Anasayfa Genel 1. Turda Saadet’e Sahip Çıktık, Ama 2. Turda; ŞEKAVETE ORTAK OLAMAZDIK!

1. Turda Saadet’e Sahip Çıktık, Ama 2. Turda; ŞEKAVETE ORTAK OLAMAZDIK!

Yazar: yonetici
0 Yorum 311 Görüntüleyen
 
 

1.
Turda Saadet’e Sahip Çıktık, Ama 2. Turda; ŞEKAVETE ORTAK OLAMAZDIK!

 

AKP ile MHP’nin ‘Cumhur İttifakı’nın ardından muhalefet partileri de ittifak kurmuşlardı. CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti arasında kurulan ittifak için resmi imzalar 03.05.2018’de atılmıştı.

Türkiye 24 Haziran’da erken Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimine giderken, muhalefet kanadı da mecburi bir hamle yapmıştı. Buna göre CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti 24 Haziran seçimlerinde ittifak yapmak için anlaşmaya varmıştı. AKP ile MHP’nin kurduğu ‘Cumhur İttifakı’nın karşısına muhalefetin ‘Demokrasi İttifakı’ ya da ‘Millet İttifakı’ ismiyle çıkmıştı. Bu dört parti asıl ittifakı ise Meclis’te çoğunluğu sağlamak üzere hazırlamıştı. Uzlaşmaya göre, dört parti milletvekili seçimlerinde ittifak yapacaktı. Her parti, kendi milletvekili adaylarını çıkaracak, ancak bazı kritik yerlerde ittifak içinde yer alan partiler sonuç almak için en güçlü olan partinin adaylarına destek olacaktı. İttifakta CHP, İYİ Parti ve SP kendi kurumsal kimlik ve listeleriyle yer alacaktı. DP’nin bu ittifakta hangi formülde yer alacağı ise dört partiden yetkililerin oluşturduğu ortak çalışma grubunun son toplantısında karara bağlanacağı konuşulmaktaydı. Kulislere göre DP’den bazı isimlere İYİ Parti listesinden, SP’den bazı isimlere de İYİ Parti ve CHP listesinden yer verilebileceği kulislere sızmıştı.

4 parti, ittifakın ilkeleri konusunda da anlaşmıştı. Bu ilkeler şöyle:

• Kuvvetler (yasama, yürütme ve yargının) ayrılığı,

• Güçlü Meclis’in oluşturulması,

• Parlamenter sisteme geçilmesi,

• Toplumsal barış ve uzlaşmanın sağlanması, kardeşliğin güçlendirilmeye çalışılması,

• Parlamenter sisteme geçişi öngören yeni bir Anayasa’nın yapılması.

Protokolün 4 maddesi şunlardı:

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, DP Genel Başkanı Gültekin Uysal, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener‘in imzasını taşıyan Millet İttifakı protokolü tek sayfa ve 4 maddeden oluşmaktaydı:

“Bizler, bugün ülkemizin içinde bulunduğu zor koşulların farkında olarak yüce milletimizin huzurunda tüm vatandaşlarımızın şahitliğinde,

1- Toplumsal ayrışma ve kutuplaşmaya son vermek, halkımızın özlediği huzur, kardeşlik ve güven ortamı içinde adil ve güvenli bir seçimin yapılmasına katkıda bulunmak,

2- Ülkemizin siyasal sistemini bir an önce normalleştirmek, çoğulcu demokrasi esaslarına göre rekabetçi demokratik siyasal zemini tüm gerekleriyle yeniden inşaya çalışmak,

3- Kuvvetler ayrılığı ilkesine göre hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak,

4- Başta ifade ve basın özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin vatandaşlarımız ve kurumlarımız tarafından layıkıyla kullanılmasını temin etme ilkelerine hayatiyet kazandırmak üzere seçim iş birliği için bir araya geldik.

Farklı program ve dünya görüşlerimizi muhafaza ederek, vatandaşlarımızın siyasi tercihlerinin Meclise eksiksiz yansıması ve temsilde adaletin sağlanması amacıyla CHP, Demokrat Parti, İYİ Parti ve Saadet Partisi olarak 24 Haziran’da yapılacak 27. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde seçim iş birliği yapmaya karar verdik. Bu iş birliği çerçevesinde CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi; Millet İttifakı adı altında kendi amblemleriyle seçime girecek, Demokrat Parti de adaylarını İYİ Parti’nin listelerinden göstererek Millet İttifakı’nın parçası olacaktır.”

HDP eşbaşkanı Demirtaş Millet İttifakı’na dışarıdan destek sağlayacaktı!

Henüz hüküm giymediği için yasal olarak seçimlere girmesinin önünde bir engel olmadığını söyleyen Demirtaş, “Eğer yargı beni engellerse bu skandal ve suç olur.” ifadesini kullanmıştı. Reuters, haberinde HDP’nin yaklaşık yüzde 10-12’lik bir tabanı olduğunu aktarırken, HDP’nin Meclis’e girmesinin kesin olduğunu vurgulamıştı. Demirtaş, “Türkiye’yi 15 yıldır yöneten AKP ve Erdoğan, desteğin azalmasından dolayı endişelendiği için erken seçime gitti. Kürt seçmenler, ‘ırkçı bir partiye’ oy vermeyecektir. AKP hükümeti desteğini hızla kaybediyor, ekonomi krize sürükleniyor. Artık Türkiye’deki insanlar AKP’den bıktı ve onlardan kurtulmak istiyor ve AKP de bunu biliyor.” yorumunu yapmıştı. Yani HDP, milliyetçi ve muhafazakâr kesimi ve Atatürkçüleri ürkütmemek için bu ittifaka dışarıdan destek olacaktı.

