Evet, siyaset; ehil ve emin olanların elinde sebeb-i selâmet, cahil ve hain olanların elinde ise sebeb-i felakettir. Çünkü, siyaset, hak ve adaletle toplumu idare etme mesleğidir. İnancımıza göre bu meslek, mukaddes ve mübarektir. Zira “Bir saat adaletle hükmetmenin, yetmiş yıl nafile ibadetten hayırlı olduğu” hadisle bildirilmiştir. Adaletle hükmetmek ve hayrı yürütmek için de mutlaka hükümet olmak gerekmektedir. Hükümet ise, baştan sona siyaset işidir.
“Mademki hepsine sahip olamıyorum, öyle ise hiçbirini kabul etmiyorum” mantığı yerine “Ne kadarını kurtarabilirim ve davama neler katabilirim” düşüncesi daha gerçekçidir. Asla unutmayalım ki, parti amaç değil, araç yerindedir. Asıl amaç ise Hakkın rızası için halka hizmettir. Öyle ise önümüze çıkan hizmet imkânlarını tepelemek ve fırsatları boşa vermek vebaldir.
Hatta tek başına iktidar olma imkânı bulunsa bile;
a- Hem muhaliflerimizin şer ittifakını ve tahribatını önlemek…
b- Hem rakiplerimizin bazı kabiliyet ve kadrolarını hayır ve hizmette değerlendirmek…
c- Hem de daha geniş toplum kesimlerinin desteğini elde etmek üzere, onların bir kısmıyla iş birliğine girişmek zafiyet değil, kuvvettir; zillet değil, zaferdir! İbret ve dikkatle bakınız! Sahabenin zillet zannettiği Hudeybiye Barışı’nı Kur’an zafer olarak nitelendirmiştir.[1]
Güçlü ve güvenilir liderlerin tavizi azizlik, zayıf ve çaresiz liderlerin tavizi ise acizliktir. Ancak büyük oynayan ve tedbirini sağlam alan liderler büyük tavizleri göze alabilir!.. Siyaset, kuru kahramanlık sahnesinde, kabadayılık gösterisi yapmak değildir. Siyasetçi, Uzak Doğu sporcularına değil, satranç oyuncularına benzemelidir.
Basit liderler halkın ve olayların peşinden gider. Boş ve peşin alkışlarla yetinir. Büyük liderler ise, halkı kendi peşinden sürükler ve olaylara yön verir. Dış tehdit ve tehlikelere karşı, içteki barışı ve birliği sağlamaya yönelik tavizlerle, karanlık merkezlerin bizim aleyhimize kullanmak için kışkırttığı “piyon”ları kendi lehimize değerlendirmek üzere verilen tavizler, ileride çok talihli sonuçlar doğurabilir ve tarihin akışını değiştirebilir. Dünyayı yöneten şer güçlerin ve şeytani çevrelerin, bizim aleyhimize hazırladıkları siyaset ve stratejilerini önceden sezebilen ve karşı tedbirleri alabilen bir Liderin, milli menfaatler için yerli kuruluşlara bazı tavizlerde bulunması, onlara tavır koymasından daha hayırlı ve daha yürekli bir harekettir.
Her konuda olduğu gibi, siyasette de başlangıç değil sonuç önemlidir. Çünkü “Rağbet, akıbete göredir” ve akıbet muttakilerin (dürüst ve değerli kimselerin)dir.
Geçmişte de, taviz sayılan ve karşı çıkılan bazı girişimlerin, hangi olumlu sonuçları doğurduğunu hâlâ göremeyen akıl fukaralarına, veya kasıtlı olarak ters gösteren nankör münafıklara laf anlatmak için vakit harcamak beyhudedir. Bir milletin, hatta beşeriyetin tarihini ve talihini değiştiren büyük liderlerin hayatını inceleyiniz! Bunların hepsinin de, kimlere ne kadar taviz vereceğini ve kimlere karşı nasıl inatla direneceğini çok iyi bilen kimseler olduklarını göreceksiniz. Zira eşek arısına top atmak israf, yaban ayısına taş atmak ise divaneliktir. Zahirde korkusuzca ve kahramanca görünen bir tavır, şayet düşmanların işine yarayacaksa, bunu gafletle yapmak hezimet, ama bile bile yapmak hıyanettir!..
Ve yeri gelmişken hatırlatalım:
Süper güç olmak için sadece ekonomik zenginlik yetmez. Eğer yetse idi Almanya süper güç olurdu.
Süper güç olmak için sadece teknolojik üstünlük yetmez. Eğer yetse idi Japonya süper güç olurdu.
Süper güç olmak için nüfus yoğunluğu yetmez. Eğer yetse idi Hindistan süper güç olurdu.
Süper güç olmak için tek başına askeri güç yetmez. Eğer yetse idi Çin süper güç olurdu.
Süper güç olmak için sadece stratejik konum ve potansiyel imkânlar da yetmez. Eğer yetse idi Türkiye süper güç olurdu.
Halbuki süper güç olmak için, bütün bunları değerlendirecek ve dünya dengeleriyle oynayabilecek bir “Süper Beyin”e ihtiyaç vardır!.. Ve işte Türkiye’nin, İslam âleminin ve tüm mazlum milletlerin şansı bu Süper Beyin’dir!? Onun ilmi, insani projeleri ve bunları uygulayacak sadık takipçileridir!
Evet, siyasetin ehil olmayanların elinde felaket, ehil olanların elinde ise selamet sebebi olduğunu yukarıda söylemiştik. Önemine binaen tekrar belirtelim ki:
Siyaset; Hesaplı ve programlı davranmak ve planlanan sonuca ulaşmaktır!
Siyaset; Muhaliflerini zor kullanmadan ve kendisi de zarara uğramadan onları mükemmelce aşmaktır!
Siyaset; Çizilen haklı çizgi içine farklı çizgileri de yerleştirme, yani kendi doğruları içinde başkalarının eğrilerini eritebilme ustalığıdır!
Siyaset; Her düşünceye tahammül edip, adilce davranma uygarlığıdır!
Siyaset; Bütün beşeri zaaflarına gem vurmak ve bağlılarını da manevi disiplin altında tutmak başarısıdır!
Siyaset; Bilgece düşünmek, bilgece konuşmak, bilgece davranmak ve bilgece yaşamaktır!
Siyaset; İktidar tuvalinde[2] toplum tablosuna en uygun rengi hazırlayabilme sanatıdır!
Siyaset ilmi, Allah’ın ender kişilere lütfettiği çok önemli bir armağandır![3]
Velhasıl; bazen “Büyük ve kalıcı menfaatlere ulaşmak için, küçük ve geçici zararları ve tavizleri göze almak gerekebilir. Bunu yapamayan siyasiler ağır bir sorumluluk ve tarihi bir suçluluk altındadır.”[4]
“Hem insanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispetindedir. Himmetin derecesi ise maksat ve meşguliyetinin (yüksekliği) nispetindedir.”[5]
Siyasi şuuru olmayanların, insani onuru da bulunmayacaktır. Bu nedenledir ki;
Siyaset, gerçek ayarımızı ortaya koyan en hassas bir terazi konumundadır.
Siyasette, bâtılların yanında ve zalimlerin yardımında olanların, ibadetleri de sadece “âdet ve gösteriş”ten ibaret kalacaktır.
Evet, siyaset, “hikmet ve feraset” ister. Yoksa körün şoförlüğüne benzeyecektir!..
Siyaset, “sabır ve metanet” ister. Yoksa hoş ama boş gösterilere dönüşecektir.
Siyaset “kadro ve kuvvet” ister. Yoksa Don Kişot’un maceralarından farksız hale gelecektir.
Siyaset “iman ve istikamet” ister. Yoksa firavunluğa ve fırsatçılığa özenecektir.
Velhasıl insani siyaset, Peygamber mesleğidir. Şeytani siyaset ise menfaat meselesi ve mason hizmetçiliğidir.
Siyasette Başarı ve Bereket ise Şu Yedi Şeye Bağlıdır:
1- İnanç ve irade: Davasının haklılığına ve mutlaka zafere ulaşacağına inanmayan ve bu inancın gereği olan azim ve iradeyi ortaya koyamayanlar; siyasi müflis olmaya mahkûmdurlar. Kendileri inanmadıkları bir davaya, başkalarını ise asla inandıramaz ve halkın güvenini ve desteğini sağlayamazlar.
2- Bilgi ve beceri: Davasının esaslarını, ülke insanının sorunlarını ve çözüm yollarını, değişen ve gelişen dünya şartlarını bilmeyen, takip etmeyen, kendisini devamlı yenileyip yetiştirmeyen siyasiler, bu yarışta saf dışı kalırlar.
3- Plan ve proje: Uzun ve kısa vadeli hedefleri ve projeleri bulunmayan… Bunları dikkatle belirleyip, titizlikle tatbike koyamayan siyasiler; zaman, imkân ve eleman israf edeceklerinden, asla başarıyı yakalayamazlar.
4- Eleman ve ekip: Her işi tek başına yapmaya kalkışan… Ekip çalışmasına yanaşmayan ve alışmayan… Danışma ve dayanışma içinde olmayan… Yeterli ve yetenekli elemanlardan kendi marifet ve mesuliyetleri sahasında yararlanamayan siyasiler, sonunda yenilmekten ve bitip tükenmekten kurtulamazlar.
5- Koordine ve organize: Aynı inancı ve aynı amacı paylaşan kurum ve oluşumlar arasında, gerekli ve ahenkli bir iletişim ve iş birliğini sağlayamayan siyasiler, hayallerini hakikate çeviremez ve arzulanan hedefe yanaşamazlar.
6- Takip ve değerlendirme: Ekip ve elemanlarını, onlara emanet ettiği görev ve programlarını sık sık takip ve teftiş etmeyen… Aksaklıkları ve tıkanıklıkları vaktinde fark edip gidermeyen… Yanlışlık ve yamukluklarını düzeltmeyen siyasiler, Zafer Bayramı’nı kutlayamazlar.
7- Varılan netice: Kısa ve uzun vadeli hedeflerine ne ölçüde yaklaşıldığını… Hangi başarıların, hangi plan ve elemanlarla kazanıldığını… Bundan sonra hangi engellerin hangi taktik ve stratejilerle aşılacağını… Hem rakiplerini hem de iş birliği yapması gerekenleri hangi önem ve öncelik sırasına göre nasıl konuşlandıracağını bilmeyen siyasiler de mutlu sona ulaşamazlar.
Stratejik Kölelik ve Zalimlerin Politik Hedefleri
Gerçek düşmanı tanımamak, gizli sömürü ve tahakküm odaklarının demokrat figüranlığını yapmak, artık en gafil ve rezil bir köleliğe dönüşmüş bulunuyordu. ABD yönetimine yakınlığı ve muhafazakârlığı ile tanınan The Heritage Foundation’ın 1983 yılında dış politika analisti James A. Phillips’e hazırlattığı ‘Koruyucu İslam Kuşağı’ adlı raporda, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Müslüman ülkeler topluluğunun, Sovyetler’i bir duvar gibi kuşatmasıöneriliyordu. 1979 yılında İran İslam Devrimi’nin fiilen son verdiği CENTO’nun dağılması, Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgale kalkışılması, ABD açısından bölgede ciddi bir kriz olarak algılanıyordu!.. Oysa Afganistan işgali komünizmi yıktığı gibi, 11 Eylül bahaneli Amerikan vahşetleri de kapitalizmi yıkacağa benziyordu.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..