Yazar: yonetici
0 Yorum 58 Görüntüleyen

ŞEYTANİ GÜÇLERE GÜVENEN,
YA GAFİL VE CAHİLDİR, VEYA BİLİNÇLİ BİR HAİNDİR!

25 Ekim 2010’da yayınladığımız yazımızı önemine binaen tekrar okurlarımızla paylaşıyoruz…

ABD Yeni Tuzaklar Tezgâhlıyordu

ABD görünürde işgal için milyarlarca dolar, binlerce ölü ve on binlerce sakat verdiği Irak’tan çekilmek, burayı süratle terk etmek istiyordu. “Peki, ne için?” sorusunu soran İyad el Düleymi bölgedeki sancıların daha da genişleyerek artacağının işaretlerini veriyordu. Bağdat’la Washington arasında 2008 yılında imzalanan “Amerikan Güçlerinin Statüsü” anlaşması (SOFA) doğrultusunda, ABD askerlerinin bu ayın sonundan itibaren hiçbir savaşçı görev üstlenmeyerek Irak güçlerini eğitmesi gerekiyordu. Ayrıca Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısı 60 bine düşecekti. Irak’taki muhalif ulusal güçlerin itirazlarını körükleyen bu anlaşma, ABD’nin 2011 yılı sonunda Irak topraklarından tamamen çekilmesini öngörüyordu. Halen yürürlükte olan bu anlaşmaya göre, Irak’taki Amerikan varlığı bundan bir yıl sonra tamamen sona erecekti. ABD’nin 20 yıldan uzun süredir planladığı bu savaş, 7 yıllık işgale, 300 milyar doların harcanmasına, 4 bin 500’den fazla Amerikalının ölümüne ve 250 bin Amerikalının da sakat kalmasına yol açıyor, belki de daha fazla Amerikalı, hayatlarını cehenneme çeviren psikolojik sorunlar yaşıyordu.

Irak’ta o sırada endişe verici ve şüphe çekici bir dizi olay yaşanıyordu. Bu olayların çoğunluğunun Washington’daki karar alma organlarınca planlanmış olacağı da akla geliyordu. Önce, eski rejimin Başbakan Yardımcısı ve yedi yıldır ABD güçleri elinde tutuklu bulunan Tarık Aziz ortaya çıkarak, ABD Başkanı Barack Obama’dan Irak’tan çekilmemesini ve ülkeyi ‘ikiyüzlü kurtlar’a teslim etmemesini istiyordu. Bundan birkaç gün sonra Irak ordusunun yeni Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari, Iraklı ve Amerikalı siyasetçilerle komutanların önünde, güçlerinin güvenlik kontrolünü teslim almaya 2020’den önce hazır olmadığından bahsediyordu. Aziz ve Zebari’nin açıklamalarının dışında başka şaşırtıcı olaylar da gözleniyordu. El-Kaide’ye bağlı Irak İslam Devleti adlı örgüt tekrar etkin hale gelerek, eskisinden daha cesur ve planlı eylemlerle sahneye dönüyordu. Basra’da üç gizemli patlama meydana geliyor ve kimse onlarca Iraklının ölümüne yol açan bu patlamaların nasıl yapıldığını çözemiyordu. Ardından Ramadi, Felluce ve Bağdat şehirleri çeşitli patlamalara sahne oluyordu. Ardından Irak ordusundaki gönüllüleri hedef alan, 60 kişinin ölümüne ve onlarcasının da yaralanmasına yol açan Babu Muazzam patlaması meydana geliyordu. Bu patlama da soru işaretleriyle doluydu. Zira burası El Hadra’dan (Yeşil Bölge) sonra Bağdat’ın en korunaklı yerlerinden birisi oluyordu.

Tam bu noktada ABD Savunma Bakanı Robert Gates, “yönetiminin, güvenlik anlaşmasının maddelerini Irak hükümetinin istediği şekilde değiştirmeye hazır olduğunu” açıklıyordu. Ardından The Guardian gazetesinin, Amerika’nın Irak’tan, Obama’nın selefi George W. Bush’un mirasından kurtulmak için sembolik bir şekilde çekileceğine işaret eden haberi geliyordu. Gazete, 94 askeri üssün yanı sıra Irak’ta yaklaşık altı Amerikan tugayının kalacağını yazıyordu. Bütün bunların amacı, Amerikan çekilmesinin Irak’ta cehennem kapılarını açacağı yönündeki endişeleri hafifletmekti. Burada şu soru ortaya çıkıyordu: Amerika’nın Irak’ta yedi yıldır devam eden varlığı, bölgesel müdahaleler, özellikle de İran müdahalesi için bir engel miydi, yoksa bu müdahaleye destek mi olmuştu? Amerikan güçleri hiç kuşkusuz, önceki rejimin düşmesinden ve başta Irak ordusunun feshedilmesi olmak üzere bir dizi aptalca karar almasından sonra Irak’ın kapılarını dış müdahalelere ve özellikle de İran müdahalesine açıyordu. Bu tehlikeye işaret eden Amerika’nın tek amacı Irak’ta kalma süresini uzatmaktı. Irak’ta patlamalar artıyor, ABD’nin çekilmesinden sonra ortaya çıkacak İran tehlikesine yönelik uyarılar yapılıyor, El-Kaide yeniden başını uzatıyor ve seçimlerin üzerinden beş ay geçmesine rağmen hâlâ hükümet kurulamıyordu. Tüm bu yaşananlar, Amerika’nın daha uzun süre, belki de 10 yıl daha kalma niyetine işaret ediyordu.

Bazıları Amerika’nın tutumunu ‘şaşkınlık’ olarak görüyordu. Zira ABD görünürde işgal için milyarlarca dolar, binlerce ölü ve on binlerce sakat verdiği ülkeden çekilmek, burayı süratle terk etmek istiyordu. Peki, kimin için? İran için. Tahran’la Washington arasındaki karşılıklı açıklamalar her ikisinin düşman olduğunu ifade etmiyor muydu? Peki, ABD gerçekten Irak’tan çekiliyor muydu, yoksa yerleşiyor muydu? Acaba Recep T. Erdoğan “Başarıları için dua etiği” katil conilerin, bu tahribatına seviniyor muydu?

Yeni Şafakçılar, gerçekleri güneş gibi görüyor, ama hâlâ kendilerinde şafak atmıyordu!

Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Prof. Paul Krugman, ABD’li yetkililerin ekonomideki toparlanmayı olduğundan daha iyi gösterdiğini söyleyerek dünyayı uyarıyordu. Çünkü ABD, ülkesindeki finans krizini bütün dünyaya ihraç etmeyi başarıyor, dünyayı büyük bir ekonomik ve sosyal krize sokuyordu. Ekonomik ve siyasal gücünü kullanarak dünyanın her yerinde insan hak ve özgürlüklerini çiğnemeye devam ediyor, kimse de dur diyemiyor, hepsini demokrasi ve özgürlük adına yaptığını söylüyordu. AKP iktidarının özel yardımıyla ve demokrasi ve özgürlük adına Irak’ta 7,5 yıl süren işgalin ardından geride en az 1,5 milyon mülteci, 1 milyon dul ve 3 milyon yetim bırakan ABD 60 bin askerini bırakıp gerisini çekiyordu. Geride bıraktığı Irak manzarası insanı ürkütüyordu: Her ay 200 ila 300 sivil, bombalı saldırılarda ya da suikastlarda ölüyordu. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne kayıtlı mülteci sayısı 207 bin, ancak yurt dışında yaşayan Iraklıların toplamının 3 milyonu bulabileceği belirtiliyordu. İnfaz edilmeyi bekleyen idam mahkûmlarının sayısı, 2009 yılının sonunda yaklaşık bin iki yüzü (1200) buluyordu. Her ay aralarında çocukların da bulunduğu onlarca kişi militanlarca fidye için kaçırılıyordu. Bankalara, altın pazarına ve devlet kurumlarının maaşlarını taşıyan görevlilere düzenlenen kanlı saldırıların sayısı artıyordu.

Resmi verilere göre, ülkedeki işsizlik oranı %18, ancak uzmanlar gerçek rakamın %30’a yakın olduğunu düşünüyordu. İşsizlik, özellikle yasal bir geçim kaynağı bulamadıklarında silahlanarak suça yönelen gençleri etkiliyordu. Irak’taki evlerin büyük bölümüne günde sadece birkaç saat elektrik veriliyordu. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin alıntı yaptığı hükümet istatistiklerine göre, 30 milyon nüfuslu ülkede her 4 kişiden biri güvenli içme suyuna ulaşamıyordu. 7 milyon kişi yani nüfusun %23’ü fakirlik sınırının altında. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2009 Yolsuzluk Algılama Endeksi’nde, Irak 180 ülkenin arasında 176. sırada yer alıyordu. 10-18 yaşlarındaki Iraklı gençlerin 300 bini hiç okula gitmiyordu. Gençlerin %62’si bir kız çocuğunun ailenin şerefine leke sürmesi durumunda bir akrabası tarafından öldürülebileceğini düşünüyordu. Sağlık Bakanlığı’na göre, yatak sayısı 35 bin olan Irak’ta bu sayının 95 bine çıkarılması gerekiyordu. Ülkedeki dulların sayısı en az 1 milyonu, yetimlerin sayısı ise 3 milyonu geçiyordu.

Şimdi herkesin cevabını araması gereken soru şu: Can, mal ve ırz başta olmak üzere hiçbir güvenliğin kalmadığı, istikrarsızlaştırılan Irak’taki bu vahşetin yaşanmasında AKP’nin payı ne oluyordu ve niye unutuluyordu? Bu tabloya Afganistan’ı, Pakistan’ı ve İsrail’in Filistin’de yaptıklarını da eklemek gerekiyordu. ABD, girdiği ülkelerde yaptığı ekonomik ve sosyal tahribatı bugüne kadar IMF bile yapamıyor, önce Afganistan’ı istikrarsızlaştırıyor, sonra Irak’ı, şimdi de ara ara Pakistan’ı taciz ediyordu. Pakistan’da her gün onlarca insanı terör bahanesiyle öldürüyordu. İsrail’in yaptığının yüz katını yapıyor, hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. Ülkenin başında da bugüne kadar gelen ABD Başkanlarının arasında en tehlikelisi bulunuyordu. Dünyanın yarısı onu Müslüman zannediyor, yarısı da Hristiyan zannediyordu. Aslında ne olduğu bilinmiyordu. Düşmanlığı kadar dostluğu da tehlikeliydi ve istikrarsızlıktan besleniyordu. ABD Okyanus ötesinden geliyor, bizim yardımımızla komşumuza tecavüz ediyor, öldürüyor, dul ve yetim bırakıyor, yakıp yıkıyor, petrol ve madenlerini ele geçiriyor, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi gidiyordu.”[1] Ve bunları yazanlar hâlâ AKP’yi savunuyordu. Ya bunlarda utanma arlanma yoktu veya bunlar herkesi ahmak sanıyordu. Çünkü aynı AKP Irak’taki gaflet ve hıyanetini bu sefer Suriye’de sergiliyor, koca ülke Irak ve Libya’dan bin beter konuma sokuluyordu.

ABD’ye Güvenenler Ahmaklık Ediyordu!

“Çekil kurtul” anlayışıyla hareket eden ABD için, bu bir ölçüde doğru olabilirdi. Yani Irak’ta muharip -yani savaşan- bir güç kalmadığına göre, savaş bitmiş sayılabilirdi. Ama bu ABD’nin Irak’ta askeri varlığı son buluyor demek değildi. Geride 60 bin asker kalıyor ki, bunların geri çekilmesi ancak 2012’in sonunda gerçekleşecekti. Bunların 50 bini, Irak’ın yeni oluşmakta olan Irak ordusunu ve polisini yetiştirecekti… Evet, bir bakıma Amerikalılar için savaş bitmiş sayılırdı. Dolayısıyla ABD’de -özellikle kamuoyunda- büyük bir rahatlama vardı. Ama şimdi şu iki soruyu sormak zamanıydı: Birincisi, “Bush’un Savaşı” diye de bilinen ABD müdahalesinin kime yaradığı, ikincisi de, “Obama’nın Barışı”nın başarı şansının ne olacağıydı. Bu savaşın İsrail hariç, sonuçta kimseye yarar sağlamadığı, tam aksine ABD dahil, herkes için çok kötü sonuçlar yarattığı açıktı. ABD’nin bu savaşta trilyonlarca dolarlık kaybının yanı sıra siyasal itibarı ve nüfuzu tamamen sarsılmıştı. Saddam rejiminin devrilmiş olması da güdülen amaçlara hizmet etmemiş, ABD Irak’ı enkaz yığınına dönüştürmenin sorumluluğu ile karşı karşıya kalmıştı. ABD’nin son muharip askerlerini çekerken Irak’taki 7,5 yıllık işgalin bu ülkeyi ne hallere düşürdüğü ortadaydı: Siyasi bakımdan Irak istikrarsızlık içindeydi, çeşitli etnik ve mezhep grupları, birbiriyle boğuşmaktaydı. Ulusal birlik ve toprak bütünlüğü tehlike altındaydı. Güvenlik açısından Irak’ta terör giderek bir iç savaşa kaymaktaydı. Devlet otoritesi diye bir şey kalmamıştı. Yeni örgütlenmekte olan Irak güvenlik güçleri “güçsüz” durumdaydı. Ekonomik bakımdan Irak halkı perişandı. Yoksulluk had safhadaydı. Irak doğal kaynaklarını kendisi kullanamamaktaydı. Yaşam seviyesi, eskisine göre çok düşük durumdaydı. Kısacası; “Bush’un Savaşı” işte Irak için böyle trajik bir sonuç yaratmıştı. Ve AKP bütün bunların suç ortağıydı!

ABD ikide bir İran’ı vurmaya hazırlanıyordu ama hepsi boş çıkıyordu!

Bu arada ABD, tarihinin en büyük silah satışını Suudi Arabistan’a yapmaktaydı. 60 milyar dolarlık satışının tek amacı; “İran tehdidine karşı Suudi savunmasını güçlendirmek…” olarak sunulmaktaydı. Paket içinde toplam 84 adet; F15 savaş uçağı, Black Hawk ve Apache helikopterleri vardır. Hillary Clinton; “İran’a karşı müttefiklerimizi güvenlik şemsiyemizin altına alacağız” buyurmaktadır. Peki, başka neler oluyordu? Rusya, Kafkaslar’a S-300 füzeleri yerleştiriyor, Balkan ülkelerini askeri üslere dönüştürmeye çalışan İsrail; “Biz İran’ı Karadeniz üzerinden vurmayı planlıyoruz, Rusya bize karşı bu füzeleri yerleştiriyor” diye kıyameti koparıyordu!

Çin, Rusya’dan 15 adet S-300 füze bataryası alıyor, İran’la aralarındaki ticaret hacmi yüz milyar doların üstünde olduğu için de bu füze bataryalarının dördünü İran’a veriyordu. Çin-İran arasında füze teknolojisine ilişkin ortaklık listesi oldukça uzun. İran bu füzelerin birçoğunu daha da geliştiriyordu. Yani ortalık göründüğü gibi sakin değildi ve bir sabah o fırtına kopabilirdi. Burada saldırganlar belli, saldırıya uğrama korkusuyla tedbir alanlar belliydi. S. Arabistan’dan Balkanlar’a, Gürcistan ve Azerbaycan’dan Abhazya’ya kadar, Türkiye’nin etrafında ne kadar kara parçası varsa, Karadeniz ve Hazar’la birlikte İran’ı vurma hazırlıklarına ev sahipliği yapıyordu… Ne de olsa ABD Irak’tan çıkıyordu… Tam zamanı…”[2] diyenler, hâlâ niçin ABD’nin suç ortağı ve BOP kâhyası Recep Erdoğan’ı savunmaktan, hatta Erbakan’a sataşmaktan geri kalmıyordu?

 

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

 

Yorum Yap

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi