Anasayfa O Hep Haklı Çıktı Çoğu Gitti Azı Kaldı 15 TEMMUZ HIYANET KALKIŞMASI VE HÂLÂ YANITLANMAYAN SORULARI! LGBT SAPKINLIĞI VE İKTİDARIN SUÇ ORTAKLIĞI !!!

15 TEMMUZ HIYANET KALKIŞMASI VE HÂLÂ YANITLANMAYAN SORULARI! LGBT SAPKINLIĞI VE İKTİDARIN SUÇ ORTAKLIĞI !!!

Yazar: yonetici
0 Yorum 275 Görüntüleyen
 

15 TEMMUZ HIYANET KALKIŞMASI

VE

HÂLÂ YANITLANMAYAN SORULARI!

LGBT SAPKINLIĞI VE İKTİDARIN SUÇ ORTAKLIĞI

     

Öncelikle; tarihimiz boyunca kutsalımız, vatanımız ve bağımsızlığımız için canlarını feda eden tüm Aziz şehitlerimizle beraber, 15 Temmuz gecesi CIA organizeli hain FETÖ kalkışmasına arslanlar gibi direnip şehit düşen 251 kahramanımıza rahmet ve cennet diliyor ve binlerce gazi vatandaşımıza Rabbimizden afiyet ve selamet temenni ediyoruz. Bu arada AKP iktidarının FETÖ’yle mücadelesini takdir ediyor ve destekliyoruz. Ancak; üst yönetim kadrolarına, siyasi ayağına ve dış bağlantılarına yönelmeleri gerektiğini de hatırlatıyoruz.

Bunun gibi Erdoğan’ın S-400 kararlılığına sevinip beğeniyoruz. Hatta F-35’lerin ortak üretiminden Türkiye’yi uzaklaştıran Amerika’ya karşı; Rusya’nın SU-57 savaş uçakları için hemen anlaşma yapılmasını teklif ediyoruz. Ancak 17 yıldır savsakladığı ve köreltmeye çalıştığı Erbakan Hoca’nın Milli ve yerli savunma ve kalkınma projelerine de samimiyet ve cesaretle sarılmalarını bekliyoruz. Yoksa Amerika’ya bağımlı kalmakla, Rusya’ya mahkûm olmak arasında bir fark görmüyoruz ve bu kafayla geleceğimizin ve güvenliğimizin garantiye alınacağına inanmıyoruz.

Hatta birkaç yıl önce Suriye sınırında düşürülen Rus uçaklarının bir diyeti olarak S-400’leri almaya mecbur bırakıldığımız; bunu da Rusya, ABD ve İsrail’in birlikte planladığı ve “adım adım NATO’dan koparılan Türkiye’ye saldırıya bir gerekçe hazırlandığı” yolundaki yaklaşımlar üzerinde kafa yorulmasını istiyoruz. Bu bağlamda Rusya’nın Irkçı Parti Lideri Jirinovski’nin: “Putin’le görüşen Erdoğan, Türkiye’nin NATO’dan çıkabileceğini söyledi.!” iddialarını hatırlıyoruz. Amerika’daki bazı strateji uzmanlarının: “Türkiye Trump’a fazla güveniyor. Oysa Trump’ın birtakım yumuşak mesajları ve umutlandırıcı tavırlarıyla Türkiye oyalanıp, gafil avlanmak üzere tehlikeli kurgular planlanıyor… Çok ağır ve yıkıcı ambargolar tezgâhlanıyor!” yorumlarına rastlıyoruz. Ve zaten Aziz Erbakan Hocamızın yıllar önce: “Önce İsrail’i NATO’ya alacaklar, sonra da bir bahane ile Türkiye’yi NATO’dan çıkaracaklar… Ardından da, NATO’nun başına İsrailli bir general koyarak Türkiye’yi vuracaklar!..” buyurduklarını hatırlıyoruz.

Yeri gelmişken şu noktayı özellikle vurgulayalım:

İnançsız olmak, dinsiz olmak, istediği hayat tarzını yaşamak, Komünist ve Darwinist ideolojilere tapınmak, bir tercihtir. Elbette bunlara da fırsat tanınmalı, herkesin temel insan haklarına saygı duyulmalıdır. Ancak büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, halkımızın kendi inancına uygun yeni ve yeterli düzenlemeler yapılması arzusuna karşı çıkmak, İslam’ı sadece camilere hatta kalplere hapsetmeye çalışmak… Dahası İslami ahlâk ve hukuk prensiplerine, Kur’ani emir ve hükümlere küstahça sataşmak, mü’minlere gerici ve yobaz diye saldırmak, asla bir hak değildir, kimsenin haddi de değildir ve olmayacaktır.

Bu tür yaklaşımlar, dindar halkımızı AKP gibi din istismarcısı partilerin tuzağına itmekten başka işe de yaramamaktadır. Gerçek bir demokrasi, örnek bir laiklik ve yüksek bir medeniyet hedefi ise, zaten İslam’ın özüne de uygun kavramlardır. Laiklik; din istismarının yapılmaması, Din hizmetleriyle Devlet işlerinin karıştırılmaması… Devletin her din ve düşünceye aynı mesafede hizmet sunması, kısaca Din ile Devletin barışmasıdır.

Şimdi 15 Temmuz’la ilgili sorularımızı sıralayalım!

S-1) Meclis’te; 15 Temmuz Darbesini Soruşturma Komisyonu’na, niye başkan ve sekreter seçtirilip bağımsız ve tarafsız çalışma fırsatı tanınmamıştı?

S-2) Bu komisyon, niye 3 ay içinde hem de kuruluş gayesini ve görevini yapamadığı halde, neden süresi uzatılmamış ve kapatılmamıştı?

S-3) Sn. Cumhurbaşkanı bu iktidar sürecinde kurulan, 50’den fazla komisyona hiçbir müdahalede bulunmazken, neden “Darbe Soruşturma Komisyonu bir an evvel işini tamamlasın!” uyarısı yapmıştı?

S-4) Bu Meclis Darbe Soruşturma Komisyonunun, 3 yıl geçmesine rağmen neden hâlâ bir raporu yayınlanmamıştı?

S-5) Bu Darbe Komisyonunun Muhalefet üyelerinin; “Darbeye hazırlık sürecindeki tüm Savunma, Milli Eğitim ve Adalet Bakanlarını, MİT müsteşarlarını ve Genelkurmay Başkanlarını çağırıp kanaatlerinden ve bilgilerinden yararlanalım!” teklifine AKP’li üyelerce niçin şiddetle karşı çıkılmıştı?

S-6) FETÖ’nün Hava Kuvvetleri İmamı Adil Öksüz arandığı ve tanındığı ve üstelik Akıncı üssünde suçüstü yakalandığı halde, tutulduğu karakoldan, bizzat Başbakanlık müsteşarınca nasıl ve ne maksatla serbest bıraktırılmıştı?

S-7) 1986 Askeri Lise imtihan sorularının FETÖ’cülerce çalınıp kendi talebelerine dağıtıldığı ve 500 öğrencinin tam puan aldığı ve bunların çoğunun bugün generalliğe kadar çıktığı, yıllar öncesinden anlaşıldığı ve Milli Çözüm Dergisi’nde de defalarca yazıldığı halde; neden 15 Temmuz darbe girişimine kadar ciddi, gerçekçi ve neticeye gidici bir araştırma ve soruşturma açılmamıştı?

S-8) FETÖ’nün siyasi ayağı, neden hiç deşifre edilmeye çalışılmamıştı? AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın: “Eğer FETÖ’nün siyasi kanadı deşifre edilirse, bugün kahraman bilinen nice kimselerin, darbenin suç ortağı olduğu ortaya çıkacaktır.” sözleri niye yalanlanmamıştı?

S-9) Bylock kullanan Milletvekilleri, Bakan ve Yüksek Bürokratların tespiti için neden hiçbir girişimin önü açılmamıştı?

S-10) FETÖ’cü diye görevden alınan Valiler, Emniyet Müdürleri ve Kaymakamlar bu görevlere hangi iktidar döneminde ve kimlerin iltiması ile atanmışlardı?

S-11) E. H.K.K. Akın Öztürk’ün, bu makama getirilmesi için çırpınan AKP’li Bakan ve Milletvekilleri kimler olmaktaydı ve hangileri hâlâ Meclis’te bulunmaktaydı?

S-12) “Ülkeyi FETÖ’den temizliyoruz!” nutukları atılırken, FETÖ benzeri başka din istismarcısı tarikat ve teşkilatların ülke çapında yeniden ve gizliden gizliye yapılanmalarına karşı hangi tedbirler alınmaktaydı?

S-13) Bütün bu kasıtlı aksaklık ve noksanlıklar, kontrolsüz Başkanlık nizamına ve Erdoğan’ın Cumhuri Krallığına zemin hazırlama ve gerekçe uydurma amaçlı mıydı?

S-14) Yani FETÖ askeri darbe kalkışması, Cumhuri Krallık diktasına bir kılıf ve bahane mi yapılmıştı? Halkımız, yağmurdan kaçarken doluya mı tutulmaktaydı?

S-15) “FETÖ tarafından kandırıldık ve kullanıldık!” itirafında bulunanlar, BOP eşbaşkanlığı için de toplum vicdanını rahatlatıcı bir itirafta niye bulunmazlardı?

S-16) Böyle her cehalet ve gafletimizi anlamak için, oturup yeni bir 15 Temmuz hıyanet kalkışmasını yaşamamız mı lazımdı?

S-17) FETÖ kalkışmasından samimiyetle ders çıkarmak ve gerekli tedbirleri almak istiyorlarsa, bu darbe girişiminden 10 sene öncesinden, Fetullahçı takımının yapılanmasının kirli amacını, gizli teşkilatlanmasını, dış bağlantılarını ve içerideki siyasi ayağını; “Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık” kitabıyla ortaya koyan ve “Ergenekon’un dinci ayağı” iftirasıyla yazarları tutuklanan Milli Çözüm Dergisi’nin; yazılarına ve kitaplarına dört elle sarılması gerekenler, neden hâlâ her ay bize yeni bir mahkeme açmaktaydı?

S-18) Eski Ankara Emniyet Md. Cevdet Saral: “Başbakan Erbakan; MİT raporlarına, Fetullah Gülen yapılanmasını “Türkiye’deki en organizeli ve tehlikeli CIA kuruluşudur!” diye not ettirip kayıt altına aldırdı.” (Bak: https://www.youtube.com/watch?v=FZ9-KUGauHE) demesine rağmen, Sn. Erdoğan’ın kalkıp: “Bunların içyüzünü anlayamadık, o nedenle gafil yakalandık” iddiaları ne kadar doğru ve tutarlıydı?

S-19) Haftalar öncesinden hem de resmi makamlarca bir ihtilal hazırlığı konuşulduğu halde, çok ciddi ve cesaretli bir operasyonla FETÖ denen şer şebekesi çökertilebileceği ve 251 canımız ve binlerce yaralımız feda edilmeden çözülebileceği halde, hangi gaflet ve gayretlerle bu girişim ertelenmiş olmaktaydı?

S-20) Darbe sonrası ve öncesi yurt dışına kaçan CIA bağlantılı üst kademe FETÖ’cü teröristlerin, Zekeriya Öz, Adil Öksüz gibilerin; ülkeye geri gelmelerinden, derinden derine rahatsızlık duyan, onların itiraflarıyla boyaları dökülüp foyaları ortaya çıkacak olanlar mı vardı? Niye bu konuda böylesine gevşek ve ürkek davranılmaktaydı? Yoksa bu FETO kaçkınlarının, konuştuklarında iktidarı ve yandaş takımını çok zor durumda bırakacak “bilgi ve belgeleri” mi vardı?

S-21) Hamdolsun, başta Kahraman Ordumuzun çok önemli ve etkin kesiminin, bu FETÖ’cü teröristlere destek olmaması… Sonra her partiden vatansever duyarlı halkımızın ortak ve cesur direniş destanı sayesinde bastırılan bu darbe girişiminin hemen ardından, Fehmi Koru aracılık yapsın diye Pennsylvania’ya yollandı mı, yollanmadı mı? Yollandı ise bunu kimler planladı ve Fetullah’la hangi pazarlıklar yapıldı?

S-22) Türkiye’nin, artık bir Adil Düzen dönemine acilen ihtiyacı vardır. Buna geçiş süreci olarak da bir Milli Mutabakat Hükümeti mutlaka kurulmalıdır.

S-23) Bizi Atatürk’e sahip çıkmakla suçlayan ve dışlayan AKP’li, İslamcı ve Din istismarcısı kesimlere sormamız lazımdı: Şimdi başta Cumhurbaşkanının ve yandaş programcıların; Mustafa Kemal’e övgüler yağdırması bir riyakârlık ve korkaklık mıydı, yoksa samimi bir tavır mıydı?

S-24) FETÖ terör şebekesini her merhalesinde destekleyip güçlendiren ABD, şu anda Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın yeni versiyonu olan YPG’nin 40 binden fazla militanını; sürekli ve sistemli şekilde hem eğitip donatmakta hem de onların bölgesine binlerce TIR ağır silah yığmaktadır. Yetmez, Türkiye Doğu Akdeniz’de fiilen kuşatılmaktadır. Sorumuz, hâlâ stratejik müttefikimiz sayılan Amerika’ya ve güya savunma paktımız olan NATO’ya ve bu Avrupa’ya güvenmemiz ne denli akılcı ve tutarlı bir tavırdı?

Doğu Akdeniz’i kendi aralarında parselleyip, çok zengin doğalgaz kaynaklarını paylaşmak ve Türkiye’yi dışlayıp mahrum bırakmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve ABD ortak toplantılar ve anlaşmalar yaparken; Sn. Erdoğan’ın Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimini uyaran çıkışları yanında, bir sefer olsun Siyonist İsrail’i ağzına almaması nasıl yorumlanmalıydı?

S-25) Temel zihniyet ve istikamet olarak tam 40 konuda aynı karakter ve kriterlere sahip olduklarını defalarca yazdığımız şu CHP ve AKP’nin, Haçlı Batı’nın güya Türkiye’yi AB’ye alacakları palavrasıyla dayattıkları; hem Milli bağımsızlık ve bekamızın altını oyan, hem ahlâki ve ailevi yapımızın altına dinamit koyan kanunları, “uyum yasaları” diye Meclis’ten birlikte geçirirken, tek bir konuda olsun kapıştıklarına niye hiç rastlanmamıştı?

Özetle:

Sn. Cumhurbaşkanın, 15 Temmuz kutlamalarına katıldığı İstanbul’da: “Asıl sorumluluğumuz, FETÖ’yu doğuran ekosistemi yok etmektir. Doğru, adil ve denetlenebilir bir devlet düzenini yerleştirmektir.” sözleri oldukça önemlidir ve mutlaka uyulması gerekir. Şu anda TBMM resmen olmasa da maalesef fikren ve fiilen devre dışına itilmiş, Haçlı AB’nin ahlâksız ve ülke çıkarlarımıza aykırı bütün dayatmalarını “uyum yasaları” bahanesiyle onaylama merkezine çevrilmiş, kısaca Meclisimiz NOTER konumuna getirilmiştir. Ve ülkemiz, 15 Temmuz hıyaneti bahanesiyle artık kanun hükmündeki kararnamelerle yönetilebilir hale gelmiştir. Bu nedenle yeni ve adil bir sisteme, kucaklayıcı ve kapsayıcı bir hükümete, Meclis’in ve Milletin denetleyebileceği, kuvvetler ayrılığının gerçekten yürütüleceği bir Başkanlık Sistemine acilen ihtiyaç görülmektedir.

LGBT Sapkınlığının Türkiye’de Yasalaştırılması

LGBTİ; “lezbiyen”, “gay”, “biseksüel”, “transgender” ve “interseksüel” kelimelerinin baş harflerinden oluşarak kısaltılmıştır. Konuyla ilgili kelimeler farklı farklı kullanılmış olsa da genel itibariyle “LGBT” şeklinde yazılmaktadır. LGBT, Lut Kavmi’nden beri varlığını sürdürüyor olsa da tam anlamıyla örgütlenme, birlikte hareket etme ve ahlâksızlıklarını alenen sergileme dönemleri 1900’lerde başlamıştır. 1969’da ABD’nin New York şehrinde eşcinsellerin gerçekleştirdiği “Stonewall Ayaklanması”nın ardından her senenin Haziran ayında güya “onur yürüyüşü” adı altında sapkınlıkları açık bir şekilde yapılmaktadır.

Eşcinselliğin Yaygınlaşma Aşamaları

Yürüyüş ve eylemler arttıkça, bu sapıkların, toplumda kendilerine yer bulması kolaylaşmıştır. 1970-1980 arası özellikle Siyonist merkezlerin hükümetlere yapmış oldukları baskılardan dolayı, birçok hakka sahip olmuşlardır. 90’lar ve 2000’lerde ise Sodomi yasalarının (herhangi bir cinsel ilişkiyi kapsayacak biçimde anılan “Oğlancılık yasaları veya Sodomi kanunları”, cinsel suçlar olarak cinsel ilişkileri sınıflayan bir yasadır) kaldırılmasıyla, ABD başta olmak üzere, Batı ülkelerinde serbest hareket edebilme imkânını bulmuşlardır. Cinsiyet ameliyatı da serbestlik kazanmıştır.

LGBT Türkiye’de AKP sayesinde Yasal Dayanağa ulaşmıştır!

Dünya genelinde durum böyle iken, maalesef Türkiye LGBT hareketinin sapkınlığına karşı pasif kalmış ve tepkisini koyamamıştır. 1951 yılında Geneva Sözleşmesi kapsamında LGBT’liler ülkeye sokulmaya başlanmış, 1988 yılından itibaren “cinsiyet değiştirme” resmiyet kazanmış, 2002 yılı sonrası cinsiyet değiştirme ameliyatı için, “18 yaş”, “evli olmama” ve “akıl sağlığı yerinde olma” şartları kolaylık kılıfı yapılmıştır. LGBT’lilerin Türkiye’de ilk eylemi ve yürüyüşü 1993’te yapılmaya çalışılmış, fakat dönemin Valileri engel olmuşlardır. Hatta o dönemde yurt dışından, bu sapkınlığı desteklemek için birçok LGBT’li Türkiye’ye taşınmıştır ve maalesef AKP’nin iktidara gelmesinin ardından 2003’te ise LGBT’liler ilk yürüyüşlerini yapmışlardır.

İstanbul Sözleşmesi, Ahlâk ve Aile Tahribatına Resmiyet kazandırmıştır!

Toplumlardan aileleri çekip çıkarmak ve yerine karmakarışık bir yapı oluşturmak için Avrupa Konseyi, Türkiye’ye, “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” bir sözleşme dayatmıştır. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 tarihinde “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” (6251 Sayılı Kanun) yasalaşıp, 28127 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş durumdadır. Bu kanun, İstanbul Sözleşmesine istinaden, LGBT’lilerin sözde haklarını kanunlaştırmış ve LGBT’lilere 79 madde ile hukukî haklar sağlanmıştır. Üstelik Erdoğan iktidarının imzaladığı mel’un İstanbul Sözleşmesi, “uluslararası sözleşme” sayıldığından; bizim Anayasamızdan da üstün ve öncelikli konumdadır.

Kanunun içinde yer alan 12. maddenin 5. bendinde, “karı-koca ilişkilerinin dışındaki her türlü cinsel tercih ve yaşam tarzı garanti altına alınmış”, bu yaşam tarzını benimseyenlere hiçbir şekilde şiddet uygulanamayacağı, özel alan ve kamusal alanda da bu tarz ahlâksızlıklara müdahale edilemeyeceği vurgulanmıştır. Madde 9’da ise, “Lezbiyen Dernekleri ile iş birliği yapılacağına, madde 12’de erkek erkeğe yaşayanların saygıyla karşılanmasına, sözle ve psikolojikman bile şiddet uygulanmayacağına” dair düzenlemeler yer almıştır.

Madde 14’te, “kadının bir başka kadınla, erkeğin bir başka erkekle, bir kadının hem kadın hem erkekle, bir erkeğin de hem erkek hem kadınla yaşamlarının normal olduğunun vurgulanması” yer almıştır. Bu yaşam tarzından dolayı; güya şiddet görenlere hukuki-psikolojik danışmanlık, maddi yardım, konut, eğitim-öğretim ve iş bulmalarına yardımcı olunacağı şarta bağlanmıştır.

LGBT’nin Finansmanını Kimler Sağlamaktadır?

Yavaş yavaş yayılan bu virüs, birçok örgüt tarafından fonlanmaktadır. LGBT hareketini, Soros, Rockefeller, Rothschild gibi Siyonist Yahudi sermayedarların finanse etmeleri üzerinde durmak lazımdır. Örneğin, Soros’un Açık Toplum Vakfı, 2008-2013 yıllarını kapsayan faaliyet raporunda, LGBT derneklerine maddi destek verdiğini açıklamıştır. Açık Toplum Vakfı, 2001 ile 2008 yılları arasında Açık Toplum Enstitüsü adı altında faaliyet gösterirken, TESEV ile koordineli şekilde çalışmıştır. Yine en çok kaynak aktardığı kurum TESEV olurken, vakfın danışma kurulunda yer alan isimler arasında Nafiz John Paker ile Aydın Doğan isimli şahsın “iki gazete batıran” FETÖ’cü personeli Eyüp John Sağlık da vardır. FETÖ’nün yıllar yılı baş tacı yaptığı İshak Alaton ile TÜSİAD’çı Nafiz John Paker; 1994’te TESEV kurulduğu zaman ilk yönetim kurulundaydılar. Mister Paker, tam on yedi yıl boyunca TESEV’i yönetmiş insandır.

“Kadına Karşı Şiddeti Önleme” Kılıflı Ahlâk ve Aile Tahribatı Korkunç Boyutlara Ulaşmıştır!

LGBT’liler, kendilerini meşrulaştırma aracı olarak “Kadına karşı şiddet” sloganını kullanmaktadır. Hatta LGBT sapkınlığına karşı çıkmayı bile nefret söylemi olarak sunmaktadır. “AKP iktidarı boyunca hükümet sözcüleri ve hükümete yakın basın organları tarafından defalarca ‘hasta’ ve ‘sapkın’ ilan edilen, hedef gösterilen ve nefret cinayetlerine kurban giden LGBT’ler, yaşama, çalışma, barınma, sağlık ve eğitim gibi en temel haklarından mahrum bırakıldılar” demelerine rağmen, İslam’ın bu sapkınlığa asla müsaade etmediğini bildikleri halde, İslamcı söylemle iktidara taşınan AKP döneminde yasalaşmıştır. “Kadına şiddete karşı olmak” kisvesi altında erkeğe şiddet uygulanırken, aile müessesesi ifsada uğratılmıştır.

LGBT’lilere CHP-HDP Desteği Nasıl Okunmalıydı?

Açık Toplum Vakfı, TESEV ve LGBT ilişkileri ortadadır. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, TESEV’in kurucu üyeleri arasındadır. Soros, CHP’de Açık Toplum Enstitüsü’nün Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Binnaz Toprak gibi isimler tarafından temsil edilmeye çalışılmıştır. CHP İstanbul milletvekilliği yapan Toprak, 2013’te ABD’deki Uluslararası Gay ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’nun “Açık sözlülük Ödülü”nü kazanmıştır. Toprak; LGBT’lerin sorunlarının araştırılması için, 59 milletvekilinin imzasıyla Meclis’e sunduğu araştırma önergesi ve LGBT haklarını savunan açıklamalarından ötürü bu ödülü almıştır. CHP’de siyaset yapan LGBT aktivisti Öykü Evren Özen de “Kaos Gay Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği’nin” AB fonlarından, sadece 2013 yılında 11 milyon TL destek sağlamıştır. 2015 yılında ise “Trans Savunuculuğu” ve “Trans Ofis Destek Programı” kapsamında toplam 27 milyon TL’lik destek almışlardır.

LGBT’lilerin Buluşma Mekânları

İstanbul’da etkin olan LGBT’lerin, şehrin hemen her yerinde açılmış kendilerine ait buluşma noktaları bulunmaktadır. Başta Beyoğlu, Taksim ve çevresi olmak üzere Bigudi Bar, Simit Sarayı Taksim, EspressoLab Taksim, Starbucks İstiklal, Burger King Taksim, Arjin Cafe, 5. Kat Restaurant & Bar, 360 Restaurant, Teras Cafe, Kadıköy, No Name Club, Sahra Club, Clup 17, Bahriyeli Pub, Asmalıpera Pub, Depo Club, Yellow Moon, NeoBod, Yasmin Estetik, Man Wax…” gibi bar ve kulüpler, sapıkların toplandığı yerlerden birkaçıdır.

Başta Kaos GL Derneği olmak üzere, LGBT Yasaklarını Geri Çekin Platformu, Ankara Pembe Hayat LGBT Derneği, İstanbul LGBT Dayanışma̧ Derneği, Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, İsmail Beşikçi Vakfı, Femin İstanbul Platformu, Bursa Özgür Renkler Derneği, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Antalya Barosu, Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri gibi sponsorlu ve gönüllü dernek ve vakıflar, LGBT için faaliyette bulunmaktadır. Bu ve benzeri dernekler LGBT’liler için hormon kullanım süreci, cinsiyet geçiş süreci, sağlık hakkına erişim, askerlik, Türkiye’ye sığınma gibi konularda danışmanlık hizmeti de sağlamaktadır. Medyada ise Hürriyet Pazar yazarları tarafından LGBT’lileri destekleyen sanatçılarla röportaj yapılmakta ve özellikle LGBT’lilere nasıl destek veya kolaylık sağlandığına dair sorular gündeme taşınmaktadır. Maalesef sinema dünyasında LGBT için dev projeler yapılmakta ve desteklenmesi için film platformları canla başla çalışmaktadır.[1]

İstanbul Sözleşmesi’nin Acilen İptal Edilmesi Lazımdır!

Bu İstanbul Sözleşmesi’nin neden iptal edilmesi gerektiğini anlamak için sözleşmenin bazı maddelerine daha yakından bakılmalı ve üzerinde kafa yormalıdır:

Madde 3’te; “Tanımlar” başlığında şu ifadeler yer almaktadır:

İşbu Sözleşmenin amacına ulaşması için: “a-kadına yönelik şiddet’’ kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali olarak anlaşılmaktadır. İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin, baskı veya rastgele (kadının) özgürlüğünü engelleme de dâhil kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet anlamına…”

İşte Sözleşmenin en temel problemi burada saklıdır. “Şiddet” dedikleri; sadece fiziksel şiddet değil, psikolojik şiddeti de kapsamaktadır. Oysa psikolojik şiddet tanımı çok geniş bir kavramdır. Erkeğin sesini yükseltmesi, sinirlenmesi, kızdığı zaman ters ters bakıvermesi ya da ağır bir söz söylemesi hepsi bunun içine katılmaktadır. Kadın bunları kocasına yaptığında psikolojik şiddet sayılmamakta, fakat erkek kadına yaptığında şiddet olmaktadır. Dünyanın en ikiyüzlü ve adaletsiz sözleşmesi bu sayılmalıdır. Ayrıca “kadınların özgürlüğünü kısıtlama” özellikle vurgulanmıştır. Erkek karısına “nereye gidiyorsun?” diye sorsa, ya da burası karısının gitmesini istemediği bir yer olsa, yine de sorması, kızması, kıskanması suç sayılmaktadır. Yani erkek artık karısının gittiği geldiği yere karışamaz olmaktadır. Fakat kadın kocasının gittiği geldiği yerlere karışacaktır; hatta erkeğin ailesi ile görüşmesine bile problem çıkarabilir, bunlar kadının hakkı sayılarak erkeğine karşı kışkırtılmaktadır.

Madde 8’de; “Mali Kaynaklar” bölümündeki şartlar ise “Din, vatan ve aile sevdalısı herkesin yüreğine oturacaktır!”

“Taraflar (yani İstanbul anlaşmasını imzalayan hükümetler), sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülenler de dâhil işbu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddetle mücadele ve şiddeti önlemeye ilişkin bütüncül politikaların, tedbirlerin ve programların uygun biçimde uygulanması için, hükümetler yeterli mali ve beşeri kaynak tahsis eder.” buyrulmaktadır.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan derneklere devlet bütçe ayıracaktır. Ki ülkemizde bunların çoğu din ve devlet düşmanı ve LGBT taraftarıdır. Yani bu sözleşme ile imza atan devletler bunları maddi olarak besleyeceklerine garanti sağlamışlardır. Anlaşıldığına göre bu din ve devlet düşmanı derneklere sadece Avrupa fonundan değil, bizim cebimizden de para akıtılmaktadır.

Madde 9; “Sivil Toplum Kuruluşları ve Sivil Toplum” başlığında:

“Taraflar, kadına yönelik şiddetle mücadelede aktif olan ilgili sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumun çalışmalarını, her düzeyde göz önünde bulundurur, teşvik eder ve destekler ve bu kuruluşlarla etkin iş birliği tesis eder.” kaydı vardır.

Bu madde gereğince AKP’li Aile Bakanı Fatma Şahin, 236 kadın derneği ile masaya oturup, 6284 no’lu yasa tasarısını hazırlamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliği savunduğunu iddia eden derneklerin çoğunluğu PKK ve LGBT destekçisi dernekler olmaktadır. Yani 6284 no’lu yasa; PKK taraftarı, din, devlet ve aile düşmanı derneklerin, Aile Bakanlığı ile birlikte hazırladığı tasarı ile çıkmıştır.

Madde 12; “Genel Yükümlülükler” başlığında:

1-Taraflar, kadının aşağılığı iddiasına veya kadın erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla, kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.

5-Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din veya “sözde namusun” işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.” şartı koşulmaktadır.

Yani asıl amaç: “Din, gelenek, örf ve tüm diğer Milli ve manevi değerlerin ortadan kaldırılmasıdır…” Zerre kadar iz’anı ve vicdanı olan kimselerin bu ağır ve kasıtlı tahribatlara, razı olması veya kılıf uydurması imkânsızdır.

“…kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” maddesi de gayet açıktır. Maalesef muhafazakâr ve dindar görünen hükümetimiz de bu sözleşmeye imza atmıştır. Bu sözleşme iptal olmazsa; Avrupa Konseyi belki kadın haklarına aykırı diye Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri çıkarmamızı bile dayatacaktır.

Madde 18; “Genel Yükümlülükler” kısmında:

“-Çocuk mağdurlar dâhil olmak üzere kırılgan bireylerin ihtiyaçlarını ele alacağını ve bu ihtiyaçların bireylere mevcut bulundurulacağını temin eder.” maddesi yer almaktadır.

“Kırılgan bireyler” dediği ise özellikle eşcinseller ve lezbiyenler gibi sapıklardır.

Madde 42; “Sözde ‘Namus’ Adına İşlenen Suçlar” Kavramı, İslam’ı ve Türk Aile yuvasını hedef almıştır.

“1- Taraflar, işbu Sözleşme kapsamında yer alan herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, gelenek, din, görenek veya sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak görülmemesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alır.

Bu madde “Namus” kavramımızı “sözde” diye aşağılayarak başlamış ve içine “Dini” de katmıştır. Peki ne anlamalıyız ve uygulama nasıldır? Dindar kahraman AKP iktidarı sayesinde bunun yeni bir örneğini yaşadık. “Bir kadın kocasını aldatmıştı ve adam mahkemede bunu açıkça ispatlamıştı ama yine de erkeğe kadına nafaka verilmesi hükmü çıkmıştı!?” Yani İstanbul sözleşmesiyle Haçlı Batılılara ve yerli gâvurlara namus, din gibi değerlerimizi çiğneyeceğimizin garantisini sağlayan sözleşmeyi imzalamışlardı. Üstelik artık din adına eşcinselliğe karşı çıkmak, bu maddeye göre suç sayılacaktı. Toplum tepkisinden korkulduğu için şimdilik bunu konuşmuyorlardı, fakat zamanla bu da uygulanacaktı.

Madde 2; “Sözleşmenin Kapsamı” Kısmında:

“3- İşbu Sözleşme barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında bile geçerli olacaktır.”

Yani memleketimizde; silahlı çatışma, terör ve savaş ortamları olsa da sen yine kadınların ve eşcinsellerin her türlü azgınlık ve sapkınlık hürriyetini(!) aynı şekilde korumaya mecbur tutulacaksın. Bu oldukça tehlikeli bir tuzaktır. Çünkü çatışmayı kadınlar çıkardığında, tehlike ortaya çıkaracaktır. Bu durumda bize: “sen kadınları koruyamadın” diye saldıracaklardır. Hatırlayınız; bir yürüyüşte kadınlar polise saldırmışlar, polis de müdahale etmek zorunda kalmıştı. Yabancı haber kaynakları “Türkiye kadınları koruyamıyor” diye haber yapmışlardı. PKK şakşakçısı, din, devlet ve aile düşmanı feminist kadın dernekleri sürekli örgütleniyorlardı. Bu azgınlar; “Devlet bizden korksun” diye pankartlar taşıyorlar ve hiçbir engelle karşılaşmıyorlardı. Başörtülü on kadın çıkıp “Devlet bizden korksun” diye pankart taşısa içeri atılırdı, fakat bunlara sınırsız tolerans tanınmıştı. Çünkü bu din ve devlet düşmanı kadın dernekleri, Erdoğan iktidarının imzaladığı İstanbul Sözleşmesi ile kendilerini garanti altına almışlardı. Silahlı çatışmayı onlar bile çıkarmış olsa, bunlara devletin müdahalesi suç sayılacaktı.

Madde 80; “Fesih” kısmında:

“1- Herhangi bir taraf, herhangi bir zaman diliminde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle işbu Sözleşmeyi feshedebilir.

2- Bu tür fesihler, bildirimin Genel Sekreter tarafından alınmasından sonraki üç aylık sürenin sonunu izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girer.” maddeleri vardı.

İşte buna dayanarak bir an önce bu sözleşmenin feshedilmesi lazımdır. Bu konu, Sn. Erdoğan’ın kurusıkı edebiyat istismarına ve toplumu avutma arzusuna bırakılmamalıdır. Bunun için sivil toplum örgütleri ve her birimiz hukuki yollardan, sosyal ağlardan tepkimizi koymamızı bir namus ve vicdan borcu saymalıyız. CİMER’e yazalım. Twitter’dan etkinlikler oluşturalım. Siyasetçilere mesajlar atalım. Çünkü İstanbul Sözleşmesi durduğu sürece, hiçbir ailenin şerefi güvence altında olmayacaktır. Namusuna, onuruna ve aile yuvasına sahip çıkanların; her an bir iftira ile cinsel istismardan delilsiz, belgesiz on beş yıl gibi ağır bir ceza alması ihtimali vardır. Bugün tedbir almazsak, yarınlar çok geç olacaktır.

AKP’li Fatma Şahin’in Belediyeler Birliğinden Skandal “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” Komisyonu Çağrısı!

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li Fatma Şahin’in başında bulunduğu Türkiye Belediyeler Birliği, derneklere skandal mesaj atarak; “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” komisyonuna personel alınmasını isteyecek kadar yoldan çıkmıştı! Sömürgeci güçler Türkiye’de çok sinsi ve tehlikeli bir oyun olarak, aile yapısını dinamitlemek planlarından vazgeçmiyorlardı. Son günlerde sıkça gündeme gelen toplumsal birlikteliğe darbe vuran; ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ safsatasının kimi kurumlar tarafından da onaylanması, manevi tahribatın ne denli yaygınlaştığının kanıtıdır. Söz konusu “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesi ile Türkiye’deki Müslüman halkın medeniyet hâsılası olarak taşıdığı karı-koca ilişkileri, aile ve kadının mahremiyeti gibi değerleri yozlaştıracaklardır. Özellikle aile mefhumunun ortadan kalkması, bireylerin şehvani isteklerini özgürce yaşamaları her türlü kötülüğe kapı aralayacaktır.

Yeni nesillerin insan fıtratına ters bir anlayışla yetiştirilmesini öngören bu toplum mühendisliği projesi, inanç ve ahlâk değerlerimizi dinamitlemek anlamını taşımaktadır. Üstelik bu projenin hangi bilimsel verilerle ve toplumsal gereksinimlerle ortaya çıktığı da cevaplanması gereken bir soru olarak önümüzde durmaktadır. “AB Uyum Yasaları” diyerek ailevi ve ahlâki yapımıza uymayan düzenlemelere bir yenisini de Türkiye Belediyeler Birliği eklemeye çalışmaktadır. AKP’li Fatma Şahin’in başında buluduğu Birliğin; tüm Belediyelere mesaj atarak, oluşturulacak “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” komisyonuna personel atanmasını istemesi mide bulandırıcıdır. Halkın malı olan Belediyelerde; aile yapımıza uymayan komisyonların kurulması ve buralara uygun elemanlar atanması Dindar Kahraman riyakârlığıyla hangi tahribatların yapıldığının ispatıdır.[2]

 

 

https://www.millicozum.com/mc/eylul-2019/15-temmuz-hiyanet-kalkismasi-ve-hala-yanitlanmayan-sorulari

 

 

 


[1] (Bak: http://www.barandergisi.net/lgbtnin-turkiyede-gelisimi-vesapkingi-makale,2596.html / 05.07.2019 / M. Taha İnci)

[2] (Bak: https://ilkha.com/haber/100743/belediyeler-birliginden-skandal)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi