Anasayfa DosyalarNECMETTİN ERBAKAN-DIŞ POLİTİKA PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN İLE DIŞ POLİTİKA ÖNCELİKLERİ ÜZERİNE

PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN İLE DIŞ POLİTİKA ÖNCELİKLERİ ÜZERİNE

Yazar: yonetici
0 Yorum 278 Görüntüleyen

PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN İLE DIŞ POLİTİKA ÖNCELİKLERİ ÜZERİNE

 

 

Hasan Hüseyin Ceylan Tarafından Prof. Dr. Necmettin Erbakan ile Ekim 1988`de Yapılan ve Dış Politika Dergisi`nin 3. Sayısında Yayımlanan Röportaj.
Soru: Sayın Hocam Türk Dış Politikası denilince siyasi tarihimiz içerisinde şüphesiz önemli bir yere sahipsiniz. Çünkü 1923 yıtından itibaren Cumhuriyet tarihi içerisinde ilk kez bir bakan gensoru ile düşürülmüş ve bu bakan da dış işleri bakanı olmuştu.
“Mitli Manevi Değerlere” bağlılığı olmayan dış politika stratejisinden dolayı 12 Eylül öncesi TBMM`de tenkit ettiğiniz zamanın Dış işleri Bakanı Hayrettin Erkmen`in sizin ve partinizin verdiği gensoru ile düşürülmesi Türkiye`nin dış politikasında unutulmayan bir olay olmuştu.
Neden gensoru vermiştiniz ve Türkiye`nin djş politikası i-çin hedefledikleriniz nelerdi?
Dış İşleri Bakanını Düşürdük
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Tabii sorunuzla birlikte o günlere götürmüş oldunuz. Hatırlarsınız 12 Eylül`den önce İsrail Devleti Ortadoğu`daki huzursuzlukları artırmış, bugün bilinen tecavüz ve zulümlerini daha o yıllarda uygulamaya koymuş ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi Müslümanlar için kutsal belde olan Kudüs-ü Şerifi de başkent olarak ilan etmişti. Bu ilan Nisan 1980 tarihinde oldu. Kutsal Kudüs artık Yahudi İsrail Devleti`nin başkenti ilan e-dilmişti. Olaya İslam ülkeleri büyük tepki gösterdiler. Hatta batı devletlerinden de İsrail`in bu haddi aşan hareketini kınayanlar olmuştu. Öyle ki BM`de İsrail`in bu hareketi 169 üyenin üçte iki çoğunluğuyla , yani kahir bir ekseriyetle kınandı ve reddedildi.
Bin yıl Kudüs`ün koruyuculuğunu ve kurtarıcılığım yapmış olan bizim milletimiz de bu tecavüz karşısında hareketsiz kalamazdı. Nitekim o aylarda yurdun dört bir yanında İsrail`i tel`in ve Kudüs`ü kurtarma mitingleri yapıldı. Halkın o kadar coşkuyla katıldığı , yüz binleri bulan bu mitinglere rağmen hükümetimiz bırakın İsrail`i kınamayı , İsrail`le ilişkileri artırmak için elinden geleni yapıyordu. İkili ilişkilerin artması için gizli ve açık görüşmeler yapılıyordu.
İşte buna tahammül edemezdik. Bir gensoru hazırladık ve Meclis`e verdik. Gensoru, Meclis`tekilerin çoğunluğuyla kabul edildiği için Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir bakan , bir Dış İşleri Bakanı düşürülmüş oluyordu. Sırf bir bakanın ve ürettiği politikasının ; eğer bu dış politika olursa bizim için çok önemlidir, düşürülmesi çok önemli görüldüğü için zamanın gazetelerinde hareketimize dikkat çekilmişti. Gazeteler ortaklaşa şunu söylüyordu: Düşürülen Hayrettin Erkmen değil, Türk Dış Politikasıdır. 1923 yılından bu yana gelen “Geleneksel Hariciye” anlayışıdır.
Soru: Tabu bu söyledikleriniz olayın dıştan görünüşüdür. Sizce ve partinizce Hayrettin Erkmen ile birlikte “Türk Dış Politikasını” düşürten sebepler nelerdi?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Elbette böyle önemli bir olayın bizce çok önemli sebepleri vardı. Sebep, inanç ve temel görüş meselesidir. Şöyle ki ; her zaman ifade etmekteyiz , bu millet bin yıldır ” Milli Görüş” ile dünyaya hakkı , adaleti dağıtmış ve dünyaya hakim olmuştur. Ve bu millet bin yıldır “İlay-ı Kelimetullah” , ” Allah`ın şanını yüceltmek” için yeryüzünde batıla karşı hep mücadele etmiş ve her seferinde de Allah`ın lütfuyla galip gelebilmiştir.
Fakat ne var ki ,son iki yüz yıldır dünya Siyonizm boş durmamış ve bu milleti yolundan saptırabilmek için “Milli Görüş” ün karşısına bir takım ” Taklitçi Görüşler” ortaya atabilmiştir. Bu görüşler ister faizci kapitalist görüş , ister solcu görüş olsun, temel görüşten uzak ve taklitçi görüşler olduğu için hiçbir zaman insanımıza saadet getirmesi mümkün olmamıştır.
12 Eylül öncesi bizim dışımızda kalan bazı partiler de bu taklitçi görüşlere sahip olarak Türk dış politikasını yürüttükleri için ister istemez taklit ettikleri Batının ve İsrail`in politikalarına uygun tarzda hareket etmek durumunda kalmışlardır. Çünkü zihniyet itibariyle Batı`yı kendilerinden üstün gördükleri için ona uymayı kendileri için bir vecibe sayıyorlardı. Esareti böylesine baştan kabul eden zihniyetlerin , partilerin inananların hakkım koruması elbette mümkün olamazdı. Bu sebeple bu taklitçi zihniyetlerin sahipleri yıllarca milletimizi benliğine uymayan dış politikalar ve iç politikalar ürettiler. Hep Batı lehine , ABD lehine ve dolaylı da olsa İsrail lehine politikalar üretildiği için bunlara dur demek lazım geliyordu. Biz 12 Eylül öncesi Nisan 1980 de üretilen bu yanlış politikaların sahiplerinden birisini , Dışişleri Bakanını işte bu mülahazalarla düşürdük ve meclisi ” Şahsiyetli Dış Politika” ya davet ettik.
Şahsiyetli Dış Politikaya Davet
Tabii o gün imkanımız vardı ve Dışişleri Bakanı`m bu yanlış politikasından dolayı düşürebilmistik.
Aynı yanlışlar bugün daha kuvvetli bir şekilde devam etmektedir. İnsaf sahibi bir insan bugün Türk dış politikasının 6 Kasım 1983`ten bu yana nasıl hep batı lehine gelişmeler içerisinde olduğunu rahatlıkla görebilir. Batı Trakya Türkleri ile ilgili Yunanistan`ın baskılarına sessiz kalışımız , Bulgaristan`daki kardeşlerimizin isimlerinin zoraki değiştirildiği, zorla Türk çocuklarının vaftiz edildiği bir zamanda , Belgrat Zirvesi`ne katılışımız , “Davos Ruhu” diye başta Ege`deki haklarımızı ve Kıbrıs`taki haklarımızı feda etmekten kaçınmayışımız , bu ” Şahsiyetsiz Dış Politikaya” sadece birer örnektir.
Neden böylesine haysiyetimizi rencide edici dış politikalar üretiliyor derseniz, yaptıkları ve uyguladıklarının karakterlerinin ve zihniyetlerinin gereği olduğunu söyleyebiliriz.
Bakın bir Türk Başbakanı Atina`ya gidiyor ve Yunanistan Başbakanı ile görüşüyor. Görüşmeden birkaç gün önce o ülkede bulunan Müslüman kardeşlerimizin camileri bombalanıyor, molotof kokteylleri atılıyor. ( Gümülcine Yeni Türk Camii ve Tabakhane Camii) Kardeşlerimiz bu saldırıyı tel`in ediyorlar , fakat Türk Başbakanı Atina`da bu konuyla ilgili tek bir cümle bile etmiyor.
Andreas Papandreu açıkça ” Kıbrıs ile ilgilenmemiz insanlığımız ve ahlaki değerlerimiz gereğidir.” diyebiliyor. Hemen yanı başındaki Türk Başbakanı bu söze tek bir satırla olsun cevap vermiyor.
Kıbrıs`ta Türk askerleri işgalcidir deniliyor. Bizimkiler “Şartlar oluştuğunda Kıbrıs`tan askeri çekebiliriz.” diyerek adeta “İşgalci” suçlamasını kabullenmiş oluyorlar. Bütün bunlar niye yapılıyor , biliyor musunuz? ABDli ağabeyleri tek üzülmesin diye. Batı menfaatlerinin korunması ve kollanması içindir. Ne yapsınlar emir büyük yerden geliyor. Sen zihniyetinle , düşüncenle , görüşünle Batıya , ABD`ye bağlanırsan onları üzmemek için elbette elinden geleni yaparsın. Çünkü bu bir nevi ideolojik anlaşmadır.
İşte biz bu yüzden Şahsiyetli Dış Politika derken, taklitçi görüşleri bırakmayı bir takım yerlere bağlı çalışmaya son vermeyi ve tamamen milli ve manevi değerlerimizden doğan politikaların uygulanması çağrısında bulunuyoruz.
Bugün yine Meclis`te olsaydık bu temel yanlışlardan dolayı ; Ege , Batı Trakya , Bulgaristan ve Kıbrıs meselelerinde izlenen yanlış tavırlardan dolayı Meclis`e gensoru verir ve yine Dış İşleri Bakam`nın düşmesi için elimizden geleni yapardık.
İşte son Rauf Denktaş – Vasiliu görüşmesi öncesi Başba-kan`ın sarf ettiği sözler Kıbrıs için tam bir cinayet olmuştur.
Bizim Kıbrıs Diye Bir Problemimiz Yoktur
Soru: Sizce Kıbrıs sorunu nasıl çözüme ulaşacaktır? ikili görüşmeler çözüme götürücü bir yol olarak gözüküyor mu?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Bizim için en başta Kıbrıs sorunu diye bir sorun yoktur. Sorun olmayınca da çözümü için gayret göstermek veya natifler aramak beyhudedir.
Bizim için gerçek olan şudur; Türk askeri , Kıbrıs`taki ırk-daşlarını korumak ve yıllarca süren Rum zulmüne son vermek için 1974 yılında adaya asker çıkarmış ve vatandaşlarımızı zulümden kurtarmıştır. Ve 1974 den beri Yeşil Hatla çizili olan sınıra kadar KKTC dediğimiz bölgede Kıbrıs Türk`ü huzur içinde yaşamaktadır. Bu bölge şimdi tam bir bağımsız Kıbrıs Türk Cumhuriyetidir. Bu devletin bağımsızlığı ilan edilmiş ve Türkiye bunu tanımıştır. Askerlerini bulundurmakla da bu işe fiili destek verdiğini dünyaya göstermiştir.
Şimdi kalkıp böyle bir yapıda , durup dururken ortaya Kıbrıs sorunu diye bir sorun atmak başımıza iş almak demektir. Orada bizim için iki devlet vardır. Ve ikisi de birbirinden bağımsızdır. 14 seneden beri KKTC bir vakıa olarak vardır. Bunu ister Rum tarafı , ister Yunanistan , ister Batı ve ister ABD kabul etsin etmesin bizi hiç enterese etmez. Onlar kabul etmiyorlar diye mevcut statüyü bozmak dengeler gözeteceğiz diye tavizler vermek akıllı insanların yapacağı işler değildir. Ayrıca bu dava bizim bir manevi davamız olduğu için Kıbrıs`tan taviz verdirici her görüş ve her zihniyet “hain”lik suçlamasına muhatap olacaktır.
Tekrar ediyorum ; bizim Kıbrıs`ta hiçbir meselemiz yoktur. Meselesi olanlar Rum tarafı , Yunan tarafı ve Helen Hıristiyan alemidir.
Şimdi ikili görüşmeler altında ne yapılmak istenmektedir? İki toplumlu bir ortak federe devlet. Bu şu demektir. Rumlarla Türkleri aynı çuvala doldurmak. Tarih göstermiştir ki bu iki unsur yan yana geldiğinde hep Rum tarafı zulmeden , tecavüz eden , katleden taraf olmuştur. Tarih yeterince bize bu dersi vermiştir.
Efendim toplumlararası görüşmelerle bu işi halledelim , Denktaş -Vasiliu görüşmeleri ile çözüme ulaşalım diyerek Cenevre-ler`de zirveler düzenlemek asılında bir delinin yapacağı iş değildir. Yapılacak iş toplumlararası görüşmelerle zaten çözülmüş olan meseleye çözüm aramak değil,İslam ülkeleri ile çok sıkı işbirliğine girerek KKTC`nin bir an Önce tanınmasını sağlamaktır. Problem budur.
Soru: Başbakan Özal , Pakistan dönüşü gazetecilere verdiği demeçte ” Maziyi unutmak /azım. Kavga ortamından her iki tarafın da uzak kalması gerek. Vizeler katksın , Rumlar, Türk tarafında serbestçe dolaşabilsin , bakalım ne olacak?” gibi Kıbrıs görüşmelerini direkt olarak etkileyecek sözler sarf etmesi büyük tepkilere yol açtı. Konu Kıbrıs olduğu için soruyorum: Cenevre görüşme/eri öncesi soy/enen bu sözler Kıbrıs`ı ne kadar etkileyecektir.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Bu sözle hangi parti olursa olsun asla sarf edilemeyecek ve Kıbrıs davamızı baltalayıcı, oradaki milli ve manevi menfaatlerimizi ortadan kaldırıcı talihsiz sözlerdir. Bu sözleri söyleyenin Türk Başbakanı olması talihsizliğin Ötesinde şeyleri çağrıştırmaktadır.
Hele hele vizelerin kalkması ve Rumların serbest dolaşım hakkına sahip olması bile bile KKTC de yasayan vatandaşlarımızı yıllardır bildiğimiz , tanıdığımız Rumların eline atmak demektir. Cenevre görüşmeleri başlamadan iki gün önce sarf edilen bu sözlerin açık manası, Denktaş`ı sıkıştırmak ve onu taviz vermeye yönlendirmektir. Hatta zorlamaktır.
Allah`tan ki Rauf Denktaş çok akıllı ve çok ciddi bir siyaset adamıdır. Denktaş şimdi bir taraftan Rumlarla , Rum görüşmeleriyle boğuşmakta , diğer taraftan da bizim akılsızlarla mücadele etmektedir. İnşallah bütün bu şahsiyetsiz politikalara rağmen Kıbrıs`taki haklarımız korunur ve orada Federe Devlet gibi siyasi o-yunlarla taviz verilmemiş olur.. Kıbrıs için görüş ve temennimiz budur.
Şort;; O zaman çözüm için görüşmeleri kabul etmiyoruz demek mi istiyorsunuz?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan; Çözüm diye bir şey yok ki. Biz zaten bu problemi 1974 Barış Harekatı ile çözmüşüz ve oradaki kardeşlerimize tam 14 yıldır huzurlu bir hayat takdim etmişiz. Sonunda da biz KKTC diye müstakil bir devletiz diye cihana ilan etmişiz. Hadise bundan ibarettir.
Bu gerçekler kabul edildikten sonra Türkiye – Yunanistan nasıl iki devlet olarak birbirleriyle görüşüyorlarsa KKTC ve Kıbrıs Rum Devleti iki ayrı devlet olarak birbirleriyle gayet tabii görüşebilirler.
Filistin Meselesinde İsrail`e Prim Veriliyor Soru; 12 Eylül öncesi siyasi hayatta Kudüs temasını çok işliyordunuz. Hatta Kudüs`ün başkent yapılması dolayısıyla israil`i kınamayan Türk dış politikasını Dışişleri Bakam `nın şahsında TBMM`de düşürmüştünüz.
Kudüs`ü başkent yapan israil , sekiz yıldır zulümlerine devam ediyor. Bir gün seçmiyor ki bir Filistinli`nin israil askerlerince öldürüldüğünü duymayalım. Filistin sorunu sizce nasıl çözümlenecektir?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Bin yıllık tarihimiz göstermiştir ki Mescid-i Aksa`yı koruyan biz olmuşuz , Kudüs`ten Yahudi ve Hıristiyan çizmelerini kaldıran biz olmuşuz . Sultan Selahattin Eyyubi`den Sultan Abdülhamit`e kadar Filistin, Mescid-i Aksa`nın ve bir emin belde olan Kudüs`ün bizdeki yeri çok önemlidir. Buralarını biz kollamışız ve tarih boyu biz korumuşuzdur. Şimdi İsrail Filis-tinliler`i yok ediyor , her gün yeni Sabra , Şatillalar meydana geliyor. TV den gördüğümüz gibi kemik kırarak , kafaları parçalayarak, canlı canlı müslümanlan öldürüyorlar , biz hala basit bir kınamadan öte , İsrail`e bir şey yapamıyoruz.
ŞARKÜL EVSAT GAZETESİ RÖPORTAJI
İngiltere`de Arapça Olarak Yayınlanan Eş-Şarkul Evsat Ga-zetesi`nin 3822-23-24 No`lu Sayılarında 3 Gün Süre İle Yayımlanan Prof. Dr. Necmettin Erbakan İle Dış Politika Ağırlıklı Olarak Yapılan
Röportaj.
Şahsiyetli Dış Politika Temel Hedefimizdir. Soru; ABD`yi geçmişte size hep enge( olan bir güç olmakla suçluyorsunuz. Peki Amerika`yı şu anda bunu yapmaktan alıkoyan nedir?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Amerika yeni bir plan uygulamaya koyarak Abromovitz isimli yeni bir sefir gönderdi. Bu şahıs Amerikan dış siyasetinde isim yapmış tehli bir Yahudidir. Markos`un son döneminde Filipinler`de ve yine Rusya`nın Afganistan`dan çekileceği günlerde Orta Afganistan`da ülkenin dış politikasında meydana gelen değişikliklerde Önemli rol oynamıştır. Kısa bir süre önce Malezya`ya tayin edilmiş: fakat Malezya Hüküme-ti`nin itirazı üzerine geri çekilerek Türkiye`ye gönderilmiştir.
Soru; Sızın 1974 yılında Başbakanın Londra`da bulunduğu sırada Türk ordusunun Kıbrıs`a çıkarma yapması için emir verdiğiniz yolunda söylentiler var. Bu konunun astı nedir?
Prof, Dr. Necmettin Erbakan: Ülkemize, halkımıza, Kıbrıs halkına ve tüm İslam Alemine yapmış olduğumuz hizmetlerin en büyüklerinden birisi de 1974 yılında kazanmış olduğumuz büyük zaferdir. Ülkemizin ve halkımızın güvenliğini sağlamak ve korumak en başta gelen görevlerimizden biriydi. İlk hedefimiz Larnaka`ya ulaşarak Âda`da yaşayan Türklerin kuzeyden ve güneyden güvenliklerini sağlamaktı. Fakat Hükümet`teki ortaklarımızın basiretsizin?
Ligi ve destek vermemesi yüzünden yukarıda zikrettiğim hedefe ulaşamadık. Ada`daki Hıristiyanların güvenliğini sağlamayı da görev sayıyorduk. Çünkü o dönemde aralarında büyük bir fitne baş göstermiş ve çekişmeleri kanlı bir görüntü kazanmıştı. Eğer orduya vermiş olduğumuz plan ve hedefler doğrultusunda hareket edilip hepsini gerçekleştirebilseydik bu gün Kıbrıs meselesi diye bir konu kesinlikle olmayacaktı.
Soru: Acaba bu konunun bütün ayrıntılarım bize anlatabilir misiniz?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Tabii… Amerikalılar bizden önceki hükümetlere ülkemizde hayvan yetiştiriciliğinde önemli yeri olan ve değerli ve pahalı türden gıda maddelerinin bir yem bitkisinin üretimini yasaklamışlardı. İsviçreliler bu bitkinin ham maddesinin bir kilosunu bizden 5 TL ye alıp bundan imal edilen ü-rünleri ise 500.000 TL ye satıyorlardı. Bu durumda ne yapmamız gerekiyordu? Bu bitkinin Türkiye`de işlenmesi için fabrika kurduk ve üreticilere bu bitkinin üretimine izin veren bir kararname çıkardık. Ecevit , Bakanlar Kurulu`nu toplayarak Amerika`nın kesinlikle bu kararın karşısında olduğunu bize aktardı. Çok şiddetli bir münakaşaya tutuştuk. Çünkü Ecevit`in bakanlarından bazıları , bu bitkinin ekiminin serbest bırakılmasından faydalanacak çevrelerden çekiniyorlardı. Fakat sonuçta çoğunluğu yanımıza çekmeyi başardık.
Ayrıca bu olayda Ecevit tecrübeli bir gazeteci olduğundan böyle bir kararın alınmasında esas rolü üstlenmiş gibi görünmek ve bitkinin ekimine izin verildiğine dair kararı halkın arasında açıklamak amacıyla bir ilimize ziyaret tertip ettirdi. Tam geziye çıkacağı anda Ankara havaalanında Kıbrıs`ta askeri darbe olduğunu haber aldık. Fakat Ecevit bu olaya pek önem veriyor gibi görünmüyordu. Kendisi program gereği gezisine çıktı ve biz Ankara`da kaldık. Konu ile ilgili gerekli bilgileri topluyorduk. Bu arada partimizin Merkez İdare Kurulu`nu toplantıya çağırdık. Toplantıda Başbakan Ankara`ya dönünce de kararımızı kendisine bildirdik. Ancak kendisi kararımızdan pek memnun olmadı ve Milli Güvenlik Kurulu`nun toplantıya çağrılmasını istedi. Toplantı esnasında da biz görüşlerimizi generallere aktarırken Ecevit de bu konuda böyle bir karar almanın kendisinde yarattığı korkudan bahsediyordu. Toplantıda bulunanlardan bazıları da Başbakanın Londra`ya gitmesini ve İngiltere`ye adaya ortak müdahaleyi teklif etmesini önerdiler. Bunun anlamı askerlerimiz Ada`ya çıkınca İngiliz üslerine gelecekler ve onların komutası altına gireceklerdi. Soru: Niçin özettikte İngiltere?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Çünkü İngiltere`nin Kıbrıs sorunu ile ilişkisi vardır ve bu sorunun mimarı yine kendisi olup adanın Türkiye`den koparılması için Yunanlılar` getiren odur. Ayrıca İngiltere Ada`dan ayrıldıktan sonra da bizimle imzalanan Kıbrıs ile ilgili bazı anlaşmalara bağlı kalmaya devam ediyordu. Soru : MGK`nın kararı ne oldu?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Ecevit`in Londra seferinin bir fayda getirmeyeceğini düşünüyorduk. Fakat sonradan Başba-kan`ın bu yolculuğunun ve bir süre Ankara`dan uzak kalmasının bize bir şey kaybettirmeyeceği kararını aldık.
Gerçekten Ecevit Londra`ya uçtu ve ben Başbakan Vekili olarak üst düzey askeri yetkilileri toplayarak son gelişmeleri gözden geçirmeye başladım. Kendilerine şu anda Kıbrıs`ta oluşan durumun müdahalemiz için en uygun , en az riskli ve en az zarara mal olabilecek bir ortam yarattığını anlatmaya çalıştım.
Ada`da ise darbe sonrası düşürülen Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ile darbeci Sampson arasında mücadele devam ediyordu. Eğer acele etmez isek Ada`da istikrar sağlanmasına yönelik fırsatlar tek bir kişinin eline geçecek bu ise bizim işlerimizi son derece zorlaştıracaktı. Generaller benim bu konuya bakış tarzımı takdir ettiklerini fakat Hükümetlin müdahale konusunda kesin ve kararlı olduğuna emin olmak istediklerini l söylüyorlardı. Çünkü Önceki dönemlerde ordu iki defa müdahalede bulunmak istemiş ancak hükümet son anda kararından dönmüştü. Ayrıca eğer geri adım atarsa asker önünde inandırıcılıklarını kaybedeceklerini belirttiler. Ben de kendilerine harekete geçilmesi için emir verilmesi durumunda Girne`ye çıkmaları için ne kadar süreye ihtiyaçları olduğunu sordum. Bana 48 saatten daha erken olamayacağı cevabını verdiler.
Harekat Emrini Verdim
Soru: Bu toplantı ne zaman oldu?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan; 17 Temmuz 1974. Askeri darbe ise 15 Temmuz`da yapılmıştı.
Bu toplantının sonunda kesin kararımızı verdik. Allah`a tam bir tevekkül içerisinde generallere harekatı başlatmaları emrini verdik. Hemen ardından onlar da bunu uygulamaya koydular.
Bu toplantıda beraberimde partimize mensup bir devlet bakanı ve generallerden başka kimse yoktu. Çünkü son derece gizli bir nitelik taşıyordu. Ayrıca toplantıda orduya moral verilmesi açısından imam ve alimlerden bir heyet oluşturulması teklif edildi. Ancak ben ordunun harekata hazırlık yapması için 48 saate ihtiyaçları olduğunu , bu süre içerisinde işin iç yüzünün kimse tarafından bilinmemesi gerektiğini, ancak harekat başladıktan sonra bunun yapılabileceğini ve bu heyetin cepheye gönderilebileceğini söyledim.
Soru; O sırada Başbakan neredeydi? Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Londra`da idi. Ertesi gün akşam Ecevit Ankara`ya döndü. İngiliz Başbakanı ve İşçi Partisi Lideri James Callaghan ortak müdahale teklifini reddetmişti. Bu bizim lehimize olan bir sonuçtu. Çünkü adaya müdahalede bize öncelik tanınmış oluyordu. Ecevit bize Ankara`da ne yaptığımızı sordu. Biz de kendisine Parlamento`yu topladığımızı , parti liderleri ve Genel Kurmay yetkileri ile yaptığımız geniş istişareden sonra harekat emrini verdiğimizi söyledik. Bunun karşısında Ecevit olaydan duyduğu rahatsızlığı gizlemeyerek harekatın hemen durdurulma imkanını olup olmadığını sordu. Bazı komutanlar : ” Bizim vurulmamız için karar çıkartın ama bunu yapmayın.” diye cevap verdiler. Çünkü böyle bir karar tüm komuta kademesinin asker i-çindeki inandırıcılığını kaybettirecekti. Böylece Ecevit geri dönüş olmadığını ve bir emri vaki karşısında olduğunu anladı. Bu arada Ecevit bizde ve komutanlarda verdiğimiz kararla ilgili olarak bir tereddüt olup olmadığı konusunda araştırma yapıyordu. Çünkü böyle bir tereddüdün mevcudiyeti bizim kararımızdan döndürül-memizde faydalı olabilirdi. Fakat bunda başarılı olamadı. Çünkü işler en ufak bir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tertip edilmişti. Hatta cesaret ve gözü pekliği ile meşhur Deniz Kuvvetler Komutanı ” Bırakın düzenli orduyu, ben bir kayıkla gider Kıbrıs`a çıkarım.” demek cesaretini göstermişti.
Ecevit Bakanlar Kurulu`nu toplantıya çağırdı. Amacımız diğer kabine üyelerini ikna ve harekatın getireceği olumlu sonuçlan izah etmekti. Ancak bazı bakanlar akıllarına gelen her türlü korku veren ve engel çıkaran düşünceyi ortaya atmaktan çekmiyorlardı. Esas korku Amerika`nın veya Rusya`nın olaya itirazları veya Yunanistan ya da Bulgaristan`ın BM`yi harekete geçirme ihtimalleri idi.
Fakat sonunda hepsini ikna ettik. Allah`ın yardımı ile de her türld engele rağmen harekat başladı.
Fakat o anda BM harekete geçti ve Güvenlik Kurulu harekat başladıktan bir , iki saat sonra toplanarak ateşkes ve Türk ordusuJ nün çekilmesi kararım aldı. Ecevit bizi toplantıya çağırdı ve karan bildirdi. Son derece endişeli ve rahatsız görünüyordu. Fakat kendisine orduyu bu aşamada planın sonuna ulaşmadan durdurmanın mümkün olmadığını söyledik. Sabah saat 04:00`e kadar tartışmalar sürdü. Konu çeşitli müzakereler şeklinde ertesi sabah Bakanlar Ku-j rulu`nun toplandığı saat olan 08:00`e kadar devam etti. CHP`ye, mensup bakanlar harekatın durdurulmasını kabul etmemiz için büyük çaba sarf ediyorlardı. Kendilerini haklı çıkarmaya yönelik ne gerekçe bulabilmişlerse önümüze koyuyorlardı. Telsiz iletişimin bozuk olduğunu , tankların bozuk , kullanılamaz veya çok kötü durumda olduğunu söyleyip durdular. Biz ise konunun askeri bir yönü olduğunu ve bu konudaki araştırmanın komutanlar ile yapılması gerektiğini söyledik ve generalleri Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdık. Konuyu kendilerine sorduk. Onlar da : ” Bu haberin gerçekle alakası yoktur. Bütün teçhizatımız , aracımız gerecimiz gayet iyi durumdadır. Öyle ki , şu anda içinde bulunduğumuz harp ortamı gibi aynı boyutta 5 harbe daha girebiliriz.” dediler. Bu sırada Amerikan dış işlerinden bir yetkili Ankara`ya gelmiş ve Bakanlar Kurulu toplantısı yapılan salonun yanındaki bir odada Başbakan ile görüşüyordu. Bu şahıs harekatın acilen durdurulmasını talep ediyordu ve toplantıdan istediği yönde bir karar çıkar u-mudu ile binadan ayrılmıyordu. Fakat sonunda Ecevit tekrar kendisi ile görüşerek özür diler bir tavırla MSP`nin , istediği gibi bir kararın çıkmasını engellediğini söyleyecekti.
Ecevit Barış Harekatını Engellemek İstemiştir Soru: Ecevit niçin ordu komutanlarını ikna etmeye çalışmadı?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Bunun için çok uğraştı. Özellikle sabahki toplantının bir sonuca ulaşmaması üzerine günün geri kalan kısmını komutanlarla konuyu görüşerek geçirdi. Sabaha karşı bizleri toplantıya çağırarak komutanların harekatın durdurulmasının uygun olacağı görüşünde olduklarını söyledi. Fakat biz kendisine bunu bizzat komutanların kendisinden duymak istediğimizi belirttik ve ben bu toplantı sürerken hemen Genel Kurmay Başkanlığı`na gittim. Başlangıçta bizim harekat planımızda süreyi 6 gün olarak tespit etmiştik. Ancak harekat başlayalı henüz 2 gün olmuştu ve biz önceden belirlenen hedeflere ulaşmadan harekatın durdurulmasına razı olamazdık. Fakat Genel Kurmay Başkanı , E-cevit`in tereddütleri ve şiddetli Amerikan baskısı yüzünden harekat planında bazı değişiklikler yaptığını ve buna göre sürenin 3 gün ile sınırlanabileceğini ve bu süre içerisinde baştan belirlenen tüm hedeflere eksiksiz ulaşılabileceğini söyledi. Ve buna göre ateşkes kararı alabileceğimizi ancak bunun o gün saat 17:00`den Önce olmaması gerektiğini söyledi. (Bakanlar Kurulu sabaha karşı hala toplantı halindeydi.) Çünkü bu saate kadar planın uygulanması tamamlanacaktı. Böyle bir görüş birliği sağlandıktan sonra Bakanlar Kurulu toplantısına döndüm ve Genel Kurmay Başkanı`nın görüşünü aktardım. Daha sonra o gün saat 17:00 dan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes kararı aldık. Fakat birliklerimiz teyakkuz durumunda kalacaklardı.
Fakat Türk ordusu Kıbrıs`ta amaçlanan tüm hedefleri gerçekleştirmedi.
Bunun yegane sebebi Ecevit`in korkusudur. Ateşkes kararını saat 17:00 yerine sabah 11:00`deilan etti.
Soru: Niçin temel çözüm olarak müdahale karan alındı? Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Kıbrıs 500 seneden beri Müslüman Türk toprağı olagelmiştir. Osmanlı Devleti`nin gerileme döneminde bu ada İngilizler`e kiralanmıştı. Sultan 2. Abdülhamit hatırasında bu konudaki anlaşmanın bazı maddelerini zikretmektedir. Gerçekten çok mühim olan bu anlaşmanın esasında Ada`nın Osmanlılar`a ait olma hakkı mevcuttur. Fakat İngilizler Filistin`de sahneledikleri komployu burada da tekrarladılar. 500 yıldan beri nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan bu adanın halkım zorla göçe tabi tutup yerlerine büyük miktarda Yunanistan`dan göçmen getirdiler. Amaçlan adanın nüfus kombinasyonunu değiştirerek nihai olarak Türkiye`den koparmaktı. Bu aynı zamanda Batı`nın İsrail`i güvenlik altına alma planına da yarar sağlıyordu. Çünkü Ada Türkler`in elinde olursa kurulan Siyonist devletin güvenliği için bir teh noktası olarak görülecektir. O yüzden ada Yunanistan`a ilhak edilmeliydi.
Bu yüzden Kıbrıs meselesi temelde düzenlenmiş bir planın e-seriydi. Bu sebeple 1974 yılında belirli prensipler ve gerçeklerin ı-şığı altında ve Türkiye`nin stratejik çıkarları doğrultusunda hareket ettik. Kuzeydeki Türk Devleti`ni kurduk ve sonuna kadar desteklemeliyiz.
Soru: Türkiye`nin Kıbrıs politikasında bir değişiktik bekliyor musunuz?
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: İktidarda bulunan hükümetin çıkardığı problemler var. Bu problem son seçimlerini kaybeden ve siyasi geleceğinin yok olduğunun farkına varan Başbakan`ın hareketlen ve davranışlarıdır. Son yaptığımız basın toplantısında Ö-zal`ın Amerika`ya Türkiye`nin Kıbrıs`taki haklarında taviz verme niyetini açığa çıkardık.
Konu ile ilgili bilgiler bize bir ay önce ulaştı. Başlangıçta bu bilgileri ihtiyatla karşıladık. Fakat Özal bu bilgilerde saklı niyetleri açığa vuran faaliyetlere girişmekte gecikmedi ve Papandureu`ya özel bir temsilci gönderdi. Bu temsilci skandallar yüzünden 2 ay sonraki seçimlerde koltuğunu kaybedecek olan bir Başbakan ile ne yapacaktır? Niçin gerekmediği halde bazı tavizler verilmektedir? Niçin seçimler beklenmemekte ve yeni kurulacak Yunan Hükümeti ile mesele yeniden görüşülmemektedir? Özal , Denktaş`tan daha fazla anlayış isteyeceğini söylemektedir. Ama kendisi daha 6 yıl önce Kıbrıs`ın içi işlerine karışmayacağını söylüyordu. Bu değişim kimin yararınadır.
Bu değişim bize göre içine düştüğü çıkmazdan ve sıkıntılardan kurtulma uğrunadır. Bu ise ülkemizin stratejik çıkarlarına taban tabana zıttır. Şimdi ise Vasiliu, Özal`ın verdiği tavizleri görünce tutumun daha da sertleştirerek , artması muhtemel olumlu adımlardan vazgeçmiş bulunmaktadır.
Filistin Davası Bizim Davamızdır Soru: Filistin davası ile ilgili görüşleriniz nelerdir? Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Filistin Emir`ül Müminin Ömer B. Hattab`ın Kudüs`ü fethettiği ve halkını içine düştükleri zulüm çukurundan kurtardıkları günden bu yana 14 asırdır İslam toprağıdır. Ancak bu günkü durumu anlamak için ise olaya Siyonizm hareketinin gelişiminin ışığı altında bakmak gerekir. Siyonizm hareketi Theodar Hertzel isimli bir Yahudi`nin öncülüğünde Basel şehrinde dünya Yahudileri`ne birik çağrısı ile başlamıştır.
Eğer Hertzel vatan olarak Amerika`da bir yeri seçseydi bu kendisi ve Yahudi toplumu için daha mantıklı olacaktı. Çünkü A-merika daha güvenli bir bölge idi. Ve ona destek olan insanlar Hertzel`in güvenliğini kendi güvenlikleri olarak kabul ediyorlardı. Fakat o bunu yapmadı. Yapamazdı. Çünkü İslam`a olan düşmanlığı onun hayalindeki gibi Filistin`de Yahudi vatanı kurma düşüncesine itti.
Osmanlı – Rus Harbi sırasında Hertzel , 2. Abdülhamit`e gelerek büyük paralar teklif etti. Ve Filistin`den küçük bir toprak parçası satmasını önerdi. Sultanın cevabı ise : ” Bu topraklar Müslü-marslarındır. Bu uğurda canlarını , kanlarım feda etmişlerdir. Bu topraklardan bir kanş dahi bütün dünya malım verseler sata-mam.” şeklinde olmuş ve Hertzel`i huzurundan kovmuştur. Fakat Hertzel ümitsizliğe düşmemiş ve 1897 yılında yani İsrail`in kuruluşundan 50 yıl önce ilk Siyon kongresini toplamıştır. Bu kongreden 50 yıl içerisinde Filistin topraklarında İsrail Devleti kurulması için bir karar çıkmıştır. Ne yazık ki Hertzel`in bu planı başarıya ulaşmış ve bu zaman periyodu içerisinde bu devlet kurulmuştur. Bazı kimseler Hertzel`in planının ana hatlarını bilmemektedirler. Şöyle ki : Birinci olarak ; İsrail devletinin kurulması , ikinci olarak ; vaat edilen topraklar denilen sahayı kapsayacak şekilde genişleme. Yani Hazret-i Süleyman`ın hükmettiği topraklar. Bu harita önce Filistin`den başlamak üzere Fırat ve Nil arasını kapsamaktadır. Üçüncü olarak ; Şam , Türkiye ve Mısır`ın işgal edilerek büyük Yahudi devletine ilhakı.
Bu planın gerçekleştirilmesi için Abdülhamit Han tahttan Yahudilerce indirildi. Batı emperyalizminin yol açtığı bütün savaşları desteklediler.
Yahudileri Filistin`de toplamak için İngiliz vesayet sisteminden bol miktarda yararlandılar. Abdülhamit Han bu plan karşısında son derece dikkatli idi. Cesur Kafkas Müslümanlarından büyük miktarda Filistin`e iskan etti. Kendini büyük harbe ve batı ülkelerinin birbirleriyle ihtilaflarından yararlanıp Osmanlı`yı tekrar eski günlerine döndürmek istiyordu. Ama bunu gerçekleştiremeden tahttan indirildi. İngilizler Yahudilere anlaşma ile Filistin`de zerresinde hakları olmayan bir bölümü verdi. Ve Siyonistler devlet kuruluşunu ilan edince de bir çok üyesi Yahudi kökenli olan BM tarafından kutlandılar. Hukuka ve anlaşmalara dayalı olarak kurulan bir teşkilat bir vatanın gerçek sahiplerinden zorla alınmasını nasıl destekleyebilir? Yahudiler orta çağda Avrupa`da ve İspanya`daki Hıristiyanların baskılarından ve zulümlerinden kaçarak Osmanlı İmparatorlu-ğu`na sığınmışlar ve uzun yıllar güvenlik içinde yaşamışlardı. Fakat onlar Osmanlı`ya ihanet edip arkadan vurmuşlar ve de İslam ümmetini parçalamak isteyen batılılar tarafından da destek görmüşlerdir.
Soru; Sayın Erbakan Sizi Osman/ı `rnn izinden giden biri olarak kabul edebilir miyiz?
Prof. Dr, Necmettin Erbakan: Ben her şeyden önce Hakkın izindeyim. Müslüman`ın işi budur. Batılın peşinden gitmezler onu yol edinmezler. Şimdi sorabilirsiniz. Hak nedir? Mesela Avrupalılar siyasetlerinin hakka dayandığını ileri sürerler. Hak onlara göre dört unsura dayanır.
Kuvvet: Kuvvetli isen hak seninledir. Bu Firavun mantığıdır.
Çoğunluk: Hak çoğunluğu elinde tutanındır. Bu yalnız başına bizim için yeterli değildir. Zira eğer bunu kabullenirsek Asya`da sayıları milyonları bulan , aynı zamanda çoğunluk teşkil eden ve ineğe tapan insanları Hakkın kaynağı olarak kabul etmemiz gerekir.
Ayırım: Hak siyah ırka karşı beyaz ırkındır.
Şahsi çıkarlar: Şahsi çıkarların bulunması kişiyi haklı bulabilir. Örneğin süper güçlerden birisinin lideri şahsi çıkarları olduğu için,ordularının ve donanmasının dünyanın her yerinde bulunmasını haklı gösterebilmektedir.
Biz bütün bu kriterleri reddediyoruz. Biz İslam`ın kriterlerini kullanarak Hak dört sebepten teşekkül eder diyoruz. Bunlar:
İnsanlar arasında eşitlik: İşte bu insanların arasında ayırım yapılmadan hayat haklarının bir özetidir. Bundan hareketle , namusun korunması , mülkiyet hakkı, inanç hürriyeti , hiç kimsenin bir diğerini inancı dolayısıyla tahkir etmemesi gibi eşitliğe dayanar haklar bütünü.
Çalışma ve gayret: ” İnsan için ancak çalıştığı vardır.” aye> tinde buyurulduğu gibi bu iki faktör de hakkın kaynaklanndandır.
Karşılıklı rıza: İnsanların arasında karşılıklı rıza ve yine karşı lıklı görevlerin ve sorumluluğun bilincinde olma.
4. Adalet: Eğer üç kişi çahştırıyorsak ve onlar aynı işi yapıyorlarsa ücretleri eşit olmalıdır. Kuvvet , ırk , çıkar veya çoğunluk hakların kaynağı olamaz. Bu kriterler putperest Roma hukukunun bir uzantısı olup Firavun metodunu temsil etmektedir. Ama bu konuda peygamberlerin bulunduğu çizgi dünyayı zulümden ve fesattan kurtarmış , İslam ile hak için bu kutsal mücadele daha da yükselmiş ve bu konudaki kriterleri insanlık için kemale erdirmiştir.

 

 

MİLLİ ÇÖZÜM MAKALELERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi