AKP’nin Ahlâk Ayarı; Yetiştirme Yurtları ve DIŞ POLİTİKA DUYARSIZLIĞI!
Yapılan bilimsel araştırmalar, nikotin zehri içeren tütün yapraklarına ve esrar üretilen Hint Keneviri otlarına, böceklerin ve sineklerin bile konmadığını; hatta karınca ve haşeratın margarin gibi suni yağlara yaklaşmadığını ortaya çıkarmıştır. Oysa insanla hayvanın farkı; Hakla Batılı, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı ayırmaya yarayan aklıdır. Hayvanların bile yaklaşmadığı zulüm ve zararlara bulaşan, hayrı ve şerri ayıramayan kimseler insanlık onurundan giderek uzaklaşmaktadır. Elazığ Palu kazasında yaşamış rahmetli Şeyh Mehdin Efendi, yeni kurdukları camilerinin açılışını yapmak üzere Karabegan’ın bir köyüne çağrılmıştı. Şeyh efendi, o köylülerin; faizcilikle uğraşan, komşular arasında fitne çıkaran ve başkasının namusuna kem gözle bakan huysuz ve soysuz bir adamı muhtar seçtiklerini haber almıştı. Camide ilk Cuma namazı kılındıktan ve ikram sofrasından sonra ilim ve hikmet ehli Rahmetullah Mehdin Efendiye yeni camilerini nasıl buldukları sorulunca verdiği yanıt herkesi şaşırtmıştı;
“Çok güzel ve gösterişli yapılmış, ancak önemli bir husus eksik bırakılmış… Caminin içindeki dört duvarı boyunca yemlikler (ahırlarda hayvanların yemlerini yiyeceği özel bölümler) de tamamlansaydı daha iyi olacakmış!..”
Sözde dindar kahraman AKP iktidarı döneminde bütün milli ve yerli Sanayimizin çökertilmesi, bütün fabrikalarımızın ve kazanımlarımızın yabancılara peşkeş çekilmesi yanında, ahlaki ve ailevi tahribat da korkunç boyutlara ulaşmıştı. Zina suç olmaktan çıkarılıp fuhuş yaygınlaştırılmış, eşcinselliğe meşruiyet kazandırılmıştı. İşte güya devletin denetimde ve AKP Hükümetinin gözetimindeki çocuk yetiştirme yuvalarının bir kısmı maalesef fuhuş merkezlerine ve gizli genelevine döndürülmüş bulunmaktaydı. Elazığ Harput Yetiştirme Yurdunda yıllardır devam ettiği anlaşılan ve bütün görevlileri açığa alınan tecavüz skandalı, bu dindar AKP’nin yüzkarası ve ahlâk aynasıydı. Ülkemizi, milletimizi ve ümmeti bu talihsiz gidişat ve tahribattan kurtarma umudu olması gereken Saadet Partisi ise, maalesef Oğuzhan Tarikatına çevrilmiş durumdaydı.
Milli Görüşçülerin Tarihi Sorumlulukları
Oğuzhan Asiltürk “tanık sıfatı”yla ve kendi iddialarıyla alakalı çağrıldığı savcılıkta ifade veriyor; Erbakan ailesiyle ilgili bütün tükürdüklerini yalıyordu!?
SP Genel İdare Kurulu üyesi (kendi tertibiyle YİK reisi) Oğuzhan Asiltürk de 12 Nisan 2012’de tanık sıfatıyla savcılıkta ifade veriyordu. Erbakan’ı 1954’ten bu yana tanıdığı için (Oğuzhan Bey gerçeği çarpıtıyor ve camiamızı yanıltıyordu. Çünkü S. Arif Bey’in açık beyanına göre, Erbakan Hocamız 1970 yılına kadar kendisini tanımıyordu. M.Ç.) ailesini de yakından bildiğini belirten Asiltürk, Zeynep Erbakan’ın dilekçe verdiğinden haberi olduğunu anlatıyordu. Çünkü zaten O’nu kendisi kışkırtıyordu. Zeynep Erbakan’ın dilekçesinin ardından Yüksek İstişare Kurulu’nu toplayıp Mehmet Altınöz ile Fatih Erbakan’ı çağırdıklarını, ama Fatih’in gelmediğini, Altınöz’e ise yalıyı sorduklarını belirten Asiltürk, “Kendisi ailesinin tasarrufları ile aldığını, zengin bir aileyi mensup olduğunu söyledi” diyerek, aylarca “Erbakan cihat paralarını, mala çevirip üstüne tapuladı ve bunları çocuklarına miras bıraktı” iddialarının birer iftira olduğunu böylece itiraf ediyordu.
Kendi iddia ve ithamlarına konu olan şirketlerin ve mal varlığının merhum Erbakan’a ait olduğu konusunda bilgisi olmadığını belirten Asiltürk, “Tam tersine bu şirketlerin hissedarlarının kendilerine ait malları olduğunu biliyorum. Bu şirketlerin ortakları partimizin faaliyetleri sırasında ihtiyaç duyulduğu zaman maddi yardımda bulunan insanlardır. Sürekli partiye yardım ettikleri için Zeynep Erbakan tarafından bu husus yanlış değerlendirilmiş ve şirketlerin mallarının babasına ait olduğu şeklinde bir kanaate varmıştır” (Milliyet / 22 Mayıs 2012) diye konuşuyor, böylece fesatçı ve fırsatçı tavrıyla, aylarca Erbakan Hoca’nın ve çocuklarının töhmet altında kalmasına yol açan yalanlarından, savcı huzurunda vazgeçiyor ve MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ’nin haklılığı bir kez daha ispatlanıyordu. Bakalım yalancı ve iftiracı Oğuzhan’ın yandaşları şimdi onun bu fitneliğine hangi mazeret ve kerametleri uydurmayı düşünüyordu? Rahmetli Erbakan Hocamız gibi aziz ve tertemiz bir şahsiyete değil, sade ve sıradan bir kimseye ve ailesine bile bu tür yalan isnatlarda bulunmanın ağır vebali ve kepazeliği ortada iken, şimdi zoru görünce kustuklarını yalamaktan sakınmayan bir kişiye; hala rağbet ve hürmet edenlerin, onlardan daha bayağı duruma düştüğüne tarih şahitlik ediyordu![1]
Bu şartlarda başlıca duyarlılığımız şunlar olmalıdır!
1- İnancımız ve çağdaş ihtiyaçlarımız doğrultusunda Erbakan Hoca’nın isabetli yorumları ve uygulamalarıyla oluşan MİLLİ GÖRÜŞ düşüncesine ve ADİL DÜZEN’e; ülkemizin, İslam ve insanlık âleminin çok acil ihtiyacı vardır.
2- Milli Görüş’ün tek adresi olan Saadet Partisi’nin, bugün düşürüldüğü acziyet ve hezimetin asıl sorumluları olan; ne kamuoyunda ne de tabanımızda artık kendilerine güven duyulmayan kişi ve ekiplerden kurtulması mutlaka lazımdır.
3- Aziz Hocamızın daha sağlığında iken, hem Numan Kurtulmuş’un yerine, hem kendisi yerine Saadet Partisi Genel Başkanlığına teklif buyurduğu, ama tevazu ve teslimiyetinden dolayı uzak durduğu ve o makama Hocamızı layık bulduğu bilinen ve yine vefatından kısa bir süre önce “kendisinin aramızdan ayrılması durumunda Genel Başkan yapılması ve etrafında toplanılması için” nasihat ve talimat verdiğine muhterem Recai Kutan Bey ve benzeri şahsiyetlerin şahadet ettiği, Sn. Mustafa Kamalak beyin artık Oğuzhan Asiltürk’ün güdümünden ve vitrin mankeni görüntüsünden mutlaka kurtarılması farzdır, şarttır. Her yönden güvenilir, dirayetli yüksek bilgili, birikimli ve seçkin bir şahsiyete destek verilmesi; Hocamıza ve davamıza vefamızın, ülkemiz ve milletimize hizmet aşkımızın bir gereği ve görevi sayılmalıdır.
4- Aziz Hocamızın maddi ve ailevi varisi, Sn. Fatih Erbakan Bey’in de, Mart 2011 Ankara Anadolu Otelde söylediği: “Rahmetli Babamızın ve Hocamızın vasiyet ve tavsiyesine aykırı olarak, Yüksek İstişare Heyeti ve partimizin yetkili birimleriyle görüşülüp, üzerinde mutabakata varılmadan birilerinin kendisini Yeni Lider ilan ettirme gayretleri yanlıştır ve böylesi şahsi kaprislere kapılmamalıdır” anlamındaki uyarılarının muhatabı olan Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin tasarlayıp tezgâhladığı:
• Taşıdıkları şerefli soyadından dolayı kendisini öne çıkarıp yararlanmak heveslerine asla alet olmayacağı umulmaktadır.
• Fatih Bey’in tarihi ve vicdani sorumluluğun gereğini yapması, bizzat Hocamızın önemle tavsiye ve tayin ettiği istikametten ve Saadetten ayrılmaması, biraz daha deneyim ve donanım sahibi olarak mutlu geleceğe hazırlanması en hayırlı olanıdır.
5- Camiamızda hizmet ve samimiyetle sivrilip sevilen, başından beri davamıza ve Hocamıza sadakat gösteren, çok değişik ve etkili kesimlerde de saygı gösterilip güvenilen; ama maalesef partimize çöreklenmiş malum kişilerce sürekli dışlanıp-suçlanıp itilen, ilim ve itibar ehli kadroların da yeniden devreye sokulmasının ve hizmetlere kuvvet ve katkı sağlanmasının zamanıdır.
6- Partimizdeki iz’an, vicdan ve vefa sahibi kurmayların ve yetkili kadroların, kendilerine itimat ve itibar edilen dava erbabıyla kesinlikle irtibat halinde olmaları, önemli açıklamalarını Onların da hazır bulunduğu ortamlarda yapmaları daha inandırıcı ve toparlayıcı olacaktır.
7- Türkiyemiz, maalesef BOP çerçevesinde, resmen olmasa da, fikren ve fiilen bölünme aşamasına gelip dayanmıştır. Milli vicdanın ve sorumluluk taşıyanların bu talihsiz gidişata fırsat vermeyeceği, ama stratejik bir sabırla şartların olgunlaşmasını beklediği hesaba katılmalıdır. Maalesef basiretsiz ve gayri milli politikalar sonucu Türkiye de siyaset ve meclis tıkanma noktasına gelip dayanmıştır. Bazı muhtemel ve mutlu gelişmeler sonucu, sadık ve sağlam ellerdeki bir Saadet Partisi, kendi partilerinden kopan milletvekilleri için sığınılacak bir liman konumunda olacak, tarihi ve talihli hizmetlere merkezlik yapacaktır.
8- Şevket Kazan 14 Temmuz 2010 tarihinde Star TV’de gözyaşı dökerek yaptığı konuşmada:
“Biz gidiyoruz yav… Biz ömrümüzün sonuna gelmişiz. Numan Bey’e kolaylık sağlıyoruz, Numan Bey’e zemin hazırlıyoruz, Numan Bey’in Türkiye çapında değil, dünya çapında bir lider olması için çırpınıyoruz, çırpınıyoruz yav… Ama bunu kendisinin anlamaması bizi fevkalade üzüyor…” diye sızlanıyordu. Saadet partisi GİK üyesi ve Oğuzhan Asiltürk ekibinden Abdulvahap Ekinci ise Elazığ Saadet Partisi İl Binasındaki toplantıda 100 kişinin huzurunda yaptığı konuşmada: “Erbakan Hoca’nın Numan Kurtulmuş’un Genel Başkan olmasını istemediğini, ancak teşkilatların Numan Kurtulmuş Genel Başkan olsun isteklerine müdahale etmediğini bildiğini”, bütün katılımcıların önünde söylüyordu. Tabi bu açıklamayı; “Numan Kurtulmuş’un gerçek niyeti ve mahiyeti ortaya çıktıktan sonra sırf partililere hava olsun diye söyledikleri ve niçin bunları daha önce dile getirmedikleri ve hele Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan’ın neden Numan’ın Genel Başkanlığına yardım ettikleri ve iki yıl boyunca onca tahribatına rağmen, asla tenkit ve ikaz etmedikleri de” soru işaretleri oluşturuyor ve kafa karıştırıyordu.
Abdulvahap Ekinci’nin; Numan Kurtulmuş’un Genel Başkanlığını Erbakan Hoca’nın istemediğini söylemesi, bu durumun GİK üyesi çoğu kişi tarafından da bilindiğini gösterdiği halde ve tabi Şevket Kazan’ın bundan haberinin olmaması mümkün olmadığına göre, Şevket Kazan’ın kalkıp Star TV’de “Biz Numan Bey’in Türkiye çapında değil, dünya çapında bir lider olması için çırpınıyoruz” demesi üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyordu. Acaba Şevket Kazan, “BİZ” dediği hangi kesim ve kişilerle, Numan kurtulmuşu Türkiye değil dünya çapında bir lider yapmaya ve Milli Görüş’ü rayından saptırmaya çalışıyordu? Öyle ya Erbakan Hoca Numan’a soğuk baktığına göre Şevket Bey’in “BİZ” dediği hangi gizli ve kirli kesimler oluyordu?
İşte, tüm sadık dava dertlileri gibi, Sn. Fatih Erbakan Bey’in de; böylesine dava samimiyetine aykırı ve kuşku uyandırıp kafa karıştırıcı davranışları artık kesinleşen ve haklı olarak şüphe edilen Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk ekibine ve tahribine karşı sadakat, feraset ve cesaret ehliyle birlikte hareket etmesi, Onun da, davamızın da manevi menfaati icabıdır. Özetle:
“(Sonunda) azmettiğin zaman, artık Allah’a tevekkül edip (hayırlı işe giriş)” (Ali İmran: 159)
Ayetinde emrolunduğu gibi, Allah’ın rızası ve insanların huzur ve hatırı yolunda, haklı ve hayırlı bir niyet ve gayretle, her türlü hazırlığını yapıp, sonunda başarı için sadece Allah’a güvenmek, müminlerin şiarıdır.
Uyarıcı Rü’yalar ve Sorumluluklar!
Cemaat- Hükümet kapışmasında yaşanan seviye ve samimiyet tartışması artık zıvanadan çıkmıştı. Her iki taraf da yalan söylüyorsa böylesi ahlâkı ve ayarı bozuklar, dolgun Müslüman değil, olgun insan bile sayılmazdı. Yok eğer her iki taraf da doğru söylüyorsa, bu iftiracılardan kurtulmadıkça huzur bulunamazdı. Türkiye’mizin sinsice kuşatılması, yeryüzündeki mazlumların ve özellikle Müslümanların çok ağır hakaret ve sefaletlere mahkûm bırakılması ve maalesef insanımızın giderek duyarsızlaşması ve ahlaki dejenerasyona uğratılması karşısında sessiz ve tepkisiz kalmak mü’mine yakışmazdı. Her bunaldığımızda ve umut ışığı aradığımızda yaptığımız gibi, yine yüce Allah’a C.C. sığınarak, tefaülen Kur’an’ı Kerim’i açıp bir teselli mesajı ararken, Mübarek Fetih Suresinin, müjdeli ilk ayetleri karşımıza çıkmıştı. Üstelik farklı zaman ve zeminlerde aynı sığınma ve umut arama girişimi tekrarlandığında, üst üste yine aynı ayetlere rastlanması, dikkatimizi daha da yoğunlaştırmıştı.
Cenabı Hak, ilgili Ayet-i Celile’de şöyle buyurmaktaydı:
“Şüphesiz Biz sana, apaçık bir fetih (ve zafer) verdik. (ve vereceğiz. Böylece) Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimeti tamamlayıp (seni izzetli ve faziletli yapsın) ve seni sıratı müstakime ulaştırsın.(hidayet ve inayetiyle; en haklı, hayırlı ve başarılı sistem ve yöntemlere muvaffak kılsın)” (Fetih Suresi: 1 ve 2. ayetleri)
Bu ayeti kerimede, asıl üzerinde duracağımız ve umutlandığımız bölüm: “Liyağfire leke-llahü-Allah seni mağfiret buyuracak!” kısmıydı. Mağfiret, “Ğafere” kökünden, kötülük ve çirkinlikleri kapatıp bağışlama anlamı taşımaktadır. “Ğafere” Arapçada; “bir nesnenin veya kimsenin, kirden ve dış etkilerden korunacak bir şeyle kaplanması” manasındadır. Bir şeyin veya elbisenin, eskimişlikten veya pislenmişlikten kurtarılıp güzel bir görünüme kavuşturulması için boyanıp cilalanması da “Ğafere” ile anlatılır. Ve tabi “Ğafur” sıfatı da, Yüce Rabbimizin istediği kulunu, azab ve ikabtan koruma altına alıp bağışlamasıdır. Birilerinden yüz çevirip kendi haline bırakılması anlamında da, Kur’an’ı Kerim’de birkaç yerde kullanılmıştır. Şimdilerde “Kask” denilen, özellikle askerlerin çelik başlıklarına söylenen “Miğfer” kelimesi de bu “Ğafere” kökünden çıkmıştır. Kadınların yağlı ve kirli saçlarını örtmek için kullanılan kalın ve sık dokuma eşarplara da, Arapçada “Ğıfare” tabir olunmaktadır.
Hicri “1435”, insanlık için Fetih ve kurtuluş yılı mı yaklaşmıştı?
“Liyağfire leke-llah” müjdeli ayetinin “ebced” hesabı ise, tam tamına 1435 tutmakta, bunun da içinde bulunduğumuz Hicri yıla denk düşmesi, çok önemli sırları ve muştuları özünde taşımaktadır. Şöyle ki: “Liyağfire”=1320, “Lekel-lah”=115 toplam:1435 çıkması, tarihi bir işaret ve talihli bir beşaret (müjde) makamındadır.
Tam bu süreçte gördüğümüz bir rüya, hem bizleri uyarma hem de eğitip olgunlaştırma şeklinde yorumlanmıştır.
“Rüyamda; hem trafik karmaşasından kurtulmak, hem de varacağımız yere rahat ve kolay ulaşmak için; dağların, apartmanların ve ırmakların üzerinden havada uçuyorum. Hedefime yaklaştığımda, aşağı doğru süzülüp mecburen insanların üzerinden geçerken, bir anda beni uçar vaziyette görenlerin takdir ve tebrik etmesini umuyorum. Ama hayret, tam aksine insanlar bana: “Yahu sihirbazlık haram değil mi? Niye gösteriş yapıyorsun!” şeklinde sataşmaya başlayınca hem utanıyorum, hem de “insanlardan ilgi ve iltifat beklenmemesi” gerektiğini anlıyorum. Ve milli çıkarlara sahip çıktığı için masonik medyaya yaranamayan bir Fransız Kralının, yorucu ve uzun çabalar sonucu, su üzerinde yürümeyi başarıp, bunu ispatlamak ve artık aleyhinde yazılıp konuşulmasına engel olmak üzere, marazlı medyayı çağırarak bir göl üzerinde yürüdüğü fıkrayı hatırlıyorum. Gösteri gerçekleşiyor. Ve Kral yarınki manşetleri heyecanla beklerken, yazılanlar onu hayal kırıklığına uğratıyordu; “Çok ayıp, bizim Kralımız yüzme dahi bilmiyor.!?”
Aynı rüyada, yine havada uçarken tarihi yapıları ve manzarası güzel bir yere inmek istiyorum, tam o sırada hemen yanımdan geçen bir trenin altında kalıp kıvranmaya başlıyorum ve sekiz-dokuz yaşlarında küçük bir seyyar satıcı çocuk tarafından kurtarılıyorum.
Derken uçmayı bırakıp yerde yürümeye başlıyorum, ama gideceğim yer hala uzak ve bende hiç para bulunmuyor, bu nedenle işe çıkan bir kamyonetin arkasına gizlice biniyorum. Az ileride bir yere uğrayıp, tekrar hareket edecek olan kamyonetten inip arkasındaki el çantamı almak isterken, birden kalkıp gitmeye başlıyor. Ben artık peşine düşüp çantamı geri alamayacağım diye üzülürken, o çantayı küçük bir süs köpeğinin boynuna takılmış görüp şaşırıyorum. Ancak o da bahçe duvarlarından, sokak aralarından, dar ve dik orman ve ırmak kenarlarından koşup kaçtığı için, yine çantamı kurtaramıyorum. Ve şunu düşünüyorum; Allah-u Taala çok sevdiğimiz ve kıymet verdiğimiz bir şeyi elimizden almak isterse, değil uçak, tren ve kamyon gibi koşarak asla yetişemeyeceğimiz vasıtalarla, hatta küçücük bir köpek gibi basit vesilelerle de bizi mahrum bırakmaya kadirdir ve zahiri sebeplere fazla takılmayıp Mevla’mızın takdir ve taksimine razı olmamız gerekir!
Rabbimiz, hayatımızda ve rüyamızda karşılaştığımız her olaydan ibret almamızı ve hikmet çıkarmamızı kolaylaştırsın. Bizi nefsimizin kuruntu ve heveslerinden ve şeytanın vesveselerinden koruyup kurtarsın. (Amin)
“İnsana bir zarar (ve sıkıntı) dokunduğu zaman (hemen) bize dua edip yalvarmaya başlamaktadır. Sonra ona kendi katımızdan bir nimet (fazilet ve servet) ihsan ettiğimizde (ise): “Bu bana, kesinlikle (kendi) bilgim (beceri ve gayretim) dolayısıyla verildi” (diyerek şımarıp şaşırmaktadır). Halbuki (bütün) bu(nlar) bir fitne (ve imtihan aracı)dır. Velakin (insanların) çoğu bilmiyor (cahil ve gafil davranmaktadır)” (Zümer Suresi: 49) ayeti kerimesinin ikaz ve irşadına (uyarı ve olgunlaştırmasına) uygun, şuurlu ve huzurlu davranmamızı kolaylaştırsın (Amin).
İman; Allah’ın karşısındaki güçleri, karınca ayarında saymaktır!
“Onlar (gerçek Müslümanlar şu kimselerdir ki, zalim ve gafil) insanlar kendilerine: “(Dikkatli olun, kuvvetli ve etkili) adamlar size karşı (güç ve tuzak) toplayıp hazırladılar, onlardan korkun (ve geri durun!) dedikleri halde, imanları artanlar ve “Allah bize yeterlidir, O ne güzel ve mükemmel vekildir” diyerek (Hakka hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve sağlam duranlardır)” (Ali-İmran:173. Ayet)
Evet, ümit imanın canıdır. Elbette Mü’mine yakışan Havf ve Reca (Korkuyla Umut) arasında yaşamaktır. Örneğin trafiğe çıkarken herhalde kazaları ve cezaları hesaba katarak tedbirli davranmak lazımdır. Yolun rahatlığına, arabanın sağlamlığına ve şoförlükteki ustalığına güvenip aşırı hız yapmak ve trafik kurallarına uymamak büyük hatadır ve çok ağır ve acı sonuçlar doğuracaktır. Ancak aşırı korku ve kuşkularla ve evham hastalığıyla hiç trafiğe çıkmamak, çıkınca da paniğe kapılmak ise daha büyük bir saplantı ve baş belasıdır. Değil görülen varlıkları, olayları ve güç odaklarını hatta Atom çekirdeğindeki Nötron ve protonları oluşturan Kuark’cıkları ve elektronların ayrıştığı Lepton (enerji parçacıklarını) bile her an yaratan ve kudret elinde tutan Allah’tan değil de, Amerika’dan Avrupa’dan ve onların işbirlikçisi taşeron iktidar ve cemaatlerden korkup onların tarafına yanaşanlar aslında ne kadar ahmaktır!.. Oy oranlarına ve ellerindeki medya ve para imkânlarına bakıp, bunlarla asla başa çıkılmayacağını sanmak ve savunmak, imana, İslam’a ve insanlık onuruna aykırıdır!
“Canım AB’ye girince toprak mı vereceğiz? NATO üyesi olduk diye Haçlıların emrine mi girdik?” diye hava atan ucuz ve uyuz kahramanlar, Başbakan yaftası taşısa da, aslında “boş bakan” sıfatındadır ve yalan söyleyip halkı aldatmaktadır. Çünkü AB’ye tam üyelik, bütün Milli hâkimiyet haklarımızı Haçlı Avrupa’nın güdümüne bırakmaktır. Ama bu gaflet, dalalet hatta hıyanet ehli unutmasınlar ki, bu Aziz Milleti ve devletimizi yıkmak isteyen gavur patronlar ve taşeronları mutlaka hezimete uğrayacak, bir “Kuyucu Murat Paşa” yine çıkacaktır. Evet Osmanlı Döneminde Safavilerle ve Haçlı kesimlerle işbirliği yapıp ve on binlerce eşkıyayı etraflarına toplayıp Meşhur Celali İsyanlarını başlatarak Osmanlı-İslam Devletini yıkmaya kalkışan Kalenderoğlu ve Canbulatoğlu gibi isyancıları bazen birbirine düşürerek, bazen hadlerini bildirerek bazılarına da geçici olarak Sancak Beyliği ve Paşa rütbesi vererek fitne-fesadı ortadan kaldıran Kuyucu Murat Paşa’nın zuhuruna, Muhyiddini Arabi Hz.leri bile tam 500 yıl öncesinden “Kutlu kahraman Kuyucu Koca!” diye işaret buyurmuşlardır. Hayret vericidir ki, Kuyucu Paşa, o sırada 70 yaşına yaklaşmıştır, yani “Kocamış” çağında bu işleri başarmıştır.
AKP’nin Dış Politika Duyarsızlığı!
Amerika, Kanada’nın da katılımıyla Baltık ülkeleri açıklarında ve Polonya’da, Rusya’ya gözdağı vermek amaçlı ve on binlerce asker, binlerce tank ve yüzlerce uçak katılımlı askeri tatbikatlar başlatmış, ayrıca Karadeniz’e savaş gemileri yığmıştı. Buna karşılık Rusya hem Karadeniz’de hem Güney ve Orta Amerika’daki müttefik üslerinde tarihin en önemli askeri tatbikatlarını yapmaktaydı. Güya Esed rejiminden ve IŞİD tehlikesinden Türkiye’yi korumak için bir bataklığa çekmek isteyen ABD’nin; burnumuzun dibindeki Karadeniz’de bu tatbikat ve yığınaklarla bizi Rusya ile kızıştırmak hatta kapıştırmak hesapları, aklı çalışanların dikkatinden kaçmamaktaydı.
Bomba iddia: Putin Müslüman olmuştu ve sürekli Kur’an okumaktaydı!
Tam böyle bir sırada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Müslüman olduğu” iddiaları oldukça enteresandı. Bunlar doğruysa Putin’in, Siyonist güdümlü ABD ve AB emperyalizmine karşı, İslam Dünyasıyla uzlaşma ve güçlü bir cephede buluşma stratejisi, akılcı ve hayırlı bir adım sayılırdı.
Rus medyası tarafından gündeme taşınan “Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Müslüman olduğu iddiası” gündemi sarsmıştı. Rus Interfax haber ajansına dayandırılan habere göre, Putin’in basın danışmanı Dimitri Peskov, Putin’in Müslümanlığı seçtiğini açıklamıştı. Peskov’ın, bu yöndeki sorulara, “Evet, Putin böyle bir karar aldı” cevabını herkesi şaşırtmıştı. Danışman Peskov, Putin’in özel nedenlerle böyle bir karar aldığını kendisinin de zaman zaman Kur’an-ı Kerim okuduğunu aktarmıştı. Gezitter.org internet sitesinde yer alan habere göre bir süredir Kur’an – ı Kerim okuyan Vladimir Putin İslam’ı din olarak seçip Müslüman olma kararı almıştı. Interfaks Televizyonu’na dayandırılan habere göre Vladimir Putin’in basın danışmanı Dimitri Peskov da iddiaları doğrulayarak “Evet, Putin böyle bir karar aldı” ifadelerini kullanmıştı. Azerbaycan merkezli yayın yapan internet sitesi Ans Press’e göre ise, Putin’in basın danışmanı Peskov, “Vladimir Vladimiroviç her şeyi bana danışmıyor ancak ben onu uzun süredir tanıyorum ve Kur’an okuduğunu biliyorum. Ben de aynı konuyla ilgileniyorum ve ben de Kur’an okuyorum.” şeklinde konuştu. Ans Press’e göre Çeçenistan’ın Rusya yanlısı Cumhurbaşkanı Kadirov da mikro blog sitesi Twitter üzerinden yayınladığı mesajla “Putin’in kâfirlere ve münafıklara karşı cihat ilan edeceğini” yazmıştı. Putin’in Müslüman olduğunun bir süredir gündemde olduğunu söyleyen internet sitesine göre Kuzey Kafkasya’ya giden Devlet Başkanı Müşaviri Mihail Şevçenko, Kafkasya’daki Müslümanları Rus bayrağı altında toplanmaya çağırmıştı. Öte yandan politik analist Sergey Makarov, “Putin’in kararı jeopolitik durumla da ilgili. Başkanımızın ana kaygısı Rusya’nın menfaatleri. Liberal Batı ahlaksızlığıyla kuşatılmış durumdayız ve İslam ülkeleri bizim için güvenilir müttefikler olabilir. Son tahlilde hepimiz tek Tanrı’ya inanıyoruz.” Diyerek bizim tahminlerimizi doğrulamıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da bu iddiaları yalanlamadığı öne sürülürken henüz ana akım medyada konuyla ilgili bir yorum yapılmaması dikkat çekici bir tavırdı.[2]
AKP şantiye yerine rantiye ekonomisiyle geleceğimizi batırmaktaydı. Resmi ve hileli istatistiklere göre işsizlik %11’e, gerçekte ise %20’ye dayanmıştı. Ülkeyi “Anonim Şirket” gibi yönetme sevdasının altında “Anasının Çiftliği” görme sapkınlığı yatmaktaydı.
1990’lı yıllarda Doğuş, Tekfen, Enka, MNG, GAMA, GÜRİŞ gibi firmalar devletin büyük işlerini yapıyorlardı. Ogün bu firmaların taşeronluklarını yapanlar bugün AKP’nin sevilen şirketleri haline dönüşmüş durumdaydı. Cengiz, Limak, İçtaş, Kolin, Kalyon, Makyol, Özaltın gibi firmalar bunlardan bazılarıydı. Bu firmalar otoyol, köprü, havalimanı, elektrik üretimi, elektrik dağıtımı gibi yap-işlet; yap-işlet-devret ve işletme hakkı devir projeleri alıyorlardı. Bu projelerin hemen tamamı kamu imtiyazı içerdiğinden büyük paraların kamu garantisiyle kazanıldığı projeler sayılmaktaydı. Anlayacağınız bunlar karı ve rantı yüksek projeler olup maalesef üretime dayalı bir fabrika falan kurulmamıştı.
Ekonominin gerçek sorunları sürekli gizlenip ertelenen ve “Anonim şirket gibi idare edilmeli” denilen Türkiye’de işsizlik had safhaya ulaşmıştı. İşsizlik oranı, Aralık ayında yüzde 10.9’a varmış son 4 yılın rekorunu kırmıştı. İşsiz sayısı 3 milyon 145 bin kişiyi bulurken, gençler arasındaki işsizlik ise yüzde 20.2’ye çıkmıştı. Oysa gerçek rakamlar ise bunlardan çok daha fazlaydı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2014 yılının Aralık ayına ilişkin “İşgücü İstatistikleri”ni açıklamıştı. Buna göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı Aralık ayında 3 milyon 145 bin kişiye ulaşmıştı. İşsizlik oranı ise yüzde 10.9 seviyesini aşmıştı. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 10.2, kadınlarda ise yüzde 12.6 olarak hesaplanmıştı. Aynı dönemde tarım dışı işsizlik oranı yüzde 12.9’a dayanmış. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı yüzde 20.2 iken, 15-64 yaş grubunda bu oran yüzde 11.2 olduğu açıklanmıştı, oysa gerçek rakamlar çok daha yüksekti ve halkımızdan saklanmaktaydı.
Çalışanların Yüzde 11’ini “Ücretsiz Aile İşçileri” oluşturmaktaydı.
İstihdam edilen 25 milyon 642 bin kişinin 17 milyon 153 binlik kısmını ücretli veya yevmiyeliler oluşturmaktaydı. Ücretli veya yevmiyelilerin toplam istihdam içindeki payı yüzde 66.9’a dayanmıştı. İstihdam edilenlerin 4 milyon 489 binini (yüzde 17.5) kendi hesabına çalışanlar, 2 milyon 864 binini (yüzde 11.2) ücretsiz aile işçileri ve 1 milyon 136 binini (yüzde 4.4) işverenler konumundaydı, yani bomboş evinde oturan köylüler ve eşleri “çalışanlar sınıfına” katılarak rakamlar abartılmıştı.
Para faize gidince bütçe açığı artmıştı.
Merkezi Yönetim Bütçesi Şubat ayında 2.4 milyar lira açık verirken; bu duruma yüzde 107 artışla 6.9 milyar liraya yükselen faiz giderleri yol açmış. İki ayda faize ödenen tutar, yüzde 42,7 artmış ve 11.9 milyar lirayı aşmıştı. Maliye Bakanlığı, Şubat ayı bütçe uygulama sonuçlarını açıklamıştı. Buna göre, Şubat’ta bütçe gelirleri, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 16,6 artarak 40.2 milyar lira, bütçe giderleri ise yüzde 29.8 artarak 42.5 milyar liraya ulaşmıştı. Maliye Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, bütçe açığındaki artışa yüzde 107,1 yükselen faiz giderleri yol açmıştı. Yani köklü ve kutlu bir inkılap-değişim artık kaçınılmazdı!
[1] Bak: http://gundem.milliyet.com.tr/babam-mallarini-ucuncu-kisilere-emanet-etmedi-/gundem/gundemdetay/22.05.2012/ 1543244/default.htm
[2] 13 Mart 2015 – http://www.rotahaber.com
https://www.millicozum.com/mc/temmuz-2015/2015-06-26-20-44-44