Kendi kavmini, mensubiyetini, ülkesini ve devletini sevmek ve sahiplenmek normal bir yaklaşımdır. Aynı dili konuştukları, aynı geçmişi ve gelenekleri paylaştıkları kavmine yakınlık ve yatkınlık duygusu… Vatanına, bayrağına ve kutsalına bağlılık şuuru olan Müspet Milliyetçilik hem doğaldır hem de gerekli ve yararlıdır. Bir hadisinde Hazreti Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin en hayırlınız, kendi aşiretini ve (kavmini, çeşitli saldırılara karşı) müdafaa edip (savunanlardır). Ancak (İslam’a ve insan haklarına aykırı davranışlara yönelen aşiretini ve kavmini sahiplenip savunmak ise haramdır ve) günahtır.” (Ahmed bin Hanbel – İbn Cerir et-Taberi’nin Ukbe Bin Amir’den tahriciyle)
Kendi kavmini veya kabilesini başkalarından üstün görmek, herkesten daha asaletli ve faziletli olduklarını ileri sürmek ise IRKÇILIK’tır, haramdır ve çağdışı bir saplantıdır. Çünkü bu temelsiz iddia, hâşâ, Cenab-ı Hakkı adaletsizlikle suçlamaktır. Evet, bir kavmi veya kabileyi, diğerlerinden daha üstün özellik ve yeteneklerle yaratıp donatmak, ama aynı imtihana tâbi tutmak adalet ve hakkaniyete aykırıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphesiz Allah, hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) insanlara zulmetmez. (O, kullarına haksızlık etmekten ve zarar vermekten münezzehtir.) Ancak insanlar (günahlara dalmak, fıtrata ve şeriata aykırı davranmak ve kötülüklere sapmak suretiyle) kendi kendilerine zulmetmekte (bela ve cezaları hak etmekte)dirler.” (Yunus Suresi: 44)
“(Ey kâfirler!) İşte (uğradığınız) bu (şiddet ve zahmet), sizin ellerinizin önceden takdim ettiği işler (kötülük ve nankörlükler) yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara asla zulüm (haksızlık ve yanlışlık) edici değildir (denilecektir).” (Enfâl Suresi: 51)
Irkçılık sapkınlıktır ve Bâtıl Sistemlere uşaklık kılıfıdır!
Herhangi bir ırkın, kavmin ve kabilenin kendisine mahsus bir sistemi bulunmamaktadır. Sadece kapitalist veya sosyalist sistemlere uyum sağlamanın bâtıl bir aracıdır. Bugün ülkemizde, Siyonizm güdümündeki Haçlı AB kriterlerini uygulamanın, yani emperyalist Batı’ya demokratik köle olmanın; İslamcılık veya Türk Irkçılığı gibi jelatinler sarılıp sunulması tam bir sahtekârlıktır.
Bu nedenle diyoruz ki; kendi milletini, milli ve manevi değerlerini, bağımsızlık ve bekasının gereklerini, kutlu simgelerini ve imgelerini, devletini, hürriyet ve haysiyetini sevmek ve sahiplenmek olan MİLLİYETÇİLİK, hem lazımdır hem de yararlıdır. Ancak kendi kavmini ve kabilesini üstün görmek, ama zalim ve kâfir Batılıların bozuk sistemlerini benimseyip Milliyetçilik ve İslamiyetçilik jelatini ile kutlu ideal haline getirmek ise IRKÇILIKTIR ve Batı’ya uşaklıktır!..
Hatta bu ırkçılık sapkınlığına yakalanıp beyni küflenmiş ve kalbi kirlenmiş bazı insanlar arasından: “Bize ne HAMAS’tan, Filistin’den, Gazze’den… Onlar Türk bile değiller, bırakın Araplar düşünsünler!..” diyenler bile çıkmıştır. Evet, işte ırkçılık hapı ve hastalığı, değil sadece İslamlıktan, insanlıktan bile çıkarmaktadır…
Irkçılık saplantısına kapılanların boş iddiaları!
Irkçılık güdenlerle yaptığımız münakaşa ve müzakerelerde, nereye ve niçin gittiğini idrakten aciz ve bütün yaygaraları “uydum kalabalığa” demekten ibaret olan kesimlerin çoğu bir tarafa bırakılırsa, bu iddiada bulunan kimseleri ve öncülerini ikiye ayırmak lazımdır.
Bunların birtakımı “Kökten Türkçü”, diğer takımı “Türkçü İslamcı”dır. Kökten Türkçüler, temelinden yeni bir inanç ve ideal oluşturmak; “yeni bir iman” ile “yeni bir kavim” “yeni bir millet” meydana çıkarmak iddiasındadırlar. Bunların sohbet ve söyleşileri esnasında en makul olarak söylediği sözler aşağı yukarı şu anlamdadır:
“Bizi ırkçılık gayesini gütmeye sevk eden şey, Türklerin içte ve dışta karşılaştıkları tehlikelerdir. Şimdiye kadar bu devletin kurulmasını ve devamını temin için canını ve malını feda etmekte en önde gelen Türklerdir. Bunca çalkantılar ve çarpışmalar, bunca fedakârlıklar neticesinde Türk unsuru zayıf düşmüşlerdir. Milli eğitimi, ticareti, sanatı, ziraatı ve diğer kalkınma programları gerilemiştir. Artık kendini toparlaması ve biraz da kendine bakması lazım gelir. Bunun için de yeni bir mefkûre, Türklük esasına dayanan yeni bir ideal gereklidir. Her şeyden önce buna yönelmelidir. İslam’a bağlılık ise ikinci, üçüncü derecededir. Ahiret işlerini henüz dünyada iken kendine dert edinmek, bizce boşuna bir gayrettir. Biz öncelikle bu dünyadaki saadetimizi temin etmenin yolunu arayıp bilelim. İşte görüyoruz ki, toplumda din duyguları gevşemiştir. ‘İ‘lâ-yi Kelimetullah’a = Allah’ın ismini yükseltmeye’ de Avrupa ve Amerika engeldir. Demek ki eski iman ve İslam anlayışı ile kurtulmamız mümkün değildir. Hem kurtaracak bir şey olsaydı zaten bu hâle düşmezdik. Bir de bu kavmiyet (milliyetçilik) cereyanı Avrupa’dan kopup gelen bir seldir. Bunu durdurup önlemek, boşuna bir gayrettir. Çağdaşlaşıp modernleşerek yükseleceksek Avrupa topluluğundan ayrı düşemeyiz. İşte bu nedenle halkımız, evvelâ Türklük şuuruna ermeli, sonra Müslümanlık gütmelidir.
…
MAKALEYİ OKUMAK/DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ..