Akıl ile Nakil’in (Vahyin) İmtizacından
UYGARLIKLAR DOĞMAKTAYDI
Rahmetli Erbakan Hoca’ya göre AKIL: İnsana Allah tarafından verilen; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, adaletle zulmü, yararlı ile zararlıyı ayırmaya yarayan fıtri bir yetenektir. Yani akıl insanı hayvanlardan ayıran bir özelliktir. İnsan aklı sayesinde araştırıp kavrama ve algılama (muhakeme), kıyaslama ve kararlaştırma (mukayese) ve karar alma aşamalarından geçip doğru ve doyurucu bilgiye erişir. Mutezile’nin mutedil kelamcılarından Cübbab aklı; “İnsanı kötü şeylerden engelleyen ve iyi şeylere yönelten vicdani kabiliyet” şeklinde tarif etmiştir. Ebu Huzeyl ise, aklı: “İnsanı hayvanlardan ayıran ve gerekli bilgileri edinmesini sağlayan yetenektir”, demiştir. Çağdaş kelam bilginlerinden Ferid Vecdi aklı; “İnsandaki idrak gücü ve ruhun tezahürlerinden biri” olarak izah etmiştir. Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ise aklı: “Duygulardan hareketle duyular ötesini idrak etme aleti” olarak nitelemiştir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Erbakan Hoca’nın tespitleri önceki ve sonraki İslam âlimlerinin tariflerinin orijinal bir tasnifi ve mükemmel bir özeti gibidir.
Akıl: Arapça “Kötülükleri ve tehlikeleri engelleyip mâni olmak, bir şeyi saklayıp alıkoymak ve kaçmaması için bazı şeyleri bağlamak” mastarından türetilen, soyut kavramlardan somut sonuçlara ileten ve edinilen bilgileri muhafaza edip değerlendiren ruhi bir kuvvettir. İnsanı diğer canlılardan farklı ve faziletli kılan, bütün davranışlarına anlam ve amaç kazandıran, İlahi yükümlülük ve sorumluluk altına sokan AKIL kelimesi, Kur’an’da sadece bir tanesi “geçmiş”, diğerleri “geniş” zaman kipinde 49 (kırk dokuz) yerde ve “fiil” şeklinde geçmektedir.
“(Hayır) Allah’ın izni olmadan (gerçeği araştırıp Hakka teslim olmadan) hiç kimse iman edemez. O (Allah) akıllarını kullanmayan (ve nefsi hevalarına uyan)ları (imandan ve İslam’dan mahrum ve) murdar (rics-necis) kılmaktadır” (Yunus: 100)
“(Kâfirler) Onlar (manen) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akledemez (doğru düşünüp değerlendiremez)ler” (Bakara: 171) ayetleri bu gerçeği haber vermektedir.
Aristo’dan İbni Ruşd’e kadar pek çok felsefeci, “Aklın tek başına mutlak gerçeğe ulaşamayacağını bu nedenle bir Külli Akla ihtiyaç duyacağını” söylemişlerdir. Farabi de, “Güneş ışığı olmadan, gözün karanlıkta renkleri ve şekilleri seçemeyeceğini” belirterek bu kanaati desteklemiştir. İmam Mansur el-Maturudi ise “Aynı nitelikte olan şeyleri bir araya toplama, farklı özellikte olan şeyleri de bunlardan ayırma” yeteneği olan aklı; “Derinlemesine düşünmek, araştırmak, kararlaştırmak ve delil kullanmak suretiyle duyular ötesini (metafizik âlemini); beş duyu vasıtası ile de nesneleri (görünen âlemi) idrak etme kuvveti” olarak tarif etmiştir. “Akıl” ile “Nakil”in (yani vahyin) imtizaç[1] ve izdivacından[2] Adil Düzen prensipleri ve Yeni Medeniyet Projeleri zuhur etmektedir… Batılı (Yunan) ve Doğulu (Hint-Çin) filozofların bir kısmı: “akl-ı selim ve vicdani tatmin” yoluyla hakikat sırrına ve sınırına yaklaşıvermiş, ama maalesef Hak Din öğretisinden ve Peygamber rehberliğinden mahrum oldukları için “mutlak doğrulara” erişememişlerdir. Belki de ulaştıkları bilgi ve bilgelikler o iklimde daha önce gelip geçmiş Peygamber öğretilerinin esintileridir. Bütün İslam bilginleri “Akılla nakil çeliştiğinde aklın esas alınmasını, yani naklin (Ayet ve Hadislerin) akla göre yorumlanmasını” benimsemiştir. Sarih (çok açık ve muhkem) ayetler dışındaki Kur’ani haber ve öğütlerin ve mesajı kapalı olan Hadis-i Şeriflerin, akl-ı selime ve müspet ilme göre anlaşılması gerektiğini bildirmişlerdir.
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…