Anasayfa Siyaset ve StratejiSİYASET VE STRATEJİ-MAKALELER HOCAMIZIN MÜJDELİ VE İBRETLİ BİR RÜYASI

HOCAMIZIN MÜJDELİ VE İBRETLİ BİR RÜYASI

Yazar: yonetici
0 Yorum 233 Görüntüleyen

HOCAMIZIN MÜJDELİ VE İBRETLİ BİR RÜYASI

29 Eylül 2012 – Gebze – Darıca

Sanki ilkbahar mevsimi ve aynen cennet misali tarif edilmez özellik ve güzellikte bir manzara içinde oluyoruz. Hafif engebeli yaylalar, rengârenk çiçek açmış bin bir çeşit ağaçlar, insanı mestü hayra bırakan kokular saçan güller ve otlar, cıvıldayıp kanat çırpan kuşlar, bembeyaz ve berrak akan ırmaklar ve onların arasına kurulan mimari harikası köprüler ve etrafındaki saraylar üstünde, Cenabı Hakk hazretlerinin esma ve sıfatlarının tecellisini seyretmenin huzur ve mutluluğu ile bu manzaranın üzerinde uçuyoruz. Kendi irade ve ihtiyarım dışında, manevi bir gücün yönlendirmesiyle, bu sefer Ağrı Dağı misali yüce bir dağın zirvesine doğru, dağın yamaçlarına paralel olarak yerden 20 m. kadar yükseklikten uçmaya başlıyoruz. Önce gönül alıcı ve gözleri okşayıcı güzellikteki yazlık konaklardan, bahçe ve bağlardan, içinde çağlayanlar fışkıran ormanlık alanlardan sonra bembeyaz bulutların arasından geçip, dağın zirvesine yaklaşıyoruz. Bulutlardan sonra artık yeryüzünü göremiyoruz ve o esnada gökten süzülen nurani ışık huzmeleriyle oluşan bazı insan suretlerinin film şeridi gibi belirip geçtiğini fark ediyoruz. Bu silüetleri görünce; “Daha önce Yahudi ve Hıristiyanların bozulmamış ve şirke bulaşmamış Hak din mensuplarından bazı ruhbanların ve İslam dinindeki bazı evliyanın, “tecellinin son merhalesi” zannettikleri bu görüntüler, aslında sadece bir geçici gölgeden ibarettir ve daha alınacak büyük mesafeler vardır.” diye içimizden geçiriyoruz. Derken tepeye varıp ancak “Tecelli Kabesi” olarak tarif edebileceğim iki katlı, kesme taş ve özel kerpiçle yapılmış, görkemli ve tarihi bir binanın yanında iniyoruz. Kemerli ve haşmetli giriş kapısına varınca, çok sıkı kapandığını ve nice yıllardır açılmadığını görüyoruz. Bunun üzerine merak ve heyecanla arka kapıya koşuyoruz, ama orasının da kapalı olduğunu fark edip, garip bir kuşku ve korkuya kapılıyoruz. Bu sırada pencerelerden bina içine bakınca manevi bir atmosfer ve ruhani görüntülerle karşılaşıp duygulanıyoruz. “Acaba başka bir giriş yolu bulabilir miyiz?” umuduyla “Tecelli Kabesi”nin etrafına dolaşırken, uzun ve aralıklı kesme taşlarla örülen bir bahçe duvarının hafif yıkılmış kısmında dar bir aralık buluyor ve bahçe içine giriyoruz. Orada esmer tenli, tahminen 10 ve 13 yaşlarında iki Müslüman Arap çocuğuna, elindeki demir kamçıyla işkence eden zenci kırması bir zebellah’la karşılaşıyoruz. Biz o mazlum çocukları kurtarmak üzere hamle yapınca, çocuklar: “Sakın yaklaşma ve bizim için kendini tehlikeye atma, çünkü o bir şeytandır, onunla başa çıkamazsın!” diye uyarıyorlar. Biz ise “Allah’ın inayeti ve Erbakan Hocamızın himmetiyle zalim şeytanları tepeleyip def ederiz” diye düşünüp, o saldırgan ve azgın kişiye hücum ediyoruz. İlk başta, ele avuca sığmıyor ve hiçbir hamleden etkilenmiyor gibi görünse de sonunda onu yere yıkmayı başarıyoruz. Fakat ne yapsak, bir türlü zarar veremiyoruz ve etkisiz duruma getiremiyoruz. Onu öldürmeyince de, Tecelli Kabesine giremeyeceğimizi hissediyoruz. Tam o esnada gaipten bir fısıltı “İşte sana Hz. Ali’nin Zülfikar adlı kılıcı, bu şeytan kılıklı adamı bununla öldür!” diyor ve hemen yanımda güzel bir kabzaya (tutulacak kısıma) bağlı sert çelikten ucu sivri ve kurşun kalem kalınlığında 2 metrelik, eğe gibi üç yüzlü bir şişi hazır buluyorum. Onu alıp yerdeki şeytanın ayaklarından sokup karnından, kalçalarından sokup boğazından çıkarıyorum. Bağırsaklarının ve iç organlarının deşilip döküldüğünü görüp, iğreniyorum. Ama o adamın bir türlü ölmediğine hayret ediyorum. O şeytani şahıs bana dönüp: “Beni parça parça edip kıyma haline getirsen de, yine amacına ulaşamazsın. Çünkü asıl DECCAL başka yerde saklanıyor, ben onun bir komutanıyım!” deyince, onu o halde bırakıp Büyük Deccal’i aramaya çıkıyorum. O heyecan ve telaşla, Zülfikar’ımı yani 2 metrelik ince ve keskin mızrağımı unuttuğumu fark edip geri dönerek alıyorum. Ancak giriş kısmını hatırlamadığımdan, o binanın bahçe surlarından çıkış yolu ararken öyle uyanıyorum.

      Manevi huzurla korku karışımı bir ruh hali içinde, bazı dualar okuyup Şeytanın şerrinden Allah’a sığındıktan ve abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra tekrar uyuyorum ve sanki o rüyanın devamı gibi, hem ferahlandırıcı, hem de nefsimizi terbiye edip uyarıcı şeyler görmeye başlıyorum. Ama onları anlatmayı münasip bulmuyorum.

Bu ikinci rüyada, Elazığ’ın sayılı âlimlerinden takva ve cihat ehli Seyda Molla Bahri Hz.lerini ve talebesi muhterem Molla Saidi (Eski Sarıcan Belediye Başkanı) ve yine Rahmetullah Haydar Baba Hz.lerinin bazı sadık müridlerini de görüp, onların iltifatlarına mazhar oluyorum.

Rüyamdan hatırladığımı ve anladığımı naklediyor, hizmet ve istikamet ehli kardeşlerime moral ve motivasyon sağlayacağını umarak anlatıyorum, yalan ve riyakarlıktan Rabbıma sığınıyorum.

Cenabı Hakk Zülcelal Hz.leri, hayırlara, mazlumların huzur ve hürriyete kavuşacağı başarılı sonuçlara tahvil ve tebdil buyursun. Amin. Veselamünalelmurselin. VelhamdülillahiRabbilalemin.

Tevili:

Bu önemli ve müjdeli rüyaya tevil yapmak ve yorumlamak yerine, tarihi bir olayı aktarmak istiyorum. İz’an ve irfan ehli, verilen mesajı anlayacaktır.

Şanlı Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi Hz.lerinin babası Ertuğrul Gazi, atası (Dedesi) ise Gündüz Alp Hz.leridir. Gündüz Alp, oğulları Ertuğrul, Dündar, Sungur Tekin ve Gündoğdu ile beraber Pasin ovasında bir zaman yerleşip eğlenmişlerdi. Sonra oğulları Sungur Tekin ve Gündoğdu ata yurduna, yani Orta Asya’ya dönmüşlerdi. Bir müddet geçince, Ertuğrul ve Dündar, daha uygun yaylaklar ve sürülerine otlaklar bulmak üzere İç Anadolu’ya doğru, 400 atlı olarak yürüyüşe geçmişlerdi.

Karacadağ yöresinde bir tepeyi aştıklarında, iki ordunun kıyasıya savaştıklarını görmüşlerdi. Biraz dikkat edince, bunlardan bir tarafın Selçuklu hükümdarı Alaattin Keykubat, düşmanlarının ise zalim ve kâfir Moğol akıncıları olduğunu fark etmişlerdi. İçlerinden bazıları, “Moğollar zaferi kazanmak üzere, onların yanında yer alalım da, ganimetten hisse kapalım” deyince, Ertuğrul Gazi:

“Bu ne bayağı ve aşağı bir tekliftir. Bizim imanımız ve insanlığımız, güçlüden değil haklıdan, zalimden değil mazlumdan taraf olmayı gerektirir. Haydi, mümin kardeşlerimize destek verelim ve onların imdadına yetişelim” diye kükremiş ve gerçekten yıldırım gibi cenge girip, Moğolları perişan etmişlerdi.

Zaferi kazanan Sultan Alaattin Keykubat, bu Hızır gibi yetişen şanlı Oğuz boyunun Kayı kolundan cengaverleri kucaklayıp tebrik etmiş, ve biraz da “buralarda kalırlarsa ileride güçlenip başımızı ağrıtırlar, en iyisi Bizans sınırına yakın yerlere yerleştireyim de, kafirlerle boğuşsunlar” düşüncesiyle:

“Haydi yiğitlerim, Domaniç (Balıkesir) yaylaları kışlığınız, Söğüt önü (Eskişehir-Bilecik) ovası yazlığınız olsun!” diyerek onları ödüllendirip göndermişti.

Evet, böylece güçlüden ve peşin ganimetten yana değil, Haktan ve mazlumdan taraf olmanın ve Allah yolunda riski göze almanın meyvesi olarak, kader onları 630 yıl cihana hâkim olacak Osmanlı Devletinin temellerini atma şerefini bahşetmişti.

İsmet Sezgin’in Rüyası

Çarşamba ilçemizde, rahmetli Babamın evinde, Ahmet Akgül Hocamız bir sohbet yapmış oluyor. Ardından Hocamız birilerince yemeğe davet ediliyor. O ise “kahvaltımızı yaptık” diyerek teşekkür ediyor ve bir an evvel oradan ayrılmak istiyor. O sırada odaya Ahmet Hocamızın yeğenlerinden biri (Sadık veya Tarık olabilir) çok önemli ve değerli müjdeli bir emanet getiriyor. O gelen emanet çok kutsal bir sanduka içinde bulunuyor. Gelen o emanet sandukasını Ahmet Hocamız asker selamı vererek kabul ediyor ve getirenler de asker selamıyla teslim ediyor. Ahmet Hocamızın üzerinde çok kıymetli ve görkemli bir kürk bulunması dikkat çekiyor.

O esnada iki tane hanım sandukanın başında mutluluk ve umut kaynaklı bir sevinçle ve Allah’a şükür niyetiyle ağlaşıyor. Tarif edilmesi zor yüksek bir duygu seli ve heyecanı yaşanıyor. Oldukça huzurlu ve manevi coşkulu bir ortam oluşuyor. Ve o vaziyette iken uyanıyorum.

Tevili:

Bakara Suresi 248. Ayetinde: “Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: ‘Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un (Kutsal emanet bulunan sandukanın) gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.” Haber buyrulduğu gibi, kutsal emanetleri ve ayet belgelerini ve çok önemli müjdeler ve zafer bilgileri “Tabut-sanduka” içinde saklanmış ve bu emanet Talut’a ulaştırılmıştı. İnşallah Hak davaya ve Erbakan’a sadıklar ekibine de aynı müjdeler ve şifreler yollanacak ve kahraman Ordumuzun da şuurlu ve onurlu harekâtıyla tarihin en büyük zaferi ve inkılabı yaşanacaktır.

Sadık Yamanoğlu’nun Rüyası

İstanbul – 05.10.2012

Rüyamda, yakın arkadaşlarımızla, Hz. Peygamber Aleyhisselam Efendimizi ziyarete gitmiş oluyoruz. Ancak üzerinde ne bir kubbe, ne bir türbe bulunmayıp, sadece düz toprak mezar içinde ve üzeri açık biçimde görünce şaşırıyoruz. Mübarek kefenine sarılı vaziyette ve 1430 yıl önceki vefat buyurduğu hal üzerinde teri taze ve çok güzel kokular saçıyorken görünce hayret ve hayranlık duyuyoruz. Tam o sırada Hz. Peygamber Efendimizin, belden yukarısı birden doğrulunca, haşyete (saygıyla karışık korkuya) kapılıyoruz. Ben içimden, “acaba, ibadet ve hizmetlerimdeki gevşeklik ve eksikliklerim yüzünden beni uyarmak için mi böyle davranıyor?” diye düşünürken, o sırada ziyaret için aramıza katılan dayım Ahmet Akgül Hocamıza “Hoş Geldin” demek ve ona olan muhabbet ve şefkatini göstermek üzere, Efendimizin doğrulduğunu anlıyor ve ona olan ilgisini ve sevgisini fark ediyoruz.

Nihayet ziyaretimizi tamamlayıp evlerimize dönmek üzere konvoy düzenindeki arabalarımıza geldiğimizde, olağanüstü bir durum daha yaşanıyor, Hz. Peygamber Efendimizin Ahmet Akgül Hocamızı uğurlamak lütfunda bulunarak oraya teşrif buyurduğunu görüyoruz. Buna şahit olan herkes dayımın (Ahmet Akgül Hocamızın) Hz. Peygamber (S.A.V) katındaki kıymetini takdir ve teslim ediyoruz.

Tevili:

Milli Çözüm Dergisi’nin ve Ekibinin inanç ve istikametinin hakkaniyetine, hizmet ve
gayretlerinin makbuliyetine bir işarettir. Aynı zamanda, bütün heves ve hedefimizin, Rabbimizin rızasına ve Efendimizin şefaatine ulaşmak ve dünyevi gayelerden uzaklaşmak olması gerektiği de öğretilmektedir. Hayatta iken makam ve imkânların, vefat ettikten sonra görkemli türbe ve mezarların değil, Allah katındaki değer ve derecelerin önemli olduğu dersi de verilmektedir?

Harun Akgül’ün Rüyası

Elazığ / 2007

Rüyamda, dağlar ve ovalar dolusu toplanan kalabalıklar oluyor. Ve kalabalıklar büyük bir heyecanla bekledikleri zatın kim olduğu tartışırken birden padişah koltuğu üzerinde Erbakan Hocamız çıkageliyor. Ben hemen bir fırsatını bulup Erbakan Hoca’mın elini öpüyorum. Ve o esnada bu topluluğa karışmayıp karşıda ayrı duran küçük bir grubu gören Erbakan hocamız “bunlar kim?” diye kızgınlıkla bana soruyor. Bende kendilerine “Hocam bunlar Elazizciler takımı” diyorum. Bunun üzerine Hocam nefret ve hiddet dolu bir bakışla kafasını sağa sola sallayarak: “öyle miii, zamanı gelince onlarla da hesaplaşacağım!” diyor ve öylece uyanıyorum.

Ufuk EFE’nin 05-10-2012 Tarihli Rüyası

Rüyamda bir yere acele bir şekilde hazırlanıp, çantama üç-beş eşya ile birlikte gidiyorum. Daha sonra vardığım yerin daha evvel okuduğum Kuleli Askeri Lisesindeki yatakhane koğuşumun olduğunu fark ediyorum, ranzalar vs hepsi sanki eskisi gibi….. Seyahat çantamı ranzamın altına bırakıp dışarı çıkıyorum, sanki bir yere yetişeceğim gibi, genelde de çevremde aynı telaş hakim…

Daha sonra görüyorum ki binaların çatısı yok yerine etrafı alçak korkuluklarla çevrilmiş, sanki küçük küçük localar oluşturulmuş ve insanlar seccade ya da küçük hasır, halı vs.ler üzerinde oturmuş bekleşiyorlar, hava aydınlık ve güneşli. Onları bu hal üzere görünce aklıma namaz geliyor ve telaştan vakiti geçiririm endişesi ile namazı hemen kılayım diyorum, ama seccademi bir türlü bulamıyorum aranırken biri bana kalkıp yer açıyor, ben hemen “acaba kıble ne taraf?” diye bakınırken kolumdaki saate bakayım oradan kıbleyi bulurum diyorum ama saati göremiyorum, çantamda da olmadığını anlayınca çantamın açılıp sanki eşyalarımın çalındığının farkına varıyorum, canım sıkılıyor ama bunu da pek belli etmemeye çalışıyorum. Teraslarda bana yer verenler kıbleyi de tarif ediyorlar, bu ara bana yer açanlara bakıyorum, kimisi benim bu namaz kılmak için hazırlığımdan memnun kimisi de sanki razı olmasa bile kabullenmiş gibi bir tavır sergiliyor, bunları o an zihnimde hissediyorum…

Daha sonra tekrardan koğuşumda oluyorum, “çantam da çalındı şimdi beden eğitimi dersi olacak, orada eşofmanlarım da, yok, ne giyeceğim, artık bu elbiselerle beden eğitimi dersine girerim, terleyeceğiz ama ne yapalım!” gibi şeyler aklımdan geçiriyorum…

Daha sonra bir başka sahnede, uzun hangar gibi bir yer halini alıyor, koğuşumuz, sıralı ranzalar ve ben bir ranzanın alt katındayım, biri gelecekmiş onu bekliyoruz, yine herkeste bir heyecan ve telaş… Birde bakıyorum ki gelen Muhterem Erbakan Hocamız çıka geliyor! Hangar gibi koğuşumuzdan soldan itibaren geliyor ve benim ranzamın hizasına gelince eğilip nur yüzü ile gülümseyerek bana “Hoşgeldiniz!” diyor ve elini uzatıyor, ben hemen doğrulup ileri doğru atılarak Hocamızın elini öpüyorum ve genelde de yaptığımız gibi seri bir şekilde geri çekiliyorum. Hocamız bana bakarak elini bir süre daha çekmiyor ve o an sanki zihnimde Hocamızın sesi yankılanıyor ve bana “artık acele etmenize, öpüp hemen kaçmanıza gerek yok, çok vaktimiz var, rahat ol” manasına sözler söylüyor. Ve bir süre sonra elini de çekerek koğuşun gerisine doğru başı ile selamlayıp geri dönüyor…

Ben hemen arkasından bakıyorum, hangardan çıkmış ve etraf güneşli, yaz günü gibi, etrafında sanki askeri erkân yürüyor, Hocamın arkasından bakıyorum, hafif meyilli bir yokuş yukarıya doğru ağır ağır yürüyor, dikkatimi çeken Hocamızın sağ bacağını sürüye sürüye yürümesi idi. O şekilde arkasından bakar halde iken rüyam bitiyor….

Tevili:

Hocamızın himmet ve projeleri, Milli Çözüm’ün gayretleri ve Kahraman Ordumuzun desteği ile beklenen tarihi değişimin yaklaştığına işarettir.

En doğrusunu Allah bilir.

İsmet Sezgin’in Rüyası

Gebze / 10 Ekim 2012

Halı ve kilim bulunmayan, ama düzgün laminant döşeli bir odada Ahmet Hocamızla oturuyoruz. Dünyanın bir yerinde çok önemli bir papaz öldürülecekmiş ve bu hadise İslam’ın galibiyet ve hâkimiyetinin başlangıcı olacakmış. O sırada Ahmet Hocamız Kur’an’ı Kerim okuyor. Ben kendilerine soruyorum: “Hocam bu okudukların Rabbimizin ayetleri değil mi?” O da “evet” deyince: “o halde Allah-u Teâlâ vadinden dönmeyecektir, bu ayetler gerçektir ve bunlar beklenen ve müjdelenen zafer günlerinin kesin ve yakın olduğunu göstermektedir!” diye karşılık veriyorum. O umut ve mutlulukla uyanıyorum.

İBRETLİ VE HİKMETLİ BİR MÜJDE!

F. BETÜL ERİŞKİN’İN RÜYASI Konya – 21.11.2012

Eşimle birlikte çok sakin, derin ve berrak bir dere kenarında, yol boyu geziniyoruz; çocuklarımız bize evlilik yıl dönümü sürprizi hazırlamışlar, onlara doğru yürüyormuşuz. Eşimin telefonu çalıyor, açıyor; küçük oğlum sürekli oynadığı kırmızı bozuk telefonla aramış, bize “sağa bakın” diyorlar. Dönüp bakıyoruz; küçük bir sandal, yanlarında kürek çeken yetişkin biri oluyor. Bize
yaklaşıyorlar, derken kürek çeken kişinin Erbakan Hocamız olduğunu görüp hayret ve sevinçle karşılıyoruz.

Hocam bize:

–            “Hayırlı olsun çocuklar, bir yılı daha başarıyla geride bıraktınız “ buyuruyor. Elini uzatıyor, ikimizin de bir elinden tutup sandala binmemize yardım ediyor, oturuyoruz, eşim kürekleri almaya yelteniyor.

Hocam:

–            “Hayır, bu gördüğünüz bu yılki kutlama programının başlangıcı, daha ne sürprizlerimiz var!” deyip göz kırpıyor çocuklara, onlar da Hocama yarım yamalak göz kırpıyorlar. Hocam gökyüzüne işaret edip;

–            “Bakın bu Zühre yıldızıdır, gündüz vakti her zaman, bu kadar açık görünmez, geceden beklettik, bizi kırmadı” buyuruyor. Yıldıza işaret ediyor, yıldız aşağıya iniyor. Benim üzerime beyaz bir gelinlik, başıma küçük küçük yıldızlardan taç; eşimin üzerine lacivert bir takım elbise oluyor.

–            Hocam;

–            “Biraz ötede bir yolcu daha alacağız” buyuruyor. Dere kenarına yaklaşıyoruz, Ahmet Akgül Hocam bekliyor; Hocam mübarek elini uzatıp Ahmet Hocamı da alıyor sandala. Hocam;

–            “Şimdi Ahmet; bu Yahya ve Tarık Efeler, anne babalarının nikâhlarındaki mutluluklarına zaten şahit, sen de ikinci şahit ol, nikâhlarını tazeleyeceğiz çocukların” buyuruyor.

Parmaklarıyla tuz serper gibi yapıyor, sandal güllerle doluyor. Hocam hem resmi hem de dini nikâhımızı kıyıyor ve bize Kur’an’ı Kerim hediye ediyor.

–            Hocam: “Bununla hem dünya, hem de ahiret borçlarınızdan kurtulacaksınız” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’i elime alıp sayfasını açıyorum, içindeki harfler binlerce kuş olup Hocamın üzerinde bir bulut oluşturuyor. Hocam elini derenin dibine daldırıyor, bir avuç kum çıkarıp yukarıya savuruyor. Ve o Kuşlara: “Her biriniz ikişer tane kum alıp uçun, Filistin’e varınca ağzınızdaki taneleri bırakın, müminlere iman–umut, kâfirlere ve işbirlikçilerine korku–ateş olun, biz de geliyoruz hemen!” buyuruyorlar ve taneleri kapan kuşlar uçup gidiyorlar, Hocam sonra kulağıma eğiliyor ve:

–            “Aslında bir şey daha var ama gitmem lazım, bunu Necmettin’e beşinci yılınızda söyledik fakat uyanınca hatırlayamadı, siz oğlanlarla hazırlayın” buyuruyor ve ikimize birer yüzük takıyor. Sonra Hocam kanatları bütün gökyüzünü kaplayacak büyüklükte, uzaklaştıkça şeffaf bir renge bürünen bir kuş olup uçup gidiyor, arkasından da Ahmet Hocam kuş olup uçup gidiyor. Onların kanat seslerinin serinliğiyle uyanıyorum.

Bu müjdeli ve hikmetli rüyanın tabiri:

Aziz Hocamızın berrak ve sakin bir dere üzerinde sandalla görülmesi, inşallah sadık müminlerin ve Milli Çözümcülerin sıkıntı ve darlıktan kurtulup, rahatlık ve ferahlığa erişeceklerine…

“Bu yılki kutlama programında çok daha sevindirici sürprizler bulunduğunun” belirtilmesi önümüzdeki süreçte ve yakın gelecekte, Ümmeti Muhammed için çok daha büyük ve kutlu gelişmeler görüleceğine…

Zühre Yıldızının emirle aşağı inmesi ve taç-elbise giydirilmesi, O zatın kâinat çapındaki tasarruf yetkisine ve rüyayı görenlerin oldukça sevilip seçildiğine…

Kur’an’ı Kerim hediye edilmesi, hidayet ve istikamet ehlinin ve Kur’an’ı rehber edinenlerin şereflenip yükseleceğine ve büyük zaferlere erişileceğine…

Kur’an harflerinin kuşlara dönüşmesi ve Aziz Hocamızın dere dibinden alıp attığı kumları alıp Filistin’e kan kusturan Siyonist İsraillilerin üzerine gönderilmesi ise

  • Hem manevi mermiler taşıyan Ebabil kuşlarının benzerine
  • Hem, Hz. Peygamber Efendimizin yerden bir avuç kum alıp düşmanlarının üzerine serpmesine ve zalimlerin hezimetine sebebiyet vermesine
  • Hem de, Erbakan Hocamızın Amerika ve Avrupa’nın ve İsrail saldırganının bütün nükleer füzelerini, askeri tesislerini ve son sistem savaş araç-gereçlerini çalışmaz hale ve işe yaramaz hale getirecek TEKNOLOJİ HARİKASI keşiflerin kullanılacağı günlerin geldiğine işaret ve beşarettir.

Aziz Hocamızın kanatlarıyla bütün gökyüzünü kapsayan görüntüsüyle uçup gitmesi ve Ahmet Hoca’nın da kanatlanıp O’nu takip etmesi, İsrail Siyonizm’inin ve ABD emperyalizminin sonunun yaklaştığına alamettir. Bu rüya Efendimiz Aleyhisselamın, Hz. Cebrail’i asli hüviyetiyle görüp naklettiği hadisi şerifi akla getirmektedir.

       Ayrıca Melheme-i Kübra (Siyonist ve emperyalist güçlerle tarihi hesaplaşma- Armagedon) denen kutlu hadisede; Milli Görüş zihniyeti, ruhaniyeti ve projelerinin ve Erbakan Hocamızın 1980 ihtilali öncesi basın toplantısında vurguladığı “BİZ MİLLİ ÇÖZÜM TEMSİLCİSİYİZ” iltifatına mazhar olan Milli Çözüm ekibinin çok önemli roller ve görevler üstleneceğine işaret edilmektedir.

En doğrusunu Allah bilir.

HALİL YAMAN’IN RÜYASI – Gölcük 24.11.2012

Bir haber alıyoruz ki, Erbakan Hocam dirilip kalkmış ve çok önemli açıklamalar yapacakmış ta bu yüzden büyük bir meydanda mahşeri bir kalabalık toplanmış. O kadar kabalık ki sanki herkes bu tarihi konuşmaya şahit olmak üzere oraya yığılmış… Bu mahşeri kalabalığın önünde görkemli bir sahne platformu hazırlanmış. Herkes merak ve dikkatle bu sahneye doğru bakıyor ve Hocamızın kürsüye çıkıp konuşma yapmasını bekliyorlar. Milli Çözüm ekibi de bu kalabalığın sahneye göre sağ tarafında duruyor ve hep birlikte Erbakan Hocamızın çıkmasını gözlüyorlar. Bu sırada Osman Eraydın kulağıma eğiliyor ve “Bak şimdi kim çıkacak ve herkes Erbakan Hocamın yerine Onun çıktığını görünce şaşıracak” diye uyarıyor. Bunun üzerine ben hemen, kimin çıkacağını anlıyorum ve Osman’a gülümsüyorum. Derken anons ediliyor ve beklenen zat sahneye yürüyor, ama kalabalık şaşkınlığa uğruyor ve hayret çığlıkları yükseliyor. Çünkü sahneye Ahmet Akgül hocamız çıkıyor. Ardından şöyle bir nida duyuluyor: “Ahmet Hoca Erbakan’ın yoldaşıdır ve O’nun devamıdır!” Tabi bizim içimizden de hayrete düşenler oluyor. Biz ise sadece gülümsüyoruz halkın çoğunluğu bu olaya seviniyor ve sahipleniyor bazı ufak gruplar ise kendi aralarında “böyle şey mi olur canım!” diye itiraz ediyor ama açıkça karşı koyamıyor ve ortamı bozamıyor. O mutluluk ve huzurla uyanıyorum.

Bu rüyanın te’vili:

Aziz Erbakan Hocamız, Hakkın temsilcisi ve tercümanı olarak bütün şer güçlere ve şeytani çevrelere karşı mazlumların dili ve delili makamındaydı Milli Çözüm Ekibi ise, Allah’ın rızası ve insanlığın hatırı için Erbakan’ın takipçisi, İslami gerçeklerin ve Adil Düzenin tebliğcisi konumundadır. Bu rü’ya, Hakkın ve hayrın hakimiyetine sadıkların galibiyetine, Milli Görüş zihniyetinin ve şahsi manevisinin yeniden dirilip-derlenip kutlu hedefine erişeceğine ve yakında herkesi hayret ve hayranlığa sevk edecek gelişmelerin zuhur edeceğine işarettir.

En doğrusunu Allah bilir.

CAHİL VE GAFİL, NE BİLSİN!

Ne tatlı bir bela imiş, aşkının zevkine düşmek

Hasretinle seherlerde, ağlamayanlar ne bilsin!

Hayatının pahasına, cihadın şevkine düşmek

Yar yolunda yaralanıp, sağalmayanlar ne bilsin!

 

Sen Aziz’sin ben acizim, kusurumla mahcub oldum

Zulmet; keder gafletimmiş, huzurunla sürur buldum

Her zerrede tecellinle, zuhurunla şuur buldum

Mevcudatla zikre düşüp, çağlamayanlar ne bilsin!

 

Bir noktadan milyar alem, alameti farikadır

Her şey kudret eserindir, san’atın ne harikadır

Müşrik, “süper güç” sanıyor, taptığı Amerika’dır

Ahed Samed sohbetine, çağrılmayanlar ne bilsin!

 

Hak dostu; zalime çetin, müminlere kibar imiş

Münafıkların maksudu; Mal makam itibar imiş

Çam sakızı onlarca yıl, toprakta kehribar imiş

Kalbin rıza kapısına, bağlamayanlar ne bilsin!

 

Bela bilenmek içindir, hangi imtihan sorunsuz

“Hayat; iman ve cihattır”, mümin olur mu sorumsuz

Kitap sünnet dayanağım, Onsuz yaşam ne onursuz

“Huu”suz hava ciğerini, cağlamayanlar ne bilsin!

 

Şirk ve şekavet kirini, göz yaşlarıylayuyarak

Buyruk: “Fefirruilellah”[1], dost çağrısını duyarak

Ol; “Fektüluuenfüseküm”[2], Hak hitabına uyarak

Benlik idam sicimini, yağlamayanlar ne bilsin!

 

Elmas kömür ayırt eder, dünyanın ömür eleği

Ecel, sonsuzluk şerbetim; kefenim damat yeleği

Ölüm, terhis tezkeresi; Azrail müjde meleği

Gönlün vuslat ateşiyle, dağlamayanlar ne bilsin!

 

Ahmetini rahmetinle, almazsan cennet evine

Senden ayrı, nimet zahmet; sürgünde nasıl sevine

Nice galip gelsin kulun, nefsüemmare devine

Hidayet, lütfu inayet; sağlamayanlar ne bilsin!


 


“(Fani ve fena şeyleri bırakıp) Allah’a kaçıp (sığının)!” (Zariyat: 50)

 

“Nefislerinizi öldürünüz!” (Bakara: 54)

https://www.millicozum.com/mc/2013/temmuz-2013/hocamizin-mujdeli-ve-ibretli-bir-ruyasi/

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi