Siyaset; hem toplumu yönetme ve yönlendirme sanatı, hem de devlet ve hükümet işlerini yürütmek üzere, hukuki ve ahlâki düzenlemelere girişme sahasıdır. Strateji ise; siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal projeleri hedefine ulaştırmak ve engelleri kolayca ve en az kayıpla aşmak üzere belirlenen teorik, teknolojik, taktik ve lojistik imkânların en etkili ve verimli şekilde programlanması ve uygulanmasıdır.
Lojistik; (Yeterli ve yetenekli eleman ve personelin, her türlü araç, gereç ve malzemenin, bunların ikmal ve destek kuvvetlerinin hazırlanması), Taktik; (Eldeki imkân ve fırsatların, en hayırlı ve başarılı sonuçları alacak usullerle ve ustalıkla kullanılması), Teknolojik; (O sahadaki teknik birikimlerden ve teknolojik gelişmelerden yararlanılması ve daha ileri model ve metotların yaratılması), Ve Teorik; (Geçmiş deneyimlerden de faydalanarak, daha yeni ve etkili program ve projelerin tasarlanması) gibi bilgi ve becerilerden yoksun kurum ve kuruluşların başarıya ulaşma şansı zayıftır.
Bir Teşkilat veya Hükümet Hedefine Varmak İstiyorsa:
a) Rakiplerinin gücünü, avantajlarını ve zafiyet noktalarını,
b) Kendisi aleyhindeki tahdit ve tehdit (sınırlama ve korkutma) unsurlarını ve bunları aşma yollarını,
c) Teknik, ekonomik, politik, psikolojik ve askeri yönden her türlü gücü hazırlama imkânlarını,
d) Bu gücü yerinde ve yeterince kullanma başarısını,
e) Bu gücü sürekli geliştirme ve olgunlaştırma şartlarını,
f) Rakiplerinin:
1- Mevcut güçlerini ve yeteneklerini,
2- Görünen girişimlerini ve gerçek niyetlerini,
3- Kısa ve uzun vadeli siyaset ve stratejilerini, önceden öğrenme ve karşı tedbirler geliştirme (istihbarat) kurallarını bilmesi ve ona göre hareket etmesi lazımdır.
Tarih boyunca yaşanan bütün başarısızlıkların altında, bu stratejik anlayış ve atılımlardan mahrum lider ve hükümetlerin hatası yatmaktadır. Gerek bütün yeryüzünde, gerek kendi bölgesinde, gerek ülkesinde ve gerekse yakın çevresinde, ekonomik ve sosyal gelişmeleri menfi yönde etkileyen ve toplum kesimlerini manipüle eden merkezleri ve bunların yöntemlerini bilmeyen, bilse de baş edemeyen lider ve hükümetlerin, olumsuz gelişmeler karşısında “Ne yapalım, birileri düğmeye basınca bunlar oluyor!” cinsinden mazeretlere sığınması, kendi acizliklerinin ve çaresizliklerinin ifadesi ve ispatıdır.
Türkiye’mizde ve bütün ülkelerde gerçek bağımsızlığa ulaşmak ve başarılı hizmetler sunmak isteyen siyasetçilerin ve hükümetlerin:
a) Yönetim çarkını kolaylaştırması ve yetkileri paylaşmaktan korkmaması,
b) Ülke çapında, her kurum ve kademede denetim ve kontrol mekanizmasını çalıştırması,
c) Her konuda ve herkese karşı adalet ve eşitliği sağlaması,
d) Toplumu manen disiplinize eden dini değerlerin ve psikolojik dinamiklerin güçlenmesine, inanç ve ifade özgürlüğünün yerleşmesine çalışması,
e) Demokrasiyi kurumsallaştırması, genel ve yerel yönetimlerin halk iradesini tam olarak yansıtması, seçilmişlerle atanmışlar arasındaki demokratik dengenin korunması,
f) Şeffaflık ve tarafsızlığın uygulanması, Milli Güvenliği ilgilendiren özel durumlar dışında “gizlilik ve devlet sırrı” arkasına saklanılmaması,
g) Kurumlar arasında koordinasyon ve iş birliğinin oturtulması,
h) Sağlıklı ve sürekli istihbarat ve bilgi kaynaklarına sahip olunması,
i) Evrensel (Avrasya-Yeni Dünya), bölgesel (Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu, Karadeniz ve Akdeniz Havzası) ve ülke çapında (Genel, bölgesel ve il bazında) gerekli ve yeterli siyaset ve stratejileri hazırlaması gerekmektedir.
Bunun için, toplumu oluşturan bireylerin de, hem kendi haklarını kullanacak, hem başkasının haklarına saygı duyacak ve sahip çıkacak bir şuur olgunluğuna ulaşması da beklenir.
A- Pozitif Haklar: Herkesin doğuştan sahip olduğu can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti gibi tabii haklardır ki, bunları korumak devletin görevidir.
B- Politik Haklar: Her türlü ekonomik ve sosyal girişim ve gayretlerdir ki, bunları gözetmek ve geliştirmek sivil toplum örgütlerinin ve kısmen siyasi partilerin görevidir.
C- Pratik Haklar ise: Seçme ve seçilme hakları, yerel ve genel yönetimlere katılma imkânlarıdır ki, bu hakları kullanmak ve sahip çıkmak da özellikle fertlerin görevidir.
Örneğin Türkiye; Tarihi kültür ve medeniyet mirası, Tabii ve coğrafi yapısı, Temel yer altı ve yer üstü kaynakları ve Talihli fırsatları bakımından, “Dünya Devleti=Süper Güç” olacak potansiyel imkânlara sahip olmasına rağmen, maalesef bilinçsiz ve beceriksiz yöneticiler elinde perişan edilmiştir.
Evet, Süper Güç olmak için;
Ekonomik güç gereklidir, ama yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı Almanya süper güç olurdu.
Bilim ve teknolojik güç gereklidir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı Japonya süper güç olurdu.
Jeopolitik konum çok önemlidir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı, Türkiye süper güç olurdu.
Askeri güç mutlaka gereklidir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı, Çin süper güç olurdu.
Nüfus yoğunluğu da önemli bir etkendir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı Hindistan süper güç olurdu.
Tüm dünyayı etkileyecek bir kültür ve yaşam biçimi (mimari, müzik, moda, giyecek, yiyecek, içecek ve eğlence tarzı) önemli ve özellikli bir öğedir, ama yeterli değildir. Yeterli olsaydı Fransa süper güç olurdu.
Süper Güç olmak için; gerekli olan bütün bu şartların hepsini hazırlamakla beraber, bunları dünya dengelerini hayırlı yönde değiştirecek ve düzeltecek şekilde kullanacak büyük bir beyine ve süper bir organizeye ihtiyaç vardır. İşte bu beyin ve birikim, Türkiye’nin ve insanlık âleminin en büyük şansıdır.
Umuyoruz ki, yakın bir gelecekte; ilim ve teknoloji üstünlüğünü ve öncülüğünü ele geçirmiş, bunun yanında yeni ve yaygın kalkınma modelleri geliştirmiş, kendi öz kültürünü, dünyanın her yerinde özlenen ve özenilen hale getirmiş, temel insan haklarının ve evrensel hukuk kurallarının sağlanması ve dünya huzurunun korunması açısından, siyasi ve askeri etkinliğini, her halde ve her yerde hissettirebilen, farklı din ve kavimlerden bütün insanlığın refah ve hürriyetine hizmet eden, “Yeni Bir Barış ve Bereket Medeniyeti”nin merkezi ve motoru Türkiye olacaktır.