İngiltere Başbakanının Küstah İtirafları
ve
HZ. MUHAMMED KORKULARI
(Bu makale, 1 Ağustos 2024 tarihinde İngiliz The Sun gazetesinde yayımlanmıştır. Çeviri: Laura Edward tarafından yapılmıştır. Bazı düzeltme ve izah edici eklemelerle aktarılmıştır.)
Britanya’nın (İngiltere’nin) yeni Başbakanı Keir Starmer’in bu makalesini dikkatle ve ibretle okuyalım.
Bu makale son derece önemli ve tehlikelidir; çünkü İşçi Partisi lideri ve Britanya’nın yeni Başbakanı Keir Starmer’in itiraflarını içermektedir. Özellikle HAMAS’ın Aksa Tufanı operasyonundan bu yana Müslümanlarla nasıl ilişki kurduklarını ve onlara ne gözle baktıklarını anlamak için mutlaka dikkatlice okunması gerekmektedir. Bu makale; Britanya’nın köklü gazetelerinden The Sun’da yayımlanıvermiştir.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer İslam düşmanlıklarını şöyle açığa vurmaktadır:
“Kendimize karşı dürüst olmalı ve Arap-İslam dünyasıyla olan ilişkimiz hakkında açık konuşmalıyız. Çocuklarımıza da gerçeği söylemeliyiz ki, bir gün onlarla çelişmeyelim ya da onların düşünce karmaşası ve psikolojik çelişki sendromları yaşamalarına sebep olmayalım. Zira, onların inandığı liberal (insani) değerlerle, bizim ulusal güvenlik ihtiyaçlarımız arasında artan bir çatışma vardır. Bu çatışma; bilgi devrimi, iletişim teknolojisi ve kıtalararası sosyal medya sayesinde daha da derinleşmiş durumdadır.
Gerçekte bizim (şu anda Kur’ani çizgiden ve Muhammed’in izinden ayrılan) İslam toplumlarıyla ya da yöneticileriyle doğrudan bir sorunumuz yoktur. Çünkü bu rejimler zaten bizim yörüngemizde dönüyor, varlıklarını bize borçlular ve bizim ulusal güvenliğimize hizmet eden politikalar izliyorlar. Kendi ulusal çıkarları ne olursa olsun; Batı’ya bağlı ve bağımlı yaşıyorlar…
Peki öyleyse, İslam dünyasıyla olan esas sorunumuz nerede yatıyor ve nelerden kaynaklanıyor?
Asıl problemimiz, (İslam’ın bizzat kendisiyle ve İslam Peygamberi Muhammed’le) ilgilidir. Çünkü bu din, medeni bir din olarak varoluşsal ve uygarlıkla ilgili tüm sorulara detaylı cevaplar vermiştir. (Yeni ve Adil bir Düzen oluşturmaya müsait kurallar içermektedir.) Ve Batı medeniyetinin giderek solmaya başladığı bir dönemde, İslam ve Muhammed parlamaya ve umut ışığı olmaya devam etmektedir. Hem de bizim Avrupa toplumlarımızın içinde! Çünkü, liberal değerler düşünce özgürlüğünü sağladı, kilisenin otoritesini zayıflattı. Öyle ki bu özgür düşünce ortamı, birçok seçkinin ve gencin İslam’ı kabul etmesine yol açtı. Çünkü bu kişiler, İslam’da; ruhsal, psikolojik, varoluşsal ve toplumsal ihtiyaçlarına yeterli ve tutarlı cevaplar bulmuşlardır. Oysa, bizim Batı medeniyetimiz bu ihtiyaçları karşılayamadı ve insanlarımızı çelişkiler içinde bıraktı.
Bu nedenle asıl meselemiz (ve mücadelemiz) İslam’ladır ve bu durum böyle kalacaktır. Çünkü bizim tek seçeneğimiz, her türlü yolla İslami düşünce yapısını ve İslami yayılmayı engellemeye çalışmaktır. Diğer bir seçenek ise, İslam’ın Hak din olduğunu, İsa’nın ve tüm peygamberlerin dini olduğunu kabul etmek olacaktır ki bu da bizi İslam’ı benimsemeye ve Allah’ın yeryüzündeki ve ahiretteki hükümranlığına teslim olmaya taşıyacaktır. O zaman da Hristiyan düşüncesinde din-devlet çatışmasının başladığı noktaya geri dönmüş olacağız. Fakat, burada İslam ile Hristiyanlık arasında büyük farklar vardır.
Başka seçeneğimiz yok: İslam’a karşı durmak zorundayız. Gerekirse liberal (insani) değerlerimizden feragat edip, Müslümanların Avrupa’yı terk etmesine neden olacak yasalar çıkarmalıyız. İsveç örneğinde olduğu gibi; orada eşcinsellik, ateizm ve benzeri şeyler yasalarla destekleniyor ve bu da Müslümanları ya Avrupa’dan ayrılmaya ya da inançlarını kaybederek Batı medeniyetine asimile olmaya zorluyor. Aynı zamanda, İslam dünyasından Avrupa ve Amerika’ya göçü engellemeliyiz. Bunu, İslam ülkeleriyle ve işbirlikçi yönetimleriyle el birliği yaparak başarabiliriz. Bu arada, Müslüman olmayan diğer toplulukların Avrupa’ya göçüne kapı açmalıyız ve kolaylık sağlamalıyız.
Diğer taraftan İsrail’i, ne kadar sert uygulamaları ve vahşet tavırları olursa olsun yine de onları desteklemeye devam etmeliyiz. Çünkü, Gazze’de İslami bir yönetimin kurulmasına (ve oradaki Müslümanların huzura kavuşmasına) izin vermemeliyiz. Böyle bir yönetim, İslam dünyasındaki halklara örnek olabilir. Bu noktada, İsrail’in Arap devletlerinden aldığı büyük desteği kullanabiliriz. Zira bu devletler, herhangi bir İslami veya demokratik rejim kurulmasından korkuyor. Bu da bizim için önemli bir fırsat. O yüzden bu Arap rejimlerini, ordularını, güvenlik kurumlarını ve tüm yapıları desteklemeye devam etmeliyiz. Asıl amaç: Muhammed’in öğretilerine ve Kitabına (Kur’an-ı Kerim’e) dayalı bir rejimin kurulmasını engellemektir.
Yaptıklarımız doğru mu yanlış mı, meşru mu değil mi? bu meseleler artık bir öncelik değildir. Biz, ulusal güvenliğimizle liberal değerlerimiz arasında büyük bir çelişkiyle karşı karşıyayız (ve tüm insani değerlerimizi askıya almamız gerekir). Ayrıca İslami yayılma, dünya genelinde tıpkı buhar gibi yükseliyor ve nereden çıktığını bile fark etmiyoruz. İslam’ın doğruluğunu ve hakikatini test etmek gibi bir hata yapmamalıyız; çünkü bu, pek çok Batılının Müslüman olmasına yol açabilir (zira, İslam, her yönüyle ve tüm hükümleriyle maalesef gerçektir!?) Aynı zamanda, kontrollü bir şekilde Hristiyanlığı da kullanmalıyız; fakat bu, Batı medeniyetinin kazanımlarına zarar vermemelidir. Amaç sadece İslam’ın yayılmasını durdurmak (en azından geciktirmektir).
Şu anda çelişkili ve korkutucu seçenekler arasında sıkışmışız. Liberal ve insani değerleri sürdürürsek, İslami yayılmaya karşı savunmasız kalırız. Kiliseye dönüş ise, liberal değerlerimizi ve medeniyetimizi yıkabilir. Üstelik Batı’da artık İsa’ya inanmayan bir nesil var ve bu nesil, sınırsız özgürlük ortamında yetiştiği için kiliseye de geri dönemeyecektir.
Korkarım ki gelecekte elimizde sadece tek bir seçenek kalıyor: Bu ise büyük bir savaşı tetiklemektir. Bu savaş, haliyle özgürlükleri kısıtlayıverecek, toplumları kaosa sürükleyecek ve İslam ülkelerinde hiç bitmeyecek savaşlara ve kargaşa ortamına dönüşecek, böylece İslam’a yayılma imkânı veren barış ortamlarını yok edecektir!..
Eğer (İslam’ın yayıldığı ve umut halini aldığı) bu süreci kontrol altına almazsak, camiler ve minareler Avrupa’yı işgal edecektir. Müslümanlar, Avrupa’daki seçimleri kazanarak parlamentolarda çoğunluk elde edecek, kamuoyunu ve ekonomiyi etkileyecek ve sonunda Avrupa’yı İslam’ın öğretileriyle yöneteceklerdir.”
Şimdi ey, Dindar Kahraman iktidarımız!..
Ey bunların her haline keramet uyduran İlahiyat Proflarımız, Tarikat Ulularımız ve yazar-yorumcu takımımız!..
Ey İngiltere Kraliçesinden (Chatham House: Yılın devlet adamı ödülü) Şövalye madalyası alan önceki Sn. Cumhurbaşkanımız ve şimdi Temel Karamollaoğlu ekibinin ısrarlı gayretleriyle yeniden adaylığa hazırlanan Abdullah Gül ve yandaşları!..
Aynen sizin gibi, 2002 yılında İngiltere Kraliçesinden “Kral ve Kraliçenin Avukatı” unvanını kazanan Birleşik Krallık İşçi Partili Başbakanı ve kendi itiraflarıyla İslam’ın baş düşmanı Sir Keir Rodney Starmer şeytanının bu küstah çağrılarına karşı nasıl bir Milli hamiyet ve Dini gayret ortaya koyacaksınız?
Keir Starmer alçağının, “İslam ülkelerinde çok iyi geçindiğimiz işbirlikçilerimiz var, onlara güveniyoruz ve korktuğumuz muhtemel İslami gelişmeleri onlarla birlikte önlüyoruz!” dediği ve deşifre ettiği, Müslüman kılıklı marazlı ortakları arasında kimler bulunuyor? Lütfen engin bilginizle bizleri de aydınlatıp uyarır mısınız?
İngiliz Başbakanın “İslam’a yönelik küstahlıklarını ve derin kin ve düşmanlıklarını… Ve hele bütün insanlığın huzur ve kurtuluş rehberi, şefkat, rahmet ve adalet Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhisselam’a karşı bu şeytanlık ve şarlatanlık damarını” okuyunca “Hz. Muhammed ve Asr-ı Saadet” kitabımızı, tam da bu inkârcı takımına ve içimizdeki işbirlikçi dostlarına yanıt olacak şekilde hazırlamamızı lütfeden Cenab-ı Hakka, bu vesileyle tekrar sonsuz şükranlarımızı sunar ve saygıdeğer okurlarımızın daha bir dikkatle okuyacaklarını umarız…