Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri kendi asrının müceddidi olan[1] çok önemli bir şahsiyettir. Ülkemizdeki din tahribatına karşı verdiği örnek ve yüksek mücadelesi ve özellikle “iman, ihlâs, takva, nefsanî duygu ve dünyalıklardan uzak durma ve insanlığa faydalı olma” esaslarını ders veren Risale-i Nur külliyatını meydana getiren çok güzel ve mükemmel eserleri, değerini her zaman muhafaza edecektir. Ve zaten ümmetin hasretle beklediği ve kendisinden sonra geleceğini müjdelediği ZAT için de: “Sonra gelecek O mübarek zat; Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek”[2] demekte ve böylece Risale-i Nurun bütün ülkelerde, inşallah bozuk felsefe dersleri yerine; iman hakikatleri ve İslam ahlakı olarak okutulacağını ve pek çok ilmi ve insani hükümlerinin, devlet eliyle resmen tatbikata koyulacağını haber vermektedir.
Hz. Üstadın siyaset anlayışına gelince:
1- Bediüzzaman siyaset kavramını bazen “Adil bir devlet ve hükümet modelinin tarifi…”
2- Bazen de: “ilahi ve evrensel saadet kanunlarının tatbiki” olarak ifade etmektedir.
“Hak ve adaletle halkın yönetilmesi” anlamındaki “Siyaset” için, zaten mücadelesinin bir amacı olduğunu, “İslam’ın bir hakikatine, her gün bin başımı vermeğe razıyım” anlamındaki sözleriyle dile getirmektedir.
Zira bu gerçek anlamıyla siyaset; “İslam’ın tatbikini, Hak ve adalet hükümetini, Efendimizin (SAV) Sünnetini ve Raşit Halifelerin hayat sistemini” içermektedir.
Ancak:
A- Dünya hesabına ve sadece palavra ve politikayı esas alan particiliğe temelden karşıdır:
a) Devlet ve hükümet imkânlarını ve iktidarını, küfür ve zulüm hesabına kullanmak ve böylece ülkede ve yeryüzünde haksızlığı ve ahlaksızlığı yaygınlaştırmak,
b) Müslümanların dini duygularını ve İslam’ın yüce değerlerini dünyalık makam ve menfaatler için istismara kalkışmak,
c) Müslümanlar arasında vahdet ve uhuvveti (birliği ve kardeşliği) bozucu kısır kavgalara ve kutuplaşmalara sebep olmak ve zalimlere tabi ve taraftar bulunmak şeklindeki, batıl ve bozuk siyasi anlayış ve davranışlardan ise, Bediüzzaman şiddetle sakınmakta ve bu tür siyasetler için “Euzü billhiminşeytani ve siyaseh – Şeytandan ve onun razı olduğu siyaset anlayışından Allah’a sığınırım” buyurmaktadır.
B- Dava adına, siyaset ve partiyi bir araç olarak kullanıp, İslamî ve insanî amaçlara ulaşmayı ve bu yolla dine ve millete hizmette bulunmayı hedef alan bir siyaset için ise, üstadın iki temel prensibi vardır:
1- İnancımıza ve insanımıza hizmet adına ortaya çıkacak olan bir partinin, kurucularının ve kurmaylarının en az yüzde 60-70’i mü’min ve mütedeyyin (dindar ve dürüst) olmalı, yani o parti Mason ve münafıkların güdümünde bulunmamalıdır. Çünkü:
“Hakikatı İslamiye bütün siyasetin fevkinde (üstünde)dir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. (Ama) Hiçbir siyasetin haddi değil ki İslamiyet’i kendine alet etsin”.[3]
2- Üstat ayrıca
“Şimdilik bu vatanda dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet diğeri de İttihadı İslam’dır.
İttihadı İslam Partisi (idarecileri) yüzde altmış yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla şimdiki siyaset(te görev) başına geçebilir. Dini siyasete alet etmek değil, belki siyaseti dine alet etmeğe çalışabilir. Fakat çok (uzun bir) zamandan beri (halkımız arasında maalesef) terbiye-i İslamiye(nin) zedelenmesiyle ve mevcut (hakim zihniyet ve) siyasetin cinayetine karşı dini alet etmeğe mecbur kalacağı cihetiyle, şimdilik o parti (siyasete girişmemek ve) başa geçmemek lazımdır”[4] buyurarak siyaset cephesinde İslami bir hizmet ve hareket için zaman ve zeminin de müsait olması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Zira dünya siyonizminin iki kolu gibi davranan ve ülkemizde sağ-sol diye ortaya çıkan “Masonluk ve Komünistlik gibi… Sonunda anarşi ve ahlaksızlığı doğuran ve her tarafı ele geçiren zındıklık ve dinsizlik hareketlerine karşı[5] yeterli ve tutarlı olamayacak ve başarısızlıkla sonuçlanacak siyasi girişimler elbette gereksiz ve bereketsizdir.
Bu gerçeği çok iyi fark eden Üstat, bütün gayret ve himmetini “tahkiki iman” (Temel imani gerçekleri ve İslami prensipleri yerleştirmek) hizmetine hasretmiş, ilim ve medeniyet adına yapılan ve moda gibi yaygınlaşan dinsizlik felsefesine ve inkârcılık düşüncesine karşı iman hakikatlerini izah ve ispat eden eserleri ders vermiş ve neşretmiştir.
Bu çok kıymetli hizmetlerinden ve pek kerametli hallerinden dolayı kendisine beklenen Mehdi olduğunu söyleyen bir kısım talebelerine ise: “(Hayır benim için sadece belki müceddittir, onun pişdarı (Mehdiyet’in ön hazırlıklarını yapan)dır denilebilir.[6] Buyurmuş ve “Bu hakikatten anlaşılıyor ki sonra gelecek o mübarek Zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.
O zatın ikinci vazifesi ise Adalet nizamını icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife (Bize verilen imanı tahkik hizmeti) maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikat, ihlâs ve sadakatle (mümkün) olduğu halde, bu ikinci (Hukuk nizamını icra ve tatbik) vazife(si ise) gayet büyük maddi (ekonomik ve askeri) bir kuvvet ve (siyasi) hâkimiyet lazım(dır) ki o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
(Beklenen ve bizden sonra gelecek olan) o zatın üçüncü vazifesi (ise) Hilafeti İslamiyeyi, İttihadı İslam’a bine ederek, İsevi Ruhanileriyle de ittifak edip din-i İslam’a hizmet etmektir. (Yani beklenen Zat İslam Birliğini ve hâkimiyetini sağladıktan sonra bütün dünya Müslümanlarını organize bir güç halinde toparlayacak ve bir kısım Hıristiyan ülke ve liderleriyle bile irtibat ve ittifak kuracak ve sonunda Siyonizmin zulüm saltanatını yıkmış olacaktır)
Bu bakımdan bize o gelecek zatın ismini vermek ve Mehdi demek yanlış olur. Hem üstelik “Ehli siyaset evhama (korku ve telaşa) bir kısım hocalar ise itiraza başlar”.[7]
Üstadın bu ifadelerinden de anlaşılıyor ki, kendisinden sonra geleceğini müjdelediği “o zat” hem siyasetten çıkacak, hem de bilinen klasik manada bir Hoca-din adamı olmayacaktır.
Zira siyasilerin korku ve telaşı, kendi metot ve meslekleriyle onlara rakip çıkacağı ve şeytani saltanatlarını yıkacağı içindir.
Hocaların itirazı ise, O zatın mollalar ve müderrisler içinden çıkacağını beklemeleri yüzündendir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri siyaset ve particilikle inancımıza ve insanımıza hizmet etmeğe karşı değildir. Ancak kendi yaşadığı zaman ve zeminin siyasetle uğraşmaya müsait ve münasip olmadığını söylemekte ve siyaset sahasındaki mutlu ve mesut halet ve hareketlerin kendisinden sonra gelecek Zat tarafından yürütüleceğini müjdelemektedir:
“Ve bu nurdur ki, eskiden de tahayyül ve tahminin ile geniş dairede ve siyaset aleminde gelecek Mes’udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddimesi ve müjdecisi iken; bu muaccel (peşin ve hazır) ışığı O müeccel (ileride gelecek) saadet (olduğunu zan ve) tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordum”.[8] İtiraf ve ifadeleriyle: siyaset sahasında çok bereketli hizmetlerin yapılacağına dair bazı manevi ışık ve işaretler gördüğünü ve bu hevesle İttihat ve Terakki saflarında siyasete girdiğini, ancak sonradan kendisinin Risale-i Nur yoluyla iman hakikatlerini yaymak ve yerleştirmek suretiyle ileride gelecek ve siyaset cephesinde zuhur edecek mutlu ve mübarek hizmetlere zemin hazırlamakla vazifeli olduğunu fark ettiğini beyan etmektedir.
Zira “Bu zamanda ehli İslam’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalalet (sapıklık)la kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun yegâne çaresi ise, Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa (ve hakim gelinse o taktirde) kâfirler münafık derecesine iner. Münafık (ise) kâfirden daha fenadır. Demek (ki) topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer saklanır (açık inkâr, gizli) nifaka inkilab eder.
HEM NUR, HEM TOPUZ.. İKİSİNİ BU ZAMANDA BENİM GİBİ BİR ACİZ YAPAMAZ!..
“Onun İçin bütün kuvvetimle nur’a sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu (na) ne şekilde olursa olsun, bakmamak lazım geliyor.
Amma maddi cihadın muktezası (icap ve ihtiyaçları) ise: O vazife şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için (siyasi güç ve) topuz lazımdır. Fakat (bizim) iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa (şimdilik ancak nur’a kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz (ve bu şartlarda siyasetle uğraşacak ve başarılı olacak halimiz) yok!…[9] Diyerek, üstat, haklı olarak, iman hizmetinde bulunanların ve başta nurcuların, özellikle kısır siyasi çekişmelerin dışında kalmalarını ve çok mecbur kalsalar da “siyaseti dine alet etmelerini” ve en azından İslami gaye ve gayretler içinde olan partiyi desteklemelerini öğütlemiştir.[10]
Bediüzzaman Hazretleri: “Risale-i Nur (ve iman hakikatleri) mal-ı umumi (toplumun hepsinin ortak malı ve ihtiyacı) olduğundan, hizmet-i Kur’aniyede bulunan nur şakirdleri tarafgirliklere giremezler”.
“Hem milletin her tabakasının (iktidara) muvafıkı ve muhalifi(nin), (devlet) memurunun ve amisinin (sade vatandaşın) o hakikatlerde hisseleri var ve onlara (Risale-i nura) muhtaçtırlar. (Bu bakımdan) Risale-i nur şakirtleri tam tarafsız kalmak için siyaseti ve maddi mübarezeyi (menfaat çekişmesini) tam(amıyla) bırakmak ve hiç karışmamak lazım gelmiş…”[11] diyerek o dönemde, Nurcuların kesinlikle partiler dışında kalmalarını istediği halde, maalesef bu talimat ve tavsiyesine pek uyulmamış ve “şimdi (ülkemizde ve yeryüzünde) hükmeden (Masonluk ve komünistlik gibi Siyonizmin güdümünde) öyle kuvvetli cereyanlar içinde, siyasete girenlerden hiçbir kimse istiklâliyetini ve ihlâsını (vicdani bağımsızlığını ve Allah rızasını) muhafaza edemez… Her halde (Masonluk gibi hakim ve zalim) bir cereyan Onun (hizmet ve) hareketini kendi hesabına alacak, dünyevi maksatlarına alet yapacak. O hizmetin kutsiyetini bozacak”[12] diyerek ikaz ve işaret buyurduğu ve korktuğu bu duruma düşmekten pek çoğu kurtulamamıştır.
Hz. Üstat: “Dindar demokratların hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırı için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete (sadece) bir iki gün baktım.”[13] Dediği halde pek çok nurcu kardeşimiz Demokratın devamı olmak iddiasında ve aslında masonların komutasında bulunan partilerin, bir zaman gençlik kolları ve sanki yan kuruluşları gibi çalışmış ve çirkin siyaset oyunlarına bulaşmışlardır. Süleyman Demirel’in cılkı çıkınca bu sefer 22 İslam ülkesinin parçalanmasını amaçlayan BOP eşbaşkanlarının, yani Siyonizmin kâhyalarının peşinden koşulması ne kadar acıdır.
Üstat bütün himmetini ve hizmetini Risale-i Nur’un okunmasına ve yayılmasına hasrettiği ve talebelerine de ısrarla bunu emrettiği ve hatta Eşref Edib’in Sebiürreşat dergisinde Risale-i Nur’u öven yazılar yazmasını bile hoş görmediği halde, zamanla bir kısım nurcular tamamen gazeteciliğe başlamış ve Risaleleri ikinci üçüncü plana atmışlardır.
Hz. Üstad, “Bu on sekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım. Üç senedir burada işitilen radyoyu dinlemedim. Ta ki Kutsi hizmetimize manevi bir zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: iman hizmeti ve iman hakikatleri, bu kâinatta her şeyin fevkindedir, hiçbir şeye tabi ve alet olamaz.”[14] Dediği halde, bazı nurcu kardeşlerin açtığı radyo ve televizyon kanallarında, Risale-i Nur’dan bir cümle duymak için maalesef saatlerce beklemek, bizleri üzen ve düşündüren bir olaydır.
Üstat Bediüzzaman’ın insanlığa hayat ve huzur verecek derslerini ve düsturlarını anlamak ve uygulamak ise, hepimiz için gereklidir ve görevimizdir.
Ancak ve ne var ki; hem peygamberlere hem de böylesi müceddid ve rehberlere özellikle kendi sağlığında yeterli ve gerekli ilgi gösterilmemiştir. Vefatından sonra da istismar edilmek istenmiştir.
Bakınız, bir uyarıcı ve kurtarıcının geleceğini bildikleri ve bekledikleri ve bunu zaten Allah’tan ısrarla istedikleri halde özellikle “Kitap ehlinin ve dindar çevrelerin” tavrını şu ayetler ne güzel izah etmektedir:
“(Onlar) Şayet kendilerine inzar (ikaz ve irşat) edici (bir peygamber ve önder) gelirse, diğer milletlerden daha önce hidayete tabi olacaklarına (ve o davetçiye sahip çıkacaklarına) dair bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat (ne yazık ki) Onlara (istedikleri ve bekledikleri uyarıcı (Peygamber) gelince, bu durum onların haktan uzaklaşmalarını artırmaktan başka işe yaramadı.
(Bunun sebebine gelince) Çünkü onlar yeryüzünde (bulundukları ülkede ve mevcut batıl düzende hak etmedikleri makam ve menfaatlerle) büyüklük taslıyor ve (bu sömürü sistemleri yıkılmasın diye Hakkı hakim kılmak isteyenlere karşı müşriklerle beraber) kötü tuzaklar kuruyorlardı. Hâlbuki (eninde sonunda mutlaka) bu kötü tuzaklar onu kuranların başına geçecek ve herkes kendi kazdığı kuyuya düşecektir. Bu Allah’ın değişmez sünnetidir.”[15]
Evet, işte tarih… Hz. Musa’nın şeriatını ihya ve icra etmek için geldiği halde, Hz. İsa’ya (AS) ilk düşmanlığı maalesef Yahudiler yapmışlardır.
Aleyhissalatü Vesselam Efendimizin geleceğini ve hatta ismini ve işaretlerini bildikleri ve bekledikleri halde “ehli kitap” Ona haset, hakaret ve hıyanette bulunmuşlardır.
İslam tarihindeki mücedditlerin durumu da aynıdır:
Bir İmam-ı Azam Hazretlerine en büyük sıkıntıyı, taklitçi ve taassupçu alimler açmışlardır. Zalim idareciler tarafından dövülerek şehit edilmesi karşısında bile maalesef suskun kalmışlardır.
Ve asrımızda bir Bediüzzaman Hazretlerine ilk sahip çıkması gereken medrese ve tekke ehli, maalesef “nur’lardan” yararlanmaya ilgi ve ihtiyaç duymamışlar ve Hz. Üstadı şanlı mücadelesinde yalnız bırakmışlardır.
Ve yine Risale-i Nur pek çok yerde Milli Görüşü işaret ettiği ve açıkça müjdelediği halde, maalesef nurcu kardeşler bu davaya gerektiği gibi sahip çıkamamışlardır…
İşte “taassup inadı ve haset damarı psikolojisini” izah ve ifade eden ayeti kerime:
“Kitap ehlinden çoğu, “Hak” (Hakikat) kendilerine apaçık bir şekilde belli olduktan sonra, sırf nefislerini (kuşatan içlerindeki) kıskançlıktan dolayı, sizi imanınızdan (ve inandığınız davadan) döndürmeye çalışırlar.”[16]
Evet, şahsen Milli Görüş Hareketinin ve muhterem Liderinin, Haklı ve hayırlı bir yolda olduklarına kanaat getirmemiz ve bu sahada çalışmaya karar vermemiz hususunda; Risale-i Nur’un işaret ve beşaretleri en büyük dayanağımız ve fikir kaynağımız olmuştur.
Çünkü Üstat Hazretlerinin “Batı (alemi) Fen ve Sanayi silahı ile bizi istibdad-ı manevi (baskı ve esaret) altında eziyor. Onlara karşı maddeten terakki etmek ve sanayileşmek şarttır.”[17]
“İ’la’yı kelimetüllah ise, şu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıftır. (İlahi kelamın ve adalet nizamının hâkimiyeti ekonomik yönden kalkınmaya bağlıdır)[18]
Diye haber verdiği, ağır sanayi ve ekonomik kalkınma hamlesini başlatan Milli Görüştür.
Risale-i Nur’larda “Nev-i beşeri (insanlık alemini) umumi felaketlere sürükleyen ve Bolşevikliğe (komünistliğe ve anarşistliğe) sevk edip, terakkiyatı ve asayişi (çok yönden gelişmeyi ve genel huzuru ve emniyeti) mahveden (her türlü haksızlık ve ahlaksızlığın) kökünü kesecek iki şeydir: 1-Vücub-u zekât 2-Hurmet-i Riba” (Zekâtın mecbur tutulması ve faizin yasaklanması) diye anlatılan gerçeği:
1- Sermaye ve üretimden alınacak tek cins verginin (zekât) uygulanacağı
2- Ve faizin her türlüsünün kaldırılacağı Adil Ekonomik Düzen programları ile ortaya çıkan, Milli Görüş’tür.[19]
Bediüzzaman’ın (RA) “İnşallah ileride, Cemahir-i müttefika-i Amerika gibi, Cemahir-i müttefika-i İslami’ye de meydana gelecektir.”[20] (Yani 50’ye yakın ülke bir araya gelip Amerika Birleşik Devletlerini kurduğu gibi, inşallah ileride Müslüman ülkeler birliği de oluşacaktır) diye işaret ettiği “İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı” gibi vahdet ve kuvvet unsurlarını savunan, İslam’ın ittihad ve ittifak şartlarını amaçlayan ve hazırlayan, Milli Görüştür.
İşte bunun gibi hüccet derecesine ulaşan pek çok işaret gösteriyor ki, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin: “İleride geniş dairede ve siyaset aleminde gelecek mesudane vaziyetler…”[21] Diye müjdelediği ve O mutlu ve mes’ut gelişmelere zemin hazırlamakla görevli olduklarını söylediği hareket, Milli Görüştür.
Evet, tarih boyunca ehli kitabın ve dindar grupların yakasını bırakmayan “haset, inat ve taassup” damarı terk edilip, izan ve insaf ölçüleriyle dikkat edilse, bizim söylediklerimizin ne kadar haklı olduğu görülecektir.
Bu konuyu Üstadımızın çok önemli bir tespit ve teşhisiyle kapatalım:
“Hiçbir fasık (günahkâr) yoktur ki (kendisinin) salih olmasını (kötülükten kurtulmasını) temenni etmesin. Ve (hele) amirini ve reisini (yöneticilerini ve hükümet yetkilerini) mütedeyyin (dindar ve dürüst ) görmek istemesin. (Kalbinde imanı bulundukça fasık bile olsa bunların mutlaka arzu eder) İlla ki, eliyazübillah, irtidat ile vicdanı tefessüh edip yani (ancak Allah korusun, gizli bir dinsizlikle vicdanı bozulmuş olup) yılan gibi başkalarını zehirlemekten zevk alan kimseler ancak, Emperyalist ve Siyonist zalimleri ve işbirlikçilerini destekleyebilir; içkiyi, kumarı, faizi ve fuhşu yaygınlaştıran, İslamiyetsiz zihniyetleri ve istikametsiz şahsiyetleri idareci seçip milyonlarca insanımızın ekonomik ve ahlaki yönden sefalete sürüklenmelerine sadece münafıklar razı olabilir)[22]
[1] Sikke-i Tasdik-i Gaybi 2. Mektub
[2] Sikke-i Tasdiki Gaybi
[3] Hutbe-i Şamiye: 50
[4] Emirdağ lahikası 2-132
[5] Emirdağ Lahikası: 2:24
[6] Sikke-i Tasdiki Gaybi: 8
[7] Sikke-i Tasdiki Gaybi: 8
[8] Kastamonu Lahikası: 20
[9] Lem’alar: 96
[10] Emirdağ Lahikası 2: 138
[11] Şualar: 325
[12] Şualar: 325
[13] Emirdağ Lahikası 2: 132
[14] Kastamonu Lahikası: 99
[15] Fatır: 42-43
[16] Bakara: 109
[17] Hutbe-i Şamiye
[18] Münazarat sh. 30
[19] İşaretül İcaz sh. 48
[20] Hutbe-i Şamiye
[21] Kastamonu Lahikası sh. 20
[22] Lem’alar: 122