Anasayfa Genel Barnabas İncilinin Aslı ve Siyonistlerin Telaşı:

Barnabas İncilinin Aslı ve Siyonistlerin Telaşı:

Yazar: yonetici
0 Yorum 326 Görüntüleyen

Barnabas incilinin aslı ve Siyonistlerin telaşı:

 

 

Hamza Bektaş, Hakkâri’deki bir mağarada bulunan Barnabas İncilinin hem tercümanıydı, hem en önemli tanığı olduğu için soyadını Hocagil olarak değiştirmek zorunda kalmıştı. Çünkü sürekli baskı altındaydı.

 

 

Kendisi Aramice uzmanıydı. Aramice, Hz. İsa’nın ilk öğütlerini verdiği dildi. Aramice ya da Aramca, Sami dil ailesinin Kuzey-Batı grubundan bir dil olup Suriye’nin eski adı olan Aram sözcüğüne izafeten adlandırılmıştı.

 

 

Aramice en eski kaynaklar M.Ö. 2. bin yılbaşların da Suriye’de bulunmuştu. M.Ö. 1. binyıl başlarında Babil ve Asur ülkelerini içeren Mezopotamya’da Akkadca yerine egemen dil olarak benimsenmiş, M.Ö. 6. yüzyılda tüm Yakındoğu’da egemenlik kuran Pers İmparatorluğunun resmi yazışma dili olmuştu. Aynı dönemde Yahudiler tarafından İbranice yerine günlük konuşma ve yazı dili olarak kullanılmaya başlanmıştı. Hz. İsa’nın anadiliydi. M.S. 7. yüzyılda İslamiyet’in yayılması ile yerini Arapçaya bırakmıştı.

 

 

Hamza Hocagil, Türkiye’de bu dile vakıf birkaç kişiden biriydi. Hâlbuki Hıristiyan aleminin kabul ettiği 4 İncil’den hiçbirinin Aramice orijinali yoktu. Tümü Grekçe’den yapılan tercümelerden oluşuyordu. En eskisi de 4. yüzyıla aitti. Bu da Hz. İsa’nın tarihselliğini ve 4 İncil’in otantikliğini sorgulatıyordu.

 

 

Hamza Hocagil, dinler tarihini değiştirebilecek bu dili bilen birkaç kişiden birisi oluyordu.

 

 

Onu daha da ilginç kılan ve istihbarat örgütleriyle köşe kapmaca oynamasına neden olay ise 1981 yılında köylülerin avlanmak için gittikleri Hakkâri’nin Uludere Köyü yakınlarında bulunan bir mağaraya girmeleriyle başlamıştı. Köylüler kaybolan köpeklerinin acıyla havlayan sesini duyuyorlar, ama ona bir türlü ulaşamıyorlardı. Köpekleri mağaranın zeminden yaklaşık 150 metre kadar derinliğe düşmüştü. Köylüler ip sarkıtarak zemine ulaşmaya çalışmışlarsa da, bunu başaramamışlardı. Ertesi gün bu kez daha uzun urganlarla geldiler mağaraya. Aşağı indiklerinde karşılaştıkları manzara son derece şaşırtıcıydı.

 

 

Karşılarında 354 odalı bir yeraltı şehri bulunuyordu.

 

 

Köylüler, zeminden epey aşağıda, geniş bir oda büyüklüğündeki bu loş mağarada bir taş lahit de bulmuşlardı.

 

 

Mumyayla birlikte, çok iyi korunmuş vaziyette duran papirüslerin üzerinde gayet okunaklı bir şekilde yazılmış Aramice yazılar vardı:

 

 

“Ben Kıbrıslı Barnabius… Tespihe layık alemlerin Rabbinden bir bütün olarak, Ruhu’l Kudüs’le Meşahaya vahyolunanı tıpkı İsa’dan duyduğum gibi, sadakatle, 48 gök yılları sonunda dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum.”

 

 

Kayıp İncil neden önemli sayılmaktaydı?

 

 

Hamza Hocagil’e göre, o gün orada bulunan bu eser, 2000 yıllık kayıp otantik İncil’di. İncil, Hz. İsa’nın vahiy kâtibi Aziz Barnabas tarafından yazılmıştı.

 

 

Peki, ama Barnabas İncil’i neden bu kadar önemliydi? İstihbarat örgütlerinin bunca yıl adeta köşe kapmaca oynamak zorunda kaldıkları İncil’in ortaya çıkması durumunda neler olabilirdi?

 

 

1. Yüzyıla ait Arami dilinde yazılmış böyle bir İncil’in bulunmasını son derece önemli kılan şey, bugün kabul edilen dört İncil’in, gerçek nüshalarından hiçbirinin ortada olmamasıydı.

 

 

Şu anda kilise tarafından sahih kabul edilen ve Yeni Ahit’in başında yer alan dört İncil’in orijinal el yazmaları ile onlardan kopya edildiği söylenen en eski nüshalar arasında en azından iki buçuk asırlık bir boşluk, zaman aralığı bulunuyordu. Bunun anlamı: Şu anda en eski İncil yazması olarak elde bulunan nüshaların, Havarilerin yazmış olduğu asıl orijinal metinden kopya edilip edilmediğini tespit etmek üzere herhangi bir karşılaştırma yapmak bile bilimsel açıdan mümkün değildi.

 

 

Çünkü orijinal yazmalar kaybolmuştu, .En eski kopyalarla bu orijinal metinler arasındaki mesafe en az iki yüz elli yıl olduğuna göre, bu kadar uzun zaman aralığını aşıp ana metne ulaşabilmek için çok sağlam bir rivayet silsilesine ihtiyaç vardı. Kopyalar kendilerine güven sağlayacak böyle bir rivayet silsilesinden tamamen mahrumdu. Bu en eski kopyaların, ana nüshalardan yapıldıklarını ortaya koyan başka herhangi bir delil de mevcut değildi, sadece kopya edenin esas nüshadan kopya ettiğini belirten iddiası vardı.

 

 

İşin aslına bakılırsa İznik Konsili’nden önce mevcut olan çok sayıda İncil ile beraber, bu dört İncil’in ilk nüshalarının ortadan kalkması ve kaybolması, bir yandan Putperest Romalıların işkence ve zulümlerine ve Kutsal kitapları ortadan kaldırmak için gösterdikleri faaliyetlere bağlanabilirse de, öbür yandan bunu bizzat kilisenin faaliyetine de bağlamak mümkündü. Zira Kilise, sahte saydığı İncillerle, sahih kabul ettiği dört İncil’in ilk nüshalarını, o günkü kendi teolojik anlayışına uymadığı ve kendi elinde bulunan tahrif edilmiş dört İncil’in metinleri ile çeliştiği için, tek çıkar yolun bunları ortadan kaldırarak, onlardan kurtulmak olduğunu görmüş olabilirdi. (Prof. Dr. Şaban Kunduz, 4 İncil ve Çelişkileri)

 

 

Kilise’nin yasakladığı Apokrif İnciller listesinde “Matta’nın Gelenekleri İncili” de vardır. Burası konunun en can alıcı noktasıdır. Zira söz konusu İncil de, Barnabas İncili ile bağlantılıdır. Çünkü adı geçen İncil’i kaleme alan da Barnabas’tır ve İncil Barnabas’ın mezarında bulunmuştur. Herhalde bu İncil Havari Matta’nın esas İncili idi, ama kilise bunu da yasak kitaplar listesine almıştı. Belki de bu İncil de Hakkâri’de bulunan İncil ile aynıydı.

 

 

Bugün Yeni Ahit’in sadece Yunanca yazılmış beş binden fazla el yazması vardır. Bunların her birinde diğerlerine göre farklılıklar, aykırılıklar ve tabi akla ve ahlaka uymayan ve Allah kelamı olamayacak yanlışlıklar bulunmaktadır.”[3]

 

 

Siyonist Yahudiler ve emperyalist Haçlı Hıristiyan mezhepler BARNABAS inciline niye karşı çıkmaktaydı?

 

 

Haset ve fesat ehli Yahudilerin İncil ve Tevrat’a katıp karıştırdıkları şirk ve şekavetten eser görülmeyen, tevhit inancına ve Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğunu belirten BARNABAS İncili’nin Hakkari’nin Uludere köyü civarındaki bir mağarada ve Kıbrıs’taki Barnabas’ın mezarında orijinal nüshalarının ortaya çıkması, en çok İsrail ve işbirlikçilerini telaşlandırmıştı.

 

 

Çünkü, kasıtlı olarak bozup yozlaştırdıkları uydurma İncillerin aslının bulunması, Hıristiyan dünyasını batıl düşüncelerden ve siyonizmin güdümünden çıkıp Müslümanlarla yakınlaşmasına yol açacaktı.

 

 

Bu nedenle, keşfedilen orijinal nüshaların ele geçirilip yok edilmesi için hem İsrail, hem de ABD çok sinsi ve ciddi çalışmalar başlatmış, konuyla alakalı faili meçhul cinayetler yaşanmıştı.

 

 

· Bu gelişmelere ilgi duyan ve resmen sahip çıkan Vatikan Kardinali Mario’nun 18 Ekim 2006’da, “bilinmeyen nedenlerle” aniden ölüp gitmesi

 

 

· Barnabas Manastırına yapılan esrarengiz gece baskınını ve mezarının açılmasını gündeme taşıyıp soruşturan Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın bu yazılardan hemen sonra katledilmesi.

 

 

· Rauf Demktaş’ın, bu mezar soygununa karışan Gladyo şebekesini kollama gayretleri ve samimiyetleri.

 

 

· Ergenekon’un CIA-MOSSAD ve Gladyo ekibinin bu şahıslarla ilişkileri.

 

 

· Bu olayların yaşandığı süreçte Kıbrıs’ta olduğu kesinleşen Abdullah Çatlı’nın Yahudi sevgilisi SOLİ OVADYA’nın Kıbrıs’ta birlikte görülmesi, Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı) ile “Japet Et Mamülleri San. ve Tic. Ltd. Şti.” ortaklığı olan bu Musevi Soli Ovadya’nın çok aktif ve etkin bir MOSSAD ajanı olduğunun yazılıp çizilmesi, bizim tahmin ve teorilerimize kuvvet katmaktaydı.

 

 

· Ve yine, Hakkari’de 1981’de bulunan ve haberleri olunca CIA ve MOSSAD ajanlarınca peşine takılan BARNABAS İncili’nin Aramca asıl nüshasının, Hamza Hocagile, Türkçe’ye tercümesinin, GKB Özel Harp Dairesine bağlı subaylarca yaptırılması.

 

 

· Ve yine bu orijinal nüshalara Genelkurmay müdahalesiyle sahip çıkılıp özel bir kasada titizlikle saklanması.

 

 

· Öyle ki eski ABD Başkanı Yahudi Jimy Carter’in Türkiye ziyaretinde özellikle istediği halde, bu nüshaların ona verilmekten sakınılması.

 

 

Milli Türkiye’nin bu önemli kutsal metinleri ve belgeyi Hıristiyan aleminin gerçeklerin farkına varmasına ve siyonizmin pençesinden kurtulmasına vesile olacak, tarihi bir atılım ve açılım için kullanma niyetinin bir göstergesi olarak okunmalıydı.

 

 

Kur’an-ı Kerimde:

 

 

“Ey Kitap Ehli (Tevhit akidesi ve Hz. Muhammed’in geleceği gibi konuları elinizdeki) Kitaptan gizlemekle (ve değiştirmekle) olduklarınızın çoğunu size açıklayıp bildiren, bir kısmını da bırakıp vazgeçen elçimiz geldi. Size (uymanız ve gerçeği bulmanız için) Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.” (Maide: 15) ayeti de bu gelişme ve gerçeklere işaret buyurmaktaydı.

 

 

Barnabas İncilinde “Muhammed” (A.S.) ismine sıkça rastlanmaktaydı

 

 

Daha önce bahsedildiği gibi, Hz. İsa (A.S.) dan 300 yıl kadar sonra İznik’te toplanan bir heyet, o ana kadar, tamamı birbirinden farklı şekilde yazılmış bulunan İncillerden 396’sının okunmasını yasaklamış ve bunların arasından özellikle Barnaba İncilini okuyanların şiddetle cezalandırılacağını ilan etmiştir. Bu İncil, Hz, İsa (A.S.)’ın havarilerinden Markos’un amcaoğlu Barnaba tarafından yazılmıştır. Aynı zamanda Pavlos’un ders arkadaşı olan Barnaba, Miladi 63 yılında öldürülmüştür, incili İbranicedir.

 

 

Günümüze ulaşan örneği, tahrif edilmiş olmasına rağmen diğer İncillerin aksine, Hz. İSA (A.S.)in ne ilahlığından, ne de çarmıha gerildiğinden bahsetmekte bunlarla ilgili hiç bir ifadeye rastlanmamaktadır.

 

 

Barnaba İncili bugün Viyana Milli Kütüphanesinde, Amerikan Kongresi Kütüphanesinde ve Britanya Müzesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Fakat hala, hiç kimseye gösterilmemekte, inceleme ve araştırmaya kapalı tutulmaktadır. Ancak Pakistanlı General Abdürrahim’in gizlice, mikrofilmlerini çekerek elde etmeyi başardığı Barnaba İncili İngilizceye çevrilerek, “PAKİSTAN BEGÜM AİSHA BAWAN VAKFI” tarafından yayınlanıp bütün dünyaya duyurulmuştur. Son açıklamalardan sonra bu İncil’in neden gizli tutulduğu ve yok edilmeğe çalışıldığı anlaşılmıştır. İncil’in birçok yerinde peygamber (A.S.M.) efendimizin geleceğini çok öncesinden müjdelemekte ve İslam itikadı ile aynı çeşitli tahrif olmamış açıklamalar yapmaktadır.

 

 

Barnaba İncilinin pek çok bölümlerinde ve ayetlerinde Hatemü’l Enbiya olarak sevgili Peygamberimiz Muhammed (SAV.)’in vasıfları ve isimleri zikredilmiştir. “Muhammed” ismi İncil’in şu bölüm ve ayetlerinde geçmektedir:

 

 

35. Bölüm Ayet: 8

 

 

97. Bölüm Ayet: 7-14-15-18

 

 

43. Bölüm Ayet: 9

 

 

112. Bölüm Ayet: 17

 

 

54. Bölüm Ayet: 4-10-18-21-23

 

 

136. Bölüm Ayet: 9-12-14-18

 

 

55. Bölüm Ayet: 4-7-8-16-18-23-24-34-35-36-37

 

 

137. Bölüm Ayet: 1-4-6

 

 

56. Bölüm Ayet: 3-4

 

 

158. Bölüm Ayet: 24

 

 

58. Bölüm Ayet: 3-20

 

 

176. Bölüm Ayet: 7

 

 

83. Bölüm Ayet: 22

 

 

190. Bölüm Ayet: 7

 

 

90. Bölüm Ayet: 3-4

 

 

195. Bölüm Ayet: 8

 

 

 

 

 

İbranice “Muhammed” manasına gelen “MESİYYEN” kelimesi de Barnaba İncilinin şu ayetlerinde zikredilmektedir:

 

 

82. Bölüm Ayet: 1-10-13

 

 

86. Bölüm Ayet: 6

 

 

192. Bölüm Ayet: 6

 

 

83. Bölüm Ayet: 25

 

 

112. Bölüm Ayet: 18

 

 

206. Bölüm Ayet: 11

 

 

 

 

 

Ayrıca aşağıdaki şu işaretlerde de Peygamberimiz kastedilmiştir:

 

 

55. Bölüm Ayet: 4,7,16,37’de RASULE

 

 

55. Bölüm Ayet: 18, 23, 24, 35, 36’de RASÛLALLAH

 

 

56. Bölüm Ayet: 20’de YA HALİLİ

 

 

59. Bölüm Ayet: 24’de MUHAMMED HABİBULLAH

 

 

Barnaba İncilindeki 72/24 ayetle Hz. İsa Aleyhisselam Peygamberimizin geleceğini “ALLAH’IN PEYGAMBERİ YAKINDA GELİR” diyerek müjdelemiş, Onun geleceğinin ilahi rahmet ve merhamet gereği olduğunu beyan etmiştir.

 

 

Barnaba İncilinin 41/30 ve 31. ayetlerinde Cenab-ı Hakkın Musa Aleyhisselam’a hitaben “Senin evlatlarından peygamber çıkaracağım” dediği kaydedilmekte, 141/16 ve 208/7. ayetlerde Davut neslinden değil, İsmail neslinden Muhammed ismindeki bir nebinin geleceği müjdelenmektedir. 190. Bölüm 5. ayette de İsmail Aleyhisselam’ın Muhammed (S.A.V.)’ın “sülale babası” olduğu kaydedilmektedir.

 

 

Barnaba İncili 39. Bölümdeki 16 ve 24. ayetlerde kâinatın, Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın hürmetine yaratıldığı belirtilmektedir.

 

 

Barnaba incilinde Hz, İsa Aleyhisselam’ın, kendisine gelen kimselerin “EY MESİH” demeleri karşısında “BEN MESİH DEĞİLİM, HAKİKİ MESİH GELECEK OLAN SON PEYGAMBER HZ, MUHAMMED (A.S.)’dir” dediği kaydedilmiştir. (96. Bölüm Ayet: 12) Hz. İsa (A.S.) kendisine “EY MUALLİM DÜNYAYA GELECEĞİNDEN BAHSETTİĞİN O ZAT KİMDİR?” sorusuna 97. bölümde “MUHAMMED RASULULLAH’TIR” cevabını vererek şöyle devam etmiştir:

 

 

“Bu Resul sizin zamanınızdan sonra gelecek, O geldiği zaman benim sözlerim tahrif edilmiş olacak, işte o zaman Allah insanlara acıyarak Mesih’i gönderecektir. Onun başının üstünde daima beyaz bir bulut bulunacak. O çok güçlü olacak. Pufları kıracak, puta tapanları hüsrana” uğratacaktır. {163, Bölüm Ayet: 7)

 

 

Onun sayesinde insanlar Allah’ı tanıyacak. Ve onu tebcil edecektir, Benim insandan başka varlık olduğumu söyleyenleri susturacaktır.” (72, Bölüm)

 

 

Barnaba İncilinin 44. sahifesinde Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam’ın tesellici ve rahmet peygamberi olduğu şöyle belirtilmektedir.

 

 

“Size söylüyorum, O Allah’ın resulü bütün mahlûkata rahmettir, O, anlayışlı, tesellici, hikmetli, kudretli, Allah aşkı ve korkusuyla dolu, dakik ve yumuşak ruhludur, Rahmet ve yardımseverlik ruhu ile adalet, acıma, nezaket ve sabır duygusu ile hareket eder, O dünyaya geldiği devir saadet devridir” diyerek şunları söylemektedir:

 

 

“Benim için Muhammed peygamberin hizmetlerine yetişmek mümkün değildir.

 

 

Çünkü o benden evvel yaratılmış, benden sonra da dünyaya teşrif edecektir. Dini İsa bakı kalacaktır.” (Barnaba 42. Bölüm, Ayet: 15), Burada dikkat edilmesi gereken husus geçmiş bir olayın anlatımı değil, gelecekteki olayların açıkça ve doğru olarak bahsedilmesidir.[4]

 

 

 

 

BARNABAS İNCİLİ; HZ. MUHAMMED VE MEHDİ MÜJDESİ

 

 

Eskiden sadece “geçmişin tarihi” yazılır, yorumlanır ve ders çıkarılırdı. Ama günümüzde artık, “geleceğin tarihi” de yazılmakta ve ona göre tedbirler alınmaktadır. Geçmişin tarihi de, geleceğin tarihi de, büyük ölçüde tahmin ve ihtimal üzerine bina edilir. Ne geçmişte ki olayların, ne gelecekte olacakların hepsini, nedenleri ve neticeleri ile birlikte tam ve doğru olarak bilmemiz mümkün değildir. Ancak yeterli tespitleri yapmamız ve gerekli tedbirleri almamız bakımından, hem geçmişimizi hem de geleceğimizdeki muhtemel gelişmeleri, tahmini de olsa bilmemiz gerekmektedir. Ve özellikle siyaset bilimcilerin, devrim ve değişim öncülerinin, geçmişe bakarak geleceği şekillendirmesi, muhtemel gelişme ve değişmeleri olabildiğince isabetli tahmin edip ona göre tedbir ve teoriler geliştirmesi, başarı ve bereketin en önemli unsurlarından birisidir.

 

 

Kesbi İlim (çalışarak, okuyup araştırarak kazanılan ilim) geçmişte cereyan eden olayların bıraktıkları izleri incveleyip“tarihte neler olduğunu çözmek” ve onlara dayanarak da “gelecekte neler olacağını keşfetmektir” diye tanımlanabilir. Yani ilim bir tür gayb biliciliğidir ve kaşifliktir desek yeridir.

 

 

Mesela, yarın saat 20.02’de güneş İstanbul’da yeni batmış olacaktır. Bunu biliyoruz.

 

 

Nasıl biliyoruz?

 

 

Çünkü şimdiye kadar yaz-kış güneşi izledik, farklı vakitlerde doğduğunu ve battığını tesbit ettik. Yıllarca yaptığımız gözlemlerde bunları öğrendik. İşte bu gayb değildir. Çünkü güneşin hareketi “hesabî”dir, “gaybî” değildir.

 

 

Oysa, ‘yarın şu kadar kg yağmur yağacak’ diyecek kimse yoktur; ‘yarın sağanak yağmur yağacak’ diyebilirsin ama kilogramını veremezsin. Çünkü bu Allah’ın ilminde ve takdirindedir bilemezsin. İlim işte bunları bilmektir.

 

 

Tarih ilmi de geçmişte cereyan eden olayları inceler, “geçmişte şunlar yaşandı ve şu sonuçlar ortaya çıktı” ‘bu bilgilere istinaden bundan sonra da şu olacaktır’ denir. Ama tarihe istinaden ‘gelecekte şöyle olacaktır’ diye tahmin yürütmek çok daha zor bir meseledir. Çünkü sosyal konularda “hesabî” olanların yanında “gaybî” olan pek çok olay vardır. Ve bize gizlidir. Bununla beraber “ihtimali ve tahmini hesaplar” da kesine yakın bilgiler verebilir. Örnek olarak, bin iki yüz defa zar atsam, “yek” gelme ihtimali her seferinde altıda bir olduğu için iki yüze yakın bir sayı elde ederiz denilebilir.

 

 

Tarih kitaplarına çok şaşırtıcı uydurmalar girmiştir. Örnek olarak iki tarih kaynağını ele alalım. Eskiden kalma bir “Heredot Tarihi” var, bir de “Tevrat” vardır. Heredot tarihini Tevrat’ı taklit ederek yazmıştır. İyonya siteleri o zaman Yahudilerle meskun idi. Yunanlılar tüm faaliyetleri Tevrat’tan yani Yahudilerden öğrenmişlerdir. Bununla beraber Tevrat’ta anlatılanlar bire bir “tarih” tir, Heredot’un anlattıkları ise bire bir “efsane” dir.

 

 

O halde, gerek geçmişi doğru öğrenmek gerekse geleceği doğru tahmin etmek için Tevrat’ı ve Kur’an’ı çok iyi okumak ve doğru yorumlamak gerekir. Tevrat’ta elbette tahrifat ve değişmeler görülmektedir. Kur’an ise mücmeldir. Olayları çok kısa ve kapalı nakletmektedir. Onlar birbirini teyid ediyorsa, işte o konuda şüphe etmememiz gerekir. İlim böyle elde edilir.

 

 

“Bugünlerde “bir kitap” okuyoruz…

 

 

Kitabın iddiası şu: Dünyadaki olaylar dinlerden kaynaklanır… Kötülük ve iyilik, savaş ve barış zaten vardır; dinleri ve dinlerin yetiştirdiklerini onlar kullanmaktadır…”

 

 

Şöyle açıklayalım:

 

 

-Müslümanlar İslâmiyet’e dayanarak Avrupa’nın ortalarına kadar gittiler…

 

 

-Hıristiyanlar da dinlerine dayanarak dünyayı istila ettiler…

 

 

Bu dinler gelmeseydi bu istilalar olmayacak mıydı?

 

 

Olacaktı… Ama “din” yerine başka bahaneler bulunacaktı… Kitaptaki bu tespit ve teşhiste doğruluk payı yüksektir. Bugünkü uygarlık tarihteki istilalar sonucunda meydana gelmiştir. İnsanlarda güçlenme, hakimiyet tesis etme ve istila etme psikolojisi gerçektir.

 

 

Maalesef Dinler burada “amaç” değil “araç” yerindedir. Dinler/inançlar bunu bildikleri için; savaşı yönlendirerek savaş potansiyelini insanlık yararına kullanmayı öğretir. Batıl inanç sahipleri de bu potansiyeli istismar edip insanlığı dejenere etmektedir.[1]

 

 

Tek Hak ve İbrahimî Din İSLAM’dı!

 

 

· Kur’ân’ın kesin hükümlerine, Sünnet’e, icmâ-i ümmete; Ehl-i Sünnet ulemasının, fukahasının, müfessirlerinin, muhaddislerinin ittifakla bildirdiklerine göre Allah katında tek hak ve geçerli din İslâm’dır. Bu kesin hükmü inkâr eden, “zamanımızda İslâm’dan başka da hak dinler vardır, onların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet’tir” diyen kişilerin, bu inkâr ve tekzibi dolayısıyla imanları tehlikededir.

 

 

· Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in risâleti (peygamberliği) ve daveti (çağrısı) kendisine ulaştığı halde, bu daveti kabul etmeyen kimse mü’min değil, kafirdir.

 

 

· İlk Peygamber Hz. Âdem Safiyullah aleyhisselam Efendimizden bugüne kadar usûl (inançlar ve temel hükümler) bakımından din, İslâm’dan ibaret olagelmiştir. Sadece ibadet ve muamelat hükümlerde bazı değişiklikler getirilmiştir.

 

 

· Hz. Âdem’den bu yana, geniş manasıyla İslâm’ın en temel hükmü, ana prensibi Tevhid’dir.

 

 

· Bugünkü muharref Nasranîlikteki Teslis inancı hâşâ Hz. İsa Mesih aleyhisselam efendimiz değil, Tarsuslu Yahudi Palvos çıkartıp İncil’i tahrif etmiştir.

 

 

· Tevhid inancı ile Teslis inancı kesinlikle bağdaşmaz, uyuşmaz, aykırı akidelerdir.

 

 

· Tevhid ve ehlî Müslümanlar ile Teslis’e inananlar arasında, “Allah konusunda” ittifak değil, büyük ihtilâf ve farklılıklar olduğu kesindir.

 

 

· Kelime-i Tevhid bir bütündür. Baş tarafını söyleyip, ikinci kısmını lisanen ikrar etmeyenler Müslüman sayılmaz. Mü’min olmak için diliyle “…Muhammed Resulullah” diyecek ve kalbiyle de şeksiz ve şüphesiz şekilde iman edecektir.

 

 

· Hz. İbrahim aleyhisselamdan bugüne kadar tek “İbrahimî din” olmuştur. Üç İbrahimî din vardır demek safsatadır, hezeyandır, İslâm’a aykırıdır, inkârı ve nifakı gizlemek içindir.

 

 

· Kur’ân-ı Kerim’de “İbrahim Yahudi ve Nasranî değildi, o hanif ve müslimdi” şeklinde haber verilmektedir.

 

 

· Mü’min ve Müslüman olmak için bütün Peygamberlere iman etmek gerekir. Hz. İsa’yı, Hz. Muhammed’i (Salât ve Selam olsun ikisine ve diğer Peygamberlere) inkâr ve tekzip edenler mü’min değildir.

 

 

· Hz. Muhammed’den sonra, daha önceki bütün şeriatlar nesh edilmiştir, hükümleri geçersizdir.

 

 

Yukarıda on iki maddede beyan ettiğim prensipler ve kesin hükümler bütün tefsir, hadis, fıkıh, akaid, ilmihal kitaplarında mücmel veya mufassal şekilde bildirilmiştir. Bunlar muhkemat cinsindendir.

 

 

Dünya İslâm’a muhtaçken, muharref dinlere bağlı olanlar da kurtulmuştur, “onların dinleri de haktır ve onlar da Cennet ehlidir” demek son derece tehlikelidir.

 

 

Müslümanlar dinler arası diyalogla değil, davet ve tebliğ ile mükelleftir.

 

 

· Bir Müslümanın, “Teslis inancı da haktır” demesi cinnettir.

 

 

Hz. Muhammed Efendimizi inkâr edenlerin ehl-i Cennet olduğunu iddia etmek de korkunç bir çelişkidir.

 

 

1400 küsur yıldan beri İslâm dünyasında diyalog diye bir kavram ve kurum olmamıştır. Bu, zamanımızda çıkmıştır. Çıkaranlar da Müslümanlar değil, Vatican papazlarıdır.

 

 

Diyalog, misyonerliğin yeni şeklidir.

 

 

Diyalogçuların, kendilerini savunmak için söyledikleri sözler boştur, esassız ve temelsizdir.

 

 

Zırvanın tevili ahmaklık ve eblehliktir.

 

 

Onlar bazı Kur’ân ayetlerini hevâlarına ve şeytani amaçlarına göre çok yanlış bir şekilde yorumlayıp, Müslümanları yanıltma yoluna gitmektedir.

 

 

Hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi ve fakihi onları tasvib etmeyecektir.

 

 

· Ahir zamanda İsa Mesih aleyhisselam nüzul ettiği zaman Tevhid ehli Müslümanların yanına gidecektir.

 

 

Nüzul-i İsa’dan sonra Ehl-i Kitab da Müslüman olacak ve Hak dine girecektir.

 

 

Hz. İsa’nın nüzulüyle ilgili yüzden fazla sahih hadis vardır. Bunlar manevi tevatür oluşturmaktadır. Bu hadisleri inkâr edenler sapık kimselerdir.

 

 

· Bu yazdıklarımdan dolayı birileri bana düşmanlık edecektir. İnsanlar işine gelmeyen doğruları kolayca kabul etmeyecektir. Onların iyiliği için yazıyorum. Sevgili Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum: Diyalog tuzağına düşmesinler, imanları korusunlar. Muharref dinleri İslâm ile bir tutmasınlar.

 

 

Gayemiz dinime ve ümmetime naçiz bir hizmetten ibarettir. Bizi levm edenlerin kınama ve sataşmasından korkmamak gerekir.

 

 

Allah birdir. Eşi, benzeri, oğlu, kızı, ortağı, şeriki olması, muhaldir.

 

 

Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

 

 

Allah kemâl sıfatlarla muttasıf ve mükemmeldir.

 

 

Allah zamandan, mekândan, cihetten, cisimden, inmekten, çıkmaktan, insanlar gibi organları olmaktan münezzehtir.

 

 

Allah’a oğul koşmak büyük bir sapıklık ve dalâlettir.

 

 

Sahih İslâm akaidine göre Allahü Teâlâ’nın on dört kemâl sıfatı vardır. Her Müslüman, ilmihal kitaplarından bunları okuyup ezberlemeli ve içine sindirmeli, yeryüzündeki ve göklerdeki her şeyde Allah’ın celal ve cemal sıfatlarını ve Esmai Hüsnasını sezip seyretmelidir..

 

 

Allah’a ortak koşanlar ve O’na noksan sıfatlar takanlar hidayet üzere değildir, onlar dalâlettedir.[2]

 

 

Masonluk ve Aydınlanmacılık ta Yahudilerin uydurmalarıydı..

 

 

2 Aralık 2009 Haber Türk’te Balçiçek Pamir’a konuk olan tarihçi Prof. Sina Akşin:

 

 

“Gerçek Atatürkçü olmak için, mutlaka “Aydınlanmacı” olmak gerekir. Askeri darbe planlayanlar bile, eğer Atatürkçü iseler, bu girişimleri geçerlidir. Partiler içinde sadece CHP Kemalizm’e kısmen yakın görünmektedir. Ama tam değil, çünkü devletçiliğe karşı gelmektedir. Necmettin Erbakan bile: “Eğer Atatürk sağ olsaydı, partisine gireceğini” söylemiştir.

 

 

Oysa sadece “Aydınlanmacı” ve Altı okçu” olanlar gerçek Kemalist’tir, diğerleri sahtedir” gibi çapsız ve dayanaksız laflar etmişti.

 

 

Bunların “Aydınlanma” dedikleri Batı dünyasını 18. yüzyılda etkisi altına alan; yaratıcılığı, Allah varlığını ve Dini kurum ve kavramları inkâr edip, maneviyatçılık yerine tamamen maddeciliğe ve deneyciliğe dayanan, şeytani bir felsefe akımı ve hepsi Yahudi ve Masonların ürettiği bir dinsizlik düşüncesidir. Ama Atatürk kesinlikle aydınlanmacı değildir. Ve masonların Yahudi uşağı bir hıyanet ve fitne şebekesi olduğunu bildiği için, Mason Localarını resmen yasaklayan ilk lider Mustafa Kemal’dir.

 

 

Mustafa Kemal’i Mason ve aydınlanmacı göstermeye çalışan Sina Akşin gibi sahte bilgiçlere, bu safsataları Siyonist Yahudilerin uydurduklarını, Masonların kendi dergilerinden bir kez daha hatırlatalım.

 

 

Fransız İhtilâli Dinsiz Masonların tezgâhıydı

 

 

Daha ileriki yıllarda, aynı durumdaki ulusları da etkisi altına alacak olan bu devrimin (Fransız devrimi) aksiyon haline geçerek başarıya ulaşmasında tıpkı Amerika’da olduğu gibi Fransız mason üstatlarının rollerinin büyük olduğu kesindir.” (MİMAR SİNAN D. 1968 Sayı 8, Sayfa 53)

 

 

Mimar Sinan dergisinde bahsedilen konularda, verilen listelerde ve diğer ansiklopedik incelemelerde eski devirlerden beri Katolik Kilisesi’ne Mason ve Yahudilerin sızdıkları, hatta kardinalliğe kadar yükseldikleri ve kiliseyi kontrol altına aldıkları görülmektedir. “Amansız dinsel taassup ve ruhsal hayat üzerindeki baskı” bu sayede oluşturulmakta, birçok Hıristiyan da bu plana bilmeden alet olmakta ve halka, mason üstatların hazırladıkları hayat arzı kurtuluş olarak gösterilmektedir. Bu danışıklı dövüş ortamı birçok halkın kurtuluşunun(!) gerçekleştirilmesinde kullanılan masonluğun etkili bir yöntemidir.

 

 

Ölümünden yıllar sonra bile unutturulmayan anısına, saygı ve hürmet hislerinin bir belirtisi olarak, törenlerle heykelleri, büstleri dikilen SİMON BO LİVAR da Mason birisidir.

 

 

 

 

 

 


 

[1] Milli Gazete / R. Nuri Erol / 27 04 2011

 

 

[2] Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

 

 

[3] Aydoğan Vatandaş-Apokrifal sh. 8-12)

 

 

[4] KAYNAKLAR:

 

 

Rapo, Laura vs Lonsdalla. The Gospel ol Barnaba. Oxford 1907. Abdurrahrnan AYGÜN, Barnaba İncili (Basılmamış Eser), İstanbul, 1942, S. 16-17,

 

 

Burhan EflSOY, Barnaba İncilinin kısmi tercümesi (41-59) Fasıl) Samsun Yüksek İslam Enstitüsü Mezuniyet Tezi (1981)

 

 

Barnaba ve İncili Hk. Bkz. Ahmet KAHRAMAN, Dinler Tarihi sh. 206-207, İsmail Fenni ERTUÖRUL, Hakikat Nurları, s. 243.

 

 

 

Yazar: Nail KIZILKAN  

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi