AB ANAYASASININ ÇOK ÖNEMLİ MADDELERİ MİLLETTEN NİYE
GİZLENİYOR?
Vatikan Hz. İsa’nın Değil; Siyonist ve Emperyalist Odakların Karargâhıydı!
AB anayasasının esasını kavrayabilmek için, önce AB’ye şekil veren Hıristiyanlığı yozlaştıran Siyonist Yahudi merkezlerin güdümüne giren Vatikan’ı tanımak gerekiyordu. Değerli ve yürekli aydınımız Banu Avar Hangi Avrupa? Kitabında ve ‘‘Vatikan Kimin Emrinde’‘başlığı altında şunları yazıyordu:
(Avrupa’da) Din her zaman siyasetin oyun alanı oldu. Papa 2. Jean Paul, 1999 Noel’inde verdiği mesajda ‘‘Birinci bin yılda, Avrupa Hıristiyanlaştırıldı’‘İkinci bin yılda Amerika ve Afrika’nın Hıristiyanlaştırıldığını söylemişti. “Üçüncü bin yılda Asya’yı Hıristiyanlaştıralım!” demişti… Ve Vatikan, “Asya’nın Hıristiyanlaştırılması sürecinde, Türkiye merkezdir” görüşünü dile getirmişti. Bu hedefler yeni de değildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Anadolu’da, Katolik ve Protestanlarca açılan 800 okul vardı. Çoğu işgalcilerle işbirliği yaptı. Ve Cumhuriyetin ilk yıllarında zararlı faaliyetleri nedeniyle kapatıldı… Bugün sayıları her geçen gün artan çeşitli dini organizasyonlar, Türkiye’den Asya’ya uzanan bir coğrafyada faaliyet gösteriyor… Avrupa giderek dinden uzaklaşırken Vatikan, Anglikan kilisesi ve Fener Rum Ortodoks kilisesiyle el ele veriyor. Hıristiyan âlemi bir araya gelmeye çalışıyor. Ve tabi bizdeki dinler arası diyalogcular da bunlara taşeronluk yapıyor.
Malum, Avrupa Birliği, Hıristiyan demokrat liderlerin el sıkışmasıyla hayata geçmişti. Katolik dünyanın kalbi, Vatikan, 50 yıllık Avrupa Birliğinin temelini atan unsurlardan biriydi. Avrupa Hıristiyan’dı ama mezhepler arasındaki kanlı mücadele yüzyıllarca süregelmişti. İslam ise ezeli düşman bilinmekteydi. Son iki yıldır Avrupa’da çeşitli merkezlerden İslam’a yapılan aleni hakaretlerle, Müslüman halklara âdeta bir sabır ölçümü yapılır gibiydi. Yakılan camiler, çizilen karikatürler, “Müslüman teröristtir” anlayışının yaygınlaştırılması, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde uygulanan Müslüman avı, 11 Eylül ve Orta Doğudaki işgalin ardından gelmişti. Danimarka Başbakanı Rassmussen’in incitici sözlerine, Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot ilaveler yapacak. “Hoşgörüsüzlük Müslümanların geninde var!” diyecekti. Almanya ve Fransa’dan İslam karşıtı ve aşağılayıcı sesler yükselecekti.
Papa, Bizans İmparatoru Manuel’i Niye Hortlatmıştı?
Tüm bunları 2006 Eylül’ünde Papa’nın konuşması izledi… Papa, ana vatanı Almanya’daki konuşmasında, Bizans imparatoru Manuel’den bir alıntı yapmayı seçmişti. Bu alıntıda, Bizans imparatoru, din bilgini Farsi’yle konuşuyor ve ona, “Bana Muhammed’in ne gibi bir yenilik getirdiğini söyleyin! Orada sadece şer ve insanlık dışı şeyler vardır, O kendi inancını kılıçla yaymıştır!” şeklinde saçmalamıştı. Bu sözler İslam dünyasında şok etkisi yapacak, Papaya protesto yağacaktı. Papa yanlış anlaşıldığını ifade ederek, konuyu kapatacaktı.. Vatikan’ın dinler arası diyalog uzmanlarından Kardinal Paul Poupard’a soracaktım: “Papa, İslam’ın kılıçla yayıldığı alıntısına yer verdi ve bütün İslam dünyasını ayağa kaldırdı. Sizce neden böyle bir alıntı yapmayı seçti?”
Poupard, Vatikan’ın en önemli isimlerinden biriydi. Papa’nın İstanbul ziyaretine eşlik etmişti. Onlarca kitabı vardı ve bir Vatikan diplomatıydı. Vatikan içindeki lojmanın devasa kütüphaneli salonunda beklediğim cevabı veriyor: “Bakın, Papa bu yanlış anlamadan dolayı çok üzüldü. Sözlerinin yanlış anlamalara neden olacak şekilde çevrildiğini defalarca belirtti.’‘Papa üzülmüş ve alıntıların kişisel görüşü olmadığını açıklamıştı. Ama acaba neden milyonlarca metin arasından o metni ve bir Bizans İmparatorunun sözlerini almıştı? Kardinal Poupard’a “Hazreti Muhammed’in İslam’ı kılıçla yaydığına mı inanıyorsunuz?” diye sorunca, ‘‘Tarih tarihçilerindir’‘diyerek geçiştirmeye çalıştı.
Ressam Vasari’ye neden ambargo uygulanmıştı?
Oysa tarihi konuşanlar ve resmedenler tarihe unutulmaz kayıtlar düşmüşlerdi. Ünlü ressam Vasari’nin tabloları, 425 yıl öncesinde, Paris sokaklarını tasvir ediyordu. 1572 yılında bir Ağustos şafağında, Roman Katolik milisler, ellerinde bıçak ve kılıçlarla Protestanları evlerinden dışarı çıkarıp, boğazlarını keserek meydanlara atıyordu. Binlerce ceset, Fransa’nın kan gölüne dönmüş sokaklarında yatıyordu… Saint Barthelemy günü katliamı olarak tarihe geçen bu olayın ardından. Papa 13. Gregorius, gururla, bir kutlama madalyonu bastırıp halka dağıtıyordu..
Acaba kilise, İslam’dan söz ederken kendi geçmişini mi anımsıyordu?
Bir Vasari koleksiyonu bulabilmek için, üç kişi Roma’daki tüm sanat merkezlerini, özel kitapçıları ve müzeleri arıyoruz. İlginçtir, dünyadaki tüm ressamların kitapçıkları var ama Vasari’ye ulaşılamıyordu!? Çünkü Hıristiyanlığın kanlı tarihini resmettiği için Vasari ambargoluydu! Bugün çarşamba! Vatikan’daki kilise, tıklım tıklım. Halk, Papayla buluşuyor… Meraklı binlerce bakış, Vatikan’ın en şatafatlı kilisesinin ayrıntılarında dolaşıyor. Görkemli törenin ardından avluya çıktığımda, ilk Hıristiyan misyoner Aziz Pavlus’la göz göze geliyorum. Elindeki kılıca bakıyorum. Sonra Roma’daki tüm Pavlus heykellerini dolaşıyorum. Pavlus, Hıristiyanlığı kılıç gücüyle yaymış olmalıydı! Çünkü kılıçsız hiçbir figürüne rastlanamıyordu!
Avrupa’da Soykırımları Kimler Yapmıştı?
Vatikan’ın ön avlusunda, ilahî semboller, heykeller uzak ve yakın geçmişin kâbusları arasında dolaşıyorum… 2000 yılında Papa’nın yanına Ermeni Patriği 2. Karekin’i alarak yaptığı konuşmayı hatırlıyorum: O konuşmada, 2. Jean Paul, “20. yüzyılda gerçekleşen tüm soykırımların sorumlusu Türklerdir” demişti. Acaba Avrupa’da Yahudileri ve Çingeneleri, Afrika’da Cezayirlileri, Ruanda’da Tutsi ve Hutuları, İskandinavya’da Sami ve Talerleri, kim katletmişti? Kiliseyle yakınlığı bilinen Rome Reports Genel Yayın Yönetmeni Santiago de la Cierva’ya Avrupa’da tırmanan İslam ve Türk karşıtlığının nedenini soruyorum: “Ne diyebilirim ki…” diye mırıldanıyor. “Birçok hata yapılıyor…’ diyerek bu soruyu geçiştirmeye çalışıyor. Yüzünde medeni tebessümüyle. “Bay Santiago, sadece Papa’nın sözleri değil, son bir yıl içinde Danimarka Başbakanı Rassmussen’den tutun, tüm Birlik ülkeleri yetkililerinden ve basınından, İslam’a küfür yağdı. Bu provokasyonun sebebi ne olabilir? diye sorulunca, kararlı bir ifadeyle konuşmaya başlıyordu: “Nedenini biliyorsunuz. Avrupa’nın dine karşı inancı gitgide azalıyor, bu politikacılara da yansıyor… Avrupalı politikacılar da dinden uzaklaşıyorlar. Yani sadece İslam’a karşı değiller ki!. Tüm dinlere karşıtlık artıyor…”[1]
İşte bu itiraflarıyla, Roma Reports’un Genel Yayın Yönetmeni:
a- Bugün Avrupa’da, Hıristiyanlığın ve dini-uhrevi bir inancın değil; Yahudilerce yozlaştırılmış Hıristiyanlık makyajlı bir inançsızlık ve ahlaksızlık felsefesinin yaygınlaştığını
b- Vatikan’ın da Siyonist ve emperyalist odaklarca içten kuşatılıp kullanıldığını
c- Başka milletleri sömürme ve sindirme temeline dayanan, uygarlık yaftalı batı barbarlığının; her türlü zulme ve emperyalizme karşı olan İslam’ı ortadan kaldırmadan, bu şeytan düzenini yürütemeyeceğini anladığını ve Türk düşmanlığının altında bu gerçeklerin yattığını, çok net olarak yansıtmaktadır.
İşte Haçlı’ların Anayasası
Milletimizden özellikle ve titizlikle saklanan ve aslında Siyonist ve emperyalist merkezlerin gizli hakimiyet diktatöryası olmasına rağmen, bizim insanımıza; ‘‘huzur, hürriyet ve demokrasi dünyası’‘şeklinde sunulan Avrupa Birliği Anayasasının, sinsi maddelerini ve şeytani hedeflerini, cesaret ve ferasetle ortaya koyan Yılmaz Dikbaş, bu çalışmalarıyla tebrik ve takdiri hak etmektedir:
AB Anayasası 13 Ekim 2004 tarihinde Brüksel’de yayınlandı ve 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da 25 Üye Devlet temsilcisi tarafından imzalanıp resmen yürürlüğe girmiştir. Anayasanın resmen yürürlüğe girebilmesi için 1 Kasım 2006 tarihine kadar AB’nin tüm üyeleri tarafından, ya meclislerinde ya da halk oylamalarıyla onaylanıp kabul edilmesi gerekmekteydi. İngilizcesi 341 sayfa olup 448 maddeden oluşan AB Anayasasının çok önemli bazı maddelerine bakalım:[2]
Anayasanın Giriş Bölümü:
“DRAWING INSPIRATION from the cultural, religious and humanist inheritance of Europe, from which have developed the universal values of the inviolable rights of the human person, freedom, democracy, equality and the rule of law…”
Türkçesi:
“Dokunulmaz ve vazgeçilmez insan hakları olan özgürlük, demokrasi, eşitlik ve yasaların üstünlüğü gibi evrensel değerlerin gelişmesine kaynak olan Avrupa’nın kültüründen, dininden ve insanlık mirasından İLHAM ALARAK…”
Yorum:
Anayasada, en temel evrensel değerlerin gelişmesine kaynak olan öğelerden birisi, ‘Avrupa’nın dini’ olarak sayılıyor. Peki, Avrupa’nın dini nedir? Hiç kuşkusuz Hıristiyan dini. Öyleyse, AB Anayasası, Hıristiyan dininden ilham alınarak yazılmıştır. Anayasa hukuki olduğu kadar, temel bir siyasi belgedir.
AB’nin en temel siyasi belgesi olan Anayasa, Hıristiyan dininden ilham alınarak hazırlanıyor. Hemen bir soru: Hani Avrupa, ‘Aydınlanma Çağı’ ile Din ile Siyaseti birbirinden ayırmış ve böylece aydınlığa kavuşmuştu?
İkinci bir soru: En temel belgesi olan Anayasasını Hıristiyan dininden ilham olarak hazırlamış olan AB için, ‘laik’ diyebilir misiniz? Hayır, artık hiç kuşkusuz şunu söyleyebiliriz: AB Anayasası, bir Hıristiyan Anayasası’dır.
Peki, halkının %99’u Müslüman olan bir ülke olan Türkiye, bu Hıristiyan Anayasası’nın buyruğuna girmeyi nasıl oluyor da kabul ediyor? Türk halkının %99’undan fazlasının, AB Anayasası’nın bu özelliğinden bilgisi ve haberi yoktur! Türkiye’nin sivil ve askeri yöneticileri bu Anayasayı ne amaçla ve hangi akılla kabullenmişlerdir!
Madde I6: Birlik Yasası
“The Constitution and law adopted by the institutions of the Union in exercising competences conferred on it shall have primacy over the law of the Member States.”
Türkçesi:
“Anayasa ve kendilerine verilmiş yetkileri kullanan Avrupa Birliği kurumlarının uyguladığı yasalar, Üye Devletlerin yasalarının üstünde olacaktır.”
Yorum:
Eğer Türkiye de AB’ye üye olursa, T.C. Anayasası ve diğer tüm yasalar, AB Anayasası’nın altında, yani buyruğunda olacaktır. Soruyorum: Anayasası ve diğer tüm yasaları, Hıristiyan AB Anayasası’nın altında kalacak olan bir Türkiye’ye ‘Egemen Devlet’, ‘Bağımsız Devlet’diyebilecek misiniz? Türkiye’nin sivil ve askeri yöneticileri, ‘Kayıtsız Şartsız Türk Milletine ait olan Egemenliğimizi’, Hıristiyan Avrupa Birliği’ne teslime hazırlanmaktadırlar.
Madde I-7: Yasal Kişilik
“The Union shall have legal personality.”
Türkçesi:
“Avrupa Birliği yasal kişiliğe sahip olacaktır.”
Yorum:
AB, Anayasanın kabulünden sonra, bir devlet konumuna geçecektir. Bu nedenle, AB’ye, ‘Avrupa Birliği Devleti’ diyebileceğimiz bir oluşum meydana gelecektir.
Madde I-8: AB’nin Sembolleri
“The flag of the Union shall be a circle of twelve golden stars on a blue background. The anthem of the Union shall be based on the ‘Ode to Joy’ from the Ninth Symphony by Ludwig van Beethoven. The motto of the Union shall be: ‘Union in diversity.’ The currency of the Union shall be the euro. Europe day shall be celebrated on 9 May throughout the Union.”
Türkçesi:
“AB’nin bayrağı, mavi bir fonda bir çember üzerine dizilmiş on iki altın sarısı yıldızdan oluşacaktır.
AB’nin marşı, Ludwig van Beethoven’in 9. Senfonisindeki ‘Sevincin Şarkısı’ bölümü olacaktır.
AB’nin parolası, ‘Farklılıkların birlikte var olması’ olacaktır.
AB’nin parası, Avro olacaktır.
Her yılın 9 Mayıs günü, tüm AB’de Avrupa günü olarak kutlanacaktır.”
Yorum:
Yukarıdaki sembollerle, egemen bir devletin tanımı yapılmıştır. AB’ye üye olmak demek, AB’nin egemenliği altına girmek demektir. Türkiye AB’ye üye olursa; Şanlı Türk Bayrağı sıradan bir flama olacak, gönderde AB bayrağı dalgalanacak, İstiklal Marşı sıradan bir marş konumuna düşecek, AB’nin marşı esas olacak, Türk halkının cebinde, üzerinde Atatürk’ün resmi olan Türk parası değil, Avro bulunacak, Türkiye’de artık 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim kutlamaları değil, AB devletinin kuruluş günü olarak 9 Mayıs kutlanacaktır. Ulusal Egemenliğini kaybetmiş olan Türk milleti, buyruğuna girdiği AB’de bir halk topluluğuna dönüşecektir.
Madde I16: Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikaları
“The Union’s competence in matters of common foreign and security policy shall cover all areas of foreign policy and all questions relating to the Union’s security, including the progressive framing of a common defense policy that might lead to a common defense.”
Türkçesi:
“AB’nin ortak dışişleri ve güvenlik politikaları konularındaki yetkisi, tüm dışişleri politika alanlarını ve AB’nin güvenliği ile ilgili tüm konuları kapsayacaktır. Buna, ortak bir savunmayla sonuçlanabilecek, ortak savunma politikalarının geliştirilmesi de dahildir.”
Yorum:
Eğer Türkiye AB’ye üye olursa, Türkiye’nin tüm dışişleri politikaları ve ilişkileri AB tarafından saptanıp düzenlenecektir. Türk ordusu, AB’nin buyruğuna girecektir.
Madde I52: Kiliselerin ve Kilise Dışı Dini Kurumların Statüsü
“1- The Union respects and does not prejudice the status under national law of churches and religious associations or communities in the Member States.
2- The Union equally respects the status under national law of philosophical and non-confessional organizations.”
3- Recognising their identity and their specific contribution, the Union shall maintain an open, transparent and regular dialogue with these churches and organizations.”
Türkçesi:
“1- AB, Üye devletlerdeki ulusal yasalara göre kurulu kiliselerin ve dini kurumların ya da toplulukların statülerine saygı duyar ve bunlara önyargılı yaklaşmaz.
2- AB, ulusal yasalara göre kurulu felsefi ve kilise dışı örgütlerin statülerine de eşit biçimde saygı duyar.
3- Bu kiliseler ve örgütlerin kimliklerini ve yaptıkları özel katkıları tanıyan AB, bunlarla açık, şeffaf ve düzenli diyalog sürdürecektir.”
Yorum:
Avrupa Birliği kurumları, Kilisenin; dini otoriteleriyle açık ve sürekli bir diyalog içinde bulunacaktır. Yani Kilise, AB’nin karar sürecine yasal olarak katılacaktır. Hani, Aydınlanmış Avrupa’da din ile siyaset birbirinden ayrılmıştı?
AB’nin karar verme süreçlerinde Kilise ile sürekli diyalog içinde bulunması ’‘laiklik’‘ ilkesi ile nasıl bağdaştırılmaktaydı?
Madde II-70: Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü
“1- Everyone has the right to freedom of thought, conscience and religion. This right includes freedom to change religion and freedom, either alone or in community with others and in public or private, to manifest religion or belief, in worship, teaching, practice and observance.
2- The right to conscientious objection is recognised, in accordance with the national laws govering the exercise of this right.”
Türkçesi:
“1- Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din ya da inanç değiştirme özgürlüğünü, tek başına ya da bir toplulukta başkalarıyla birlikte ve toplum içinde ya da özelde dinin ya da inancın gerektirdiği ibadet, öğretim, uygulama ve izleme özgürlüğünü kapsar.
2- Vicdanı ret hakkı tanınır, bu hakkın uygulaması ulusal yasalara göre yapılır.”
Yorum:
Eğer Türkiye AB’ye üye olursa, Türkiye’de Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri yasadışı olmaktan çıkıp serbestleşecektir. Hıristiyan misyonerler istedikleri yerlerde ibadet, öğretim ve uygulama yapabileceklerdir. Vicdani ret hakkı ve din değiştirme özgürlüğünün verilmiş olması, Hıristiyan misyonerlerinin işini Türkiye’de daha da kolaylaştıracaktır. Nüfusunun yarısı açlık sınırına dayanmış, çoğunluğu gençlerden oluşan yaklaşık 15 milyon işsiz, Hıristiyan misyonerlerin hedefi olacaktır. Ekonomik bağımsızlığını yitirmiş, emperyalistlerin buyruğuna girmiş toplumlarda din, inanç ve ahlak kurallarını ayakta tutmak ve onurlu ve şerefli yaşamı sağlamak giderek zorlaşacaktır.
Madde II-74: Öğrenme Hakkı
“1- Everyone has the right to education and to have Access to vocational and continuing training.
2- This right includes the possibility to receive free compulsory education.
3- The freedom to found educational establishments with due respect for democratic principles and the right of parents to ensure the education and teaching of their children in conformity with their religious, philosophical and pedagogical convictions shall be respected, in accordance with the national laws governing the exercise of such freedom and right.”
Türkçesi:
“1- Herkes öğrenme ve mesleki sürekli eğitimden yararlanma hakkına sahiptir.
2- Bu hak, ücretsiz zorunlu öğrenim alma olanağını kapsar.
3- Demokratik ilkelere gerekli saygıyı göstermek kaydıyla, öğrenim kurumları kurma özgürlüğü ve ana-babaların çocuklarının eğitim ve öğretim almasını sağlamak hakları bulunmaktadır. Bu eğitim ve öğretimde, ana-babaların dini, felsefi ve öğrenim yöntemleri inançlarına saygılı olunacak, bu hak ve özgürlük geçerli ulusal yasalara göre uygulanacaktır.”
Yorum:
Eğer Türkiye AB’ye üye olursa, herkes kendi dinine ve inancına uygun eğitim ve öğretim kurumları açabilecektir. Kur’an kursları serbestçe açılacak, ama başka din ve inancın eğitim ve öğretimini veren kurumlar da yasal olarak kurulabilecek ve bunlar resmen misyonerlik faaliyeti yürütecektir.
AB Anayasası ve Laiklik
29 Ekim 2004 günü, Avrupa Birliği’ne üye 25 ülkenin devlet ya da hükümet başkanları Roma’da, AB’nin Anayasası’nı tarihsel bir törenle imzalamışlardı. Törene katılan aday ülkelerden Türkiye ve Bulgaristan’ın yetkilileri ise, adına İngilizce “Final Act” denilen ve uluslararası hukuka göre yasal bağlayıcı bir yanı olmayan “Nihai Senet’e imza koymuşlardı. 25 AB üyesi tarafından imzalanan bu Anayasada, laiklik ilkesi yer almamaktaydı! Birlik Anayasası’nın hazırlanması sürecinde, birbirine karşı iki cephe oluşmuş, bu iki karşıt kamp, Anayasanın “Başlangıç” bölümünü kendi görüş ve inançlarına göre yapılandırmak amacıyla çok yoğun bir kampanya ve lobi faaliyeti başlatmışlardı. Bu iki cepheden birini; Almanya, İtalya, Polonya, İrlanda, Malta, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’dan oluşan “Katolik Dinciler” meydana getiriyordu. Katolik Dinci Cephe, Anayasanın başlangıç bölümünde, ‘Tanrı’, ‘Hıristiyan Dini’ ve ‘Katolik Kilisesi’ sözcüklerinin yer almasını ısrar ve inatla talep ediyor, Vatikan’dan büyük destek alıyorlardı. Bunların karşılarında ise, Fransa, Belçika ve Hollanda’dan oluşan, ‘Ilımlı Katolik’ ve ‘Laikler’ yer almaktaydı. Bu grup, Anayasada dinsel terimlerin yer almasına karşı koyuyorlardı.
İki cephe arasındaki sözlü çatışma çok çetin geçiyordu. Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, görüşlerini şöyle savunuyordu: “Din, bizim kimliğimizin bir parçasıdır. Dinin etkisini kabul etmeden, Avrupa tarihini anlayamazsınız. Hıristiyan dini, Avrupa kimliğinin oluşmasında çok büyük bir katkıda bulunmuştur.”[3]
İtalya Başbakan Yardımcısı Gianfranco Fini’nin önerisi ise şuydu: ’‘Avrupa Birliği demek, Yahudi-Hıristiyan mirasını temel değerler olarak paylaşan bir topluluk demektir… Avrupa kimliğinin köklerini çok açık bir biçimde ortaya koymalıyız ki biz o kökleri, Hıristiyanlığın değerlerinin bir parçası olarak görmekteyiz.[4]
Hıristiyan Tanrısı’nın Avrupa kimliğini güçlendireceğini ileri süren Alman parlamenter Elmar Brok ise şöyle diyordu: “Avrupa bir bütün olarak, Hıristiyan mirası üzerine kurulmuştur.”[5]
Sonunda, ‘Katolik Dinci Cephe’nin talepleri reddediliyor ve AB Anayasası’nın başlangıç bölümüne, “Hıristiyan” ve “Katolik Kilisesi” sözcükleri konulmuyordu. Buna kızan Polonyalı parlamenter Witold Tomczak, elinde iki tane büyük boy Haç ile Avrupa Parlamentosu’na gidiyor ve Haçların Parlamento duvarına asılmasını talep ediyordu. Gerçi bu istek yerine getirilmiyordu ama Parlamentoda gergin dakikaların yaşanmasına neden oluyordu.
İspanya’nın o dönem Muhafazakâr Halk Partisi milletvekili Jaime Mayor Oreja, ‘‘AB Anayasasında Hıristiyan dininin, AB’nin temel dini olduğundan söz edilmemiş olmasından dolayı memnuniyetsizliğini’‘ifade ediyordu.[6]
Papa’nın yakın dostu İtalyan parlamenter Rocco Buttiglione, AB Adalet Başkanlığı’na seçilmek üzereyken, eşcinselliğin ‘günah’ ve evlenmemiş annelerin ‘kötü kadın’ olduğunu söyleyince karşı cephenin saldırısına hedef oluyor ve adaylıktan alınıyordu. 1968 yılında İtalya’da aşırı-muhafazakâr bir grup kurarak İtalya’nın ve Avrupa toplumunun laikleşmesine karşı kampanya yürüten Buttiglione, AB Adalet Başkanlığı adaylığından alınmasından sonra bile, geri adım atmayacağını vurgulayarak şu duyuruda bulunuyordu: “Hıristiyanların özgürlüğü için savaşı sürdüreceğim!”
AB’deki ‘Katolik Dinci’ cephe, Anayasanın başlangıç bölümüne ‘Hıristiyan’ ve ‘Katolik Kilisesi’ sözcüklerini koyduramadı ama, Anayasanın 51. Maddesine, “Kilisenin AB ile açık, şeffaf ve düzenli bir diyalog içinde bulunacağı” hükmünü sokmayı başardı. Yasama, Yürütme ve Yargı organlarına sahip AB, tüm karar aşamalarında, Kilise ile düzenli diyalog içinde bulunacak, yani Kilisenin görüşlerinden yararlanacaktı. AB’nin Ilımlı Katolikleri ve Laikleri, Kilisenin bu maddeye dayanarak AB’de yasaların yapılmasında büyük rol oynayacağından korkmakta, “Yeni Haçlı Seferi”nden söz açmaktaydı.[7]
AB Anayasası’nın İngilizce metni 341 sayfadan oluşmaktadır. AB Anayasası’nda 448 madde bulunmaktadır. Bu maddelerin hiçbirinde laiklik ilkesi yer almamaktadır.
AB Anayasası’nda; insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarına saygı, hoşgörü, adalet, dayanışma, kadın-erkek eşitliği, kültür ve dil farklılıklarına saygı ve sosyal adalet ilkeleri sık sık dile getiriliyor ama laiklik ilkesi nedense yer almamaktadır.
Oysa, T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde şöyle denilmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti… Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Eğer, AB tarafından ‘Müzakerelere Başlama Tarihi’ verilecek olursa; Türkiye, içinde laiklik ilkesi bulunmayan AB Anayasası’nı kabullenmiş olarak işe başlayacaktı. Peki, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bu çelişkiyi nasıl açıklayacaktı? AB’ye üye olma yolunda Müzakerelere başlayan Türkiye, “bizim kendi Anayasamız var ve o Anayasada laiklik ilkesi mevcut” itirazında bulunamayacaktı. Çünkü AB Anayasası’nda Madde I-6 şöyle buyurmaktaydı: “Bu Anayasa ve kendilerine verilmiş yetkileri kullanan Birlik kurumlarının kabul ettiği yasalar, Üye Devletlerin yasalarının üstünde olacaktır.” Bu demektir ki, AB Anayasası, T.C. Anayasası’nın üstünde tutulacaktı ve ona uyulacaktı.
29 Ekim 2004’de imzalanan AB Anayasası’nı, AKP hükümetinin başı ve diğer yetkililer daha okumaya bile fırsat bulmadan, büyük bir coşkuyla kabul ettiklerini açıklamışlardı. AKP hükümetinin dalkavukluğunu yapan Medya da, olayı Türkiye adına bir zafer olarak halkımıza yutturmaya çalışmıştı. AKP hükümetinin başı, bakanları, milletvekilleri ve yandaşları acaba AB Anayasası’nı okumadan, daha okumaya bile fırsat bulamadan niçin kabullenip sahip çıkmışlar ve büyük bir zafer kazandıklarını açıklamışlardı? Çünkü AB Anayasası’nda laiklik ilkesinin bulunmadığını daha baştan beri biliyorlardı! AKP iktidarı ve yanlıları ile şeriat istismarcılarının bu AB Anayasası’nı büyük bir sevinçle kucaklayıp kabullenmesi anlaşılırdır. Peki, nasıl oluyor da Atatürkçüler, Kemalistler, Laiklik savunucuları da içinde laiklik ilkesi bulunmayan bu Anayasayı kabule yanaşmışlardı ve bu Anayasa ile yönetilecek olan Avrupa Birliği’ne girmek için can atıyorlardı?
Oysa T.C. Anayasası Madde 103’e göre, Ahmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanı olurken ettiği yeminde şöyle okumuşlardı: “…Laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma… Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
Bu yemini eden Ahmet Necdet Sezer (gibi radikal laikçiler ve şekilci Atatürkçüler), bir yandan da Avrupa Birliği’nden yana olduğunu ilan edip durmaktaydı. Şimdi, böylesi tutarsız ve duyarsız kesimlere soruyoruz: İçinde laiklik ilkesi bulunmayan AB Anayasası ile yönetilecek Avrupa Birliği’nde, Laik Cumhuriyet ilkesine nasıl bağlı kalacaktı?
Türk Silahlı Kuvvetleri(nin bazı komuta kademesi de), uzun bir süre irticayı, yani laiklik karşıtı olan gerici odakları, en büyük tehlike saymışlardı. Oysa bunların bir kısmı, TSK’nin temsilcisi olarak, Avrupa Birliği’nden yanaydı. Şimdi, bu kafada olanlara soruyoruz: İçinde laiklik ilkesi bulunmayan Anayasa ile yönetilecek Avrupa Birliği’nde, Türk Silahlı Kuvvetleri laik Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl koruyacaktı?
AKP iktidar(sız)ı, yandaşları, Medyadaki yalakaları, tüm şeriat istismarcısı din sahtekârları büyük bir heyecanla AB’ye girilecek günün hasret ve heyecanıyla tutuşmaktadır. AB’den ‘Müzakerelerin Başlaması’ için bir tarih aldıklarında bayram yapacak ve o tarihten itibaren de adım adım ve açık açık, laiklik ilkesini çiğnemeye ve Din istismarcılığı sistemini yerleştirmeye başlayacaklardır. Erbakan’ın Kur’an ve akıl temelli ADİL DÜZEN Projelerine savaş açan malum ve mel’un odakların şimdi AKP’nin şeriat istismarcılığına destek çıkmalarının nedenleri de çok iyi araştırılmalıdır. Sonunda, T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde yer alan laiklik ilkesini de kaldıracaklardır. Bunu yapmaya hem Meclis’teki çoğunlukları yetecektir ve hem de artık ellerinde kapı gibi AB Anayasası bulunacaktır.
Bugün halâ başörtüsüyle, Kur’an kursuyla, İmam Hatiplerle uğraşarak ve Müslüman halkımızı boş yere ürkütüp karşısına alarak, aslında din istismarcısı ve Haçlı hayranı sahte şeriatçıların hızlı adımlarla ilerleyişine karşı çıkmaya çalışan laikler, AB’ye girdikten sonra karşılarında yasal bir duvar, yani AB Anayasası’nı bulacaklardır, içinde laiklik ilkesi bulunmayan AB Anayasası, laiklik ilkesini savunanların tüm girişimlerini boşa çıkartacaktır.[8]
İşte bu yüzden diyoruz ki; Haçlı Avrupa’nın paralı askerlerine ve kiralık profesörlerine hazırlatılan yeni anayasada ‘‘Egemenliğimizin AB’ye devredilmesine imkân sağlayan ek maddelere’‘değil de, sadece başörtüsüne karşı çıkan ve bu maksatla Anıtkabir yollarını aşındıranlar, eğer süper ahmak değillerse, herhalde sünepe AKP’nin suç ortaklarıdır.
[1] A.g.e sh: 305-310
[2] Constitution for Europe, Conference of the Representatives of the Governments of the member States, Brussels, 13 October 2004, CIG 8771704 REV 1
[3]Do “God” And “Christianity” Have A Place in The European Union Constitution?”, www.religioustolerance.org
[4] a.g.e.
[5] a.g.e.
[7] Carta Power,’The New Crusade”, Newsweek International, November 8, 2004.
[8] (Avrupa Birliği Tabuta çakılan son çivi. Asya Şafak yy. 5. Bas. sh. 115-125)