Anasayfa » AFRİN HAREKÂTI TARİHİ HESAPLAŞMANIN İLK ADIMIDIR

AFRİN HAREKÂTI TARİHİ HESAPLAŞMANIN İLK ADIMIDIR

Yazar: yonetici
0 Yorum 352 Görüntüleyen
 
 

AFRİN
HAREKÂTI TARİHİ HESAPLAŞMANIN İLK ADIMIDIR

 

Kahraman Ordumuz, Afrin’de de destanlar yazıyor, 1 yılda yarılmaz sanılan düşman tahkimatlarını bir haftada yarıyordu. Şimdiye kadar 10 aziz şehidimize karşılık bin kadar PKK-PYD eşkıyası telef ediliyordu ve bunların bir kısmını da ABD subayları ve İsrail ajanları oluşturuyordu. Aslında böylesine yığınak yapılmış ve süper güçler tarafından destek çıkılmış bölgeleri anarşistlerden geri almanın çok zor olduğu biliniyordu ve büyük kayıpları göze almak gerekiyordu. Şimdi TSK’nın bu, dostlara hayranlık, düşmanlarda şaşkınlık uyandıran üstün başarıları bütün dünyada dikkatle izleniyor ve Süper Şeytan Amerika’nın çaresizliğine ve yenilgisine şahitlik ediliyordu. İşte Kahraman Ordumuzun Afrin Zeytindalı Harekâtı’nı ve iktidarın bu yöndeki kararını ve tavrını destekliyor ve millet olarak dua ediyoruz. Ancak “sakın geri adım atılmasın” diye de uyarıyoruz, çünkü iktidarın eski hatalarını tekrarlamasının bu sefer çok pahalıya mâl olacağından kuşkulanıyoruz.

Evet, Afrin Operasyonu mutlaka lazımdı ve destek çıkılmalıydı. Türkiye’nin Afrin müdahalesi ve PKK’nın Akdeniz koridorunu engellemesi haklıydı ve lazımdı. Sn. Hulusi Akar’ın ve MİT müsteşarının Rusya’yı Afrin’den çıkmaya iknası da önemli bir adımdı. Ama iktidarın çelişkili tavrıyla ilgili bazı kuşkularımız vardı:

1- ABD eğitip donattığı 30.000 eşkıyayı Telabyad’a yığmaya başlamıştı. Bunun altında bir şeytanlık yatmaktaydı.

2- ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün: “Türkiye Afrin’e girmesin” diye uyarması, onların beklenmedik bir saldırı ihtimaline işaret sayılmalıydı.

3- Yoksa “Türk askerini, PKK’ya yenildi göstermek üzere” bir tuzak mı hazırlanmaktaydı? Sorusu dikkate alınmalıydı.

4- Afrin’e müdahale eden iktidar, PYD-PKK elindeki 600 kilometrelik güney sınırımız boyunca fiilen oluşturulan ve ABD tarafından resmen tanınmaya hazırlanan bölge için de ciddi ve cesaretli müdahalelerde bulunmalıydı.

5- Çünkü Fırat’ın doğusunda ve Afrin’in karşısında ABD’nin 13 üssü vardı ve Suriye’nin en önemli petrol kaynakları da bu bölgede bulunmaktaydı.

6- Afrin’de PKK-PYD, aynen Güneydoğu modeli gibi, şehrin altını tamamen sığınak ve yığınaklarla donatmıştı. Elbette ve herhalde iktidar ve TSK bu konuda gerekli tedbirleri almışlardı. Zira kahraman askerlerimize tuzak kurma olasılığı fazlaydı. Bu nedenle hem Hatay-Hassa’dan, hem Kilis-Öncüpınar’dan sürekli destek sağlamalıydı.

7- Bir kuşkumuz da: “İşte biz terör koridorunun önünü tıkadık!” havasıyla, 600 kilometre boyunca ABD tarafından oluşturulan PYD-PKK Bölgesine meşruiyet kazandırmak ve Suriye’nin 3’e bölünmesine razı olmaktı.

Çok şükür, kötü hava koşullarından dolayı ağırlaşan Zeytindalı Harekâtında gece karanlığında bile, Türk savaş uçaklarımız yoğun bombardımanlarla göğüslerimizi kabartmaktaydı. Bandırma 6. Ana Jet Üssü’nde konuşlu gündüz ‘Kartal’ gece ‘Yarasa’ olarak adlandırılan 161. filo ile Diyarbakır’da ‘Pars’ filo olarak bilinen 181. filo, Afrin’de PYD-PKK hedeflerini ve ABD-İsrail siperlerini bombalamaktaydı. Lantirn (Gece Alçak İrtifa Seyrüsefer ve Hedefleme Kızılötesi Işını) sistemine sahip uçaklarımız önceden Özel Kuvvetler ile İnsansız Hava Araçlarının işaretlediği hedefleri bir bir vurup dağıtmaktaydı. Şimdiye kadar 4 şehidimize karşılık 400 terörist saf dışı bırakılmıştı, bunların birçoğu ABD ve İsrail subaylarıydı.

Washington merkezi (Turkish Heritage Organization) adlı düşünce kuruluşu uzmanı Luke Coffey: “Sıradan bir Amerikalı, ABD’nin şu anda Marksist-Leninist PKK ile ve gizli Rusya işbirliği halinde Suriye’yi karıştırdığını bilse, şaşırır.” dediği halde, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın“ABD’nin terör örgütü PYD/YPG’ye silah verilmeyeceğini teyit ettiğini” açıklayıp toplumu avutmaya çalışması tam bir safsata ve saptırmacaydı. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın’ın ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster ile telefon görüşmesinde: “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarının dikkate alınmak zorunda olduğunun vurgulandığı, yanlış anlamaları önlemek için yakın koordinasyon içinde olunması konusunda mutabık kalındığı” sözleri, bu zihniyet ve bu hükümetle, bölgemizde kalıcı ve kapsayıcı bir sonuca ulaşılamayacağı kuşkularımızı artırmaktaydı. Nasıl 1.Dünya Savaşı’na İttihat ve Terakki ile girdik ama, Mustafa Kemal ile Milli Mücadeleyi başlatıp başardı isek… Şimdi de yeni bir kurtuluş savaşı ve kuşatılmışlığı yarma hareketi olan Afrin Zeytindalı Operasyonlarına da AKP iktidarıyla girdik, ama belki de milli mutabakatla çıkacağımız unutulmamalıydı.

Sakın ha, iktidar böyle bir süreçte sonuç alıcı ve kalıcı politikalar yerine, kendisine seçim malzemesi yapacak ucuz palavralarla, Afrin Operasyonunu yarım bırakmamalı ve yanlış adımlar atmamalıydı. AKP iktidarının yıkıcı ve yanlış icraatlarını hep uyardık ve uyaracağız. Ama Afrin Operasyonu gibi lüzumlu, hayırlı ve başarılı girişimlerine destek çıkmak inancımızın ve Millî vicdanımızın icabıdır. Bu arada Afrin Zeytindalı Harekâtı’nı kastederek: “İnşallah bu harekât kısa zamanda tamamlanır, daha da büyümez insanlar katledilmez… Kör dövüşü yapıp birbirimizi yememeliyiz” şeklinde ve PKK dileğiyle talihsiz açıklamalar yapanları da şiddetle kınıyoruz ve bu asılsız iddialarına katılmıyoruz.

A- Çünkü, önce bu harekatın giderek büyümesini ve 600 kilometre boyunca PYD’ye kurdurulan ABD bölgesini kapsaması istiyoruz, ki Türkiye sürekli bir tehditle yaşamasındı.

B- Kahraman Ordumuz Afrin’de bizim Kürt kardeşlerimizle değil, İsrail ve ABD’li komutanların güdümündeki PKK eşkıyaları ile savaşıyor; bu gerçeği çarpıtan sözde bazı İslamcı yazarlara ve PKK borazanlarına kimse kulak asmasındı.

Bakan Soylu ucuz kahramanlık mı yapıyordu, yoksa kasıtlı olarak Türkiye’yi zora mı sokuyordu?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Türk Tabipler Birliği’nin, Afrin konusundaki açıklamalarına tepki gösterirken: “Ben İçişleri Bakanı olarak söylüyorum, Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün kaymakamımız var, Emniyet Müdürümüz var, bugün Jandarma Komutanımız var” diyordu. Bu sözler “Türkiye işgalcilik yapıyor” diyenlerin eline koz veriyordu. Bakan Soylu, çeşitli temaslarda bulunmak üzere geldiği Denizli’de partisinin Merkez İlçe Kongresi’ne katılıyor ve Suriye’de 2 bin kilometrelik sınırda huzur oluşturduklarını söylüyordu. Oysa Suriye sınırımızın tamamı 670 km. kadardı. Şimdilik Afrin operasyonuyla sadece 30 km. kadar bölgenin emniyeti sağlanmıştı.

Amerika ihanete devam ediyordu…

ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği konuşuluyordu. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyordu. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler oluşmuştu. Türkiye’nin Afrin’de mücadele ettiği güçleri sadece PKK/PYD’li teröristlerden ibaret sananlar yanılıyordu. Operasyonun başladığı 20 Ocak’tan bu yana ABD’nin, Reyhanlı ve Kilis’e isabet eden roketlerin atılması için teröristlere yardımcı olduğu, ayrıca Türk jetlerinin Afrin’e yönelik her taarruzunu Kisecik, Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinden edindiği bilgiler doğrultusunda PKK’ya anlık ilettiği belirtiliyordu. Suriye PKK’sına 5 bin TIR ile 2 bin uçak dolusu silah, cephane, araç ve mühimmat gönderen ABD, şimdi de Zeytin Dalı Harekâtı’nı sekteye uğratmak için PKK’ya kritik istihbarat bilgisi sağlıyordu. Bu nedenle gözler, Türkiye’de konuşlu NATO üsleri ve radar paylaşım sistemlerine çevriliyordu. Uçakların taarruz hedefleri ve uçuş bilgilerine yönelik istihbarata Pentagon’un bu kanallardan ulaştığı ve bunu teröristlerle paylaştığı ifade ediliyordu.

Maalesef, ABD Tüm Verileri Görüyordu!

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyordu. ‘Sahibinden’ aldığı istihbaratı değerlendiren teröristler ise gelen bilgiler doğrultusunda tedbir alıp mevzileniyordu. Afrin’e yönelik hava taarruzunda uçak, İHA ve hatta füzeleri ilk olarak tespit edebilecek radar, Hatay-İskenderun’daki Arsuz beldesinin Kisecik köyünde bulunuyordu. 2004 yılında Amanos dağlarının zirvesinde kurulan Kisecik Radar Üssü bir NATO tesisi. Dolayısıyla ABD, radarın tüm olanaklarından faydalanıyordu.

ABD’nin hedefi PKK’yı 100 bin kişilik düzenli orduya kavuşturmaktı!

Şu ana kadar sahada 60 bin civarında militanı olduğu ifade edilen PYD-YPG’nin bu sayıyı önümüzdeki süreçte 100 bine çıkarmayı planladığı konuşulmaktaydı. Terör örgütü YPG sözcüsü Redur Xelil’in Reuters’a “YPG’yi iyi organize olmuş bir orduya sahip olmasını sağlamak için ciddi bir motivasyon içerisindeyiz” açıklamasını yapmıştı. 2017 yılı başından bu yana her biri 300 savaşçıdan oluşan 10 yeni tabur kurduklarını söyleyen Xelil, bu yılın ikinci yarısına kadar 100 bin savaşçıya ulaşmak istediklerini belirterek. “Savaşın farklı taktikleriyle iyi eğitilmiş disiplinli ve birbirine bağlı bir askeri güç, bizi korumak ve varlığımızı, haysiyeti hak eden büyük bir ulus olarak teyit etmek için gerçek garantidir” ifadelerini de kullanmıştı. İşte bu amaçla ABD PYD-PKK’ya tam 5000 tır silah sağlamıştı.

Suriye’de PYD-PKK işgali yüzde 23’e ulaşmıştı!

Terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin kontrolündeki alan, 41 bin kilometrekare ile ülkenin yaklaşık yüzde 23’üne tekabül ediyordu. Örgüt, yalnızca son 5 ayda, 2 bin 500 kilometrekareyi ABD’nin desteğiyle ele geçirmiş durumdaydı. Örgüt, ayrıca Suriye-Türkiye sınırının da yüzde 65’ine hâkim bulunmaktaydı. PYD, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca, doğuda Haseke ve Rakka ilinin kuzeyi, Halep’in doğusundaki Münbiç ve kuzeybatısındaki Afrin ilçelerini işgal altında tutmaktaydı.

DEAŞ, PKK’ya Alan Açmaktaydı

Terör örgütü DEAŞ’ın, Suriye-Irak sınırındaki Deyrizor ilinde PKK/PYD karşısında hiç çatışmaksızın yaklaşık 100 kilometre kadar çekilmesi enteresandı. PKK/PYD ise, ABD desteğiyle başlattığı operasyonda Suriye’nin doğusunda Irak sınırına hâkim Deyrizor kent kırsalının kuzeydoğusuna doğru hızla ilerliyorlardı. Ve zaten daha sonra PKK ile DEAŞ, TSK’ya karşı açıkça işbirliği yapmışlardı.

Şimdi iktidara tekrar hatırlatıyoruz: Tarihi bir gafletle ve kendi elinizle özerklik kazandırdığınız, hatta devlet statüsüyle defalarca ülkemizde ağırladığınız Barzani bölgesine… Ve yine Kandil’den ve Kuzey Irak’taki diğer PKK kamplarından ve Türkiye üzerinden geçirtip şimdi Kuzey Suriye’de özerklik ilan eden PYD bölgesine hemen ve hiç kimseyi dinlemeden askerimizi sokup 15-20 kilometre derinlikte bir “güvenlik koridorunu”oluşturmanız gerekirken, hala bu boş laflarla hava atmanız size de, aziz milletimize de çok pahalıya patlayacaktır. Rusya’ya güvenip İdlip’de asker bulundurmamıza da fazla bel bağlamamalıdır. Şimdi ABD’nin Suriye sınırımız boyunca kendi kontrollerinde bir güvenlik bölgesi oluşturma teklifi tam bir tuzaktır ve PYD-PKK’ya değil Türkiye’ye karşı bir tampon oluşturma hesaplıdır.

Kahraman Askerimizin Afrin’deki iman, cesaret, fedakârlık ve başarıları dostlarda hayranlık, düşmanlarda şaşkınlık oluşturuyordu. Bu kutlu sonuçta, önceki sınır ötesi operasyonların da tecrübesi de önemli rol oynuyordu. Mehmetçik, tarihi kahramanlık ve cihat ruhunu bütün heyecan ve dirayetiyle yaşatıyordu. Kınalı kuzulardaki samimiyet ve azim her alanda görülüyordu. Büyük ve uzun vadeli bir projeyle karşı karşıya bulunuyorduk. Siyonizm, 121 yıl önce Ortadoğu bölgesini içine alan Arz-ı Mev’ud idealine kavuşma hesabı yapıyordu. ABD bu projeye destek çıkıyor, 1991’de Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hazırlıyor; 2001’de Ortadoğu’da 22 İslam ülkesinin haritasını değiştireceklerini vurguluyordu. Önceki operasyonlardaki ve Afrin’deki terör örgütlerini iyi okumak gerekiyordu. Onlar taşeron, kukla, maşa olarak kullanılıyor, Afrin’de, PKK, PYD, YPG, DAEŞ gibi neredeyse terör örgütlerinin bütün türevleri sahaya sürülüyordu. Programlarını ve komutanlıklarını bizzat İsrailli ve ABD’li subaylar yönetiyordu.

ABD’nin ve İsrail’in kurup yönettiği PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütleri Türkiye’yi tehdit etmeye başlayınca Kahraman Ordumuzun, 20 Ocak’ta Zeytin Dalı Harekâtı ismiyle Afrin’e operasyon başlatması zorunluydu. Afrin operasyonu devletimizin meşruiyeti gereği yapması gereken bir operasyondu. Bu operasyonu sonuna kadar destekliyoruz. Müslüman Türk ordusunun zaferle döneceğine inanıyoruz. Müslüman halkımız her türlü desteği veriyor, vermesi gerekiyor. Ancak bizim asıl düşmanımız ABD ve İsrail olduğu halde düşman tanımı neden açık açık yapılmıyordu? Türkiye’nin yöneticileri, yukarıda adı geçen bütün terör örgütlerini ABD’nin kurduğunu ve beş bin tır silah gönderdiğini defalarca söylediği halde neden ABD’ye karşı net bir tavır alınmıyordu? Düşman diye kimi kastettiğimiz belli olmayan bir tanım ve tavırla zafere ulaşmak mümkün görülmüyordu. Afrin operasyonu ABD’nin desteklediği PYD’ye karşı yapılıyorsa neden Türkiye’deki ABD askerî üslerine el konulmuyordu? Öyle ya terör örgütü örgütlü bir şekilde içimizdeyken dışımızda nasıl onunla mücadele ediyoruz? Türkiye eğer bu operasyonu ABD güdümünde yapmıyorsa neden İncirlik Üssü başta olmak üzere Türkiye’deki ABD üslerini kapatmıyordu?” soruları ve yorumları haklıydı.

Teknoloji harikalarımız düşmanları şaşkına çeviriyordu!

YPG/PKK terörüne karşı başlattığımız “Zeytin Dalı Harekâtı”nda bizi durdurmak isteyenlerin başında, güya stratejik müttefikimiz bulunuyordu. Ama çok şükür ki Kıbrıs harekâtını engellemek için koyduğu silah ve malzeme ambargosunu bugün Rahmetli Erbakan Hocamızın hazırlıkları ve Kahraman Ordumuzun kararlılığı sayesinde artık koyamıyordu. Çünkü Türkiye belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez kendi ürettiği milli silahlarla operasyon yapıyordu. Yani; taşıma suyla değil, kendi akıl ve alın terimizle ürettiğimiz güçle ve teknolojik araç ve gereçle düşmanın karşısına çıkıyorduk.

Dünyada çok nadir ülkelerde olan İHA teknoloji harikalarımız 20 kilometre yukarıdan ve 24 saat uçabilen insansız hava aracımız “BAYRAKTAR”larımız… İşte gencecik mühendislerimizin ASELSAN’da ürettiği “DÖRTGÖZ”, “ODAK” ve “CATS”larımız… Bunlar lazerle işaretliyor; Roketsan’ın ürettiği akıllı/lazer güdümlü füze “SOM” kilometrelerce uzaktan gelip vuruyor ve düşman hedefleri bir bir dağılıyordu. Sınırın bu yakasından Türk Malı “FIRTINA” obüsleri 30 kilometre uzaktaki hedefleri yine bizim ürettiğimiz akıllı füzelerle teker teker imha ediyordu. “SAKARYA”lar hedefe kilitleniyor, “Hassas Güdüm Kit”i 12 bin metre irtifadan düşman tahkimatlarını yerle bir ediyordu. Türk yapımı “ATAK” helikopterleri ilk kez devreye giriyor; ASELSAN’ın ürettiği lazer işaretleme sistemiyle belirlenen hedefleri, Roketsan’ın ürettiği “CİRİT” füzelerle “ATAK” helikopteri vuruyor, savuruyordu. Evet, tanklarımız ve savaş uçaklarımızın milli hedefleme sistemleri devreye sokuluyor, bizim ürettiğimiz “TEBER” lazer güdümlü füzeler düşmanların başında patlıyordu. Milli Çözüm Dergimizin yıllardır anlattığı ama ahmak takımının aklının yatmadığı teknoloji harikaları düşmanları şaşkına çeviriyordu.

Kur’an kılıfıyla PKK’yı savunanlar ve Amerika’ya uşaklık yapanlar mide bulandırıyordu!

İhsan Eliaçık denen din tahribatçısı Türkiye’nin terör örgütlerini temizlemek için başlattığı operasyonu “Kur’an’da öz savunma dışında savaşa asla izin yoktur. Fetih adı altında ele geçirme, işgal, yağma, talan, haraç hiçbiri meşru değildir. Peygamberin tüm savaşları ‘Medine Şehir Kantonu Savunması’ndan başka bir şey değildir.” şeklinde çarpıtıp zırvalıyordu. HDP’nin düzenlediği ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne katılıp“Burada haklı bir dava görüyorum. Bu haklı davanın iki sebebi var. Birincisi, bir parti haysiyet ve onur mücadelesi veriyor.” diyen bu İhsan Eliaçık oluyordu. Ömrü İslam düşmanlığıyla geçen terörist başını “Bu Öcalan’ın din konusunu, klasik aydınlanmacı Marksist yaklaşımdan farklı olarak çok iyi kavradığını gösteriyor. Hem bölgeyi hem de dini iyi analiz ediyor ve şunu görmüş; bu coğrafyada din, Allah, aslında ezilenin en diptekinin, yoksulun çığlığı olarak ortaya çıkmıştır. Allah demek yani ben eziliyorum, ben açım demek. Bu coğrafyada Allah budur” şeklinde adeta müftü düzeyinde gören ve öven bu İhsan Eliaçık gibileri, gerçekleri çarpıtıp saptırıyordu.

Bu tipler PKK’ya, HDP’ye ve Öcalan’a sahte imamlık yapıyordu. Allah’ın ayetlerini terör örgütü PKK’ya yol açmak, onları korumak için kullanıyordu. Bunu bir ara HDP milletvekili yapıp ödüllendirecekti ama o Güneydoğulu Lawrence olarak yazarak ve konuşarak bölücü fitne yaymaya devam ediyordu. Şimdi de bu kiralık kalemler Afrin’deki PKK’lıları kurtarmak için devreye sokuluyordu. İlahiyatçı ama tarih boyunca İslam’a hizmet etmiş Türk Ordusuna bir gün dua etmek aklına gelmiyor ama daha geçenlerde camiyi bombalayıp iki vatandaşımızı şehit eden, kurulduğu günden bu yana İslam düşmanlığı yapan terör örgütü PKK için ayetleri, hadisleri istismar ederek yırtınıyordu.

Diğer bir sapkınlık ve azgınlık örneği Mehmet Göktaş’ın da aynı gaflet ve dalalet içinde olduğu gözleniyor, İslamcılık kılıfı altında PKK’ya meşruiyet kazandırmaya çalışıyordu” tespitleri haklıydı.

Erbakan Hoca’mız hikmetlerinden ve hedeflerinden zerre nasibini almayan, sanki“gizli Kürtcülük damarını İslamcılık kılıfıyla kapatmaya ve meşrulaştırmaya çalışıyor” gibi bir tavır takınan öyle şuursuz ve sorumsuz yazarlar vardı ki; “PKK’yı Müslüman Kürtlerin temsilcisi, TSK’yı ise ırkçılık taassubunun takipçisi” gibi göstermeye çalışıp, Afrin harekâtında tarafsız kalmayı tercih ve teklif edecek kadar iz’ansız ve vicdansız bir tavır sergiliyorlardı. İşte bunların zırvaları:

“Savaşların da bir ahlâkı ve mantığı vardır. Biliriz ki Müslümanların birbiriyle savaşı haramdır. Biliyoruz ki birbiriyle savaşan Müslümanlar Cehenneme atılacaktır. Kutsallık topraklarda ve sınırlarda değil, değerli olan insandır, insanın varlığıdır ve insanın korunması kazanılmasıdır… Bu bir cihat savaşı ve mücadelesi sanılmamalıdır. Bu, ulusal, laik, seküler, liberal ve faizci devletin Misakı Milli  sınırlarının savaşıdır. Bu bir medeniyet savaşı değil kavimler ve ırkçılık savaşıdır. Laik seküler cumhuriyetin ırkî refleksli bir savaşıdır… (PKK’lı) Kürtler de emperyalizm güdümlü ve dayanaklı bir savaş içinde bulunmaktadır. Kürt Müslümanları sekülerleştirme, Türk tipi ırkî bir ayrışmaya götürme savaşıdır. Müslümanların birbirinden koparma, ayırma ve parçalama savaşıdır. Herhalde de bu savaş ve çatışmanın ayrılıkları derinleştirdiği, Müslüman kardeşleri birbirine düşman ettiği, düşmanlığı ve uçurumları derinleştirdiği bir süreç yaşanmaktadır.”[1]

Oysa müspet milliyetçilik yararlıdır, Bediüzzaman gibi zatlar da bunu defalarca vurgulamıştır!

Bir insanın kendi ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir. Ve dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların kendi özel geleneklerini, örf ve adetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu nedenle cemiyetteki Milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis, kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum Türkler için olduğu kadar Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak, şayet bu “nefsi”dizginlemez, haksız ve ahlaksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan Milliyetçilik de böyledir; kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam hiçbir beşeri ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı ırkçılığın jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.

Üstat Bediüzzaman Hz.leri de Risale-i Nur’da onlarca yerde “Müspet Milliyetçiliği”tensip ve teşvik etmektedir. Şahsen biz Türk bir babadan ve Zaza bir anadan dünyaya geldik. Tarihe yön vermiş, büyük medeniyetler meydana getirmiş ve 1300 yıldır, İslam’ın gönüllü bayraktarı olma şerefini hak etmiş Türk kavminden olmayı, yüce Rabbimin takdiri kadar, taltifi de bildik. Haçlı Batılılar nazarında, Türklükle İslam’ı mezcedip kaynaştıran ve aynı anlamda kullandıran aziz ceddime layık olma gayretindeyiz. Kur’an’a inanan, Müslüman olduğunu savunan hiç kimsenin, bundan başka türlü düşüneceği kanaatinde değiliz. Mustafa Kemal’in “Türk Milleti” kavramıyla da, ırkçılık yaptığını değil, çok farklı kavim ve kesimlerden, İslam potasında kaynaşmış bir toplumu amaçladığını bilmekteyiz. Yani biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil, imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlaklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi anayasadan “Türk Milleti”kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de, “ılımlı İslam” diye yüce dinimizi dejenere edip“Protestan Müslüman” tipi oluşturmak isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Elbette Moiz Kohen Yahudi Hahamının Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi İslam’dan koparmak için yaptığı ırkçı ve şovenist TÜRKÇÜLÜK kafasıyla bu tahribatların önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz. Ama müspet Milliyetçiliği “dine aykırı bir sapkınlık” gibi göstermek isteyenler de ya cahildir veya devlet ve millet düşmanlığını İslamcılık kisvesiyle gizleyen bir haindir.

Bu arada AKP iktidarını kutsayanlara ve her hareketine bir “keramet” uyduranlara da bir sözümüz vardı:

Şimdi, Ey düne kadar çözüm sürecine ve PKK ile işbirliğine karşı çıkanları, Vatana hıyanetle suçlayıp, bugün PKK’nın kökünü kazımaktan dem vuran yandaşlar… Ey düne kadar, İran’a karşı Suudi Arabistan’la askeri ittifak kurmayı “İslam NATO’su” diye alkışlayıp, bugün İran ve Rusya ile irtibatı “Kurtuluş politikası” diye yutturmaya çalışan yalakalar…

Ey AB’yi Türkiye’ye karşı önyargılı ve çifte standartlı olmakla suçlayıp ve sözde “Size mahkûm ve mecbur değiliz…” nutukları atan, ama halâ AB Bakanlığı’nın diğer bütün bakanlıklarda özel genel müdürlük açtırılmasını kamuoyundan saklayan kiralık yazarlar, yorumcular…

Ey her fırsatta ABD’ye atıp tutan, PKK ve PYD’ye silah vermesini kınayan, “Barzani’ye tek sahip çıkan İsrail kaldı” diye ferahlayan, ama İsrail’le normalleşme anlaşmasının içeriğini ve Siyonistlere hangi fırsatlar ve imkânlar verildiğini bir türlü gündeme taşımayan zavallılar… Yakında aldatıldığınızı anlayacaksınız.

Soçi zirvesi öncesi aynı kentte can ciğer kuzu sarması kucaklaşan Esad’la Putin’in fotoğrafları; “Bu savaşın galibi biziz!”in ilanıydı. Peki, galipler Esad, Putin ve Ruhani olduğuna göre, mağlup kim sayılacaktı? Bir zamanlar “Sünni cephe” liderliğine oynadığı halde “cephe”yi de, “cephenin liderliğini” de yitiren Erdoğan’ı şimdi “barış kahramanlığı” kurtaracak mıydı? Süratle “makas değiştirme” gayreti ve Soçi’de masaya oturma kabiliyeti sayesinde Sn. Erdoğan’la Türkiye nereye kaydırılmaktaydı? Suudi Arabistan “Sünni cephe”de bir başına kalmıştı. Yanında sadece Tel Aviv ile Trump Amerikası vardı. Ve tekrar hatırlatalım: SOÇİ ittifakı da aynı odakların daha sinsi bir planıydı. Tekrar hatırlatıyoruz; Sn. Erdoğan Kahraman Ordumuzun kutlu başarılarını yarım bırakmaktan ve bu sonuçları sadece bir seçim malzemesi olarak kullanmaktan uzak durmalıydı.

Yandaş medyanın zafer diye sunmaya çalıştığı SOÇİ şartları da kafa karıştırıcıydı! Çünkü üzerinde mutabık kalınan duruma göre:

• Beşar Esad koltuğunda kalacaktı.

• Suriye sözde parçalanmayacak, ama özerk bölgelere ayrılacaktı.

• Suriye için yeni bir anayasa hazırlanacak ve bunu Rusya, İran ve Türkiye kaleme alacaktı.

• Rusya, Suriye’deki askeri varlığını koruyacaktı.

• Rusya ve İran, Soçi’de toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne Suriye’deki tüm etnik, siyasi ve dini grupların katılacağını açıklamıştı. Yani dolaylı biçimde YPG de o masada olacaktı.

• Belki YPG, Türkiye’nin olduğu üçlü masaya oturmayacaktı, ama Suriyelilerin kendi aralarındaki toplantılarda bulunacaktı.

• ABD tarafı ise “Suriye’den tam olarak çıkmayı düşünmediğini” açıklamıştı. Bu durumda Suriye’nin toprak bütünlüğü ve merkezi yönetimi ne olacaktı?

Hatırlayınız, daha önce, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Soçi’de bir araya geldiği Suriye üçlü zirvesi tamamlanmıştı. Zirve sonrası açıklamalarda bulunan Putin, “Suriye toplumunun bütün kesimlerinin katılabileceği bir toplantının yapılması konusunda mutabık kaldık” açıklamasını yapmıştı. Ruhani de “Yapılacak kongrede bütün partiler, bu kongrede birleşecekler ve Suriye’nin geleceği için müzakere yapacaklar” ifadelerini kullanmıştı.Erdoğan ise “Siyasi sürecin hayata geçirilmesi konusunda görüş birliğine vardık”şeklinde konuşmuşlardı. Yani sonunda Sn. Erdoğan Beşşar Esad takımıyla aynı masada oturup çözüm aramaya razı olmuşlardı.

Maalesef; ABD ve Rusya “Kürt Koridoru”nun altına bir de “Şii Kuşağı!” oluşturmuşlardı.

Kendi kurdukları, kullandıkları ve şimdi devre dışı bırakmaya hazırladıkları DAEŞ’i geri çektirip, RAKKA’yı PYD’ye peşkeş çekenler hangi güçlerse, ardından Kerkük’ten Peşmergeleri ve 100 bin Kürt’ü geri çektirip bu bölgeleri Merkezi Irak askerlerine ve ŞiiHaşdi Şabi milislerine peşkeş çekenler de aynı merkezlerdi. ABD’nin, Kerkük’ün Barzani’den geri alınması sürecinde tarafsız kalacağını açıklaması bu yüzdendi. Halbuki, Kerkük’ün Şiilerin eline geçmesine sevinip, Rakka’nın PYD’ye verilmesine üzülmek AKP’nin cehalet ve gafletiydi. Çünkü Türkiye’nin güneyinde bir Kürt Koridoru açmak yanında bir de Şii Kuşağı oluşturmak, ABD’nin ve Siyonist Lobilerin 100 yıllık hedefiydi. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, önemli bölgelere hakim ve kuvvetli bir Kürdistan yerine, hem bir Kürt Koridoru; hem de hemen altında ise bir Şii kuşağı ABD ve İsrail’in daha çok işine gelmekteydi.

Barzani’ye; Erbil ve Zaho (Cizre’nin karşısı) civarı verilecek; Suriye’deki Kamışlı (Nusaybin karşısı), Rasulayn (Ceylanpınar karşısı), Telebyad (Akçakale karşısı), Rakka (Akçakale karşısı 100 km. Fırat kıyısı), Azaz (Kilis karşısı) ve Afrin üzerinden Lazkiye’ye ulaşmayı hedefleyen ve PYD’nin kontrolündeki ve Türkiye sınırı boyunca yaklaşık 100-150 km. derinlikteki bölge ile birleştirilerek bir Kürt Koridoru meydana getirilecekti. Şimdi bu koridorun hemen altında ise, İran Kürdistanındaki Sanandaj kentinden başlayarak, Kuzey Irak’taki Süleymaniye, Kerkük, Musul, Talafar ve Sincar’ı kapsayan, Suriye’deki Deyrezzor ve Humus hattından Hizbullah’ın bulunduğu Lübnan’a uzanan bir Şii Kuşağı fiilen gerçekleştirilmişti.

Maalesef buna rağmen: Cumhurbaşkanından Başbakanına, Bakanlarından bürokratlarına, yalaka yazarlarından muhalefet yandaşlarına, hepsi birden Kerkük fatihi gibi havalara kapılmışlardı. Sanki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de AKP’nin gençlik kolları almıştı… Sanki Kerkük’e giren Erdoğan’ın militanlarıydı… Sanki o muzaffer komutan, İran’ın özel harp kurmayı Kasım Süleymani değil de bizim kahramanlarımızdı… Ey, “Kerkük düştü” diye zil takıp oynayan zavallılar; düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki böyle sevinç çığlıkları atmaktasınız? “Bir gece ansızın baskına gidenler”Perinçek ulusalcıları değil, Haşdi Şabi yayılmacılarıydı. Senin göğsün niye kabardı ki?‘Kerkük Türk yurdudur, Türk yurdu kalacak’ diye böbürlenen Bahtiyar! sana ne oluyor peki!.. Türkmeneli İran ili oluyor, sevincin boşunadır! Sitesinde başlık diye nara atan,“Bağdat’tan Barzani’yi çıldırtan hamle, Erbil deliye döndü, bağımsızlığa giderken elindekinden de oldu, lafımızı dinlemeyenin sonu işte budur” diye kasıla kasıla esip savuran artist editör, bu sözüm de sana!.. Barzani Kerkük’ü kaybetti de sen ne kazandın? Geçtiyse İran kuklası Bağdat’ın eline geçti petrol kuyuları, senin eline ne geçti ki böyle kof havalar atmaktasın? diye sorulması haksız

 

 


[1] Bak: Susma zamanı- Ali Haydar Haksal – Milli Gazete – 24.01.2015

[2] Mülk-20

[3] Nisa-159

[4] Kehf-84

[5] Zuhruf-61

[6] Enfal-18

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi