Anasayfa » A. Taşgetiren’le A. Hakan Farklı Karelerde Ama Aynı Karakterdedir

A. Taşgetiren’le A. Hakan Farklı Karelerde Ama Aynı Karakterdedir

Yazar: yonetici
0 Yorum 255 Görüntüleyen

A. Taşgetiren’le A. Hakan Farklı Karelerde Ama Aynı Karakterdedir

 

Bir zamanlar Kanal 7’nin milli şuurlu spikeri, Batı emperyalizminin ve Yahudi Siyonizminin sinsi oyunlarını deşifre eden dava eri, masonların vahşi ayinlerinin görüntülerini ele geçirip yayınlayan kahraman haberci AHMET HAKAN, sonunda yıllarca aleyhine konuştuğu mahfillerin, kaza süsü verilmiş evcilleştirme ve hizaya getirme marifetleri sonucu hemen tırsıp değişmiş, yeşilden mora dönekleşmiş ve Hürriyet’e transfer edilmişti. Bir anda geçmişini ve kendisini inkar eden biri olup çıkıvermişti. Yeni görevi; her fırsatta Erbakan Hoca’yı yermek ve Milli Görüş davasını kötülemekti. Ara sıra Fetullah Hoca’ya, Recep Tayyip Erdoğan’a, AKP Kurmaylarına ve eski arkadaşları olan yandaş medya medyumlarına verip veriştirmesi bile, aslında Erbakan’a yönelik tenkit kılıflı tahkirlerine “haklılık ve tarfsızlık” havası katmak içindi.

RADİKAL yazarı Ezgi Başaran’ın Erbakan’la yaptığı bir röportajda:

-“Hiç IQ’nuzu ölçtünüz mü?” gibi kasıtlı olmasa bile, nezaket ve hürmet dışı bir soruya, Hocanın:

“Hayır çünkü benim zekamı ölçmeye makine dayanmaz” şeklindeki espirili bir edep dersi içerikli yanıtını; Ahmet Hakan denen kiralık kalem;

“Zeka körleşmesi…” “gurur abidesi”, “kibir göstergesi”[1] olarak niteleyip saldırıya geçmişti. Eh zaten bu günler ve görevler için beslenmekteydi.

Irkçı Emperyalizmin İslamcı Emirberleri Birbirlerini Ele Veriyordu!

Başka bir yazısında:

“Eskiden “Radikal İslamcılar” vardı… “Kürt İslamcılar” vardı… “Osmanlıcılar” vardı… “Mealciler” vardı… “Yazıcı Nurcular” vardı… “Okuyucu Nurcular” vardı… “Fetullah Hocacılar” vardı… “Tarikatçılar” vardı… “Tarikat karşıtları” vardı… “Şia’ya yakın duranlar” vardı… “Particiler” vardı… “Sezai Beyciler” vardı… “İrancılar” vardı… “Afgancılar” vardı… “Birlik Vakfı çevresi” vardı… “Enteller” bile vardı. Var oğlu vardı yani… Kıyasıya mücadele ederlerdi birbirleriyle.  Bin fikir çatışır, bin çiçek açardı. “Dergiler” vardı, “aykırılıklar” vardı, “renkler” vardı, “isyan” vardı, “çeşitlilik” vardı, “mavra” vardı, “mizah” vardı… Kafa tutmalar, meydan okumalar, bireysel çıkışlar, dalga geçmeler gırla giderdi.

Peki, bugün ne oldu bu İslamcılara? Ne olacak, birkaç istisnayı saymazsak hepsi “iktidarcı” oldu… Hepsi “Tayyip Erdoğancı” oldu… Hepsi “istikrarcı” oldu… Hepsi “sağcı” oldu… Hepsi “ılımlı” oldu… Hepsi “muhafazakâr” oldu… Hepsi “ağırbaşlı” oldu… Hepsi “Avrupacı” oldu… Hepsi “Amerikancı” oldu… Hepsi “Yeni Osmanlıcı” oldu…

Ve artık… Yanlarına aldıkları liberallerle birlikte “biricik iktidar” için savaşıyorlar. Kendilerinden olan iktidarın en kabul edilmez çıkışlarını bile canla başla savunuyorlar. Kendilerinden olan rektörün despotik çıkışını görmezden geliyorlar. Kendilerinden olmayanların yaptıkları aykırı çıkışlar karşısında “tahammül sınırımız zorlanıyor” diyorlar. Kendilerinden olmayanları gammazlıyorlar. Kendilerinden olmayan siyasilere her taraftan laf çakmayı “büyük mücadele” sanıyorlar. Kendilerinden olmayanların yaptıkları gösterilerde polisten yana çıkıyorlar.

Kısacası İslamcılar arasında “Çeşitlilik” bitti… “Renkler” grileşti… “Aykırılıklar” törpülendi… “AB ile bütünleşmek hedefinde birlik ve beraberlik” güçlendi… “İhtilaf” ve “İsyan” sona erdi… Ama hepsinden önemlisi bütün bunların yanı sıra “adalet duygusu” ve “vicdan terazisi” de vefat etti.  Allah rahmet eylesin.” Diyen Ahmet Hakan, sanki kendisi farklıymış, hala yıllarca savunduğu haklı davasında kararlıymış; sanki kendisi kaymamış ve kaytarmamış gibi “Tencere dibin kara” tavrı sergilemekteydi. Sanki kendisi, İslami değer ve hedefleri bırakıp AB’ci kesilmemişti… Sanki kendisi Milli Görüş çizgisinden caydırılıp, rantiyeci ve işbirlikçi patronların himayesine girmemişti. AKP’leşen dönekleri eleştirmek ve deşifre etmekle, kendini temize çıkaracağını zannetmekteydi!

Ahmet Hakan’ın bu boş tepinmesi ve kof tesellisi bize şu ayeti kerimeyi hatırlatıvermişti:

“Yahudiler: “Hıristiyanlar (hiç) bir (gerçek ve imrenilecek) şey üzere değiller”; Hıristiyanlar ise: “Yahudiler (hiç) bir (hakikat ve istikamet) şey üzere değillerdir” demekteydi”[2] Aslında her iki tarafta doğru söylemekteydi; Çünkü her iki taraf da; batıl, bozuk ve berbat bir yol üzerineydi.

Erbakan Hoca’nın defalarca dediği gibi: AKP’lilerin başarılı olması imkânsızdı, çünkü Allah vergisi olan şu 7 şey bunlarda bulunmuyordu:

1- Bilgi ve marifet: Tarihini, inanç değerlerini ve milli hasletlerini çok iyi öğrenip kavrayacak ve ona göre davranacak.

“Asıl cahillik; bilmemek değildir; bilmediğini bilmemektir; gaflet ve cehalet içinde bilgiçlik sergilemektedir. Ben biliyorum zannediyorlar, hâlbuki bilmiyorlar. Bunlar milletimizi tanımıyorlar, tarihin en büyük milleti olduğumuzu unutuyorlar. Bu büyük milleti AB kapısına zincirle bağlamak istiyorlar. Aslını inkâr ederek amacına ulaşacaklarını sanıyorlar.

2- Tecrübe ve ibret: Yeterli birikim ve deneyim sahibi olacak; geçmişten ve başına gelenlerden ders alacak.

Bunlar milletimiz üzerindeki oyunları fark etmiyorlar. Oysa biz 75 milyon olarak kardeşiz, aramızdaki suni problemleri dış güçler çıkarıp kışkırtıyorlar. Irkçı emperyalizmin etkisiyle ‘Kürt açılımı’ diyorlar, her şeyi eskisinden daha berbat hale getiriyorlar. Kürt meselesi diyerek Türkiye’nin bölünmesine yol açtıklarını bile düşünemiyorlar. Demokratikleşme deyip ortaya bir şey koyamadılar. Kıbrıs’ı ne hale soktular? Hiçbir şeyi beceremiyor, her şeyi ağızlarına yüzlerine bulaştırıyorlar.

3- Hidayet ve imani hassasiyet: Hak nedir, Batıl nedir? Hayır nerededir, şer nerededir? Bunların bilinmesi lazımdır. Bilmeyen ve ayırt edemeyenler, haliyle yolundan şaşıracak!..

Hidayetiniz kararırsa; hayrı şer, şerri hayır görmeye başlarsınız. Doğru ve duyarlı yönetme yeteneğinden mahrum kalırsınız. Liderlik, Allah verdiyse vardır. İnsan liderlik kabiliyetiyle doğar, sonradan lider olamazsınız, sadece kukla ve figüran yapılırsınız. Bunlar faizci nizamın korumacılığını, Siyonizmin tahsildarlığını yapıyorlar. Mübarek İslam medeniyetini bırakıp, Hıristiyan medeniyetine kuyruk olmak için çırpınıyorlar.

4- Feraset ve fazilet: Dostu, düşmanı, faydalıyı zararlıyı tanımak!

Bunlar tuttukları yolun nereye varacağını, peşine takıldıkları odakların başımıza ne işler açacağını hesap edemiyorlar.

5- Dirayet ve cesaret: Haklı ve hayırlı olduğuna inandığı ve yıllarca savunup sahip çıktığı gerçeklere uygun ve onurlu bir tavır takınmak!

6- Şuur ve basiret: Irkçı emperyalizmin planlarına ve tuzaklarına kapılmamak!

Bunlar Büyük İsrail’in kurulması uğruna BOP Eş Başkanlığına taşınıp taşeron olarak kullanıldıklarını bile anlamıyorlar, uyarılara kulak asmıyorlar. Şeytani merkezler: “Kim Ben mi? Hiç İsrail’e alet olur muyum?” marşını söylete söylete,  seni Siyonizm’e asker yaparlar da, zavallı haberin bile olmaz!..

7- Vizyon, İleri görüşlülük, büyük hedef ve milli haysiyet: Türkiye’yi nereye götüreceğinizi, hangi hedefleri hangi proje ve stratejilerle gerçekleştireceğinizi karşılaştırmak ve buna uygun programlar hazırlayıp uygulamak!

Ahmet Taşgetiren neden rahatsız oluyordu?

Ahmet Taşgetiren bir Radyodaki sohbetinde bir hayli kinli ve sitemli bir üslupla konuşuyor ve Sayın Erbakan’a kızgınlığının gerekçelerini sıralıyordu.

Konuşmasında Sayın Erbakan’ın son dönemlerde çıkmış olduğu TV programlarından ve vermiş olduğu röportajlarından bahsediyor ve oralarda söylemiş olduğu bazı ifadelere vurgu yapıyordu. Özellikle de iktidar partisi ile ilgili olarak söylenen “Siyonizm’e alet oluyorlar” veya “Siyonizm’in veznedarlığını yapıyorlar” tespitleri Ahmet Taşgetiren’i çok rahatsız etmişe benziyordu. “AKP’nin bilmeden İsrail’e hizmet ettiği” ifadesini eleştiriyor, Türkiye’nin bölgede artan (!) rolünden,  çeşitli ülkelerle kalkan vizelerden, İsrail’e kamuoyu önünde verilen tepkilerden dem vuruyordu. Bunları sayarken de, “her şeyi Siyonizm’e bağlayanların”, bu sayılan olumlu gelişmeleri bile “görmezden geldiklerini ve Yahudilere mal ettiklerini” söylüyor ve hayret ediyordu. Bu arada, kendisinin de “Siyonizmin dünya çapındaki etkinliğinden şüphesi olmayan birisi olduğunu” dile getiriyordu.

Acaba Sayın Taşgetiren; AKP’yi öyle veya böyle zor durumda bırakacak hemen her ilgili, ilgisiz meseleyi Ergenekon mitine bağlamasına niye tepki vermiyordu? En son örneğini üniversitedeki yumurtalı eylemi bile AKP’li Burhan Kuzu “Ergenekon AKP’yi yıpratmak için yaptı” deyip çıkıyordu. Peki, yanı başımızda palazlanan İkinci İsrail’i (Kuzey Irak’taki devletçik), yani Büyük İsrail’in ayak seslerini görmezden, duymazdan gelmek, hatta bu konuda yıllardır uyarılarda bulunan Sayın Erbakan’ı “her şeyi Siyonizm ile ilintilendirme” noktasına çekmek, izan ve vicdanına ne derece bağdaşıyordu.

Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde şekillenen “ılımlı İslam” fitnesini, ABD’nin ve dolayısıyla da İsrail’in Türkiye’nin İslam ülkeleri içinde “rol model ülke” olmasını desteklediğini bilmezden gelerek yapılan ucuz kahramanlıkları destanlaştırmaya uğraşıyordu. Davos’tan bir “gaza” gibi bahsederken, İsrail’e o çok haklı “Katilsiniz” sözlerinin söylenmesinden yarım saat sonra hükümetin bakanlarının durumu kurtarmaya çalışmasını da es geçiyor ve Sayın Başbakan’ın “Tepkim moderatöreydi” ifadesini de unutturmak istiyordu.

Ahmet Taşgetiren “iktidar partisini Siyonizm’e karşı mücadele veriyormuş” gibi savunurken, 2010 Mayıs ayındaki OECD üyeliği meselesini de görmüyordu. Türkiye’nin veto etme hakkı olduğu halde, İsrail’in “oybirliğiyle” OECD’ye alınmasını acaba nereye koyuyordu? Maalesef, Sayın Taşgetiren aynı tavrını Füze Kalkanı Anlaşması’nın imza edilmesinden sonra da gösteriyor ve Türkiye’nin başarısından  (!) dem vuruyordu!?

Ancak, her ne hikmetse, füze kalkanının kime karşı ve hangi gayelerle kurulduğu konusunu da gündeme getirmiyordu. O günlerdeki bir yazısında, Sayın Erbakan’ın ““Gâvurun füze kalkanından bize hayır gelmez. Müslüman ülkelerin kendi kalkanlarını kendileri kurmaları gerekir.” sözlerini ele alıyor ve AKP’nin dış politikasının bir nevi “Refahyol döneminin bir özeleştirisi” olduğunu söylüyor ve Haçlı AB uşaklığını itiraf ediyordu. Yani, milli tavırlara karşı bir antitez uyduruyordu. Açıkçası bu sözler yoruma hiç gerek bırakmıyor, İsrail’e karşı bir “jest” olarak apar topar gönderilen yangın uçakları konusuna da hiç değinmiyor ve tam bir yandaşlık sergiliyordu.

İktidar partisi söz konusu olduğunda objektiflikten ve aklıselim düşünmekten uzaklaşanların, 10–15 sene önce yere göğe koyamadıkları birisine sırf kendi yaptıklarını (ki ne vicdan azabıymış meğer) meşrulaştırma adına saldırmalarına; Kur’an münafıklık diyordu. Bir takım afaki kahramanlıkları, hayali açılımları gerçekmiş gibi savunan kalemler, gerekli ve gerçekçi “projeleri” bir “deli saçması” hükmüne indirgemeye çalışıyordu.[3]

Oysa, “Erbakan’ın her şeyi siyonizme bağlaması”, hem Kur’anın hükmü ve haberiydi, hem de tarihi ve fiili gerçekleri yansıtıyordu. Peki yandaş medyanın yalaka yazarı Ahmet Taşgetiren’e sormak lazımdı: İngiliz CFR’si ve Yahudi strateji merkezi CHATHAM HOUSE’un Sn. Abdullah Gül’e ve ABD Siyonist lobilerinin Sn. Recep T. Erdoğan’a o malum madalyaları; Türkiye’ye ve İslamiyete yaptıkları hizmetleri karşılığı mı takılıyor du? Yoksa-haydi hıyanet demeyelim-gizli ve sinsi bir gaflet mi söz konusuydu?

Erbakan ne diyor, onlar ne anlıyordu?

Erbakan ile ilgili değerlendirmeler konusunda medyaya baktığımız zaman Erbakan’ın dediklerinden daha çok “Bu yaşta hâlâ aktif siyaset içinde olmasının” ele alındığı dikkat çekiyodu! Erbakan‘ın bu yaşta aktif siyaset içinde olmasını dillerine dolayanlar bir kez de “Ne diyor?” sorusunun cevabını arasalar daha olumlu ve onurlu bir iş yapmış olacaklarını hatırlatmak gerekiyordu.

Erbakan’ı öteki siyasi parti başkanlarından ayıran en önemli özellik; onlardan çok farklı bir konumdan olaylara bakıyor olmasıydı. Ötekiler kendi aralarında adeta bir horoz dövüşü sergilerlerken Erbakan olaya damardan giriyor ve bu horoz dövüşlerinin altında yatan gerçeği milletin gözü önüne seriyordu. Erbakan dışında Siyonizm tehlikesine dikkat çeken bir siyasi parti genel başkanı yoktu. Peki, öteki liderler arasında; “ yaşadığımız pek çok sorunun altında Siyonizm’in olduğunu” söyleyen niye çıkmıyordu? Çünkü hepsi aynı odakların güdümünde bulunuyordu. Manevi kalkınmayı, ahlaki ve ailevi tahribatı Erbakan kadar önemseyen ve kendisine dert edinen bir başka genel başkan niye görülmüyordu?

Erbakan bir yana, ötekiler bir yanaydı!

Medyamız olaya bir kez de bu açıdan yaklaşsa ve “Erbakan ne diyor?” diyerek O’nu anlamaya çalışsa çok şeyin farkına varacaktı. Ama patronlar buna izin vermiyordu. Bu da hiç kuşkusuz Siyonizm denilen fitnenin bir oyunuydu! Erbakan ile fikren başa çıkamayan çevreler, bu azim ve bu kararlılık karşısında O’nu siyasetten emekli ederek kurtulmaya çabalıyordu!

Siyonizm’in bu çabası yeni başlamış bir şeytanlıkta olmuyordu! Erbakan siyasete adım attığı ilk günden itibaren Siyonizm tarafından saf dışı bırakılmaya uğraşılıyordu! Siyonizm her dönem Erbakan‘a karşı kullanacak birilerini bulmuştu!

Ama şimdi görüyoruz ki dün Erbakan’a karşı tuzak kuranlar, tasfiyesi için ellerinden geleni artlarına koymayanlar bugün pişmanlıklarını dile getirip[4] O’nun milli vehaysiyetli bir devlet adamı olduğunu, işbirlikçilik yapmadığı için kendisine 28 Şubat komplosu kurulduğunu itiraf ederken, Siyonist patronların farklı pazarlama reyonlarında çığırtkanlık yapan Ahmet Taşgetiren ve Ahmet Hakan gibileri “Esfeles-safilini, sahili selamet” sanıyordu.

Bu ülkede; asker de sivil de, Erbakan’a nankörlüğün cezasını çekiyordu!

Vietnam’da kullanılan uçan tabut UH1 helikopteri yüz karamızdı!

“Beş gencecik insanımız, 80 darbesi sonrası doğmuş beş subayımız, neden Amerika’da 2004 sonrası kullanımdan tamamen kaldırılan, kendilerinden yaş olarak kat be kat büyük olan, eski, hantal UH-1 tipi bir helikopterle, göklere salınır! Hem de beşi de “tecrübesiz” ve daha tam olarak eğitimlerini tamamlamamışken! Nasıl böyle bir helikopterle uçuşa çıkarılır! Soruyorum haydi Cevap ve hesap verin. Haftada 1 milyar dolar faizler ödeyen, “yılda 1 trilyon doları gavura veren” ama askerine tasarımı “Vietnam savaşından da eski” – “babasından büyük helikopterleri” uygun gören iktidar, söyleyin bu vebalin altından nasıl kalkılır?

Tekrar ediyorum: 1960 darbesinden önce tasarlanan, Amerikan ordusu için “Vietnam’da belkemiği sayılan” yaklaşık 5000 tanesi Vietnam’da düşmüş olan, birçok ordunun yıllar önce törenle emekliye ayırdığı bu UH-1’lerin içine, bu genç subaylarımız nasıl koyulmaktaydı.[5] Diye sızlanan ve timsah gözyaşları akıtan sahtekârlar! “Önce ahlak ve maneviyat, sonra ağır sanayi milli ve yerli kalkınma” diyerek yola çıkan Erbakan’ın tarihi ve talihli atılımlarını boşa çıkarmak için çırpınıp yırtındığınızı vicdan ehli unutmuyordu. Evet, asker de sivil de, herkes Erbakan Hoca’ya karşı nankörlüğün cezasını çekiyordu. Ta 1973–78 Milli Selamet dönemlerinde ve 28 Şubat sürecinde, Erbakan Hoca’nın sanayileşme hamleleri Siyonist odaklar ve işbirlikçi masonlarca akamete uğratılmasaydı, bugün subaylarımız hala Vietnam savaşı hurdası helikopterlere binmek ve ölmek zorunda kalmayacağını niye hiç kimse yazmıyor, konuşmuyordu?

Kürt Açılımçısı Mossad casusları Diyarbakır’da cirit atıyordu!

Son günlerde yakın çevremizde ve komşu ülkelerde inanılmaz bir istihbarat savaşı yaşanıyordu. İnsanlar idam ediliyor, işadamları tutuklanıyor, sorgularında ortaya şok edici bilgiler çıkıyor ve bu “Casuslar savaşı”, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyordu. İran’da bir Mossad ajanı idam ediliyor ardından, bir tane de Suriye’de idam edildiği haberleri geliyordu. Derken Mısır’da on kişi tutuklanıyor, işadamları oldukları ancak İsrail istihbaratına çalıştıkları, bazı bombalama faaliyetlerini planladıkları açıklanıyordu. İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki casuslar savaşında Türkiye’yi de içine alan bazı operasyonlar nedense AKP iktidarı ve yandaş medyaca saklanıyordu.

Mısırlı Mossad ajanlarının sorgularında itiraf ettiklerinden anlaşıldığına göre; İskenderun saldırısını da Mossad ajanları gerçekleştiriyordu. Geçtiğimiz yıl Eylül başlarında Akdeniz sahillerinde bir ceset bulunmuştu. Kimlik tespiti sonrası cesedin, Rus askeri istihbarat Başkan Yardımcısı Yuriy Ivanov’a ait olduğu, Suriye sahillerinde denize girip boğulduğu ve her ne hikmetse cesedinin Türkiye’de sahile vurduğu söyleniyordu. İbrahim Karagül’ün dediği gibi;

Suriye’de denize giren General’in cesedinin Türkiye sahillerine vurmasının sembolik anlamı üzerinde neden hiç durulmuyordu. Tıpkı İsrail savaş uçaklarının Suriye’yi bombalarken yakıt tanklarını Türkiye topraklarına bıraktıklarını da hatırlamak gerekiyordu. Rusya-Suriye yakınlığı, Rusya-Filistin yakınlığı, Rusya-Hamas diyaloğu gibi gerekçeler sıralanıyordu. Ancak, Rusya aynı zamanda Suriye’nin Akdeniz kıyılarında askeri üs kuruyordu, Rusya Suriye ile nükleer santral anlaşmaları yapıyordu ve bu General, söz konusu askeri üssün ve bölgede güçlenen Rus istihbarat faaliyetlerinin beyni oluyordu.

“Suriye’nin askeri teknolojisi hakkında bu kadar yoğunlaşan, sadece bir olay için kendisine çalışan kişiye bir buçuk milyon dolar ödeyen İsrail’in, Türkiye-Suriye askeri yakınlaşmasına karşı neler yaptığını da elbette araştırmak gerekiyordu. Yakında, Türkiye’ye karşı istihbarat operasyonunda kullanılan “yerli” Mossad casusları da deşifre olur mu? Ya da, İskenderun’daki saldırıyı (başka örnekler de var), bu açıdan yeniden okumak gerekmez mi?.. diyen yazarlarımız acaba: “Kürt açılımı projelerinin; “ayrı dil, özerk yönetim, özel savunma birliği” taleplerinin arkasındaki AB kurumlarının Siyonist Yahudi kodamanlarını ve Diyarbakır’ı mesken tutan AB pasaportlu İsrail ajanlarını niye hiç gündeme taşımıyordu? Üstelik, ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı Rusya-İran, Rusya-Suriye ve Rusya-Türkiye işbirliğinin gerekli ve ümit verici bir gelişme olduğunu söyleyen sivil ve aydın vatanseverlerin bu AKP yalakası yazar-yorumcu takımınca hemen Ergenekonculukla suçlanıp susturulmaya çalışılması, aklımıza:

“Yoksa bunlar da MOSSAD’ın dolaylı ve dangalak ajanları mı?” sorusunu getiriyordu.

Erbakan Hoca Trabzon’da Şunları Haykırıyordu:

“6 ay sonraki seçimler, “tarihteki şerefli yerimizi tekrar mı alacağız, yoksa İsrail’e vilayet mi olacağız”ın tercihidir.

—Yakın gelecekte, Milli Görüş sayesinde, Asya’nın malları Trabzon’a gelip, buradan Avrupa’ya gönderilecek; Avrupa’nın malları Trabzon’a gelip buradan Asya’ya gönderilecektir.”

—Bana soruyorlar:

Yetiştirdiğin evlatların Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan olmuşken, bunları pohpohlayıp, sahip çıkıp, senin etrafında el pençe divan durmalarını sağlamak ve çok rahat ve şaşalı bir hayat yaşamak varken, neden bunları tenkit edip kendini sıkıntıya ve saldırılara hedef yapıyorsun?

Çünkü: Hak var, Batıl var. Hakkı Milli Görüş, Batılı Siyonizm temsil ediyor. Bu evlatlarımız ise maalesef Siyonizmin zulmüne, sömürüsüne ve sinsi hedeflerine, maalesef bilmeyerek hizmet ediyor. İnancımız, insanlığımız ve milli duyarlılığımız, yanlışlık ve haksızlıklara karşı çıkmamızı ve halkımızı uyarmamızı gerektiriyor. Dolarla ve faiz yoluyla PARA gücünü, Masonluğun alt ve üst kurumlarıyla organizeli İNSAN gücünü ele geçiren Siyonizm’i tanımadan ve ondan kurtulup huzura kavuşacak tedbirleri almadan asla saadet ve selamete ulaşamayacağız.

Önümüzdeki 2011 Haziran seçimlerine giderken Siyonizmin aklı fikri, hep Saadet Partisindedir. Çünkü diğer 61 parti kendi evladı ve hizmetçisi yerindedir. Ama bizden endişe ettiğini asla dile getirmemekte, korkusunu açığa vurmamaya dikkat etmektedir. Ancak Milli Görüş korkusuyla dudaklarının uçukladığını ise gizleyememektedir.

Şu AKP’yi iktidara getiren Siyonist merkezler, önceleri bunlara: “Sakın ha, ayrılıp hizmetimize katıldığın Milli Görüş’ün söylem ve eylemlerine sahip çıkmaya yeltenmeyesin, yoksa burnundan getirir, iktidardan indiririz” diyorlardı. Ama Saadet partisi yeniden dirilip derlenince bu sefer AKP’ye “Halka hoş görünmek ve Milli Görüş’ü engellemek için, dindar söylemleri ve İslam ülkeleriyle ilişkileri artır; nasıl olsa senin bizim emrimizde ve hizmetimizde olduğun kesindir, hatta gerekirse millete kahraman gözükmek için İsrail’e bile atıp tutabilirsin. Önemli olan neticedir.”

Bunun üzerine Erdoğan “One minute” diyor, ama bütün askeri ihaleleri İsrail’e veriyor, ticari ilişkileri %30 artırıyor, füze savunma sistemine evet diyor, bütün temel meselelerde İsrail’in lehine hareket ediyor. Şimdi, “Başka alternatif yok, mecburen AKP’ye oy vereceğiz” diyenleri bu vebalden kurtarmak ve kendi mesuliyetimizi kuşanmak için Saadet alternatifini ortaya koymamız lazım geliyordu.

Niçin gerçek kalkınma ve bağımsızlık ancak Saadet’le mümkündür:

  • Biz iddia değil, ispat ediyoruz. Geçmişteki efsane hizmet ve girişimlerimi hatırlatıyoruz.
  • Maneviyat olmadan gerçek maddi kalkınma da olmayacağını, huzura ulaşılamayacağını söylüyoruz.  Ahret düşüncesi taşımadan, dünyada izzet ve hürriyete kavuşmanın ve Adil Düzeni kurmanın mümkün olmayacağına inanıyoruz.
  • Şu 61 parti içinde, faizden ve Siyonist sömürüden şikâyet eden ve Adil Düzen projeleri üreten başka parti gösterilebilir mi?
  • Diğer partilerin hiçbirisi hazır dünya düzeninden şikâyetçi değildir.
  • Bunların hepsi AB’cidir, Avrupa Birliğine kuyruk olmak peşindedir.
  • Ey kongremize şeref veren AKP İl Başkanı evladım! Sen şu faizci, AB’ci ve Siyonizmin Duyun-u Umumiye komiseri AKP’nin peşinde ne arıyorsun?
  • Bir zamanlar Manhaym şehri müzesinde, Fransızları korkutmak üzere gönderilen Osmanlı Askeri elbiseleri bile Almanları kurtarmaya yetmişti!
  • Bunların hepsi Siyonizmin ve yerli işbirlikçilerinin güdümündedir.
  • Bunların hepsi “Aman CHP gelmesin diye AKP’ye oy verelim” propagandasının taklitçileridir.

Ey AKP

  • Sen iş başına gelirken Türkiye’nin üçte biri fakirdi, şimdi üçte ikisi fakirdir.
  • Sen gelirken dış borç 80 milyar dolar idi, Sen sekiz yılda bunu 580 milyara yükselttin.
  • Sen açılım diye Türk-Kürt ayırımını ateşledin. Ülkemizi bölünmenin eşiğine getirdin. Yaptığınız Haim Nahum doktrinine hizmet etmektir. Sen bunları bilerek yapıyor değilsin.. Ama, o Siyonist Yahudiler “Kim, ben hiç Yahudiye hizmet eder miyim” marşını söyleterek kendi ordusunda kullanıverir.

Yahudi Haham Haim Nahum’un milletimizi ve ülkemizi bitirme doktrini şöyledir:

1-Türkleri aç bırakacağız

2- İşsiz ve güçsüz koymak için, sınaî ve zirai kalkınmasına engel olacağız

3- Borca esir edip kendimize mahkûm ve mecbur bırakacağız

4- Dininden uzaklaştıracağız; İslami şuurdan ve ahlaki onurdan koparacağız, “Ilımlı İslam” gibi safsatalarla aslını bozacağız.

5- Bölüp parçalayacak, bu milleti düşman gruplara ayıracağız

6- Böldüklerimizi birbiriyle çarpıştıracağız

7- Böylece yumuşak lokma yapıp, İsrail’e vilayet olmaya hazırlayacağız..

 

Şimdi altımızdan toprak kayıyor, toprak! Biz sonu felaket olan bu gidişata seyirci kalamayız. Sultan Murad’ın Sen bu Haçlı tehlikesini önleyemezsin diyerek, Sultan Fatih’ten, yönetim yetkilerini geri aldığı gibi şimdi biz de, yetkileri bu AKP’nin elinden alacağız!

Evet, Efsane Başbakan geri dönüyor!.. Refah-Yol Adil Düzen’in sadece kokusu idi, şimdi kendisi ve aslı geliyor. Bizzat Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının, “Dolar bazında en gerçek ve yüksek maaş artışını sizin döneminizde aldık” diye teşekküre geldiğini herkesin hatırlaması gerekiyor. Ve unutmayınız ki bu bereket İSLAM’DAN kaynaklanıyor, çünkü İslam faizi yasaklıyor!

Temel Farklarımız:

1-Saadetin temel unsurlarından olan Saygınlık ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir. Çünkü;

  • Biz “Materyalist” değil, “Maneviyatçıyız”.
  • Biz “Nefse Esareti” değil, “Nefis Terbiyesi”ni esas alırız.
  • Biz “Sıradan Türkiye”yi değil, “Manen Ve Madden Kalkınmış Öncü Yeniden Büyük Türkiye”yi kuracağız.

2- Saadetin temel unsurlarından biri olan Huzur, Barış, Kardeşlik ancak bizim görüşümüzle gerçekleşebilir. Çünkü;

  • Biz “Kin Ve Husumet”e değil, “Şefkat, Sevgi Ve Hoşgörü”ye dayanırız.
  • Biz “Küçük Bir Azınlığın Saadeti”ni değil, “Bütün İnsanlığın Saadeti”ni amaçlarız.
  • Biz “Yanlışın, Zararlının, Zulmün” egemenliği için değil, “Doğrunun, İyinin – Güzelin, Faydalının ve Adaletin” egemenliği için çalışırız.
  • Biz yeryüzünün İfsadı için değil, Islahı için plan yaparız.

3-Saadetin temel unsurlarından İnsan Hakları Ve Özgürlükler ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir. Çünkü;

  • Biz “Baskı”yı değil, “Tam Ve Kamil İnsan Hakları”nı istiyoruz.
  • Biz “Güdümlü Demokrasi”yi değil, “Gerçek Demokrasi”yi savunuyoruz.
  • Biz Anayasa’nın 2. Maddesi Evrensel anlamda uygulansın diyoruz.

4-Saadetin temel unsurlarından olan Adalet ancak bizim görüşlerimizle gerçekleşir. Çünkü;

  • Biz “Yanlış Hak” anlayışına değil, “Doğru Hak” anlayışına inanıp uyguluyoruz.

5-Saadetin temel unsurlarından olan Refah, ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir. Çünkü;

  • Biz “Rant Ekonomisi”ni değil, “Reel Ekonomi”yi esas alıyoruz.
  • Biz “sadece Rantiye Grubunun” değil, “Bütünüyle Halkımızın Kalkınmasını” hedefliyoruz.

Bu böyle gitmez, bu böyle gitmez! Çaresi yok biz geleceğiz ve bu kötü gidişi değiştireceğiz!

Tekrar hatırlatalım; Türkiye gibi önemli ve stratejik bir ülkeyi sadece kuru heves ve istekle yönetemezsiniz. Şu Allah vergisi 7 özellik gerekiyor:

1-          Bilgi ve marifet

2-          Tecrübe ve ibret

3-          Hidayet ve imani hassasiyet

4-          Feraset ve fazilet

5-          Dirayet ve cesaret

6-          Şuur ve basiret

7-          Vizyon; ileri görüşlülük ve milli hassasiyet

Evet artık:

Efsane Başbakan geri dönüyordu!

Su görülünce teyemmüm bozuluyordu!

Usta dururken çırağa itibar edilmeyeceğini herkes biliyordu! 

 

 

 


[1] Hürriyet / 01-01-2011

[2] Bakara: 113

[3] Milli Gazete / Uğur Kültigin / 31 12 2010

[4] Milli Gazete / Zeki Ceyhan / 31 12 2010

[5] Milli Gazete / 13 01 2011 / Medya / (Yiğit Bulut / Habertürk)

 

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi