmir İstiklal Matbaalarında basılmıştır.

1973 yılında Hüsamettin Akmumcu ile birlikte hazırladığı; “Milli Görüş ve anayasa değişikliği” kitabı ile “Mecliste Milli Görüş açısından üçüncü beş yıllık planın tenkidi” kitapları Sler ofset ve Furkan yayınları tarafından bastırılmıştır. Erbakan Hoca yine 1973 yılı içerisinde Maxime Rodinson’un “Muhammed’in İzinde” adlı kitabını Türkçe’ye çevirip Özdemir Basımevi’ne bastırmıştır.

1974 yılında Erbakan Hoca’nın vermiş olduğu çok önemli konferanslar derlenmiş ve kitaplaştırılmıştır. “Doğu’da batıda ve İslâm’da kadın”, “Sanayi davamız” ve “İslâm ve ilim” isimleri ile yayınlanan bu konferanslar Fetih Yayınevi tarafından bastırılmıştır.

1975 yılında Abdullah Lelik ile beraber hazırladığı ve Dağarcık Neşriyat ve Dağıtım’ın bastığı “Milli Görüş Temel Görüş” kitabının hemen akabinde bu defa Dergâh Yayınlarından “Milli Görüş” adı ile de bir kitap çıkartmıştır. 1976 yılında Başbakan yardımcısı olan Erbakan Hoca, mecliste yaptığı konuşmalarla inanan yürekleri rahatlatmaktadır ve birçok konuya eğilmektedir. Bu dönemde özellikle mecliste yapmış olduğu birbirinden değerli konuşmaları kitaplaştırılmış ve yayınlanmıştır. Bunlar; “Materyalizm ve Maneviyatçılık”, “Türkiye’nin sanayileşmesi”, “Erbakan diyor ki”, “Ağır sanayi” ve “Başbakanlık bütçesi üzerindeki tenkitlere cevaplar” kitaplarıdır. 1979 yılında 4. Beş Yıllık Plan hakkında Millet Meclisinde yaptığı konuşması da kitaplaştırılan Erbakan Hoca, darbe ve cezaevi yılları nedeni ile uzun bir süre yeni eser yazamamıştır. Bu süreçte Refah Partisi’nin de kurulmuş olması, bu süreyi daha da uzatmıştır. Fakat 1991 yılında güncel ve çok önemli bir mesele ile alakalı kitabı ile Erbakan Hoca yine önemli analizlerde bulunmuştur. 1991 yılında Rehber Yayınlarından; “Körfez krizi emperyalizm ve petrol” adı ile yeni bir kitap yayınlatan Erbakan, 1991 yılında bu defa Semih Ofset’ten “Türkiye’nin meseleleri ve çözümleri” adlı yeni bir kitabı daha çıkmıştır. Tabi “Körfez krizi emperyalizm ve petrol” ve “Türkiye’nin meseleleri ve çözümleri” kitaplarının birçok yayınevi tarafından farklı baskıları yapılmıştır. Yine Semih Ofset tarafından Erbakan Hoca’nın basın toplantıları da bu yıl içerisinde birçok defa basılmıştır.

Erbakan Hoca tüm diğer çalışmalarından ayırabildiği vakitler içerisinde bu defa Kenan Evren’e cevaben; “Kenan Evren’in anılarındaki yanılgılar” adı ile Rehber Yayınlarından bir kitap daha çıkartmıştır.

Erbakan Hoca vakitlerini hesaplı ve dolu dolu yaşamaktadır. Bu yüzden tüm teşkilat çalışmalarının yanı sıra Türkçe ve Yabancı dillerde birçok yeni kitap daha yazmaktadır. “The just economic system”, “Heovy industry in Turkey (Türkiye’de Ağır Sanayi)” adları ile yabancı dilde yayınladığı kitaplarının yanı sıra “Ekonomik durumumuz” gibi kapsamlı kitaplar ve onlarca konferanstan derlenmiş kitaplarda yayınlamaktadır. Sadece 1993 yılında Refah Partisi 4. Büyük Kongresi’nde yapmış olduğu açılış konuşması bile Gümüş Matbaası tarafından basılmış ve büyük ilgi görmüştür.

1996 yılında da Başbakan olan Erbakan Hoca’nın hemen bütün basın toplantıları ve konuşmaları kitaplaştırılmış, 28 Şubat’ın hemen akabinde, yine Erbakan Hoca’nın yazdığı “Refah Partisi savunması” da Fast Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.

Erbakan Hoca, 2002 yılında bu defa Milsan’dan “Türkiye ve ekonomi” ismiyle yeni bir kitap daha çıkartmıştır.

Bu arada Bilkent Sakarya salonunda veya ATV’de yapmış olduğu “Türkiye’nin kurtuluş yolu” gibi birçok konuşması da 2002 ve 2005 yılları arasında çeşitli yayınevleri tarafından yayınlanmıştır. Tabi “Milli çözüm ve 40 proje” gibi kitapları da atlamamak gerekiyor. Aslında Erbakan Hoca’nın bu süreçte bir o kadar da çeviri eser yayımladığını görmekteyiz.

1957 yılında Yenilik Basımevi’nde bastırdığı “Büyük gemi diesel motorlarında yeni gelişmeler”, P. Schuler’den çevirdiği; “Demiryolu arabalarında kullanılan diesel motorları’nın inkişaf istikametleri” kitabı ve Josef Bradik’ten çevirdiği; “Segmanların teknolojisi” kitapları Erbakan Hoca’nın bastırdığı ilk çeviri kitaplarıdır.

1958 yılında E. Flatz’tan çevirdiği; “Teknik konstruksiyonun küçük felsefesi” ve yine E. Flatz’tan çevirdiği; “Motorun doğduğu yer” adlı kitapları İstanbul Alparslan Matbaası tarafından bastırılmıştır.

1959 yılında “Havayla soğutmalı diesel motorları konstrüksiyonunun özel problemleri” adı ile Otto Cordier’den bir eseri Türkçe’ye çeviren Erbakan bu defa 1959 yılında Otto Kraemer’den; “Motorların yapısı ve hesabı” isimli eseri de Türkçe’ye çevirmiş bulunmaktadır.

Erbakan için 1965 yılı oldukça verimli geçmiştir. Çünkü bu yılda A. Beckers’ten; “Bir sıkıştırma apartında yakıtların kendi kendine tutuşma özelliklerinin araştırılması”, H. Stemann’dan; “Benzin motorunda detonasyon esnasındaki kendi kendine tutuşma olayı hakkında araştırmalar”, yine H. Stemann’dan; “Hava ile soğutmalı iki zamanlı Diesel motorunun inkişaf çalışmaları” adlı eserleri Türkçe’ye çevirmiş ve Yıldız Teknik Üniversitesi Matbaasında bastırmıştır.[1]

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi