2016 NELERE GEBEDİR?

Yazar: yonetici
0 Yorum 295 Görüntüleyen

2016 NELERE GEBEDİR?

 

 

Gizli Dünya Devleti’nin hükümeti bilinen ve ABD’nin dış politikasına yön veren Siyonist kuruluş CFR, 2016 yılı için hazırladığı raporunda Türkiye’yiçatışma alanı olarak gösteriyordu!

Dünyadaki Siyonist politikalara yön veren Yahudi Lobileri güdümlü Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations)’nin 2016 yılı için hazırladığı öngörü raporunda şok bir detay görenleri şaşkına çeviriyordu. Türkiye’yi çatışma alanı olarak gösteren bu Siyonist kuruluş, ABD’nin dış politikasını şekillendiriyordu. Ünlü Siyonist kuruluş CFR’nin ilk defa hazırladığı bir rapora göre 2016 yılında Türkiye’nin de diğer Ortadoğu ülkeleri olan Filistin, Suriye, Irak ve Libya gibi çatışma alanlarından biri olacağını söylüyordu. Yani bu şeytani senaryoları kendileri hazırlıyordu. Bu rapor şeytani odakların niyetini ele veriyordu. Siyonist çıkarları koruyacak politikalara yön veren, ülkelerde kimlerin iktidara geleceğine, kimlerin alaşağı edileceğine varana kadar her şeyiyle ilgilenen bu yapı, hazırladığı son raporda adeta Türkiye’yi alttan alta tehdit ederek, ilginç bilgiler aktarıyordu. Siyonist kuruluşun 2016 yılı için hazırladığı Dünya Öngörü Raporunda Türkiye çatışma alanı olarak gösteriliyordu. ABD’nin dış politikalarına yön veren Siyonist kuruluş CFR, 2016 yılı için bir ilke imza atıyor, hazırladığı ’‘Öncelikli Çatışma Alanı’‘adlı tehdit raporunda Dünyadaki 11 bölgeye yönelik bilgiler yer alıyordu. İlk kez hazırlanan bu raporda Türkiye ile ilgili önemli bilgiler veriliyordu. Öncelikli çatışma alanı adlı raporda dünyadaki bölgesel çatışma alanları yer alırken Türkiye’nin de politik olarak bir çatışma alanı olacağı belirtiliyordu. İçeriğine açıkça yer verilmeyen çatışma alanı ifadesine göre HDP ve PKK ile ilgili yaşanan süreçlerden ötürü bu ifadenin yer aldığı düşünülüyordu. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ABD ziyareti sonrası CFR tarafından hazırlanan rapora Türkiye’nin de eklenmiş olması ABD’nin stratejik dostluğunun perde arkasını deşifre ediyordu. Yeryüzünün en zenginlerinin üye olduğu bu Siyonist kuruluş, analizleri ve değerlendirmeleri ile dünyadaki politik çevrelere siyasi mesajlar veriyordu. CFR adlı bu örgüt Türkiye’de de faaliyetlerini sürdürüyor, bizdeki ayağını GLOBAL RELATİONS FORUM (Global İlişkiler Forumu) oluşturan bu gizli yapının üyeleri ise adeta lordlar kamarası gibi çalışıyordu. Türkiye’nin en zengin listesinin, neredeyse ilk 10’u bu yapının, Türkiye ayağına üye oluyordu. Yönetim kurulu başkanlığını Rahmi Koç’un yaptığı bu yapının, Başkan yardımcılığını, Hanzade Doğan Boyner ile Memduh Karakullukçu yapıyordu. Üyeler arasında Hikmet ÇetinSuzan Sabancı Dinçer, Ali Doğramacı, Sönmez Köksal, Özdem Sanberk ve eski AKP’li Dış İşleri Bakanı Yaşar Yakış gibi isimler bulunuyordu.

İşte CFR’nin 2016 için 11 çatışma alanı:

1- Suriye’deki iç savaşın yoğunlaşması.

2- Türkiye’de yoğunlaşacak politik şiddetin tırmanması.

3- Mısır’da politik istikrarsızlığın artması.

4- ABD’nin kritik alt yapısına yönelik, yıkıcı siber saldırı olasılığı.

5- Libya’da devam eden, politik karamsarlığın sonuçları.

6- Kuzey Kore ile çok şiddetli krizler yaşanması.

7- Avrupa’da mülteci ve göçmenlerden kaynaklanan, politik çalkantıların hızlanması.

8- Filistin ve İsrail arasında yükselen tansiyonun azıtması.

9- Afganistan’da artan şiddet ve istikrarsızlık sarmalı.

10- Irak’ta IŞİD’in neden olduğu, Sünni-Şii şiddet kırılganlığı.

11- ABD veya müttefiki ülkelere yapılabilecek saldırılarda büyük kayıplar yaşanması.

ABD sınırlarımıza niye yığınak yapıyordu?

Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) TBMM’deki bir grup toplantısında dış politika konularına değinen Devlet Bahçeli iktidarı eleştirirken, önemli uyarılarda bulunuyordu. Türkiye’nin dört bir yanının gemilerle kuşatıldığını aktaran Bahçeli, MEB’in Şırnak ve Cizre’den öğretmenleri geri çekmesini de eleştiriyordu. Doğu Akdeniz’deki NATO ve Rus gemilerinin varlığı ile İstanbul’a gelen NATO gemilerini gündemine alan Bahçeli, ” Farkındaysanız bütün komşu ülkelerle aramız açılmıştır. Bölgemizde ters düşmediğimiz, köprüleri atmadığımız, kutuplaşmadığımız hiçbir ülke kalmamıştır. AKP hükümeti devamlı mayına basmaktadır. Denizlerimize savaş gemileri yığılmıştır. Türkiye Rusya gerilimi giderek tırmanmaktadır. ABD ve diğer Batı ülkeleri de düşen uçaktan sonra Ortadoğu’ya ve sınırlarımıza vakit kaybetmeden üşüşmüş durumdadır. Gemisini, füzesini, bombasını alan ülkemize koşmaktadır” diye uyarıyordu. Bu sırada ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, İncirlik Hava Üssü’ne teftişe geliyordu. ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı Orgeneral Paul J. Selva da, daha önce İncirlik Hava Üssü’nde ABD’nin 39. Taktik Grup Komutanlığı’nı ziyaret ederek incelemeler yapıyordu. Diğer NATO üyesi ülkeler de ülkemizdeki üslerine ve sınır bölgelerimize olağanüstü bir yığınak yapıyordu.

Bu arada Suudi Arabistan’la İran arasında savaş tamtamları çalınıyordu

“2015’te yaşanan gelişmelerle son bir kaç güne damgasını vuran hadiseler, bizi nasıl bir 2016’nın beklediğiyle ilgili fazlasıyla somut sayılabilecek ipuçları veriyordu. 2016, Türk-İslam dünyası ağırlıklı kamplaşmalara ve derinleşme-genişleme eğilimi gösteren hesaplaşmalara sahne olacak gibi görünüyordu. Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve Rusya bu mücadelede ön plana çıkan aktörler oluyordu. 2015’in son günlerine damgasını vuran Türkiye-Rusya ikilisinin yerini 2016 başı itibarıyla İran-Suudi Arabistan ikilisi almış gibi görünüyordu. Türkiye-Rusya bundan sonraki süreçte daha çok Kafkasya-Hazar-Orta Asya hattındaki güç mücadelesinin bir diğer adı olacak gibi dururken, İran-Suudi Arabistan rekabeti kendisini Şii jeopolitiğinde göstereceğe benziyordu. Daha somut ifadeyle, Sykes-Picot alanında ‘‘Büyük Arabistan’‘ ile ‘‘Pers İmparatorluğu’‘nun günümüzdeki temsilcileri arasındaki bölgesel hâkimiyet mücadelesi kızışacağa benziyordu. Dolayısıyla süreç, iki güç arasında dolaylı savaştan doğrudan savaşa doğru kayıyor ve bunun adına ‘‘Sünni-Şii Savaşı’‘ demek ise çok doğru düşmüyordu. Bunun adı düpedüz ‘‘Arap-Fars Savaşı’‘ydı” diyen değerli yazarımız, başında doğru saptamalar yaparken, maalesef sonunda konuyu saptırıyordu. Böyle bir savaşın topyekun ümmetin aleyhine bir fecaat doğuracağını ve bu tezgahın hangi Siyonist odaklarca hazırlandığını bırakıp, etiketinin“Şii-Sünni savaşı mı, yoksa Arap-Fars hesaplaşması mı?” olacağı gibi teferruatla uğraşıyordu ve kendi kafasınca stratejik felsefe yapıyordu.

“ABD dizginli Suudi Amerika yönetimi 47 idam kararı ile maalesef kriz ortamını alevlendiriyordu. Bu idamların topluca gerçekleşmesi ve bunun yayınlanması, Şii dünyasında protestolara sebep oluyordu. Meşhed Suudi konsolosluğu protestolar sırasında ateşe verilip yakılıyor, özel belgeler kaçırılıyordu. Elbette tesadüf sayılamazdı, çünkü tam da bu gerginlik yaşanırken, Çin’de terörle uluslararası mücadele konusunda hemen yeni bir yasa çıkarılıyordu. Rusya ile İran arasında da önemli gidip gelmeler söz konusuydu. Biliyorsunuz petrol fiyatları tepetaklak olmuştu ve petrol üreticisi ülkelerde sıkıntı yaşanıyordu. Aslında uzun süredir Suudi Arabistan ile İran arasında örtülü bir savaş zaten sürdürülüyordu. Yemen sınır bölgesi ve Necran bölgesinde de yine aynı hesaplaşma sürüp duruyordu. El Kaide ve uzantıları aslında Suudilerin gizli ordusuydu. Husiler ve Hizbullah da İran’ın gizli ordusuydu. Suudilerin arkasında ABD ve İngiltere bulunuyordu, İran’ın arkasında Rusya duruyordu. Yani ABD ve Rusya, İran ve Suudi Arabistan üzerinden örtülü bir savaş yürütüyordu. Bu iş Matruşka’ya benziyordu. Aslında asıl savaş, İslam dünyası ile ötekiler arasında. Yani bu bakış açısına göre ABD ve Rusya aynı cephede yer alıyordu. Birinin bölgeye gelmesi ötekinin bahanesi oluyordu. Aynı paranın iki yüzü, gece gündüz, ya da kendi sisteminin alternatifini üretmek gibi bir durumdu” buyuran ve doğru tespitler yapan yazarlarımız her nedense AKP’nin kimler tarafından ve hangi maksatla kurgulanıp kullanıldığına burada hiç değinmiyordu.

Suudi Arabistan’la İran krizini Siyonizm’in güdümündeki Amerika ve Avrupa kışkırtıyordu!

Suudi Arabistan ile İran arasında çıkan gerilimin bahanesi petrol savaşlarına bağlanıyordu. Kiralık uzmanlara göre, Suudi Arabistan bile bile krizi tırmandırıyor İran’ı dibe çekmek için petrol fiyatlarını sürekli düşürüyordu. Oysa asıl bu tezgâhı kuran ve Şii-Sünni, Arap-Fars çatışmasını kızıştıran ABD ve AB ülkeleri oluyordu. OPEC’in iki devi sayılan Suudi Arabistan ve İran hattında tırmanan krizin, petrol üzerinden yürütülen bir savaşa dönüşmesi, dünya enerji piyasalarını da etkiliyor, bu da petrol tekelcisi Yahudi baronlarının işine geliyordu. Bu ambargo kıskacından kurtulmaya hazırlanan İran’a, rakipleri kolay kolay yer açmayacak gibi davranıyordu. Hatta kimilerine göre S. Arabistan, İran’ı dibe çekmek için petrol fiyatlarını kasıtlı olarak düşürüyordu. Dünya 2016 yılına İran-Suudi Arabistan kriziyle tedirgin bir ‘‘merhaba’‘ derken, iki ülke arasında tırmanan gerginlik petrol piyasalarını da yakından ilgilendiriyordu. Suudi Arabistan ve İran, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde (OPEC) de ezeli rakipleri pozisyonunda bulunuyordu. Bu gerilimin, İran’ın nükleer programına yönelik yaptırımların kaldırılacağı ve Tahran’ın dünya ekonomisine dönmeye hazırlandığı döneme denk gelmesi, olayın bir tesadüf olmadığını gösteriyordu.

AKP Türkiyesi’nin İran ve Suudi Arabistan gerginliğindeki tarafını ABD belirliyordu!

Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan gerginlik nedeniyle Dışişleri Bakanlığı’ndan beklenen açıklama geliyordu. Yapılan açıklamada, Suudi Arabistan’ın İran’daki diplomatik ve konsüler misyonlarına yönelik saldırılardan endişe duyulduğu vurgulanıyor, tam bireşbaşkanlık kâhyası tavrı sergileniyordu. Tam bu sırada ABD İran’ı şaşırtıyor ve gavurluğunun gereğini yapıyordu!

Amerikan yönetimi, balistik füze geliştirme programını sürdüren İran’a uygulamayı planladığı mali yaptırımları ertelediğini açıklıyordu. Beyaz Saray, Tahran ile varılan nükleer anlaşmayı tehlikeye sokmamak için, balistik silah programı nedeniyle İran’a yeni yaptırım uygulama planlarını askıya alıyordu. ‘The Wall Street Journal’ gazetesinin adının açıklanmasını istemeyen bir yetkiliye dayanarak verdiği haberde, Amerikan Hazine Bakanlığı’nın hazırladığı mali yaptırım planının ertelendiği belirtiliyordu. Yani bir yandan Suudileri kışkırtan ABD öte taraftan İran’ı cesaretlendiriyordu. Ahmak takımı ise hala İran’la Arabistan’dan hangisi suçlu, hangisi güçlü gevezeliği ile uğraşıyordu!

Putin’den sözde NATO’ya karşı (özde çıkar yarışı) flaş hamle geliyordu!

Rusya ile NATO arasındaki gerilimli ilişkide mevcut suni tansiyonu daha da yükseltecek bir adım atılıyordu. Rus lider Putin, NATO’nun genişlemesini kendi güvenliğine tehdit olarak niteleyen yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni imzalıyordu. Belgede, Rusya’nın bağımsız iç ve dış politikasının, ABD ve müttefiklerinin karşı hamle yapmasına neden olduğu belirtiliyor ve bu ülkelerin küresel olaylarda hakimiyet kurmaya çalıştığı öne sürülüyordu. Rusya’yı bu karara iten gelişme 2014’te Rusya’nın Ukrayna müdahalesi olmuştu. Rusya, Ukrayna krizi ve NATO’nun Doğu Avrupa’daki varlığını dikkate alarak ve Suriye krizini de bahane yaparak askeri doktrinini değiştireceğini açıklıyordu. Özetle 2016 senesi 3. Dünya Savaşı’na doğru gidiyordu.

AİHM askerin ve emniyet güçlerinin Cizre müdahalesi için Türkiye’den savunma istiyordu!

AİHM, Cizre’deki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve operasyonların durdurulması için yapılan doğrudan başvuru nedeniyle Türkiye’den savunma istiyor, yani PKK’yı değil, bizim güvenlik güçlerimizi suçlu ve sorumlu tutuyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, (AİHM) Diyarbakır Barosu avukatlarından Muhammed Neşet Girasun ile Batman Barosu’ndan avukat Erkan Şenses’in Şırnak’ın Cizre İlçesi’ndeki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve operasyonların durdurulması için yaptığı doğrudan başvuru nedeniyle Türkiye’den savunma istiyordu. AİHM, Türkiye’ye savunma yapması için 8 Ocak tarihine kadar süre veriyordu. İşte AKP kafalılar bu AB’ye girmekle kurtuluşa ulaşacaklarını sanıyordu. Bütün bunlar bize Rahmetli Erbakan’ın 23 Eylül 1992’de TBMM’de yaptığı tarihi konuşmayı hatırlatıyordu. Hoca’ya göre: “Ülkemiz iç savaşa sürüklenmek isteniyordu, bölgemiz dış güçlerce kuşatılıp kışkırtılıyordu!”

Ülkemiz iç savaşa sürüklenmek isteniyordu!

Muhterem milletvekilleri, hepinizin gördüğü gibi terör son aylarda etrafı sarmıştır. Her yer kan, dehşet ve gözyaşına boğulmuştur. İki yaşında masum çocuklar katlediliyor, 18-20 yaşında gençler hayatını kaybedip hazin törenlerle toprağa veriliyor. Ülkede can, mal, ırz emniyeti kalmamış. Bir taraftan askerimiz, polisimiz şehit ediliyor! Karakollarımız basılıyor! Hakimlerimiz, savcılarımız kaçırılıp öldürülüyor. Valilerimizin kaçırılmasına tevessül ediliyor, yollar kesiliyor, uçaklar kurşunlanıyor. Trenler yakılıyor, vapurlar yakılıyor.

Ülkenin haline bir bakınız. Her taraf kan ve gözyaşı! Bütün bu facialar yaşanırken asıl en önemli husus eğer gereken ciddi tedbirler alınmazsa -maazallah- ülkemiz bir bölünme tehlikesine doğru zorla götürülmek isteniyor. Çünkü dış güçler bir yandan Güneydoğu’daki vatandaşlarımıza çeşitli ajanlar halinde tahrikler yaptıkları gibi öbür taraftan da diğer bölgelere gelen genç askerlerimizin cenazeleri esnasında yaptıkları provokasyonla ülkemizi bir iç harbe sürüklemek istiyor.

Diplomatlar ve ABD’li subaylar Şırnak’ta ne yapıyor?

Diğer taraftan önemli sorular da şunlardır: Neden bu olaylardan önce bütün batılı ülkelerin elçileri konsolosları vızır vızır mekik dokudular bu Şırnak’ta. Bak belki haberiniz yoktur, haber vereyim. Burada Çankaya’da bir bina var. İçinde üç tane şu Balgat’taki Amerikan üssünün subayı oturuyor. Ev sahibi bunlardan su ve elektrik parası istiyor. Bizzat üç tane Amerikan subayı diyorlar ki, bugünlerde olan bir olay, ‘‘Efendim biz su ve elektrik kullanmadık ki.’‘ Niye? ‘‘Çünkü biz 2 aydan beri Şırnak’taydık.’‘ Soruyorum size hükümet olarak bu Amerikan üssündeki subaylar 2 ay Şırnak’ta ne arıyor? Biz ne zaman halâ bunların subay elbisesi giyip içeri girdiklerini sonradan da sivil elbise giyerek ajanlık yaptıklarını ne zaman itiraf edeceğiz? Ne zaman kendilerine bildireceğiz? (Alkışlar.)

Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri

Bütün bunlar gösteriyor ki, terör sadece Güneydoğu’da değil büyük şehirler başta olmak üzere bütün yurdu bir yangın halinde sarmıştır. Türkiye’de şu anda can ve mal güvenliği kalmamıştır. Türkiye’nin baş meselesidir, herkes tedirgindir. Sayın Demirel bile kırmızı alarm altındadır. İşte gazete burada! Bak helikopterle havaalanından evine gidiyor. Bu hale getirdiler Türkiye’yi. Sadece karakollar, askeri hedefler değil valiler, parti üyeleri, belediye başkanları hedef haline gelmiş. Kurtarılmış bölgeler mevcuttur. Toplu iğne ucu kadar bir yer kurtarılamaz diyen Sayın Demirel on ay içerisinde kilometrelerce sayılamayacak kadar çok kurtarılmış bölge meydana gelmesine sebep oldu. Çünkü bizim heyetimiz Siirt’ten Diyarbakır’a giderken bizzat güvenlik kuvvetleri ‘‘Buradan ileriye geçmeyin efendim.’‘ Gündüz. Neden? ‘‘Ee buradan ilerisi emin değildir. PKK’lılar yerleşmiş, hücum ediyorlar’‘ diyor. İşte buyurun. Ancak şehirlerin kenarında güvenlik kuvvetleri var. İki şehrin arasındaki büyük boşlukta devlet hakim değildir. Türkiye bu hale gelmiştir. İşte önümüzdeki acı gerçek budur. Bütün bunlar karşısında ise hiçbir şey yapılmamıştır. Sadece laf, laf, laf! Tabi bu laf kelimesini genelde kibar bir şekilde ifade etmek için kullanıyorum. Şimdi bundan dolayıdır ki, mesele son derece ciddidir ve yüce Meclis’in meseleye mutlaka el koyması mecburiyeti vardır.

“Gavurdan dost domuzdan post olmayacağını” artık anlamamız gerekiyordu!

Şimdi bir diğer gerçeği de kısaca belirtmek mecburiyetindeyim. Bu da bilhassa Kürt kökeninden gelen bütün yeryüzündeki Müslüman kardeşlerimize kardeşane bir şekilde seslenmek için şu açıklamayı yapıyorum. Bilsinler ki, gavurdan dost, domuzdan post olmaz. Ondan dolayı bu dış güçler, sakın ha, kendilerine yardım ediyor, çalışıyor zannetmesin. Bunların sloganı ‘‘Kürt ölsün Ermenistan kurulsun’‘dur. Bugün bütün bunları yapmaları Müslümanları birbirlerine öldürtmek içindir, büyük Ermenistan’ı, büyük İsrail’i kurmak içindir. Onlar alet ediyor sonra Ermenistan’a bağlayacak, öğütecek ve İsrail’e teslim edecek. Bu yeni bir şey değil. Osmanlı’yı parçalayan dış güçler gittiler Amerika’da, Fransa’da lobi oldular. Onlar Osmanlı’yı parçaladıkları gibi şimdi Türkiye’yi de parçalamak, bütün Müslümanları birbirine kırdırmak, İslam alemini ortadan kaldırmak için planlı programlı bir şekilde çalışıyorlar. Apaçık bir şey, bu gerçeği görmemek mümkün mü?

“Özerklik – Federasyon çözüm olamaz, çünkü ölüme ve bölünmeye yol açıyor”

Bunlar şimdi kendi planlarını yürütmek için bir yandan PKK’yı destekliyor ama sonradan Kuzey Irak’takileri destekliyor. Hep kendi planlarının gereğini yerine getiriyor. Onun için gerek PKK gerek Kuzey Irak’takiler zaman zaman Batılılar bizi sattı diyor. Hayır, bu kendi planlarını yürütmek için o an ne lazımsa onu yapmalarının bir gereğidir. Ondan dolayıdır ki, bak bunlar Wilson prensibi dediler, sırf Osmanlı’yı parçalamak için ama sıra Kürt kökenlilere bağımsız bir devlet kurmaya geldiğinde 1917’de ‘‘Hayır siz bu rüşte sahip değilsiniz, İngiliz kontrolü altında kalacaksınız’‘ dediler. İşte gavurun yapacağı iş budur. Ondan dolayı elbette hiçbir inançlı kardeşim bunların kendileri için çalıştığını kabul edemez. Bu bir. İkincisi bağımsız bir Kürt devleti hiçbir zaman Kürt kökenli kardeşlerimize saadet getiremez. Bu her bakımdan açıktır. Çünkü Türkiye’de Güneydoğu Anadolu’muzda yaşayan Kürt kökenlilerden belki de çok daha büyük bir kısmı yurdumuzun her tarafına dağılmıştır, çok tabii olarak. Çünkü hepsi bu vatanın bir evladıdır. Onun için bir bölgede böyle bir devlet kurulmaya kalkılırsa öbür bölgelerdekiler ne olacak? O bölgelerdeki insanlar bilakis reaksiyona maruz kalacaklar. Bangladeş’ten daha geri! İzmir’e, Ankara’ya, İstanbul’a pasaportla gidecek geri kalmış, ezilmiş, ateist yönetimler altında ve Batı politikalarına oyuncak yapılacak herhangi bir kukla devletten kime ne hayır gelir?

Öbür taraftan federasyon, özerklik bunlar da çözüm değildir, aynı mahzurlar bunun için de vardır. Böyle bir bölgede bölgeyi yönetim yapsanız dahi öbür bölgelerdekiler ne olacak? Bunlar sadece istenmeyen muamelelere maruz kalmalarına sebep olabilir. Bu sebepten dolayıdır ki, bunların hiçbiri çözüm değildir.

“Sorunun kaynağı bu hile rejiminde ve bozuk düzende aramak gerekiyor!”

Aynı şekilde kültürel ve sosyal hakların verilmesi de bir çözüm değildir. Evet, bunlar verilmeli ama bunlar verildiği zaman iş bitecek zannedilmesin. Kürt kimliğinin kabul edileceği, Kürtçe yayın yasağının kaldırılacağı Kürt enstitülerinin kurulabileceği! Bunlar söylenmiş olsa ve bunlar gerçekleştirilse bu mesele biter mi? Hayır! Neden? Bölgede işsizlik korkunç boyutlara ulaşmıştır, eğitim ve sağlık hizmetleri tıkanmıştır, yatırımlar durmuştur, insan hakları ihlalleri had safhaya varmıştır. Bu bölgeden başlayacağız kalkınmaya diyen bu hükümet bugüne kadar on aydan beri bir tek çivi bile çakmamıştır. Buraya gelip de kağıt üzerindeki bir takım rakamları okumak kimi aldatmaktır, gerçek ortadadır. Bundan dolayıdır ki, aslında elbette herkese insan hakları verilmelidir. Fakat mesele ne arazi meselesidir ne de sosyal-kültürel hak meselesidir. Mesele kökünde, aslında bu ülkede adil bir düzenin kurulmasıdır.

Asıl amaç: Müslümanları birbirine kırdırmaktır!

Bakınız, plan şudur; şimdi önce Kuzey Irak’ta bir otorite boşluğu meydana getirilecek. Burada Batı’nın yönetiminde oradaki halkı değil Batı’nın arzularını gözetecek bir bölge meydana getirilecek. Ondan sonra Türkiye’nin Güneydoğu’su bu bölgeye ilhak edilecek ve bunun için Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da Müslümanlar birbirini ezsin diye bölgedeki Kürt kökenli Müslümanlarla birbirlerini Vietnam’a dönüştürülecek. Bu Vietnam’a dönüşürken sözde kurtarıcı gibi İsrail Lübnan’ı alacak ve böylece ta Akdeniz’de geniş bir kapısı bulunan İsrail Lübnan boşluğundan Kuzey Irak – Ermenistan – Bakü’ye kadar uzanan bir koridor kurulacak. Bu koridor içerisinde Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu bir araya getirilip önce Ermenistan’ın yönetimine verilecek. Burada oturan Müslüman halk Ermeni değirmeninde öğütülecek ve İsrail’e yumuşak yutulacak bir lokma haline getirilerek teslim edilecek. İşte plan budur. Bu planın tatbikatını görüyoruz. İşte daha iki yıl evvel Amerikalı yarbayların Riyad’daki karargâhlarında yaptıkları açıklama: ‘‘Biz Kuzey Irak’ta otorite boşluğu kuracağız, Anadolu’dan da buraya parçalar ilave edeceğiz’‘ demediler mi? Bunları biz burada kaç defa konuşmadık mı?

İşte şimdi Güneydoğu Anadolu Lübnanlaştırılmadı mı? Bu PKK’yı oradan buraya kim gönderiyor zannediyorsunuz. Amerika gönderiyor. İşte ellerindeki silah, işte plan! Ne acıklıdır ki, bizim zaten çok şükür istihbaratımız yok. Çünkü olan istihbaratımız da CIA ve MOSSAD ile işbirliği halinde. Şu halimize bakınız. Amerikalı adam istediği gibi oynuyor. Bize istihbarat diye yönlendiriyor. Onlara da git vur diyor. Bizim bir milli istihbaratımız yok. İki aydan beri daha istihbarata bir başkan bile konulamadı ve böylece bu hükümetin elinde Güneydoğu Anadolu görüldüğü gibi Lübnanlaştırıldı. Ve tabi bu dış güçler Müslüman ülkeleri birbirine düşürmek istiyor ki, burası Vietnamlaşsın, Müslümanlar birbirlerini öldürsünler, İsrail daha serbest kalsın. Bunun için de politikaları İsrail ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmaktır. Ne yazık ki bu hükümet görüldüğü gibi İsrail ile can ciğer dosttur. Onun dışişleri bakanıyla görüşüyor. Oradan gelen heyetlere Dolmabahçe Sarayı’nda hepsi arka arkaya dizilip saygı duruşunda bulunuyorlar. Yürüyen ne? Yürüyen Siyonist plan, dış güçlerin planı! Netice ne oluyor? Bizim Anadolu’muzun bir parçası Lübnan oluyor. Bizim Anadolu’muzun bir parçası Vietnamlaştırılmak isteniyor. Şu hale bakınız.

Elbette bu vatan hepimizin! Elbette sizleri ikaz etmek bizim için vatan borcudur. Ne yapıyorsunuz, farkında değilsiniz, biz sizi size aynada göstermeye çalışıyoruz. Bak yaptıklarınız bu. İstemiyorsunuz ama istemediğiniz halde siz farkında olmadan ülkenin bölünmesi için çalışanlara yardımcı oluyorsunuz. Kendinize gelin, elbette sizi ikaz etmek bizim vazifemiz, bu Meclis’in vazifesi. Çözümü isterseniz, çözümün adı; adil, onurlu, gönüllü, kardeşçe birlik ve beraberliktir. Asıl temin edilmesi icap eden budur. Herkes birbirine sarılmayı istemelidir. Bu da ancak adil düzenle olur.

FM TV’nin küstahlığı mide bulandırıyordu

04.01.2016 tarihli FM TV’de (İsmailağa Cemaati’nin güdümünde) Uğur Altun’un yönettiği Gündem Ekonomi programında, izleyicilerden gelen bir soruyu yanıtlayan kısa sakallı (adını öğrenemediğim) konuşmacı:

‘‘O günkü konjonktür gereği zahiri girişim olarak doğru görülse de içeriği tartışılır’‘ diyerek yalpalıyor, daha uzun sakallı konuşmacı ise; ’‘Ben Ahmet Hoca’ya katılmıyorum. Erbakan’ın fitne ve fesatlık başı İran’ı İslam Birliğine katması tamamen yanlıştı. Ben şimdi 34 ülkenin kurduğu İslam Askeri İttifakına Şii İran’ı katmayan Suudi Arabistan’ı alnından öpüyorum’‘ şeklinde, cehaletini gösteren haddini bilmez bir tavır takınıyordu. Oysa Erbakan Hoca’nın asırlar boyunca İslam Dünyasını Şii-Sünni kışkırtmasıyla boğuşturup kendilerine mahkum ve mecbur bırakan Siyonist-Emperyalist odakların hesaplarını bozan D-8 oluşumuna İran’ı katması tarihi ve talihli bir girişim oluyordu. Yerli yabancı tüm insaf ehli strateji uzmanlarının ortak kanaatiyle dış güdümlü 28 Şubat’ın da asıl nedenini teşkil ediyordu. Şimdi Suudi merkezli sözde İslam Askeri İttifakı , aslında bir Amerikan projesi olarak kurgulanıyordu ve güya İran’a karşı Siyonist İsrail de bu ittifakın dolaylı müttefiki sayılıyordu. Hem şu anda AKP Türkiye’sinin stratejik müttefiki ABD aynı zamanda İran’la çok yönlü barış ilişkileri yürütüyordu. Yoksa İsmailağa Cemaati BOP çerçevesinde 27 İslam ülkesini parçalama hedefinin eşbaşkanlarının melanetlerine keramet uydurmaya mı uğraşıyordu? İran’ın hem mezhebi taassupla hem siyasi tutarsızlıkla pek çok yanlış düşünce ve davranışları, onunla savaşıp Siyonist güdümlü Amerika ve Avrupa’nın taşeronluğunu yapmamızın gerekçesi saymak sadece şeytanları ve Siyonist odakları sevindiriyordu.

Şimdi tekrar hatırlatıp teklif ediyoruz: Kur’ani ilminiz ve dirayetiniz, İslami gayret ve hassasiyetiniz, imani ve vicdani cesaret ve ciddiyetiniz varsa, AKP hükümetinin yapacağı yeni anayasa için her kesimden’‘örnek metinler’‘istediği bu süreçte; sarih ayetlere, sahih hadislere, üzerinde icma hâsıl olmuş Külli Kaidelere, akl-ı selime, çağımızın gereklerine ve ülkemizin gerçeklerine uygun bir Anayasa Taslağı hazırlayıp, ilgili komisyona göndermeniz ve bunu TV’nizde nakletmeniz gerekiyordu. Aksi takdirde Haçlı AB’nin dayattığı Bölünme Anayasasını onayladığınız anlamı ve ayarınız ortaya çıkıyordu.

Evet, artık anlayın dostlar, ki Erbakan hangi ulvi gayeler peşinde koşuyor ve tüm şeytani güçleri karşısına alıyordu; yukarıdaki basit ve mesnetsiz sözleri zırvalayan zavallılar hangi süfli gayretler içinde bocalıyordu? Bunlar sakallarından ve sarıklarından da mı utanmıyordu? Şia diye İran’a sataşanlar özellikle tarikatı ve mensuplarını kâfirlikle suçlayan Suudilerin Vehhabi olduklarını nasıl da unutuyordu?

Siyonist Lobilerin bilinçli kurguları, 2016’nın “tahmini sorunları” gibi takdim ediliyordu

Milliyet Gazetesinde Yahudi dış politika yazarımız Sami Kohen, derin merkezlerin şeytani projelerini 2016’nın ilk gününde, ‘‘Yılbaşı Testi’‘ olarak sunuyordu. Yeni yılda dünyada ve dış politikada belli başlı konularda neler olabileceği fikir egzersizini şöyle yapıyordu:

Dünya çapında:

1) ABD: Seçimlerini Hillary Clinton kazanacak.

2) IŞİD eylemlerini daha da azdıracak.

3) Suriye’de iç savaş durmayacak.

4) Avrupa çok az sayıda mülteci alacak.

5) Rusya-Batı ilişkileri soğuk ve gergin olacak.

Türk dış politikasında ise

1) Türk-Rus ilişkileri inişli-çıkışlı sürecek.

2) Kıbrıs sorununda anlaşmaya varılacak.

3) AB üyeliğinde bazı ilerlemeler olacak.

4) Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme sağlanacak.

5) Türkiye-Suriye münasebetlerinde statüko devam etmiş olacak…!?

Yani “Ey okurlar yazarlar… Gizli Dünya Devletinin Siyonist kralları böyle kararlaştırmıştı. Siz de buna göre yorumlar yapın” demek isteniyordu.

Aynı merkezlerden üflemeli HaberTürk yazarı Serdar Turgut 2016’ya damga vuracak 12 süreci şöyle öngörüyordu!

1- Kapitalizm sistem olarak bir varoluşsal kriz yaşayacak. Gelir dağılımları daha da bozulacak ve servetin az sayıda insanın elinde toplanması süreçleri hızlanacak.

2- 2016 yılı Oscar töreninde, kapitalizmin varoluşsal krizine göz kırparcasına bu krize son derece orijinal bir bakış getiren ‘‘Big Short’‘ filmi birçok dalda ödülleri toplayacak.

3- Steven Spielberg’in ‘‘Casuslar Köprüsü’‘ filminin ne kadar derin bir tarih ve soğuk savaş psikolojisi bilgisi içerdiği bu yıl çok daha iyi anlaşılacak.

4- Türkiye yıl içinde mutlaka kendisine özgü ve dünyada da ilk olacak bir başkanlık modelini oluşturmayı başaracak ve Anayasa da buna uygun şekilde değişime uğrayacak…

5- Başkanlık sisteminin aslında toplumda çeşitli katmanları ikna sistemi de olduğunu anlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim üslubunda yıl içinde toplumu çok şaşırtacak bir değişme, bir yumuşama yaşanacak.

6- Akıllı gözlükler, akıllı arabalar ve sanal gerçeklik 2016 yılına damga vuracak.

7- Yazılı medyada sadece video, müzik dünyası ve dijital konularda yapılan yayınlar etkili olacak.

8- Türkiye ile İsrail çok yakında büyükelçiliklerini karşılıklı olarak çalıştıracaklar. Türkiye, Ortadoğu politikasında önemli değişiklikler yapacak ve bu durum yeni başkanlık sisteminin de elini güçlü kılacak.

9- 2015 yılında bunun ilk işaretlerini almaya başlamıştık, ama ekonomi açısından 2016 yılı beklenenden çok daha iyi geçecek.

10- 2016 yazında Rus turistler yine gelecekler; çünkü yaz öncesinde global ekonomik düzende ayakta durmak için birbirlerine ihtiyaçları olduğunu kavrayan Rusya ile Türkiye gerçekçi davranıp gerginlikleri karşılıklı azaltacaklar. Bu gelişme özellikle İsrail’le ilişkilerin devreye girmesinden sonra yaşanacak.

Dikkat buyurun! Her iki yazar da, ülkemizdeki ve bölgemizdeki hayırlı ve başarılı gelişmeleri, İsrail’le kurulacak iyi ilişkilere bağlıyordu!?

AKP’yi “Büyük Doğu” hayranlığından “Vehhabi ortaklığına” kim kaydırıyordu?

“Büyük Doğu”, Necip Fazıl Kısakürek’in ortaya attığı ve kısaca “İslamiyet’in emir subaylığı” diye tanımladığı, ama Türk milletini merkeze aldığı bir ideoloji oluyor ve Milli Görüş’ten kaytaran AKP kadroları genelde bu düşünce ile yetişiyordu. AKP iktidarı ise kendisine biçilmiş en büyük görevin Türkiye’yi ve Türk Milleti’ni yıkmak olduğunun farkındadır. Bunun için “Yeni Anayasa” lazımdır ve bunun için Türk Milleti kavramı Anayasa’dan kaldırılmaya uğraşılmaktadır. Kavgaları İslâm medeniyetini diriltmek için değil Türk Milletini yıkmak için olduğu açıktır. Elbette bu düşüş sonunda AKP iktidarını ABD’nin emir subayı değil emir eri olan Suudi Arabistan yörüngesine oturtmuş ve İsrail’le barış köprüleri kurmuş durumdadır. IŞİD ideolojisinin aslı olan Vehhabilikle yönetilen Suudi Arabistan’ın oluşturduğu ittifaka asker vereceğini de ilan eden AKP, böylece yolun sonuna gelmiş bulunmaktadır” tespitleri doğruları yansıtıyordu.

“Bir zamanlar Türkiye ile Suriye arasında vizeler kalkmıştı. Mayınları temizleyip, sınırlar bile kaldırılacaktı. (Ama akılsız ve plansız politikalar yüzünden) şimdi mayınları temizleyemediğimiz gibi, sınıra yüksek duvarlar örülmeye başlanmıştı. Güya “Çözüm süreciyle” Kürt sorunu çözülecekti, dağlarına bahar gelecekti memleketimin, ama olmadı. Bırakın dağlarını, şehirlerimiz bile savaş meydanına dönmüş durumdaydı. Diyarbakır’a her gittiğimde sığındığım, sırtımı dayadığım Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı vardı. Hani barış olacak, hem de Diyarbakır surları kadar sağlam olacaktı? Oysa Surların dibinde hendekler kazılmakta, Diyarbakır’da Kurşunlu Cami yakılıp yıkılmaktaydı. Yüreğim yanmaktaydı, çünkü Diyarbakır’da Nusret Paşa, Kurşunlu, Şefik Efendi, İbrahim Bey ve Safa camilerinde ezanlar susmuş bulunmaktaydı. Oysa, harp zamanında Diyarbakır camilerinde ezanlar susmamıştı. Figen Yüksekdağ, caminin helikopterden açılan ateş sonucu yandığını savunmakta, İdris Baluken, Meclis kürsüsünden, ‘‘Hendekleri halk kazıyor’‘ demekten utanmamıştı” şeklinde sızlanan ve aslında yalakalığını yaptığı AKP’nin akılsızlığını ve tutarsızlığını açığa vuran Abdulkadir Selvi gibiler aslında dışarıdan hazırlanan ve AKP kadrolarına oynatılan Siyonist senaryolara spikerlik yapıyordu!

İttihatçı Mason Cemal Paşa’nın torunu ve Cumhurbaşkanı’nın eski ağabeyi Hasan Cemal:“Kürtler her an Devletten ve ülkeden kopuyor. Tek çare diyalog ve Çözüm Süreci’ne tekrar dönmekten geçiyor!” diyerek, karanlık mahfillere tercümanlık ediyordu. Zaten Abdulkadir Selvi de yeniden çözüm sürecini öneriyordu. Yani yandaş takımını da, sözde muhalif kanadını da aynı odaklar yönlendiriyordu.

Kürt ajan “Hendekleri PKK’ya İran’ın kazdırdığını” söyleyip Türkiye’yi Suudi safına hazırlıyordu!

Batı medyasının ‘Kürdistan’ın James Bond’u’ dediği Kürt ajan İbrahim Gabari , hendekleri PKK’ya İran’ın kazdırdığını ileri sürüyor, böylece PKK’nın arkasında ABD, İsrail ve AB olduğu gerçeğini çarpıtmaya çalışmıştı. Molla Mustafa Barzani’yi Irak Muhaberat’ının suikastından kurtaran, Hafız Esed ile Iraklı Kürtleri buluşturan, ailesi Türkiye kökenli olan, kendisi Suriye asıllı, ama şimdi Irak vatandaşı Pakradun Yahudi’si İbrahim Gabari CIA ve MOSSAD’ın maşasıydı. Batı medyasının ‘Kürdistan’ın James Bond’u’ dediği İbrahim Gabari ile yaşadığı Erbil’de ilginç hayat hikayesini ve bölgedeki gelişmeleri El Cezire’ye anlatmıştı. Eski ajan Gabari, şimdilerde KDP’nin dış ilişkiler bürosundaki görevinin yanı sıra, yerel medya organlarında siyasi analist olarak yazılar yazmakta, televizyon programlarına katılmaktaydı.

“PKK artık Türkiye dışı ve hatta bölge dışı güçlerin hizmetçisi, işbirlikçisi olup çıktı. PKK, İran ve Rusya’nın maşası yapıldı’‘ diyen İbrahim Gabari, ABD ve İsrail’in şeytanlığını unutturmaya çalışıyordu. Bu arada Rusya lideri Vladimir Putin’in de Türkiye’ye gizli operasyon komandolarını göndereceği yazılıp çiziliyordu. Yani Türkiye’nin Suudi ve İsrail safında İran’la savaşmasına mazeret ve meşruiyet üretiliyordu.

Ve TSK Suriye sınırına dev sevkiyat yapıyordu!

Suriye’de Fırat Nehri’nin batısında YPG ve DAEŞ arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi ve Akdeniz’de yabancı savaş gemilerinin çöreklenmesi üzerine sınırın Türkiye tarafında da önlemler artırılmıştı. Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı’ndan çıkış yapan çok sayıda askeri araç Gaziantep’in Karkamış ilçesindeki Suriye sınırına doğru mühimmat ve askeri personel taşımaya başlamıştı.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Şırnak’a gidiyordu!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, PKK’ya yönelik operasyonların yürütüldüğü Şırnak’a giderek bizzat “cephede incelemeler” yapıyordu. Bölücü terör örgütü PKK’ya yönelik operasyonlara ilişkin brifing alan Orgeneral Akar, birlikleri denetleyip kararlılık mesajları aktarıyordu. Sınır bölgemizde ve Doğu illerimizdeki sıcak çatışmalar bunu gösteriyor ve hazırlıklı olmamızı gerektiriyordu. “Ordumuzun güçlü olması zorunlu bir ihtiyaçtır” diyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın; “Jeostratejik konumu nedeniyle, bir yandan dünyadaki yeni oluşum ve değişimlerden etkilenirken, diğer yandan da simetrikten asimetriğe kadar değişen ve yer yer sıcak bir çatışmaya dönüşen tehdit ve risklerin merkezinde bulunan ülkemizin, diğer millî güç unsurlarıyla birlikte tarihi şan ve şerefle dolu ordusunun da güçlü olması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır, zorunluluktur”açıklaması dostlara umut düşmanlara korku aşılıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yeni yılını kutlayan bir mesaj yayımlayan Orgeneral Hulusi Akar, “Vatan, millet ve bayrak sevgisi, silah arkadaşlığı ve vefa duygusu etrafında, emeklisi ve muvazzafıyla kenetlenmiş TSK ailesi olarak; verilen her türlü görevi büyük bir azim ve kararlılıkla yerine getirmeye çalıştığımız 2015 yılını geride bırakırken, daha mutlu ve huzurlu günlere erişmek umut ve temennisiyle 2016 yılını karşılıyoruz” diyerek yürekleri serinletiyordu. “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, tüm faaliyetlerinde ‘‘vazifenin ifası ve personelin refahı’‘nı esas alarak ciddiyet, samimiyet, diyalog ve koordinasyon içinde yürüttüğü çalışmalarla etkin, saygın, caydırıcı bir ordu olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da egemenlik ve bağımsızlığımızın, bayraklaşan yurt topraklarının bütünlüğünün ve güvenliğinin en önemli teminatı olmaya devam edecektir” diyen Sn. Hulusi Akar emin ellerde olduğumuzu vurguluyordu.

PKK tam 6 bin terörist kaybediyor ve hezimete uğruyordu!

Devletin kritik birimlerine sunulan raporda, PKK’nın faaliyetleri ve içinde bulunduğu durumla ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyordu. Raporda, terör örgütünün, ‘meskun mahal’ çatışmaları için militanlarını özel yetiştirdiği, ancak deneyimli militanlarını Suriye’deki kantonlara gönderdiği, deneyimsizleri ise Türkiye’de görevlendirdiği ve büyük bir hezimete sürüklendiği vurgulanıyordu. Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan öldürülen PKK’lı sayısının 3 bini bulduğunu açıklıyor, ama PKK’nın kayıplarının toplamının Suriye’dekiler dâhil 6 binin üstünde olduğu ortaya çıkıyordu.

Türkiye kendi İHA’sını silahlandırıyordu!

İlk yerli üretim İnsansız Hava Aracı Bayraktar TB2 son sistem teknolojik silahlarla donatılıyordu. Üzerine Roketsan’ın geliştirdiği anti tank füzesi takılan Bayraktar, atış testlerini başarıyla tamamlıyordu. Bu güzel gelişme sosyal medyayı yıkıp geçiyor, yerli İHA’ya milli füze takılması Twitter’da en çok konuşulan konular arasına girmeyi başarıyordu. Türkiye nihayet kendi milli İHA’sını silahlandırıp yerli teknolojilerle donatıyordu. ABD, Çin, İsrail ve İran’ın ardından Türkiye kendi silahlı İHA’sını üreten 5’inci ülke oluyordu.

NATO’nun tezgâhı ve kışkırtmasıyla Suriye batağına bulaşan ve Türkiye ile dalaşan Rusya, aslında çaresizlik içinde kıvranıyordu.

Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in Suriye’ye müdahalesinde gerçekte çok önemli iki neden bulunuyordu. Bunlardan biri stratejik, diğeri de ekonomik temele dayanıyordu. Stratejik olanı, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki Rusya’nın çıkarlarını korumayı amaçlıyordu. Suriye’nin Tartus limanındaki askeri deniz üssü ile Lazkiye şehrindeki hava üssünü kaybetmemek ve Suriye hava sahası üzerinde söz sahibi olup tampon bölge ile uçuşa yasak bölge ilanını önlemek hedefini güdüyordu. Ekonomik hedefi ise enerji kaynaklarından elde ettiği gelirleri arttırabilmeyi amaçlıyordu. Bunu başaramazsa Rusya Federasyonunun önümüzdeki on sene içinde ekonomik olarak iflas etmesi kaçınılmaz görünüyordu. Halen dünya üzerinde petrol piyasasında arz fazlası bulunuyordu ve bu nedenle de ham petrol fiyatları düşüş trendine giriyordu. Bu düşüş devam ettiği takdirde Rusya’nın mali açıdan iflas aşamasına geleceği konuşuluyordu. Suudi Arabistan’ın, ‘‘Daha gerçekçi fiyatlar görmek için elimizden geleni yaparız’‘ açıklaması ve Libya’daki Shara petrol alanının üretime açıldığının ilanı dünya ham petrol fiyatlarını tepetaklak ediyordu. Buna ilaveten Viyana’da yer alan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) toplantısında ilk kez ortak bir kararın alınamaması, mevcut durumun, yani günlük 30 milyon varil petrol üretiminin devam edeceğinin vurgulanması dünya petrol fiyatlarını sürekli aşağı çekiyordu.

2000 yılından beri yoldaşı Medvedev’i de emanetçi kullanarak iktidarı elinde tutan Rusya Cumhurbaşkanı Putin, başkan olduğu dönemden itibaren dünya ham petrol fiyatlarının artması ile ayakta durmayı başarıyordu. Rusya’nın, 2000 yılında sadece 33 milyar dolar olan petrol ve doğalgaz dış satım geliri, ham petrolün fiyatının yükselmesi ile 2011 yılından yaklaşık 199 milyar dolara çıkarak tarihinin en yüksek değerine ulaşıyordu. 2011 yılında sonra dünya ham petrol fiyatlarının düşüşe geçmesi, 2014 yılında Rusya’nın petrol ve doğalgaz dış satım gelirini 184 milyar dolara düşürüyordu. 2015 yılında ise düşüş daha dramatik oldu ve ilk 9 ayın geliri yaklaşık 70 milyar dolara, yılsonu itibarı ile de 93 milyar dolara iniyordu. Bir yıl içinde Rusya’nın petrol ve doğalgaz dış satım gelirinde neredeyse 90 milyar dolarlık bir azalma yaşanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin 2015 yılı dış satım beklentilerinin 161 milyar dolar civarında olması, Rusya’nın ham petrol ve doğalgaz satışındaki kaybının ne denli büyük olduğunu gösteriyordu.[1] Rusya Başbakanı Medvedev’in, ’‘Eğer biz Suriye’ye girmeseydik, önümüzdeki yıllarda Türkiye karşımıza devasa bir ülke olarak çıkacaktı’‘ açıklaması ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılış sürecini başlatan Rusya eski Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un’‘Rusya, Türkiye ile sürtüşürse kaybeden kendisi olur’‘ uyarısı, Türkiye ile Rusya ve İran gerginliğini ABD, İsrail ve AB’nin tezgâhladığını ortaya koyuyordu.

Milli Görüş’ten kopan “İstismarcı İslamcı” kaypaklar “İran tankları Kâbe’ye dayanacak” diyerek Şeytanın ateşine benzin taşıyordu!

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Suriye savaşı bittikten sonra İran-Suudi Arabistan savaşının çıkabileceğini iddia ediyordu. İbrahim Karagül, köşesinde “Tahran’ın nihai hesaplaşmasının Riyad yönetimiyle olacağına, belki İran tanklarının Kâbe kapılarına dayanacağına inanıyorum” diyerek, Amerikan uşaklığına, Beytullah aşkı kılıfı sarıyordu. “Tanklar Kâbe’ye dayanmadan, Mekke Savaşı başlamadan!” başlıklı yazısında, “İslam iç savaşı” söyleminin adım adım gerçekleştirildiğini savunan İbrahim Karagül, AKP yandaşlığıyla, aslında ABD’ye hizmetkârlık yapıyordu.

Müttefik Obama’dan Erdoğan’a kritik Irak uyarısı geliyordu!

ABD Başkanı Obama, Cumhurbaşkan’ı Erdoğan’ı telefonla arıyor, Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Erdoğan’dan Kuzey Irak’taki Türk askeri varlığının geri çekilmesini istediği belirtiliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama, Türkiye’nin Musul’daki askeri varlığını görüşüyor; Obama, bölgedeki gerilimin düşürülmesi için Türkiye’den askeri varlığın çekilmesi gerektiğini söylüyordu. Sn. Erdoğan’ın Türk güvenlik güçlerinin Irak’ta bulunma amacının DAEŞ’le mücadele olduğunu hatırlatması da işe yaramıyordu. Arap Birliği’nden Türkiye’ye ‘Musul’ tepkisi gecikmiyordu! Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el Arabi, Türkiye’nin uluslararası hukuku ve Irak’ın egemenliğini açıkça ihlal ettiğini öne sürüyordu. Oysa Arap Birliği’nin dinamosu sayılan Suudi Arabistan’la Türkiye İran’a karşı sözde İslam Askeri İttifakı’na katılıyordu. Bağdat yönetiminin çağrısı üzerine toplanan Arap Birliği, Türkiye’nin Musul’daki Başika kampında bulunan askeri varlığını ele alıyor. Oturumun açılışında konuşan Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el Arabi, Türkiye’nin uluslararası hukuku ve Irak’ın egemenliğini açıkça ihlal ettiğini öne sürüyordu. Cihan Haber Ajansı’nın haberine göre, toplantıda konuşan Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi, ’‘Türkiye’nin bir yerden başka bir yere güçlerini çekmesi egemenliğimizi ihlal etmediğinin anlamına gelmez, egemenlik parçalanmaz bir bütünlüktür. Bugün Arapların büyük evinde Türkiye’ye karşı ciddi bir kınama yapılmasını ümit ediyoruz. Burada alınacak kararın Irak’ın egemenliğine ve konumuna layık olması lazım’‘ifadelerini kullanıyordu.

İşte bu kritik süreçte ABD Genelkurmay Başkanı Türkiye’ye sürpriz bir ziyaret gerçekleştiriyordu!

Ankara yeni yılın ilk haftasında ABD’den önemli bir konuğu ağırlıyordu. Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra İran-Suudi Arabistan gerginliği nedeniyle Ortadoğu’da tansiyonun iyice yükseldiği bir dönemde ABD Genelkurmay Başkanı ve Yahudi asıllı Orgeneral Joseph F. Dunford Ankara’ya niye geliyordu? Genelkurmay Karargâhı’nda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’la bir araya gelen Orgeneral Dunford’un, karargâhta diğer Türk askeri yetkilileri ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’la da görüşmüştü.

İsrail’e Yahudi göçü 2015’te rekor kırıyordu

İsrail’in işgal politikaları çerçevesinde teşvik ettiği Yahudi göçü, 2015’te son 12 yılın rekorunu kırarak, 30 bini aşıyordu. Çünkü 2016 yılında Armegedon savaşının kazanılacağına ve beklenen Büyük İsrail İmparatorluğu’nun kurulacağına inanılıyordu. Yaşadıkları ülkeleri terk ederek İsrail’e göç eden Yahudilerin sayısı 2015’te son 12 yılın rekorunu kırarak, 30 bini aşıyordu. İsrail’e en fazla göç edenlerse sırasıyla Fransız, Ukrayna ve Rus Yahudileri oluyordu. Rusya’nın bu göçü özellikle kolaylaştırdığı ve büyük imkân sağladığı dikkatlerden kaçmıyordu. İsrail gelenlerin önemli bir kısmını planlı olarak işgal altındaki Filistin topraklarına yerleştiriyordu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu geçtiğimiz aylarda Fransız Yahudilerine İsrail’e göç etmesi çağrısı yaparak, onları işgal altındaki Batı Şeria’ya yerleştirme sözü veriyordu. İsrail Yahudi Ajansı ile İsrail Göçmen Bakanlığından yapılan ortak yazılı açıklamada, 2015’te İsrail’e göçen Yahudi sayısının 30 bini geçtiği, bu sayının bir önceki yılda ise 27 bin 500 olarak gerçekleştiği belirtiliyordu.

Peki Kur’an ne diyordu ve Resulüllah neleri müjdeliyordu?

Cenabı Hak Büruç Suresi 17 ve 18. ayetlerinde şöyle buyuruyordu:

“(Ey Nebim ve ümmeti! Şu zahiri kuvvetlerine güvenip helak olan) Orduların haberi (tarafımızdan) sana gelmedi mi? (Ki görevin bunları ümmetine aktarmak, onların gereği ise inanmak ve hazırlanmaktır)

“(Hani şu) Firavun ve Semud (ordularının haberleri ki nasıl bir akıbete uğramışlardı ve bu gün de bundan kurtulamayacaklardı!)

Bu kutlu ve mutlu haberlere ve çok önemli tarihi ve talihli müjdelere işaret eden ayetlerdeki Arabi harflerin EBCED tutarı: “Hadis-ül-cunud” arasındaki “El” takısı çıkarılırsa, “Etake ve hadiys” kelimelerindeki med olan harekesiz “ya” harfleri de 10 sayılırsa toplamı2016 tutmaktadır. Bu ise, çok yakın bir gelecekte çetin hesaplaşmalar yaşanacağı ve inşallah Türkiye merkezli büyük zaferlere ulaşılacağı anlamını taşımaktadır. Sadakallahül Azim= Yüce Allah Doğru buyurmaktadır!..

 

[1] 20 Aralık 2015, Milli Gazete, Prof. Dr. Ata Atun

 

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi