ÜSTÜNLÜK SAPLANTISI, ŞEYTAN AHLÂKIDIR
Bazı insanlar, “herkesten çok farklı ve faziletli yaratıldığını, olağanüstü kabiliyetlerle donatıldığını ve bütün bu yüksek marifet ve meziyetlerin kendi aklından ve aslından kaynaklandığını” düşünerek bir üstünlük duygusuna kapılmaktadır. Bu saplantı içine girenler, zamanla herkesi horlamaya ve kendilerini kutsallaştırmaya başlamaktadır. Oysa bu durum tamamen şeytani bir aldanıştır. Çünkü herkese ve her türlü nimet ve fazileti veren Cenab-ı Hak’tır ve bunlarla kullarını imtihan buyurmaktadır. Ancak; övünmek için değil sevincini göstermek için, tekebbür (büyüklenmek ve böbürlenmek) için değil, tevazu ve teşekkür amacıyla Allah’ın lütfettiği nimetleri hatırlatmak ise caizdir. “Rabbin nimetini (hamdü sena ederek) devamlı anlat”[1] ayeti bunu ifade etmektedir. Ya zenginliğine, ya zekâvetine veya diğer dünyalık nimet ve ziynetlerine, ya da ibadet ve hizmetlerine aldanarak kibirlenen ve başkalarını küçük gören kimseler, şeytanın boş kuruntulara düşürdüğü gafillerdir. “(Şeytan) Onlara (çeşitli) va’adler ediyor, onları olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan onlara bir aldanıştan başka bir şey va’ad etmez.”[2] ayeti bunların durumunu haber vermektedir. İşte bunlardan birisi olan, mal varlığı ve Firavun’a yakınlığı ile şımaran Karun şöyle diyordu: “(Bütün bunlar) Bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.”[3] Yani kendisine verilen nimetlerin, Allah’ın bir ihsanı ve imtihanı olduğunu unutup, kendisindeki özel bilgi ve beceriler sayesinde her şeyi kazandığını zannederek sapıtanlardan birisidir. Oysa bu düşünce şahsi zannından ve zırvasından başka bir şey değildir. “Siz ancak zanna uymakta ve sadece tahmin ve yalan uydurmaktasınız.”[4] “Gerçekte zan ise, Hakk’tan hiçbir şeyi sağlamaz (ve doğruya ulaştırmaz).”[5] ayetleri bu gerçeği açıkça haber vermektedir.
Ve yine, Hz. Musa Tur-i Sina’ya çıktıktan sonra, Beni İsrail’i saptıran ve altından bir buzağı heykeli yaparak ona taptıran Samiri de, kendisinde çok gizli yetenek ve özellikler vehmeden birisidir.
“Hz. Musa sorup dedi ki: ‘Ey Samiri, senin amacın nedir, (bu sapkınlığı niçin işledin?’ Samiri:) ‘Ben onların görmediklerini gördüm. Böylece elçinin (Cebrail’in) izinden bir avuç (toprak) alıp atıverdim…”[6] ayetlerinde de bildirdiği gibi, Samiri’nin fesat çıkarmasına neden olan düşünce, kendisinin herkesten bilgili, sezgili ve önemli olduğunu zannetmesidir. “Ben tarikat ve maneviyat ehliyim. Bana gizli işaretler ve keşifler gelmektedir” diyerek böbürlenen ve Kur’an ahlâkına aykırı düşünce ve davranışlar sergileyen kimseler de bu şaşkınlığın içerisindedir. Bu aldanış, “farklı şeyler yaparak, ilgi ve sevgi toplamak ve liderliğe oynamak” hevesinin birleşmesiyle ve şeytanın da şişirmesiyle insanı sapkınlığa sürüklemektedir.
Firavun’u azgınlaştıran ve hatta ilahlık iddiasına kalkıştıran da yine bu üstünlük düşüncesidir.
“Firavun kendi kavmi içinde bağırıp dedi ki: Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler (Nil’in kolları ve kanalları) benim değil mi? Yoksa ben şu (Musa)dan daha hayırlı değil miyim, ki o aşağı (köle sınıfından) bir zavallı (kimsedir) ve neredeyse (sözünü) anlatmaktan aciz (birisi)dir.”[7] ayetlerinde de görüldüğü gibi, Firavun Mısır ülkesinin ve ona hayat veren Nil nehrinin sanki kendi mülkü olduğu hayaline kapılmış, Firavunlar sülalesinden gelmesini bir üstünlük sebebi saymış ve Hz. Musa’nın, sırf ezilen ve hor görülen Beni İsrail kavminden olması ve konuşmada zorlanmasını düşüklük ve (hâşâ) değersizlik nedeni zannetmiştir. Yani, Allah’tan ayrı ve bağımsız bir varlığı ve O’nun mülküne ortaklığı bulunduğunu vehmetmektedir. Ve bu aldanış ve saplantı onu ilahlık iddiasına kadar sürüklemiştir. “(Firavun) Dedi ki: Sizin en yüce Rabbiniz benim.”[8]
..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ…