SİYASET VE DIŞ GÜDÜM MESELESİ
Dikkat: “Bir konu üzerinde düşünceyi yoğunlaştırma, ayrıntılar içindeki gizlilik ve inceliklerin farkına varma, konuşulana önem verme ve hesaba katma” anlamına gelir. Ve maalesef bugün insanımızın en çok kaybettiği haslet ve hususiyetlerden birisi de, dikkattir. Günümüz ve geleceğimizle ilgili hayati önem taşıyan bilgiler ve belgeler gözümüzden kaçmakta, üzerinde gereği gibi durulmamakta ve hemen unutulmaktadır. Dikkatsizlik ve beyin tembelliği yaygın bir hastalıktır. Ve tabi gafil ve unutkan beyinlerin, vurdumduymaz ve sorumsuz bireylerin oluşturduğu kalabalıkların peşin cezası ise, gözü açık zalimlere köle ve kukla olmaktır.
Daha önce Kanal 7’de halkımıza gösterilen “gizli mason ayinleri ve şeytana tapma törenleri” filmi yüzünden, Fransız Mason Locaları Büyük Amiri Paul Veysset’in, Türkiye Masonları Üstad-ı Azamı Necip Arıduru’ya gönderdiği tehdit dolu talimatın ele geçirilip 17 Mart 1997 tarihli Milli Gazete’de yayımlanması da yine tarihi bir olay olmasına rağmen maalesef gerekli ilgi ve yankıyı bulmamıştır. Refah-Yol’un yıkılmasıyla sonuçlanan suni hükümet krizi biraz da bu olayla bağlantılıdır. Bu önemli belgenin kendilerine de gönderilmiş olmasına rağmen, foyalı ve boyalı basın yayımlamamışlar, hatta bizden bilinenlerin bir kısmı dahi, masonları üzmeye ve ürkütmeye yanaşmamışlardır.
Bu belgenin özetini ve özelliklerini tekrar hatırlatmamız gerekiyordu:
1- İsrail Siyonist kurmaylarının tahrik ve telaşıyla, Fransız Mason Locaları’nın Türkiye’deki birader uşaklarına gönderdiği talimat belgesidir. Asıl hedef Erbakan ve Refah Partisi’dir. O hükümet krizi de bu güçlerin marifetidir.
2- Türk basınındaki ve diğer kurum ve konumlardaki (Dışişleri, bürokrasi, partiler, sivil örgütler, sendikalar, iş adamları vs.) masonların organize edilerek RP’nin mutlaka iktidardan uzaklaştırılması emredilmekteydi ve maalesef bu gerçekleşmiştir.
3- RP’ye giderek artan ilgi ve sevgiyi önlemeye ve Milli Görüş’ü kötülemeye yönelik her türlü iftira ve karalama kampanyasının hızlandırılması öngörülmektedir. İrticacı diye şirketlere bile savaş açılması bu yüzdendir.
4- RP’yi destekleyen, haklı ve hayırlı hizmetlerini takdir eden ve ülkemiz aleyhindeki hıyanet hareketlerini millete gösteren tüm milli basın ve yayın kuruluşlarının, hatta Kur’an kursu ve dini okulların her yola başvurularak kötülenmesi, kösteklenmesi ve köreltilmesi gerektiği söylenmektedir.
5- İkinci bir emre kadar masonik faaliyetlerin askıya alınması, gizli bilgi ve belgelerin ortadan kaldırılması, masonluğa müracaatların şimdilik dondurulması ve mason sırlarını ifşa edenlerin -şeytan yasalarına uygun- cezalandırılması istenmektedir.
Hatırlanacağı gibi 13 Haziran 1995’te İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman Türkiye’ye gelmiş, Genel Seçimler öncesi, “Refah Partisi’nin ve İslami gelişmelerin İsrail’i rahatsız ettiğini ve Erbakan tehlikesine karşı tüm laiklerin birleşmesi gerektiğini” ifade etmiş ve hatta daha ileri giderek sanki kendisinden talimat alıyorlarmış gibi, “Cumhurbaşkanı Demirel ve Komutanların da Refah’lı bir iktidara izin vermeyeceklerini” söylemek küstahlığını göstermiştir.
Ve maalesef Siyonist ve baş anarşist Weizman’ın talimatı yerli masonlar ve medya tarafından aynen uygulanmış, Refah’a karşı korkunç bir kampanya başlatılmış ama hamdolsun birinci parti olmasına ve sonunda Hükümeti kurmasına mâni olunamamıştır. Ancak aynı Siyonist merkezlerce, Fransız masonlarının eliyle Türkiye’deki uşaklarını kışkırtıp, Refah-Yol’u yıpratmak ve yıkmak hesapları yapılmış ve sonunda başarılmıştır. Hayrettir ki, bir kısım dindar ve muhafazakâr çevreler, Cemaatler ve Hocaefendileri bile, bunalımın atlatılması ve istikrarın sağlanması bahanesiyle, “Erbakan Başbakanlığı bırakmalıdır!” diyerek, dolaylı da olsa Siyonist Weizman’ın ve Fransız Masonlarının amacına, bilerek veya bilmeyerek katkıda bulunmuşlardır.
Aynı odaklar ve adamlar, Refah Partisi’nin kapatılması üzerine kurulan Fazilet Partisi’ni de kapatıp, “Yenilikçi Hareket” diye Recep T. Erdoğan ve ekibini kışkırtıp Milli Görüş’ten ayırmış, parlatıp pohpohlayarak iktidara taşımıştır. Yularlarını ellerinde tutmak ve dengeyi korumak için Cemaatle Hükümeti, 11 yıl kucaklaştırıp suç ortağı yapmış, sonra aralarını bozup birbirlerine karşı kullanmıştır. Recep T. Erdoğan’ı “dindar kahraman” rolüyle BOP Eş Başkanı yaparak 26 İslam ülkesinin ve Türkiye’mizin parçalanma planına hizmetkâr kılanlar da, Fetullah Gülen’i masonik bir örgütlenme ile “Ilımlı İslam” kılıflı Haçlı-Siyonist figüranlığına taşıyanlar da hep aynı odaklardı. Erbakan Hocamızın rehberliğinde Kur’an’dan edindiğimiz siyasi feraset ve stratejik öngörüyle, bu gerçekleri otuz yıl öncesinden gündeme taşıdığımız ve halkımızı uyardığımız için başımıza ne işler açılmıştı. Ama sonunda yine “doğru”lar haklı çıkmıştı.
Halbuki o dönemde;
a) MGK’nın Başkanı Sn. Süleyman Demirel’di. Bu kararların birinci derecede mesulü de, bir bakıma mimarı da kendisiydi. Ve Sn. Demirel’i yıllar boyu oylarıyla bu makamlara taşıyanlar acaba kimlerdi?
b) MGK’nın on bir üyesi içinde, Refah’ı temsilen Erbakan tek kişiydi. Yani çok zor şartlarda direnmişti.
c) RP’yi bir koalisyon şartlarına mahkûm eden, ve oylarıyla bâtıl partileri destekleyen kesimler, asıl suçlu ve sorumlu değil miydi?
d) Erbakan; bu kararların gereksizliğini ve geçersizliğini göstermek üzere bütün siyasi partileri ve sivil örgütleri tek tek ziyaret edip, demokratik tepkilerini ve desteklerini isterken, hem dindar hem de demokrat kesimler, oy verdikleri ve çıkar ilişkilerine girdikleri bu partilere baskı yapmayı düşünmüş ve denemişler miydi?
e) Erbakan Hoca’nın Başbakanlıkta kalarak bu kararları Milli ve manevi menfaatlerimizin lehine yumuşatması ve yavaşlatması imkânını ve diğer ekonomik ve sosyal reformları başarıya ulaştırması fırsatlarını savunması gerekirken, masonların ve maneviyat düşmanlarının arzusu istikametinde: “Erbakan çekilsin!” demek acaba sadece basit bir haset ve gaflet ifadesi miydi? Yoksa kasıtlı bir hıyanete alet olmanın alâmeti miydi?
f) Dini gayret ve hizmet perdesi altında yapılan çirkin istismar ve suiistimallerin mutlaka önlenmesi lüzumu da iz’an ve insaf ehli tarafından kabul edilmesi gereken acı bir gerçekti. Erbakan iktidarını zora sokmak için, sürekli gösteriler yapan ve ortalığı karıştıran radikal İslamcıların hepsi, sonunda AKP’ye geçmiş ve nedense bir kuzu kesilmişlerdi!?
Evet, evet… Saflar giderek daha bir belirginleşmiş, Siyonizm’in uşağı Masonlar bir tarafa, insani düşüncelerin âşığı Müslümanlar bir tarafa geçmişti. Şeytanın çocukları bâtıl tarafta, Rahman’ın yolcuları HAK tarafına yönelmişti.
Çok kısa bir dönemde, anarşinin beli kırılmışken, ekonomik dengeler kurulmuşken, velhasıl yıllardır hasretle beklenen barış ve bereket ortamı yakalanmışken, sadece sömürü saltanatları yıkılan Mason-Medya ve Mafya şebekesinin keyfi için “Erbakan çekilsin” demek, şeytana askerlik değil de neydi?
Acaba bu şer cephesi, Refah’lı bir iktidarı, milli çıkarlar için mi, yoksa şahsi ve şeytani ihtiraslar için mi yıkmak istemişti? Ve biraz daha bekleyelim, kazdıkları kuyuya bakalım kimler düşecekti. Ve unutulmasın ki, Ordu’yu millete karşı kışkırtanlar ise kendi tuzaklarını eşmekteydi. Ve zaten kurdurulan, önce Mesut Yılmaz hükümeti, sonra MHP ortaklı Ecevit hükümeti, 28 Şubat kararlarını uygulamaya girişecek, çoğu becerilemeyecek ve irtica ile mücadele perdesi altında millete ne eziyetler çektirecekti! Ve kim bilir, kendilerini ve zulüm düzenlerini nasıl bir sonuç beklemekteydi?
ABD’nin “Recep Erdoğan’ı” Sayılan Barack Obama’nın Yuları Kimlerin Elinde Bulunuyordu?
İslam dünyasında camileri yıkıp, Kur’an-ı Kerim’leri yakan ABD askerlerinin başkomutanı Obama’nın 7 yıllık görev süresi sonunda yaptığı cami ziyareti “zulme makyaj” çabasıydı…
Görevde olduğu süre boyunca Irak ve Afganistan başta olmak üzere pek çok İslam ülkesinde camilere yönelik saldırıların baş sorumlusu olan ABD Başkanı Obama, son günlerinde Müslümanları hatırlayarak, cami ziyaretine başlamıştı. “İmaj” çalışması için tezgâhlandığı çok açık olan “ziyarette” Obama, sanki İslam dünyasını cehenneme çeviren ve camileri yakıp kül eden ABD değilmiş gibi açıklamalar yapmıştı.
Obama, Baltimore İslam Merkezi’ne düzenlediği sözde “barış” ziyaretinde sanki İslam topraklarında Müslümanlara kan kusturan ve camileri yıkan askerin başkumandanı değilmiş gibi, İslam’a karşı nefretin haksızlığını, Müslümanları da ABD’nin bir parçası saydıklarını söylemekten utanmamıştı.
Obama döneminde ABD’nin bombaladığı camilerden sadece birkaçı şunlar oluyordu:
• 28 Aralık 2011: İşgalci ABD askerlerinin Irak’ta bir camiyi kahkahalarla bombalarken çekilen videosu yayımlandı.
• 25 Mayıs 2012: Amerikan İHA’ları Pakistan’ın Kuzey Veziristan bölgesinde bir camiyi Cuma namazı esnasında iki füzeyle vurarak yıkmış, onlarca Müslümanın katline sebep olmuşlardı.
• 12 Ocak 2013: Afganistan’ın Vardak eyaletinde bir cami bombalarla yerle bir edilmiş, 18 kişi şehit olmuşlardı.
• 08 Ekim 2014: Ayn el-Arab’ta (Kobani) bir cami bombalanmış, namaz kılan 40 Müslüman şehit olmuşlardı.
• 18 Şubat 2015: Irak’ın El-Anbar şehrinde namaz sırasında bombalanan camide 14 kişi şehit olmuşlardı.
Hem Müslüman ülkelerde taş üstünde taş bırakılmayacak, hem de Müslüman dostu olunacak!
Hem Irak’ta, Afganistan’da milyonlarca Müslüman katliama uğratılacak, hem de Müslüman dostu olunacak!
Hem Müslüman ülkelere bomba yağdırıp camiler yıkılacak, hem de Müslüman dostu olunacak!
Hem sürekli İsrail hamiliği yapılacak, İsrail’in işgalciliğine, zulmüne sahip çıkılacak, hem de Müslüman dostu olunacak!
İşte bu kanlı eller, “Müslüman dostu” görünme propagandası maksadıyla yapılan bir cami ziyaretiyle temizlenip aklanamazdı, kandıramazsınız.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..