A. EMPERYALİZM VE PETROL
BAĞDAT KONFERANSI
Bağdat`ın tam merkezinde, zafer abidelerinin yanındaki görkemli büyük binanın avizeli salonundayız. Kırkdan fazla Müslüman ülkeden davet edilmiş altı yüze yakın ilim, fikir ve devlet adamlarının karşısında Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, askeri üniformasıyla kürsüde konuşuyordu. Arkasında iki generali ayakta, muhafızı olarak duruyordu. Günlerden 17 Haziran 1990 … Körfez krizinin başlamasına daha bir buçuk ay var. O gün dört saat konuşan Sayın Saddam Hüseyin bizlere, bir gün evvel ABD`de Yahudi Lobisinin aldığı kararları açıklıyordu:
“İran – Irak Savaşının ardından Ortadoğu`da denge İsrail`in aleyhine bozulmuştur. Irak`ın ordusu dokuz yıl süren büyük bir savaş tecrübesi kazanmıştır. Ayrıca Irak Ordusu diğer ülkelerin desteğiyle modern silah ve teçhizata kavuşmuştur. Füzeler, Kimyasal silahlar bakımından büyük bir cüce sahiptir. Atom bombası yapmanın arefesindedir. Uzun menzilli füze rampalarının hazırlığı içindedir. Bu güç İsrail`e karşı büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Ne pahasına olursa olsun bu güç ezilmelidir ve Irak`a karşı bütün Batılı ülkeler tarafından silah ambargosu uygulanmalıdır.”
Saddam Hüseyin, ABD`deki Yahudi Lobisinin son kararlarını açıkladıktan sonra daha o gün gelecek tehye işaret ediyordu. Ve diyordu ki; “Bize, fiilen ambargo konulmuştur. Sadece savunma ihtiyaçları bakımından değil, onarmak istediğimiz ve kurmak istediğimiz petrokimya sanayinin ihtiyaçlarını bile temine engel olmaktadırlar. Hatta yola çıkan kalın cidarlı çelik borularımız dahi başka ülkelerden geri çevrilmiştir. Üzerimizde çok yönlü bir plan uygulanmaktadır. Haksız tecavüzler ve davranışlar dayanılmaz boyutlara gelmektedir. Bu tecavüzde Irak hedef alınmışsa da gerçekte maksat bütün İslam Alemini ezmektir. Onun için biz bu Konferansımıza slogan olarak düşmana karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın anlamındaki Ayeti Kerime`yi seçtik”
Tam 99 gün. sonra, 23 Eylül 1990 günü yine Bağdat`tayız Körfez Krizi`nin en ateşli günlerindeyiz. Her an Üçüncü Dünya Harbi`nin çıkacağı endişeleri yaşanıyor.
Tam bu sırada yine Saddam Hüseyin’le beraberiz. Ancak bu sefer ne Bağdat`ın görkemli konferans salonunda, nede Saddam Hüseyin`in Sarayı`nın ihtişamlı bir bölümündedir. Sarayın sade döşenmiş bir salonundayız.
Saddam Hüseyin dinç görünümlü ve dinamik yapısıyla salona girdi. “Sayın Erbakan hoş geldiniz. Uzun zaman beri görüşemedik. Tekrar buluştuğumuza memnun oldum.” diyerek söze başladı. Üç saat süren bir görüşme yaptık. Saddam Hüseyin bu görüşmemizde 99 gün önce Bağdat Konferânsı`nda işaret ettiği hususların nasıl ortaya çıktığını önemle belirtti ve bilhassa üzerlerinde uygulanan planların dayanılmaz noktaya gelmesi dolayısıyla müdahaleye mecbur kaldıklarını ifade etti. Yani “Kendi tercihimizle değil, mecbur kaldığımız için bu adımı attık” diyordu.
KÖRFEZ KRİZİ NİÇİN ÇOK MÜHİM
Bütün Dünya`nın gözlerinin dikildiği Bağdat`ta, gece saat 9`dan 12`ye kadar devam eden 3 saatlik görüşmemizden sonra otele giderken, bütün konuşmaları bir kere daha zihnimde hatırlamaya çalıştım. Her şeyden önce Körfez Krizi neden 2. Dünya Savaşından sonra dünyanın en mühim olayı olmuştu, insanlık bu arada uzun yıllar Kore Savaşları`nı, Vietnam Savaşları`nı, İran-lrak Savaşı`nı, Afganistan Savaşı`nı ve daha birçok savaşları yaşamıştı. Ancak şu a Körfez Krizi hepsinden daha başka bir önem taşıyordu. Bütün dünyayı ayağa kaldırmıştı. Bu önem nereden geliyordu? Bunu düşündüm.
Evet, hakikaten Bağdat`ta yaşadığımız bu önemli saatler, bütün dünyanın adeta tek mesele olarak Körfez`le meşgul olduğu en ateşli günlere ve bizim de körfez krizi münasebetiyle yapmakta olduğumuz 22 gün 22 gecelik “Körfez Barış Harekatı” çalışmalarımızın tam ortasına rastlıyordu. Herkes biran önce savaş çıkması yolunda çalışırken, körfezdeki yangına körükle giderken, biz tam tersini yapıyorduk. Bütün gücümüzle körfezde bir savaş çıkmasını önlemek için gayretle çalışıyorduk. Bu çalışmamız 9 Eylül günü İstanbul`dan Mekke Konferansına gitmekle başladı. Bağdat, Mekke, Amman ve Trablus arasında tam bir mekik diplomasisi şeklinde cereyan etti.
16 Eylül 1990 günü tekrar İstanbul`dan Amman`a giderken bir sürprizle karşılaştık. Aynı uçakla eski hükümet ortağımız Sayın Bülent Ecevit de Amman`a gidiyordu. Karşılaşmamızdan memnun olduk. Kendisi Milliyet Gazetesi adına Körfez olaylarını mahallinde incelemek için Ürdün ve Bağdat`a gitmekte olduğunu belirtti. Çalışmalarında başarılar diledik.
Bizim seyahatimiz Sayın Ecevit`inkinden farklıydı. Çünkü O, olayları incelemek ve izlenimlerini yazmak için gidiyordu. Hiç şüphesiz olayların ülkemizle ilgili endişelerini taşımaktaydı. Ancak, bizim gidişimiz sadece olayları inceleyip izlenimlerimizi yazmak maksadına matuf değildi. Bunun ötesinde biz, hızla savaşa doğru giden olaya müdahale etmek, bir harp çıkmasını önlemek, Müslüman ülkeler arasında bir çatışma yerine bilakis kardeşliği tesis ve bütün Müslüman ülkelerin işbirliği yaparak emperyalizmin haksız tecavüzlerini men veya önlemek gayesiyle gidiyorduk.
GEÇMİŞE BAKIŞ
Uçarken zihnimde geçmiş canlı. Çok önemli bir olayı bir kere daha hatırladım. Yıl 1952 ilkbahar ayları. Almanya`da doktora tezi ve doçentlik tezi çalışmalarımı bitirdikten sonra Aachen Technische Hochschole`sinde Prof. F.A.F. Schmidt ile beraber bugünün harp Sanayinin temelini teşkil eden füzeler ve Leopard tank motorlarının geliştirilmesiyle ilgili araştırmaları yürütüyorduk. Prof. Schmidt, harp içindeki Almanya`nın en üst seviyede araştırmalarını yapan Deutsche Luftfaht Forschung Merkezi`nin en önemli şahsiyeti idi. Alman Ordusu`nun Dünya`da ilk defa Avrupa`dan yapılan atışla Londra’yı tahrip için kullığı VI, V2 füzelerinin keşfinde, önemli rol oynamıştı.
Bir gün Üniversitenin araştırma laboratuarında çalışırken benimle görüşmek istediğini söyledi. Önünde, ESSO Petrol Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller`in gizli bir konferansa davet kartı bulunuyordu. Bu konferansa kendisinin,gidemeyeceğini, ancak böyle önemi bir şahsın verdiği konferansta isminin yazılı olduğu masanın boş kalmamasına da ehemmiyet verdiğini belirtti. Mümkünse bu konferansa kendi adına benim gidip, yerini almamı rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.
Konferans, o tarihte, harpten çıkmış Almanya`nın yıkık Aachen kentinin ilk tamir edilen, en lüks, en muhteşem binasında yapılıyordu. Bu binada aslında bir termal kaynak bulunduğu için adı Bad Aachen olan Aachen şehrinin ağaçlar içindeki meşhur Kürhaus oteliydi. Girişte sıkı kontroller yapıldı. Davetiyeyi göstererek Prof. Schmidt`in adına O`nun yerine oturdum. Şehrin valisi, Başpiskopos`u, profesörler, ileri gelen iş adamları ve yazarlardan müteşekkil en seçkin bir topluluk bu konferansa davet edilmişti. ESSO Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller açış konuşması yaparken, “Sizleri her ne kadar “Bugünkü Arabistan” konulu bir konferansa davet ettimse de, bu davetin böyle takdimi konferansın gizliliği münasebetiyledir. Toplantının asır maksadı şudur: Suudi Arabistan`ın yeni petrol bölgesi Damman`dan geliyorum. Amerikalılarla beraber dünyanın en zengin petrol kaynaklarını bulduk. Amerika`nın ve Avrupa`nın önemli şehirlerinde seçilmiş kimselerle yapılmasını programladığımız bu gizli toplantılarla, bu muazzam servetin Batılıların yararına kullanılmasını nasıl temin edebileceğimizin istişarelerini yapmak istiyoruz. Onun için bu büyük zenginlik hakkında size kısaca bilgi verdikten sonra, aslında ben sizin tavsiyelerinizi dinlemek istiyorum” dedi.
Suudi Arabistan`da dünyanın en zengin petrol yatakları bulunmuş ve ilk üretim başlamıştı. Buradaki rezervler dünya toplam petrol rezervinin yüzde yirmisine denk büyük rezervlerdi. Batı bu rezervlerin kendi yararına kullanılmasını istiyordu. Bunun daha ilk günden tedbirlerini almaya çalışıyordu. Dr. Müller ayrıca konuşması esnasında Müslümanlık hakkında gerçekle hiç alakası olmayan o kadar yanlış şeyler anlattı ve Müslümanların, hakkı olan bu petrolü onlardan alabilmek için toplantıya iştirak edenler de o kadar insanlık dışı haksız teklif ye tavsiyelerde bulundular ki; o gün hayatımın feveran göstermemek için en çok çaba sarf ettiğim günü oldu. Prof. Schmidt`in yerine gittiğim için susmak zorunda kaldım. Ancak reaksiyonumu hemen o gece Türkiye`deki arkadaşlarıma kırk sayfalık bir mektup yazarak duyurmak ihtiyacını hissetttim.
BATI VE PETROL
İşte Batı, Körfez petrolüne ilk günden beri bu gözle bakmıştır. Bu petrolü kendi kontrolünde tutmaya her şeyden fazla önem vermiş, özen göstermiştir. Ben de Batı`nın kapalı kapılar arkasındaki gerçek yüzünü o gün görmüş oldum. Bu haksızlığa karşı o günden beri mücadele içindeyim.
Nitekim, 1973 yılında, İsrail`in bölgesindeki devletlere haksız tecavüzü üzerine Suudi Kralı Rahmetli Faysal haklı olarak Batı ülkelerine sattığı petrolün fiyatını bir tepki olarak artırınca, Batılılar da derhal bir araya gelerek meşhur “Enerji Ajansı”nı kurdular. O zaman da, Türkiye`yi bu ajansa dahil etmek için çok çalıştılar. Ancak bu ajansın maksadı kendi ifadelerinde belirtildiği gibi petrolü “Silah olmaktan” çıkarıp Müslüman ülkelerin elinden yok pahasına satın almak olduğundan dolayı biz Türkiye`nin bu ajansa üye olmasını milli menfaatlerimize uygun bulmadık. Biz hükümetteyken Türkiye`nin dört yıl boyunca bu ajansa üye olmasını önledik. Çünkü kardeş Müslüman ülkelerden Türkiye`nin ihtiyacını karşılayacak petrolü daha ucuz fiyatla zaten alıyorduk. Bu Enerji Ajansı aldığı tedbirlerle varili 40 dolara kadar çıkmış petrolün fiyatını 6 dolara kadar düşürdü. Buna karşı Batı saltığı sanayi ürünlerinin fiyatlarını ise hızla yükseltmeye devam etti. Sonunda ezilen yine Müslüman ülke halkları oldu.
Bundan bir müddet sonra, Batının müttefiki, İran`daki Şahı’ın devrilmesini müteakip oluşan yeni yönetim Batı denetiminde olmadığı için, Amerika Körfez`deki petrolden yine endişelenmeye başladı ve “Çevik Kuvvet” hazırladı. Bu kuvvetin her an Körfez`e müdahale edebilmesi için Türkiye`deki üsleri kullanma talebinde bulundu. O zaman biz Meclis`te bu talebe şiddetle karşı çıktık ve gerçekleşmesini önledik.
İşte şimdi, Körfez`de zengin petrol yataklarının bulunulmasından buyana geçen 40 yıllık bu önemli olaylar zincirine bir yenisi eklendi. Batı, İkinci Dünya Savaşı`ndan beri en büyük askeri yığınağı Körfez`e yaptı.
Bu kadar kısa zama bunca askeri yığınağın yapılmasının sebebi nedir ? Bu önem nereden ileri geliyor ? Gerek bu son Körfez olayını ve gerekse 40 yıldan beri cereyan eden olayları açıklayabilmek için petrolün ve Körfez`deki petrol yataklarının ehemmiyetini ve bunun dünya dengesinde oynadığı büyük rolü bilmek mecburiyeti vardır.
Yapılan araştırmalar hızla artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için mevcut imkanların sınırlı olduğunu, önümüzdeki dönemlerde büyük güçlüklerle karşılaşılacağını açıkça göstermektedir.
Her türlü tedbire rağmen petrol bugün hala insanlığın enerji ihtiyacını karşılamak bakımından çok önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Diğer yan bu günkü medeniyetin ve savunma ve silah sanayinin bel kemiğini de yine petrol teşkil etmektedir. Çünkü uçaklar, tanklar, gemiler petrolle çalışmaktadır. Ayrıca sivil hayatın en önemli unsuru olan taşıt araçları da petrolle hareket etmektedirler. Isınma ihtiyacı için de petrol önemli bir kaynaktır.
Ve yine petrol bugün bir yan medeni ihtiyâçların, kimya ve ilaç sanayinin kaçınılmaz temel ham maddesi durumundadır. Bütün bu özellikleriyle petrol, çok önemli hayati ve stratejik bir madde mahiyetini taşımaktadır
İşte bütün insanlık için her bakımdan çok büyük önem taşıyan bu petrolün, yeryüzündeki rezervleri ve üretimi siniri bulunmaktadır. Toplam rezervlerin yaklaşık 10`u Irak`ta, 10`u Kuveyt`te, 20`si Suudi Arabistan`da, 10`u da İran`da bulunmaktadır. Böylece Körfez bölgesindeki petrol, dünya rezervinin yarısına tekabül etmektedir. Bu petrol rezervlerin bugünkü fiyatlarla değeri trilyonlarca dolar tutmaktadır. Bu kaynağı kontrol etmek demek, bir yan dünya sermaye gücünü kontrol etmek, diğer yan da bütün insanlığa hükmetme imkanını elinde bulundurmak demektir.
Ayrıca Körfez ülkelerinin bugüne kadar petrol üretimi vasıtasıyla elde ettikleri servetin halen yaklaşık olarak 700 milyar dolarlık kısmının Batı bankalarında bulunduğu ve bu servetin batı bankalarının temel kaynaklarından birisi olduğu dikkate alınırsa, Körfez politikasının her yönüyle ne kadar büyük önem taşıdığı açıkça görülür. Halihazır dünya dengesinin temel yapısı dikkate alındığında bu önemin ne kadar büyük bir mana taşıdığı da ayrıca görülür.
EZEN GÜÇ
Körfez olayının bu büyük ehemmiyeti, sadece 40 yıldan beri cereyan eden olayların yeni ve çok mühim bir halkası olmaktan ibaret olmayıp ayrıca bütün Dünya`da son 3 yıldan beri hızla gelişerek meydana gelen değişimin de çok önemli bir halkası olmasından ileri gelmektedir.
Bilindiği gibi Dünya`da son 3 yılda büyük değişiklikler oldu. Bundan önceki Doğu-Batı ayrımı yerine, şimdi çok daha belirgin bir şekilde Kuzey-Güney ayrımı ortaya çıktı. Bu hızlı değişimlerin bugün ortaya koyduğu netice şudur:
Zengin ülkelerden meydana gelen, bir “Kuzey” var. Bu zengin “Kuzey” ülkelerini yönlendiren güç gerçekte bir “Ezen güç” ü oluşturmaktadırlar. Bu “Ezen güç” netice itibariyle bir yan dünya sermayesini elinde bulundurarak, diğer yan da bankalar, sanayi kuruluşları, uluslararası şirketler, tüm iletişim araç ve kuruluşları, yaş siyasi yönetimleri ve gelişmiş istihbarat kuruluşları gibi etkili mekanizmalar vasıtasıyla bütün insanlığı sömürmektedir. Bu “Ezen güç” sadece geri kalmış ülkelerin halklarını ezmekle kalmıyor, gelişmiş ülkeler halklarını da eziyor. Bu beya Doğu ülkelerinde meydana getirilen değişiklikler de sonuç olarak “Ezen güç”ün sömürüsünün Doğu`ya da yaygınlaşması manasını taşımaktadır. Çünkü şimdi Doğu ülkelerinde serbest piyasa ekonomisine geçilmekte, bu ülkelere “Ezen güç”ün sermayesi borç olarak verilmektedir. Böylece bir yan bu ülkeler yönlendirilmekte, diğer yan da bu ülke halkları bu sermayeye esir edilmekte ve bu sermaye vasıtasıyla sömürülmektedir. Böylece “Ezen güç”ün yaptığı iş, netice itibariyle 6 milyarlık insanlığı ezmek ve sömürmekten ibarettir.
Bu “Ezen güç”ün icraatını gördükçe, Dünya`nın gidişatında oynadığı – rolü ve faaliyetleri izledikçe, çocukluğumuzda gördüğümüz korku filmleri aklımıza geliyor. Bir Drakula adlı vampir vardı. Bu insanların kânını emerek yaşardı. Bunun için her yola başvurur, insafsız bir şekilde insanları öldürür, ezer, kırardı. Şimdiki “Ezen güç” de 6 milyar insanın hakkını yiyor, onları sömürüyor, ızdırap ve gözyaşına boğuyor.
Olaylar dikkatle tahlil edilirse; görülür ki bu “Ezen güç”ün kalbini “Dünya Siyonizm’i” oluşturmaktadır. Beyni ise “Haçlı zihniyeti”dir. Sağ pazusu USA`nın Air Force`u, kolunun devamı ise diğer batı devletleri, özellikle İngiltere`dir. Sol kolu ise Rusya ve bu güce hizmet eden diğer yönetimlerdir. Bu “Ezen güç” adeta Wall Street`e bağlı bir hortumla 6 milyarlık insanlığın kanını Drakula gibi emmektedir. Bütün insanlık bu haksız durumun ızdırabını çekmekte ve bu haksızlıklardan kurtulmak için yeni bir Adil Düzen aramaktadır.
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, 23 Eylül 1990 günü Bağdat`ta yaptığımız görüşmede, “Birleşmiş Milletler`in, İsrail`in işgal ettiği topraklardan çekilmesi hakkındaki kararlarının uygulanması için Batılılar hiçbir yaptırım düşünmediler. Ama şimdi bize karşı hepsi beraber ayağa kalktılar. Ve yine İsrail`in atom bombasına ve kimyasal silahlarına sahip olmasına Batılılar hiçbir reaksiyon göstermedikleri ve İsrail`in Filistin`deki insanlık dışı, ardı arkası gelmeyen katliamına ses çıkartmadıkları halde, bizim meşru savunma silahlarımızı ortadan kaldırmak istiyorlar” derken işte bu “Ezen güç”ün kalbini ve beynini tarif etmeye çalışıyordu.
KÖRFEZ`DE EZEN GÜCÜN PLANLARI
Körfez bunalımının bütün boyutlarıyla anlaşılabilmesi için emperyalizmin planlarının bilinmesinde zorunluluk vardı. “Ezen güç”ün kalbini teşkil eden Siyonizm planlarını 1897 yılında İsviçre`nin Basel kentinde toplanan konferansta Theodor Hertzel 3 adım olarak tespit etmiştir:
1-İsrail Devleti`nin kurulması
2- İsrail`in hudutlarının “Arz-ı Mev’ud”a kadar genişletilmesi (vadedilen topraklar) yani Mısır, Irak ve Türkiye dahil edilerek “Büyük İsrail”in kurulması.
3- Yeryüzünde, sömürüye izin vermeyen İslam`ın kaldırılması ve bütün Dünya`ya Siyonizm’in hakim kılınması.
Dünya Siyonizm’i birinci adımı 50 yılda gerçekleştirdi. 1948`de İsrail Devleti`ni kurdu. Şimdi Basel konferansının yüzüncü yılına varmadan, yani 1997`den önce ne yapıp yapıp ikinci adımı, hatta üçüncü adımı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bunun için çok yönlü bir plan yürütülmektedir. Bu meya 10 yılda İsrail`e 3 milyon Yahudi’nin yeniden göç ettirilmesi programlanmıştır. Türkiye`nin Avrupa Topluluğu`na girmesinin arkasından İsrail`in aynı AT`ye girmesi suretiyle Türkiye ile İsrail`in tek devlet yapılması ve ayrıca Türkiye, İsrail, Mısır`ın katılımıyla bir “Akdeniz Birliği”nin kurulması için çalışılmaktadır. Yeni basılan İsrail paraları üzerinde Medine-i Münevvere İsrail bölgesinde gösterilmektedir. Mescid-i Aksa`nın yıkılıp yerine büyük İsrail`in simgesi olarak inşası tasarlanan heykelin mimari proje yarışması düzenlenmiştir. Körfez`deki eylemler bu hedefleri gerçekleştirmek için hazırlanan planın gereği olarak yapılmaktadır. Suudi Arabistan`a gönderilmekte olan ABD askerlerinin önemli bir kısmı Yahudilerden seçilmektedir.Californiya hahambaşı şimdi Suudi Arabistan hahambaşı olarak görevlendirilmiştir.
Müslüman ülkelerin büyük mali kaybına, zarar görmelerine ve yakılıp yıkılmalarına sebep olan İran-lrak savaşının 8 yıl devam ettikten sonra sona ermesi Müslümanları sevindirmişti. Ancak bu savaştan sonra Irak`ın tecrübeli ve güçlü bir orduyla ortaya çıkması İsrail`i büyük kuşku duymaya sevk etti. İsrail Irak`ı baş düşman ilan etti. Onu ezmek için her çareye başvuracağını ilan etti. Irak uzun süren savaş dolayısıyla 70 milyar dolar dış borç yapmıştı. Savaştan sonra, savaşın yaralarını sarmak ve kalkınmak istediğinde bu ağır borç onun elini kolunu bağlıyordu. Bu durum karşısında Suudi Arabistan ve Kuveyt`e müracaat ederek “Biz bu savaşı hepiniz için yaptık. Bu borçlardan kurtulmamıza yardımcı olun” dedi. Suudi Arabistan ve Kuveyt savaş esnasında Irak`a yardım etmişlerdi. Savaştan sonra Suudi Arabistan Irak`ın bu talebine müspet cevap verdi ve gereğini yaptı. Kuveyt ise aralarındaki toprak ihtilafını ortadan kaldırmak için Basra Körfezi`ndeki iki adayı ve ihtilaflı bölgedeki bir kısım toprakları vermeye razı olmadığı gibi savaş borçlarının ödenmesi için istenen katkıya da razı olmadı.
Bu hususta Cidde`de yapılan müzakereler netice vermedi. Irak Kuveyt`i işgal ederek ilhak ettiğini ilan etti. Amerika olayı fırsat bilerek Körfez`e ve Suudi Arabistan`a büyük bir askeri güç yerleştirdi, bu gücü sürekli olarak arttırmaya devam etmektedir. lrak`ı ve Ürdün`ü ablukaya aldı. Bu ablukayı delmek teşebbüslerine karşı Birleşmiş Milletler`den silah kullanma kararını çıkarttı. Şimdi de abluka netice vermezse, doğrudan doğruya Kuveyt ve Irak`a karşı savaş yapılması kararını çıkartmak için hazırlıklar yürütmektedir.