Bu arada basında Doğu ve Güneydoğu’da görünüşte birbiriyle düşmanca politikalar yürüten, zaman zaman taraftarları arasında silahlı çatışmalar gözlenen HDP ile Hüda-Par’ın 24 Haziran erken Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçiminde ittifak yapacakları iddiaları yer almıştı. CHP, İYİ Parti-Saadet-DP’nin ‘sıfır baraj ittifakı’ içinde yer almayan HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’da aktif olarak siyaset yapan partilerle bir ittifak yapacağı, bu ittifakın da Hüda-Par’la olacağı konuşulmaktaydı. Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’nın haberine göre, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (KDP-T), Kürt Demokratlar Platformu (KDP), Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK), Azadi Hareketi girişimiyle kurulan ‘Kürt seçim ittifakı’, Hüda-Par’la HDP’nin de içinde bulunduğu bir ittifak yapılarak 24 Haziran seçimlerine girilmesi konusunda görüşmeler yapılmıştı. Hüda-Par’ın bu öneriye olumlu yaklaşması üzerine 5 partinin oluşturduğu seçim ittifakı heyeti Diyarbakır’da HDP Eş Başkanı Pervin Buldan ile buluşmuşlar, bu görüşmeye, Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Ahmet Türk de katılmıştı. Heyette ise KDP-T Genel Başkanı Mehmet Emin Kardaş, KDP Genel Başkanı Sertaç Bucak, PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik, PSK Genel Başkanı Mesut Tek, AZADİ Hareketi Genel Sekreteri Ayetullah Aşiti ve AZADİ Hareketi Siyasi İşler Sorumlusu Sıdkı Zilan yer almışlardı.

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleriyle ilgili Cumhuriyet’ten Erdem Gül’e açıklamalarda bulunurken, anket firmalarından aldıkları parti ve ittifak bloklarının oy oranlarına ilişkin bilgileri paylaşmıştı.

“Bize verilen bilgilere göre AKP’nin şu anda yüzde 24 kemik oyu var. Yani bu yüzde 24’lük seçmen, net olarak kararını vermiş ve asla değiştirmeyi düşünmüyor. Bu yüzde 24, oyunu mutlaka AKP’ye verecek. Yani şu an itibariyle AKP’nin en düşük oy alması halinde yüzde 24’ü var. 24’ün yanında yüzde 8’lik bir seçmen daha var. Bunlar da oylarını AKP’ye veriyor ama sorgulamaya başlamış. Halen AKP’den vazgeçmiş değiller ama ülkedeki gelişmelere de başka partilerin ne dediklerine de bakıyorlar. Gözleri kapalı değil. Ama sonuçta AKP’ye oy vermeyi sürdürmeye yakınlar… Bunların üzerine de bir 6 puan koyulması gerekiyor. Bunları da koyduğumuzda AKP’nin oyu yüzde 38’lerde seyrediyor demektir. Benim gördüğüm tablo da AKP’nin yüzde 38’lerde olduğunu gösteriyor. İttifakta MHP’den yüzde 4-5-6 gibi bir oy gelebilir. MHP’den de gelebilecek bu oyla AKP-MHP ittifakının yüzde 42-44 bandında bir oyu görülüyor… İktidar ve muhalefet blokları olarak baktığımızda parlamento seçimlerinde yüzde 45-55 gibi muhalefetin üstünlüğünde seyrediyor. Ben HDP’nin de baraj sorunu olmadığını düşünüyorum. Bu durumda muhalefetin iktidara 10 puan fark atmasıyla Meclis’te önemli bir üstünlük sağlayacağını görüyorum. O yüzden ben muhalefet olarak hedefi yüzde 60 olarak koyduğumu açıkladım. Yani kampanya süresince muhalefetin yüzde 60’ları yakalayabileceğini gördüğüm için. Anketlerdeki rakamlara bakıldığında yüzde 60 hedefi abartılı değil, gerçekçi.”

Karamollaoğlu’nun ‘ikinci turda kendimi de şanslı görüyorum’ iddiası!

“Anketler, Erdoğan’a olan desteğin, AKP’ye olan destekten bir miktar daha fazla olduğunu gösteriyor. Ama bu ilk turda kazanmayı sağlamıyor. O nedenle ben ilk turda Cumhurbaşkanı seçiminin yüzde 50+1’le sonuçlanmayacağını, ikinci tura kalacağını düşünüyorum. İkinci tur için kendimi de şanslı görüyorum. İkinci turda muhalefetten bir isim Cumhurbaşkanı seçilecek, buna inanıyorum.”

‘Kılıçdaroğlu, çok yapıcı ve çözüm odaklıymış!.

Temel Karamollaoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile eskiye dayanan bir tanışıklıkları bulunmadığını, onu referandumdan bu yana muhalefetin kendi arasındaki görüşme trafikleri sırasında yakından tanıdığını anlatmıştı. Tüm görüşmelerde Kılıçdaroğlu’nu, ‘Farklı düşüncelere saygılı, dinleyen, anlayan ve çözüm arayan, çok iyi iletişim kurulabilen bir tavır içinde gördüğünü’ belirten Karamollaoğlu, ‘Bu yapıcı ve çözüm odaklı anlayışın, muhalefetin aldığı mesafelerde büyük rol oynadığını’ aktarmıştı. Kılıçdaroğlu da Karamollaoğlu’nu “muhalefette en iyi iletişim kurduğu lider” olarak tanımlamıştı.

Temel Karamollaoğlu’yla, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu karşılıklı ve kafa karıştırıcı iltifatları… Ayarları, amaçları ve bağlantıları defalarca açığa çıkmış ve sayesinde etiket ve etkinlik kazandıkları Milli Görüş’e hıyanet edip kaytarmış Abdullah Gül, Abdullatif Şener ve Ali Babacan gibi şahıslar üzerinde kolayca ittifak kurmaları, ama şükür ki milli merkezlerin bu senaryoları boşa çıkarması, bütün bu tertiplerin dış güçlerce planlandığı kanaatine haklılık kazandırmaktaydı. 24 Haziran seçimleri yaklaşırken ‘Millet İttifakı’nın ardından CHP, Saadet Partisi’ne çok ilginç bir öneride bulunmuşlardı. Saadet Partisi’nin de parlamentoda grup kurmasını sağlamak için CHP, Saadet Partisi’nin oy potansiyeli bulunan, ancak milletvekili çıkaramadığı seçim çevrelerinde bu partinin adaylarına kendi listelerinde yer vermeyi teklif ettiği ortaya çıkmıştı. 3 partinin pusulada yer alacağı, Demokrat Parti’nin de İYİ Parti listelerinden aday yapılacağı Millet İttifakı’nda TBMM’de çoğunluk sayısına ulaşmak için formüller aranmaktaydı. SP’nin de parlamentoda grup kurmasını sağlamak için farklı yöntemler üzerinde durulmaktaydı. Milliyet’in haberine göre, bu kapsamda, CHP’nin, SP’den bazı isimleri kendi listelerinden aday göstermeyi önerdiği anlaşılmıştı. CHP’nin bu önerisiyle, Saadet Partisi’nin oy potansiyelinin bulunduğu ancak milletvekili çıkaramadığı seçim çevrelerinde bazı isimlerin CHP listesinden aday olmasının teklif edildiği vurgulanmıştı. İttifakın alacağı toplam oy ile çıkarılacak toplam milletvekili sayısı, ittifakta yer alan partiler arasında aldıkları oy oranına göre bölüştürüleceği için SP’nin hak kaybı yaşamaması konusunda hassasiyet gösterildiği yazılmıştı. CHP’nin bu özverili teklifi hangi maksatla ve neyin karşılığında yaptığı üzerinde ise nedense hiç durulmamıştı. Eh bakıp göreceğiz; şeytanların şefaati bir şans fırsatı mıydı, yoksa şaşkınlık pahalıya mı patlayacaktı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Şimdi birileri yeni bir fitne fesat kaynatmaktadır. ‘Oyumu Cumhurbaşkanı’na vereceğim, ama parlamentoda oyumu AKP’ye değil muhalefet partilerine kullanacağım’ kampanyası başlatılmıştır. Bu oyunu da bozmaya var mıyız?”telaşı nereden kaynaklıydı?

Sn. Recep T. Erdoğan, Kayseri’de AKP Kadın Kolları Kongresi’ne katılmış, burada yaptığı konuşmada CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’yi eleştirirken:“Haftalardır milleti oyaladılar. Yok çatı dediler, pencere dediler. Sonuçta ‘İnce’ siyasette karar kıldılar” diyerek seçmeni uyarmıştı. “Birileri bir fitne fesat kaynatıyor. Bu ne biliyor musunuz? ‘Oyumu Cumhurbaşkanına vereceğim ama parlamentoda AKP’ye vermeyeceğim’ kanaati pompalanıyor. Böyle bir şeye siz ne diyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi? Bu oyunu da bozmaya var mıyız? Bu bir oyundur, bu bir tezgâhtır… Kimlerin olduğunu anlıyorsunuz. İnşaallah bu münafıklar çetesini 24 Haziran’da hep birlikte yere gömeceğiz.” telaşı herhalde ciddi bir kuşkuyu yansıtmış olmalıydı.

FETÖ Yeni Bir Tezgâh Arayışında mıydı?

Düzce Valiliği tarafından Düzce Üniversitesi Cumhuriyet Konferans Salonu’nda düzenlenen ‘Okur-Yazar Buluşmaları’ etkinliğine katılan Mete Yarar, Türkiye’nin her ulaştığı noktasında aynı soru ile karşı karşıya kaldığını ifade ederek, şunları aktarmıştı:

“Bize sürekli ‘Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) 24 Haziran seçimlerine nifak sokabilecek mi?’ sorusu yönetilmektedir. Evet, Devletin istihbarat ve emniyet birimleri bu temizlikten sonra çok daha uyanık ve çok daha iş bilir duruma gelmiştir. Ancak bu, artık ‘Türkiye’de hiçbir şey olmayacak’ demek değildir, sadece eskiden bu konudaki alarm düzeyi kırmızı kod idiyse şimdilerde 2-3 ton aşağıya inmiştir. Alarm durumu halâ devam ediyor mu derseniz, evet ediyor. Ülkedeki bu adamların kriptolu dönemi bitinceye kadar muhtemelen bu alarm durumu devam edecektir!”

Tam bu süreçte: İYİ Parti’nin iletişim ekibinin başında, daha önce FETÖ ile irtibatı nedeniyle tutuklanıp, ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Kerim Çoraklık’ın olması tartışmalara yol açmıştı. Yeni Şafak gazetesi haberi “Pensilvanya ittifakı” başlığıyla okurlarına aktarmıştı. Kerim Çoraklık’ın FETÖ adına attığı tweetlere yer verilen haberde hakkındaki iddialardan sonra 19 Şubat öncesi attığı ‘tweet’lerin tamamını sildiği yazılmıştı. Haberde çok konuşulan o tweetler paylaşılırken, parti içinde Çoraklık’a tepki olduğu iddiası da yer almıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca FETÖ’ye yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan üç kişiden biri olan Çoraklık, kısa bir süre önce adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Kerim Çoraklık’ın 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye aleyhine paylaşımlarıyla dikkat çeken FETÖ mensubu Enes Kanter’e destek için, “Milli takıma almadığınız Kanter, Oklahoma City Thunder ile 70 milyon dolara anlaştı” şeklinde paylaşım yaptığı ortaya çıkmıştı.

Dış güçlerin FETÖ üzerinden tezgâhladığı “Abdullah Gül” tertibini, devlet boşa mı çıkarmıştı?

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşmeye gittiği yönündeki iddialara ilişkin de AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın, “Bir lider eğer Genelkurmay Başkanı’yla görüştüğü için aday olmuyorsa, ondan lider olmaz!” şeklindeki sözlerini anımsatan bir HDP’li: “Bu da yaşanan olayın itirafıdır. 27 Nisan e-muhtarısını eleştirenler, bundan beter bir muhtırayı helikopterle gönderiyorlar.” ifadesini kullanmıştı. Gül’ün aday olmamasını değerlendiren HDP’li: “Gençlerin dediği gibi fazla üzerine gitmeyelim belki 2048 yılında aday olacaktır ya da bir Gül aday olacaksa belki o Hayrünnisa Gül olacaktır, bilemiyoruz.” şeklinde dalga geçmeye kalkışmıştı. Bir gazetecinin, “HDP’li Sırrı Sakık’ın kardeşi Namık Sakık’ın AKP’den milletvekili aday adayı” olmasına ilişkin sorusunu ise, Kerestecioğlu, insanların özgür olduğunu belirtip savmaya çalışmıştı.

Sn. Hulusi Akar’ın helikopterle Gül’ün bahçesine inmesi kimleri şaşırtmıştı?

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, İbrahim Kalın ve Hulusi Akar’ın Abdullah Gül’ü ziyaret ettiği haberlerine ilişkin “Bu açık bir muhtıradır.” ifadesini kullanmıştı. FOX TV’de Çalar Saat programında konuşan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, gündemdeki konularla ilgili açıklamalar yapmıştı. Altay, programda siyaset gündemine bomba gibi düşen Hulusi Akar ile İbrahim Kalın’ın, Abdullah Gül’e ziyaretini de değerlendirirken şunları aktarmıştı:

“Son zamanlarda Tayyip Erdoğan üzerinden AKP çevreleri üzerinden Sn. Gül’ün bu şekilde yıpratılmasını ve ismi üzerinden çok yüksek spekülasyonların oluşmasını doğru bulmuyorum. Siyaset yapılacak ama yıpratılarak değil. Sn. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı, Sn. Gül’ün adaylığından oldukça rahatsız olmuş olabilir ama müdahale çok vahimdir. Demokrasimiz adına çok tehlikelidir. Demokrasimize 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da ve 15 Temmuz’da 20 Temmuz sivil darbe olmak üzere 7 müdahale gerçekleşti, bu ise 8’incidir. Bu tavır, 28 Şubat’ın bir parça hafifi, ama 27 Nisan’ın e-muhtıranın çok daha ağırıdır. Ve bu ziyaret otomobille gerçekleştirilmiş değil, bendeki bilgilerin doğruluğu kesin bu ziyaret bir helikopterle Sn. Gül’ün konutunun bahçesine inilerek yapılmış bir ziyarettir. Bu açık bir muhtıradır.”

Abdullah Gül de Akar ziyaretini doğrulamıştı.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın kendisini ziyaret ettiği iddialarına ilişkin, “Gördüğüm kadarıyla bugün Ankara’da bir açıklama yapılmış zaten, söylenenlerin hepsi doğru. Böyle bir ziyaret oldu ama herkesin gözü önünde, gündüz vakti olan bir ziyaretti. Dolayısıyla gizli kapaklı bir tarafı söz konusu değil. Ayrıca, söylendiği gibi herhangi bir şekilde tehdit, empoze ve herhangi bir saygısızlık… Bunlar asla söz konusu değil kesinlikle, bunların bilinmesini isterim.”açıklamasını yapmıştı.

Fehmi Koru yakın dostu Abdullah Gül’ün çatı aday olarak kabul edilmemesinin üzüntüsünü halâ üzerinden atamamıştı. Gül’ün ortak aday gösterilmesine yakınan Koru, yazısında ilginç ayrıntılar aktarmıştı. Kılıçdaroğlu’nun Gül’ü kabule yanaştığını, ancak CHP’lilerin karşı çıkmasıyla geri adım attığını iddia eden Fehmi Koru, Gül formülünün nasıl işlevsiz kaldığını köşesinde şöyle anlatmıştı:

“…Abdullah Gül formülü sanıldığı gibi Abdullah Gül tarafından icat edilmiş değildi; O, içinden zerre kadar “Yeniden Cumhurbaşkanı olayım” hevesi geçmeyecek biriydi. Formül, muhalif saflarda bir yıldız gibi parlayan Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun mühendis zekâsının eseriydi ve Karamollaoğlu onu muhalefetin geri kalanına da kabul ettirmek için sonuna kadar gayret göstermişti. Kılıçdaroğlu da pratik zekâsıyla formülü fazla zorlanmadan kabul etmişti. Gül’ün CHP’li partizanlara ters gelen özellikleri yanında, parlamenter sistemi benimsemesi ve özellikle yeni sisteme geçildiğinde eksikliği iyice hissedilecek demokrasiye ilişkin konulardaki bilinen hassasiyeti yeterli bir kabul sebebi olabilirdi; ancak aritmetik özürlüsü zihinler onu kabulde zorlanıvermişti. Meral Akşener’in “Ben adayım” ısrarı ise o formülü işlevsiz hale getirmişti. Bu seçime özellik katan ve muhtemelen sonucu belirlemede rol oynayacak iki kişi var: Biri, “Seçim tarihi erkene alınmalı” açıklamasıyla ortaya atılan Devlet Bahçeli’ydi, diğeri de “Ben adayım” ısrarıyla Meral Akşener’di. Kayda geçsin. Gül’ün adaylığı düşünmemesinde evine gelen ziyaretçilerin zorlaması olduğu konusunu öne çıkaranlar görülmekteydi. Gül böyle müdahalelere pabuç bıraksaydı, askeri vesayetin hüküm sürdüğü 2007’de başka bir isim Cumhurbaşkanı seçilirdi. Bu da kayda geçsin isterim.” (peh peh peh!..)

F. Koru, Abdullah Gül’ün adaylık konusunu dış güçlerin planladığını saklasa da bu senaryoda Temel Karamollaoğlu’nun başrol oynadığını böylece itiraf buyurmuşlardı.

Abdullah Gül ile yaptığı görüşmelerden sonuç alamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ali Babacan’dan aday olmasını istediği konuşulup yazılmıştı. 24 Haziran’da yapılacak seçimlerde; Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ü aday göstermeyi planlayan Saadet Partisi ile CHP, Meral Akşener’i ikna edemeyince yeni planlar yapmaya başlamışlardı. Erdoğan’ın karşısına güçlü bir aday çıkarmak isteyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun, rotayı AKP hükümetlerinde birçok kez görev alan Ali Babacan’a çevirmesi, kendi fikri ve projesi olamazdı. Ankara kulislerinde konuşulan iddiaları, Türkiye Gazetesi yazarı Batuhan Yaşar gündeme taşımıştı. Yaşar, “Kılıçdaroğlu şapkadan tavşan çıkarabilecek mi?” başlıklı yazısında, CHP ile Ali Babacan arasında adaylık için ilk görüşmenin gerçekleştiğini vurgulamıştı. Batuhan Yaşar, “Ali Babacan’ın isminin CHP ile yoğun bir şekilde anıldığını belirtelim… İçeriden gelen bilgilere göre Abdullah Gül olmayınca Ali Babacan’la görüşmelere başladı…” ifadelerini kullandı.

Sonunda CHP adayı yapılan Muharrem İnce Anıtkabir’de dua ederek turlara başlamıştı.

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce işe Anıtkabir ziyaretiyle başlamıştı. Atatürk’ün mozolesine çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunan İnce, daha sonra ellerini semaya kaldırıp dua yapmıştı. Muharrem İnce İsmet İnönü’nün mezarını ziyaret edip orada da dua yapmıştı ve çok şükür Laiklik ve Kemalistlik bu dualardan dolayı yıkılmamıştı!? Muharrem İnce İsmet İnönü’nün mezarını ziyaret edip orada da dua ettiği dikkatlerden kaçmamıştı.

Bu arada Fatih Erbakan, CHP’nin içinde olduğu ittifaka katılan Saadet Partisi yöneticilerini hedef almış ve Saadet Partisi’nin Millî Görüş’ü temsil edemeyeceğini vurgulamıştı. İyi de ne yapmalı? sorusunu ise halâ yanıtlamamıştı. Yeni bir parti kurmak veya AKP’ye payanda olmak istiyorsa böylesi bahanelere sığınması boşunaydı. Elde kalan bir avuç Milli Görüşçüyü de parçalamanın, insanlarımızın enerjisini, gayretini ve birikimini kof heves ve hedefler peşinde boşa harcamanın vebali çok ağırdı.

1. Turda Saadet’e sahip çıktık, ama 2. Tura kalınırsa şekavete ortak olamazdık!

“Bu fırsatla bazı Milli Görüşçülerin Meclis’e girmesi ve gerçekleri dillendirmesi sağlansın ve belki de SP’ye bir grup kurma kapısı açılsın” diye Millet İttifakı’na katılan Saadet Partisi’ne 1. Turda oy vermek ve her yönden desteklemek lazımdı. Ancak eğer 2. Tura kalınırsa, bu ittifak bahanesiyle şerri ve şekaveti temsil eden bir adaya oy vermemiz imkânsızdı. Akıl ve vicdan sahibi hiçbir insan bu bahane ile böyle bir vebali sırtına almazdı. Çünkü bu yanlış yaklaşım HDP üzerinden PKK’ya ve İYİ Parti üzerinden FETO’ya meşruiyet kazandırmak anlamını taşırdı.

Acaba seçim ikinci tura kalır mı? diye herkes meraktaydı. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Haziran seçimlerini İlk turda alırsa başka bir dünya olacak, alamazsa başka bir dünya olacak havası vardı. Alırsa seçim yarışı bitmiş olacak, alamazsa ikinci tur pazarlıkları başlayacak ve seçmen yeniden düşünmeye başlayacaktı. “Millet İttifakı”da açıklamasını yapmıştı. Yani ikinci tura kim kalırsa, biri ötekini destekleyeceğini açıklamıştı. İşte bizim itirazımız bunaydı, çünkü “Halık’a isyan durumunda, mahlûka itaat olunamazdı!”

Evet, ‘Cumhur’ ve ‘Millet’ adlarıyla iki ittifak oluşmuş durumdaydı. Her iki ittifakın protokoldeki öncelikli kavramları şunlardı.

‘Cumhur İttifakı’nın protokolünde şu hususlar yer almıştı:

• Güçlü parlamento düzeni,

• Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi,

• Türkiye’nin maruz kaldığı saldırılar karşısında yerli ve milli duruş sergilemesi,

• Türkiye’ye yönelik iç ve dış kaynaklı hasmane girişimleri, saldırıları kalıcı olarak bertaraf etme dirayeti…

‘Millet İttifakı’nın protokolünde ise şunlar vardı:

• Uzlaşma, barış, huzur, istikrar, normalleşme süreci,

• Milli iradenin eksiksiz tecelli etmesi, kuvvetler ayrılığına dayalı güçlü meclis sistemi,

• Kuvvetler ayrılığı ilkesine göre hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlık ilkesi,

• Başta ifade ve basın özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin garanti edilmesi.

Yani ‘Cumhur İttifakı’ “Türkiye’ye saldırılar” kavramına odaklanmış, hukuk, demokrasi, yargı bağımsızlığı gibi kavramlara protokolde yer ayrılmamıştı. Zaten AKP ve MHP OHAL’in devamından yanaydı. Bu arada “güçlü parlamento” vurgusu havada kalmaktaydı. Çünkü bu sistemle onu başarmaları imkânsızdı. Sadece milletvekili sayısını 600’e çıkarmakla parlamento güçlü kılınamazdı.

‘Millet İttifakı’nın protokolündeki “kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı ve özgürlüklerin artırılması” vurgusu, önemli kavramlardı. Ama sadece vurgulamak yetmez, ayrıntıları ortaya koymak lazımdı ve bunların nasıl yapılacağı açıklanmamıştı. Oysa özellikle SP olarak Adil Düzen’i yeniden gündeme taşımanın tam zamanıydı. Ama her nedense bu konuyu gündeme taşımaktan özellikle kaçınılmaktaydı. Oysa ortada Hak yoksa, batılın farklı renklerine sarılmanın hiçbir anlamı ve yararı olmayacaktı.

Bakınız Sn. Temel Karamollaoğlu, medya mensuplarına açıkladığı seçim konseptinde şunları vurgulamıştı:

“Anadilde eğitim meşru bir haktır”!?

Konuşmasının sonunda ise gazetecilerin sorularını yanıtlayan Karamollaoğlu, özellikle Kürt meselesi ile ilgili gelen sorulara net cevaplar verdi. Karamollaoğlu, birkaç hafta içinde Kürt meselesi ile ilgili Diyarbakır’da raporlarını açıklayacaklarını da duyurarak, bu konuda en çok cefayı Millî Görüş hareketinin çektiğini vurgulamıştı Karamollaoğlu, Kürt sorunu ile ilgili ilk sistematik çıkışı Rahmetli Erbakan Hocamız 1991 yılandaki kongrede yapmıştı. Daha sonra da Bingöl’de de söyledi, siyasi hayatında yargılandı, mahkûm oldu, siyasetten men edildi. Bu konuda ciddi bir çalışma yaptık. Önümüzdeki birkaç hafta içinde Diyarbakır’da çok daha net bir şekilde fikrimizi söyleyeceğiz. Bölgeden birçok kesimle görüştük, kanaatlerini dinledik. Üzerinde durdukları en öneli konu ise anadilde eğitim. Bizim kanaatimize göre bu meşru bir haktır. Bu hakkın bu bölgede yaşayan insanlara verilmesinde hiçbir zaman bir mahsur olmaz. Ancak elbette bir resmi dil vardır. Bu anlaşmalarda da yazışmalarda da önem taşıdığını, dünyanın her tarafında da çok farklı dillerin çok farklı kavimlerin olduğu yerlerde de böyle bir yöntemin tercih edildiğin görüyoruz.” ifadelerini kullanmıştı.

Karamollaoğlu’nun sivil ve sinsi PKK militanı Selahattin Demirtaş’a iltifatları!

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ın ziyaretinin hatırlatılması üzerine, “Siz de böyle bir ziyaret yapar mısınız?” şeklindeki soruya ise Karamollaoğlu, “Elbette bu yapılabilir” diyerek şu hususları hatırlatmıştı: “Şov mahiyetinde bir işi ben pek benimsemedim. Diğer arkadaşlar ziyaretlerini bir şov olarak yapıyorlar diye de söylemiyorum. Mademki aday olmasına bir engel yoksa kanunen o zaman kendi fikir ve düşüncelerini topluma anlatabilmek için kendisinin tutukluluk halinin sona erdirilmesi kanaatindeyim. İnşaallah biz gitmeden o çıkar, gideriz kendisine geçmiş olsun deme imkânı buluruz. Bu hukukun gereğidir. Anayasa da çok açıktır, tutukluluk bir tedbirdir. Sadece bir tedbirdir. Normal şartlarda özellikle siyasiler için uygulanmaması gereken bir tedbirdir. Benzer hususları medya mensupları için de söyleyebilirim. Kaçma tehlikesi varsa onlara da riayet edilir elbette. Temennim inşaallah Sn. Demirtaş kısa zamanda tahliye edilir, bunu yapmak hükümet yönünden de bir erdem olarak toplumda algılanır kanaatindeyim. Bunu da ümitle bekliyorum.”[1]

Oysa Sn. Karamollaoğlu iki konuyu kasıtlı olarak çarpıtmaktaydı. Birincisi, Rahmetli Erbakan Hocamız, Doğu ve Güneydoğu’daki sıkıntılara kesinlikle ve hiçbir şekilde “Kürt sorunu” olarak yaklaşmamış, problemi asla böyle tanımlamamış, konuyu temel insan hakları ve bölgenin geri bırakılması olarak yorumlamıştı. “Kürt sorunuyla ilgili ilk çıkışı Erbakan yapmıştır” ifadesi Hocaya iftiradır. Ve hele Karamollaoğlu’nun “Milli Eğitim bünyesinde, anadilde (Kürtçe) eğitimi serbest bırakacaklarını ve bunun bir insan hakkı sayıldığını” söylemesi tam bir safsata ve saptırmacadır. Çünkü Kürtçe, sadece seçmeli ders cinsinden okutulmalıdır. Aksi halde ilk, orta ve liseyi Kürtçe okuyan bir öğrenci, üniversiteyi nasıl kazanacak ve intibakı nasıl sağlanacaktır? “Efendim o bölgede üniversitelerde Kürtçe eğitim yapılsın” demek ise, resmen ve fiilen ülkenin parçalanmasına zemin hazırlamaktır. Sn. Karamollaoğlu’nun sivil ve sinsi PKK militanı olan Selahattin Demirtaş’la ilgili yaklaşımları ise tek kelime ile omurgasızlıktır ve mide bulandırıcıdır.

İlk Kürt Raporu’nu, RP İstanbul İl Başkanı iken Recep T. Erdoğan’a malum merkezler hazırlatmışlardı!

İstanbul İl Başkanlığı’nın yanında aynı zamanda RP MKYK üyesi olan R. Tayyip Erdoğan, 1991 seçimleri sonrasında teşkilat bünyesinde İslamcı yazarlardan oluşan bir istişare heyeti kurmuşlardı. Bu kurul içinden Mehmet Metiner başkanlığındaki bir heyet, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Altan Tan ve diğer bazı İslamcı aydınların yardımıyla İstanbul İl Teşkilatı adına bir Kürt Raporu hazırlamışlardı. Raporda “Bizim görüşlerimiz ve tavrımız ne olmalı?” başlığı altında sunulan öneriler şunlardı:

1- Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye’de Kürt halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olmalıyız.

2- Türkiye’de resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığı açık seçik ortaya konulmalı ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulamalıyız.

3- Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiği, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçenin öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması gerektiği, bütün bu hakların Türkiye’de yaşayan diğer halklara da tanınması gerektiği, bu çerçevede Türkiye’nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiği savunulmalıdır.

4- Türkiye’de dileyen herkesin anadilde eğitim öğretim yapabilmesi, kitle iletişim araçlarından yararlanması savunulmalıdır.

5- Türkiye’nin resmi ideolojisi gibi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayıp Türkiye’de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bütünlüğü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunulmalıdır.

6- İnsan hakları konusunda herkesten çok daha duyarlı politikalar hazırlanmalı,

7- PKK terörü kınandığı kadar devlet terörü de kınanmalı; devlet, PKK, her türlü ırkçılığa karşı çıkıldığı, Türk ırkçılığına da Kürt ırkçılığına da eşit ölçeklerle karşı çıkıldığı vurgulanmalı,

8- Güneydoğu’daki Müslüman Kürt halkına yukarıdaki yaklaşımlar çerçevesinde yaklaşılmalıdır.

9- 1991’de MHP ile yapılan ittifak dolayısıyla RP’ye küsen ve küstürülenlerin geri kazanılması sağlanmalı,

10- RP’nin bir Kürt politikası olmalıdır.

11- Güneydoğu’daki teşkilatların daha düzenli ve disiplinli örgütlere dönüştürülmesi lazımdır.

Bu rapor hazırlanırken Hoca’ya danışılmamıştır. Ancak raporu okuyan Erbakan Hoca, rapor konusundaki memnuniyetini Erdoğan’a bildirmek durumunda kalmış, sonra RP Genel Merkezi bünyesinde Güneydoğu İzleme Komitesi kurdurup bölge milletvekilleri, MKYK üyeleri ve yazarlardan oluşan komiteyi bölgeye yollamış ve Erdoğan’ın raporunun mahsurlarını gidermeye çalışmıştır. Bununla birlikte bir bakıma Erdoğan’ın, RP’yi sağcılaştıran ve milliyetçi çizgiye kaydıran(!?) parti yönetimine karşı çıkması anlamına gelen rapora karşı Erbakan Hoca çok daha duyarlı, tutarlı ve milli çıkarlara uyarlı raporlar hazırlatmıştır. Bu arada Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun bizim hazırlıklarımızdan yararlanarak, bazı hususları çarpıtıp yamuklaştırarak ve Erbakan’dan habersiz Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu başlığını attığı kitapçığı Oğuzhan Asiltürk ekibi RP teşkilatlarında satılmasına önayak olmuşlardır.

Hiçbir Milli Görüşçü başka partili bir Cumhurbaşkanı adayına oy atmayacaktır!

“Biz Müslüman’ız. Dolayısı ile yapacağımız herhangi bir hamle İslam’a aykırı olamaz. Bu yüzden biz esnafa faizli krediyi hamd olsun diyerek ilan edemeyiz. Yahut ülkemizde açtığımız içki fabrikaları ile övünemeyiz. Biz sözde değil fiilde de Müslüman’ız. İslam’a bakışımız ve İslam’ı idrak edişimiz bizim için paranteze alınamayacak kadar önemli ve paranteze sığmayacak kadar büyüktür. Yapılacak herhangi bir görüşme ilkesel olarak dini bir problem değildir. Dinde ve dahi dini büyüklerin uygulamalarında yapılacak bir siyasal ittifakın her türlü meşru zemini vardır. Dini açıdan konu edilebilecek olan şey ittifak değil iltihak yahut ittihat meselesidir. Şu an için bu iki kavram tartışma dışıdır.”[2] tespitleri de bizi haklı çıkarmaktadır.

Milli Gazete’den İ. Hakkı Akkiraz’ın açıklamaları da bu doğrultudadır:

“Seçim ittifakları, partilere çeşitli kolaylıklar ve kazanımlar sağlamaktadır.

1- Milletvekili seçimleri için %10’luk baraj korunmuştur. Bir parti ittifak yapmaksızın seçime girmesi durumunda, tek başına %10’luk barajı geçmesi gerekir. Bir parti %9,99 oy alsa, barajı geçmiş sayılamayacağından bir milletvekili dahi çıkarması mümkün olmaz.

2- Seçim ittifakları, ittifak içinde yer alan partiler bakımından baraj engelini ortadan kaldırmaktadır. %10’luk baraj, ittifaka katılan partilerin toplam oyları üzerinden hesaplanacağından ittifak partileri için yok hükmünde olacaktır.

3- Partiler, oy pusulasında kendi amblemleriyle ve aday listeleriyle yer alacaktır. Her seçmen kendi partisine oy verecektir. Saadet Partili bir seçmen, oyunu başka bir partiye değil, Saadet Partisi’ne verecektir. Seçmenin Saadet Partisi’ne verdiği oy, Saadet Partisi’nin oyu olarak yazılacaktır. Bu çok net bir şeydir.

4- Seçim ittifakları, sadece seçim işbirliğinden ibarettir. Partileri tek parti haline getirmemektedir. Her parti, kendi çalışmasını yapacak, daha fazla milletvekili çıkarmak için çaba gösterecektir. Bunun için partiler, her seçim çevresinde en fazla oyu almak için çalışacaktır.

5- Seçim ittifakı, partilere daha fazla vekil çıkarma imkânını sağlamaktadır.

6- Eskiden seçmen oyum israf oluyor, siz nasıl olsa barajı aşamazsınız endişesiyle Saadet Partisi’ne oy vermiyordu. Seçim ittifakları, bu endişeyi ortadan kaldıracak ve seçmenlerin hiçbir kuşku duymadan Saadet Partisi’ne oy vermesini sağlayacaktır.

7- Bundan böyle seçmen; devlet ve hükümet başkanı olarak seçeceği Cumhurbaşkanı için ayrı, TBMM için ayrı oy kullanacaktır. Seçmenin, TBMM seçiminde Saadet Partisi’ne vereceği oyun, tercih ettiği Cumhurbaşkanı’na vereceği oya zararı da olmayacaktır. Bundandır ki, Saadet Partisi’ne daha kolay oy verecektir.[3]

“Oğuzhan Asiltürk ekibiyle niye uğraşmaktasınız?”…

Bu tavrımızın kesinlikle şahsi bir haset veya husumet sebebiyle olmadığı ortadadır. Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin davamıza, Hocamıza, camiamıza ve amaçlarımıza verdikleri kasıtlı ve hesaplı tahribatlarına karşı çıkılmaktadır. Bazı isimlerin partiye alınmasının hangi odaklarca dayatıldığını, Erbakan Hocamızın hangi hikmet ve hedeflerle bunlara katlandığını defalarca ve açıkça yazdık, anlattık. Önce şunu hatırlatalım ki, yöntemleri farklı olsa da, saldırgan kâfirlerle olduğu gibi, zararlı ve tahribatçı münafıklarla da mücadele ve cihat etmek farzdır.

“Ey Nebi(m), kâfirlerle ve münafıklarla cihat et, onlara karşı şiddetli “sert ve caydırıcı” davran. (Tıynetleri ve niyetleri bozuk olduğundan, saldırgan kâfir ve münafıklar, sizin yumuşak yaklaşımınızı, yağcılık ve zayıflık zannedebilir). Onların varacakları yurdu cehennemdir ve orası, ne de kötü dönülüp varılacak bir yerdir.”

“(Allah ve Elçisi hakkında kötü söz) Konuşmadıklarına dair (yalan yere) yemin ederler. Hâlbuki (hıyanet ve nankörlük ederek) o küfür sözünü söylediler. Böylece Müslüman olduktan sonra küfre ve nankörlüğe düştüler. Ve (İslam davasını bitirmek gibi) asla başaramayacakları bir işe yeltendiler. (Allah’ın emirlerine ve Hakk dava öncülerine kin duyup kıskanmalarının) Ve intikam almaya kalkışmalarının sebebi ise; Allah’ın ve Resulûnün lütfu keremi ile onların (her yönden) gani (varlık ve saygınlık sahibi) olmalarından başka bir şey değildir. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azapla azaplandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı bulunacak değildir.” (Tevbe: 73,74) ayetlerinin hükmü açıktır.

Ayrıca Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) şu üç zümre ile mücadeleyi ve fitnelerini def etmeyi bizzat emir buyurmuşlardır:

1- Nakisun: Biat ve itaat bağını koparanlar…

“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. (Kâfir ve zalim odakların beyin takımını hedef alın.) Çünkü onların yeminleri(ne sadakatleri) yoktur. (Bu ciddi ve cesaretli tavrınız nedeniyle) Olur ki vazgeçip cayacaklardır.” (Tevbe: 12) ayetindeki “nekese” kelimesi, eğrilen ipin ve örülen kilim ve yelek gibi şeylerin, tekrar sökülüp çözülmesi anlamındadır.

“Şüphesiz (Hakk ve adalet hakîm kılınsın, zulüm ve küfür düzenleri yıkılsın diye, imani ve insani bir mesuliyetle) Sana biat edenler, (aslında ve aynen) ancak Allah’a biat etmiş (gibi)dir. (Sanki) Allah’ın eli (Seninle biat ve itaat sözleşmesi yapan) şahısların elleri üzerindedir. (Hakk ve hayır adına biat edip sadakat gösterenler Allah’ın özel inayeti ve hidayeti içindedir.) Bu nedenle artık kim ahdini bozar (davadan ve sadakatten ayrılır)sa, o sadece kendi aleyhine ahdini bozmuş birisidir. Her kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterir (sadakat, samimiyet ve gayretini devam ettirir)se, (Allah kesinlikle) ona da büyük bir ecir (şeref ve zafer) verecektir.” (Fetih:10)

2- Kasitun: Nefsi hevesler ve dünyevi hedeflerle haklı ve hayırlı olana karşı çıkanlar, ümmetin birlik ve dirliğini bozanlar… “Kasete” kelimesi zulüm yapmak ve Hak’tan sapmak anlamındadır.

“Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.” (Cin: 15)

3- Marigun: Dindarlık adına, İslam’ın çerçevesinden çıkanlar… Dinde aşırılığa kayıp riyakârlık ve gaddarlık yapanlar… “Meruk” kelimesi, atılan okul nişanını ve hedef aldığı şahsı delip geçmesi anlamındadır.

Nehrevan Vak’ası ve Eba Eyyüb el Ensari Hazretlerinin itirafları:

Selim b. Muhnef şunları aktarmıştır: Biz Ebu Eyyub el Ensari’ye (R.A.) geldik ve O’na:“Ya Eba Eyyüb! Sen Resulullah’a (SAV) yardım ederek elindeki bu kılıçla kâfirlerle müşriklerle savaştın. Şimdi de bu kılıçla Müslümanları öldürüyorsun, bu yaptığınız doğru ve uygun mudur? diye sorduk. Cemel ve Sıffin olaylarıyla ilgili üzüntülerimizi hatırlattık. Bu konuşmalar üzerine Eba Eyyüb (R.A.): “Resulullah (SAV) bize üç zümre-taife ile savaşmamızı emretti. O üç taife de: “En-Nakisun, El-Kasitun ve El-Marikun” dedi. En-Nakisun; söz verip sözünden dönenler, El-Kasitun; Hak’tan ayrılıp zulme gidenler ve El-Marikun; dinden çıkıverenlerdir. İşte bu üç taife ile savaşmamız bize emredildi” dedi. Hz. Eyyüb (R.A.): “Ben En-Nakisun ‘Hz. Aişe, Talha ve Zübeyir (R.A.)’ ve El-Kasitun ‘Hz. Muaviye (R.A.) askerleriyle savaştım’. Cenab-ı Hakk nasip ederse El-Marikun (dinden çıkanlar) ile de savaşacağım” dedi. Ancak bu konuşmaların yapıldığı zaman, dinden çıkan bir taife henüz ortaya çıkmamıştı. Ben, Efendimiz’in (SAV) haber verdiği ve onlarla savaşın! dediği ve çıkmış olan iki taife ile savaştım. Ancak üçüncü taife (dinden çıkanlar) çıkmadı, çıktığında inşaallah onlarla da savaşacağım.” (Bunu İbni Cerir rivayet etti. Tarihi Kebir, et-Taberani 4049)

 


[1] 10 Mayıs 2018, Milli Gazete

[2] İdris cevahir, 3 Mayıs 2018, Milli Gazete

[3] 9 Mart 2018, Milli gazete

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi