15
Temmuz Darbesindeki Şaibe Bulutları ve FETÖ’CÜLERİN SAPKINLIKLARI
Şırnak’ın Uludere ilçesi Şenoba beldesinden kalkan ve içerisinde 23. Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Aydoğan Aydın ile albay ve yarbayların da bulunduğu bir helikopterimiz maalesef düşüp yanmıştı. İlk bilgilere göre, helikopterin Uludere-Beytüşşebap yüksek gerilim hattına çarpması sonucu düştüğü açıklanmıştı. Bu elim ve şüpheli helikopter kazasında, çok seçkin ve seviyeli 13 kahraman komutanımız şehit olup ebediyete uğurlanmıştı.
Şehit olan askerlerimiz şunlardı: Tümgeneral Aydoğan Aydın, Albay Oğuzhan Küçükdemir, Albay Gökhan Peker, Yarbay Songül Yakut, Binbaşı Koray Onay, Yüzbaşı İlker Acar, Yüzbaşı Nuri Şener, Pilot Yüzbaşı Serhat Sığınak, Pilot Üsteğmen Abdulmuttalip Kesikbaş, Başçavuş Mehmet Erdoğan, Başçavuş Fevzi Kıral, Uzman Çavuş Zeki Koç, Uzman Çavuş Hakan İncekar. Aziz şehitlerimizin hepsine rahmet ve cennet umuyor, ailelerine ve aziz Milletimize başsağlığı diliyoruz.
Ancak bu kazanın 31-05-2017 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarından bir gün sonra yaşanması kafaları karıştırmıştı!
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan MGK toplantısı yaklaşık 4,5 saati aşmıştı. MGK sonrası yapılan açıklamada: “ABD’nin Suriye’de PKK-PYD unsurlarına verilen silah desteği kınanmış, belirtilen durumun müttefiklikle bağdaşmadığı vurgulanmıştı.”
MGK’dan yapılan açıklama oldukça önemli mesajları barındırmaktaydı.
“FETÖ/PDY, PKK/PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütleri başta olmak üzere, ülkemizin millî güvenliğine yönelik her türlü tehdide karşı, hukuk çerçevesinde alınan tedbirler ile, terörün sonlandırılması için yurt içinde ve yurt dışında kararlılıkla sürdürülen mücadele, kapsamlı şekilde görüşülüp değerlendirilmiştir. Sınır güvenliğinin tahkimi konusunda yapılan çalışmalar ile entegre sınır fiziki güvenlik sistemi hakkında kurula bilgi arz edilmiştir. Afganistan, Almanya, Belçika, Fransa, Irak, İngiltere, İsveç ve Pakistan’da yaşanan terör saldırılarının, Türkiye’nin terörü önlemeye yönelik işbirliği çağrılarında ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gösterdiği belirtilmiştir. DEAŞ’la mücadele kapsamında yaptığımız tüm uyarılara rağmen, bazı teröristlerin çeşitli ülkelerde eylem yapabilmelerinin sorgulanması gerektiği dile getirilmiştir. Terörle mücadele konusunda önemli tecrübeye sahip Türkiye ile stratejik işbirliği tesis edilmesinin tüm dünyanın yararına olacağı kaydedilmiştir.
Suriye ve Irak’taki son gelişmeler, terörle mücadele dâhil, siyasi ve askerî boyutlarıyla çok yönlü olarak değerlendirilmiştir. Türkiye’ye yönelebilecek tehditlerin bertaraf edilmesi konusundaki kararlılık bir kez daha dile getirilmiştir. Türkiye’nin Suriye ihtilafına siyasi çözüm bulmak için, ülke genelindeki ateşkesi tahkim etmek ve güven artırıcı önlemler geliştirmek üzere, Rusya Federasyonu ve İran’la birlikte tesis etmeye çalıştığı ‘çatışmasızlık bölgelerinin’, insani ve siyasi açıdan bölge barışına katkı sağlayacağı değerlendirilmiştir. Fırat Kalkanı Harekâtı ile DEAŞ terör örgütünden temizlenen bölgelerin yaşanılabilir hâle gelmesiyle, yüz bini aşkın Suriyelinin yaşadıkları yerlere geri dönmesinin önemine dikkat çekilmiştir. Türkiye’nin beklentisi gözardı edilerek, Suriye demokratik güçleri kisvesi altında faaliyet gösteren PKK/PYD-YPG terör örgütüne uygulanan destek politikasının dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağı belirtilmiştir.
Şırnak’ın Uludere İlçesi Şenoba Beldesi’nde askerleri taşıyan Cougar tipi helikopterin yüksek gerilim hatlarına takılıp düşmesinin ardından helikopterin neden alçak uçuş yaptığı sorusu akıllara takılmıştı. Helikopter kazası ile ilgili konuşan güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’ın, “Terör örgütlerinin eline ağır silahların geçmesiyle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri mecburen taktik uçuşlar yapmaya başlamıştır!” tespitleri üzerinde durmak lazımdı.
CNN Türk’ün canlı yayınına katılan güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, 13 seçme askerimizin şehit düştüğü helikopter kazası ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmıştı:
“Terör örgütlerinin eline (maalesef müttefiklerimizce sağlanan) ağır silahların geçmesiyle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri (mecburen) taktik uçuşlar yapmaya başlamıştır. Bu da araziye bağlı olarak, bir anda yükselmeye veya alçalmaya yol açmaktadır. (Olayın) Buradan okunması gerektiğini düşünüyorum. (PKK’nın) Ellerinde çok ciddi bir patlayıcı yükü var. Sofistike silahlardan bahsediyoruz. Bakıyorsunuz tanksavar top çıkıyor. 2 km menzilli tanksavarlar var. Bunlar (elbette terörle) mücadeleye yansıyor ve yeni tedbirler almaya zorluyor.”
İşte bu noktada mutlaka hatırlamak ve hesabını sormak lazımdı: Çünkü PKK, ABD’nin verdiği bu silahları Sn. Erdoğan’ın da itirafıyla “İstismar ettikleri Çözüm Sürecinde yurdumuza sokup” depolamışlardı.
15 Temmuz üzerindeki şaibeler hâlâ kaldırılamamıştı.
“Endişeye mahal yok, 250 kişinin hayatına mal olmuş, sonrasında meydana gelen gelişmeler yüzünden siyasi tarihimizin en kara sayfalarından birini teşkil eden 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin gerçekleri de mutlaka ortaya çıkacaktır. İki kişinin tanıklığı bu işe yeter de artar bile: Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın… Bunlar konuyu enine boyuna irdeleyen gazetecilerin karşısına çıkarlarsa da olur, darbenin çatı davasında tanık olarak yer alırlarsa da olur…”[1] diyen Fehmi Koru, acaba “Sn. Hulusi Akar’la Hakan Fidan, eğer 15 Temmuz darbesiyle ilgili bildikleri gerçekleri konuşurlarsa; iktidarın da, yandaş takımının da, bizim gibi tarafsız takılanların da destek çıktığı sahte kurgular ve algılar hepten yıkılır ve herkes altında kalır… Öyle ise özellikle bu iki şahsiyetin asla konuşturulmaması lazımdır…” uyarısı mı yapmaktaydı?
AKP Milletvekili Şamil Tayyar ise 15 Temmuz hain darbe girişiminin önemli isimlerinden Akın Öztürk’le ilgili ilginç iddialar ortaya atmıştı:
15 Temmuz darbe girişiminin beyin takımının önemli isimleri Akın Öztürk, Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli, Gökhan Şahin Sönmezateş ve İlhan Talu gibi isimler ilk kez hâkim karşısına çıkmıştı. Şamil Tayyar ise Beyaz TV ekranlarında yayınlanan Son Söz programında bu davaya değinerek, Akın Öztürk ve Mehmet Dişli‘nin bu isimler arasında önemli bir yere sahip olduğunu belirtip; bu davada özellikle bu iki ismi aklama çabalarının olacağını söylerken, davada en ağır cezayı almaları için takipçileri olacağını vurgulamıştı. Kritik isimlere suikast girişimi olabileceğini hatırlatan Şamil Tayyar ‘Bu kritik ve kilit rol oynayan iki ismin Akın Öztürk ve Mehmet Dişli’nin ayrıca korunması gerekir. Çünkü bunlar kurtarılmayacaklarını anlarlarsa ya da cümleyi şöyle kurayım kendilerine verilen sözlerin tutulmayıp, cezaevinde en ağır cezayı alacakları kanaati oluşursa itirafçı olmak isteyebilirler. Böyle bir durumda da bunlar konuşursa ortalık karışır diye düşünenler, Akın Öztürk ve Mehmet Dişli’ye cezaevinde suikast teşebbüsünde bulunabilirler.’ ifadelerini kullanmıştı.
“15 Temmuz’un beyin takımının yargılandığı ‘Genelkurmay Çatı Davası’nda ilginç şeyler olmaktaydı. Sanki sanık sandalyesinde darbeci generaller değil, 15 Temmuz oturtulmaya çalışılmaktaydı. Yargılananlar; 249 kişinin şehit olduğu 2195 kişinin yaralandığı kanlı darbe girişiminin sanıkları değil de, 15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğu algısını yaratmaya çalışan kişiler olarak ön plana çıkarılmaktaydı. Darbenin aydınlatılması ve gerçeklerin ortaya çıkması için adil bir yargılama olmalıydı. Ama darbecilerin organize bir şekilde yapmaya çalıştığı algı operasyonuna da göz yumulmamalıydı. Genelkurmay çatı davası demek, 15 Temmuz’un beyin takımının yargılandığı en kritik davadır. Buradan çıkacak karar, 15 Temmuz’un çökmesine de neden olabilir, darbecilerin hak ettikleri cezalara çarptırılmalarını da sağlayabilir. Orada darbecilerin, 15 Temmuz’u sanık sandalyesine oturtma çabalarına karşı dikkatli olmak gerekiyor.”[2] diyen Abdülkadir Selvi niye bu kadar telaşlıydı?
İşte konuşmasından korkulan E. Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün mahkeme yanıtları:
15 Temmuz darbe girişiminde Genelkurmay Karargâhında yaşanan eylemlere ilişkin Yurtta Sulh Konseyi üyelerinin de aralarında bulunduğu 221 sanık ilk kez hâkim karşısına çıkmıştı. Sanık generallerden YAŞ üyesi Akın Öztürk, çapraz sorgulamada FETÖ’cü çıkan damadıyla ilgili soruları da yanıtlamıştı.
Sanıklardan darbe girişiminin askeri kanadının bir numarası olduğu iddia edilen eski Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesi Akın Öztürk, hainlik suçlamasıyla yargılanmasının kendisi için en büyük ceza olduğunu söyleyerek, 46 yılını orduda geçiren bir insan olarak silah arkadaşlarına silah doğrultacak bir insan olmadığını vurgulamıştı. Akın Öztürk şunları söyledi;
– “Ben 1960 darbesini, 1971 muhtırasını, 1980 darbesini, 28 Şubat olaylarını yaşamış, milletin üzerindeki olumsuz etkilerini gören bir asker olarak, bu darbe girişimini haklı görecek veya destekleyecek bir kişiliğe, yapıya sahip değilim. Bu yaftayı üzerime çiviyle çaksalar da tutturamazlar… ‘Yurtta Sulh Konseyi’ isimli oluşuma dahil olmadığım gibi bu oluşumun ismini ilk defa emniyet aşamasında polislerden duydum. Genelkurmay Başkanının darbenin başına geçirilmesi konusunda oluşturulan ekibe katılmadığım gibi komutanın ikna edilmesi için herhangi bir çabam da olmamıştır. Huzurda bulunan sanıkların hiçbirisi benim olaya karıştığımı, katkıda bulunduğumu, emir ve talimat verdiğimi söyleyemez.”
“Partigöç ile görüşmelerinizde siz mi, o mu aradı?” sorusunu Öztürk, Partigöç ile emir subayı aracılığıyla görüştüğünü, aramayı kendisinin yaptırdığını söyleyip. “Ben aradım hepsini. Önce Hava Kuvvetleri karargâhını, cevap alamayınca Genelkurmay Karargâhını arattım.” diye yanıtlamıştı. Akın Öztürk, soru üzerine sıkı FETÖ’cü çıkan damadı Hakan Karakuş’u o gece hiç görmediğini anlatmış. “Damadınızı hiç merak etmediniz mi?” sorusunu ise “Ben Genelkurmay Başkanı’nın yanına geldim, ondan sonra hiç ayrılmadım. Hiçbir pilotla temasım olmadı. O darbe hengâmesinde Hakan nerede, zinhar aklıma gelmedi. Bir tek Genelkurmay Başkanı’nın gözüne bakıyorum ben.” şeklinde cevaplamıştı.
Öztürk, bir başka soru üzerine o gece Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile sabaha kadar beraber olduğunu, Akar ile “Eyvah, Silahlı Kuvvetler rezil oldu” diye dertleştiklerini de hatırlatmıştı. O gece çoğunlukla 143. Filo’da bulunduğunu belirten Öztürk, “Genelkurmay Başkanımızın ifadelerine kendi ifadelerimi katarak tez elden bu işten vazgeçilmesini arkadaşlara iletmeye çalıştım. Hepsi bu” ifadesini tekrarlamıştı. “Onlar ne söylediler?” sorusunu ise Öztürk, “Birinci ve ikinci görüşmede kararlılıklarını gördüm. Üçüncü ve dördüncü görüşmelerde onlar da ikna oldular.” şeklinde yanıtlamıştı.
Bu sırada Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın TBMM darbeyi araştırma komisyonuna yolladığı ifadesinin tam metni ortaya çıkmıştı..
8 sayfalık metinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın “her şeyi göze alarak darbecilere şiddetle karşı çıktım” sözleri dikkatlerden kaçmamıştı. 15 Temmuz darbe girişiminde derdest edilip Akıncı üssüne götürülmesini anlatan Hulusi Akar’ın, komisyonun 10 sorusuna verdiği yanıtlarda:
-İlk andan itibaren darbecilerle hiçbir pazarlık olmadığını… Her şeyi göze alarak tekrar tekrar yanlış yaptıklarını hatırlattığını…
-Hareket özgürlüğümü kaybetmekle birlikte konuşma özgürlüğümü komutan tavrı içinde sürdürmekten sakınmadığını…
–Her şeyi göze alarak, darbecilere şiddetle karşı çıktığını…
-MİT’e yapılan ihbarın büyük planın bir parçası olduğu kanaatine vardığını…
-O zamana kadar FETÖ’nün darbeye cüret edeceğinin hiç umulmadığını ve hesaba katılmadığını…
-MİT’e yapılan ihbarın en başından itibaren ciddi bir şekilde ele alındığını anlatmıştı.
-İlgili birimlere tüm uçuşların durdurulması talimatını, bunun üzerine darbenin öne çekilmek zorunda kalındığını ve başarısızlığa uğradığını…
-MİT müsteşarının Cumhurbaşkanının koruma müdürünü aradığını…
-FETÖ/PDY’nin uzun zamandır farkına varıldığını hatta en üst seviyede risk olarak tanımlandığını anlatmıştı.
GKB Sn. Hulusi Akar’ın bir başarı olarak aktardığı: “Kanaatimce, alınan bu tedbirlerden dolayıdır ki, hainler paniğe kapılarak, daha sonra sanık ifadelerinden öğrendiğimize göre geç saatlerde yapmayı (saat 03.00) planladıkları işi öne almak suretiyle erkenden ifşa olmuşlardır.” ifadelerine takılanlar vardı.
“Planlanan hıyanet girişiminin başlamasından 12 buçuk saat önce açık açık ihbarı yapılan darbeyi önleyemeyip, öne aldırmak…” Nasıl bir başarıydı? Bu darbe önlenemediği için erkene alınan darbede hayatını kaybeden 250’den fazla insanın ve yakınlarının kaybı nasıl karşılanacaktı? sorularının yanıtı aranmaktaydı. Öyle ya, bu darbenin öne çekilmeye mecbur bırakılarak başarısızlığa uğratıldığını savunmak “bu kontrollü bir senaryoydu” diyenleri haklı çıkarmaz mıydı?
TBMM Darbe Komisyonu Başkanı Reşat Petek Habertürk’te Didem Arslan’ın konuğu olup şunları açıklamıştı: “Eğer (FETÖ’cüler) o gece darbe yapmasaydılar 2-3 sene sonra darbeye gerek kalmadan devleti ele geçireceklerdi.” Ne yani, 15 Temmuz Darbe Girişimi hayırlı ve yararlı bir olay mıydı? O takdirde 15 Temmuz’un “Kontrollü darbe” olduğunu savunanlara niye kızılmaktaydı?
Sn. Hulusi Akar yazılı yanıtında: “MİT’e yapılan ihbarda darbe söz konusu değildi.” ifadesini kullanmıştı. Oysa MİT baskınıyla ilgili: “Albay beni çağırdı ‘Bu gece bir uçuşumuz olacak ve sonunda da Hakan Fidan’ı alacağız’ dedi.” itirafları vardı. Şimdi bir ülkede hem de bazı askeri birimlerin gidip MİT Başkanını kaçırma girişimi “darbe” dışında nasıl yorumlanacaktı?
“Bu esnada MİT Müsteşarı, Sayın Cumhurbaşkanı’nı bilgilendirmek istediğini söyledi. Müteakiben Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü ile bir telefon görüşmesi yaptı.” sözleri de pek çok soruyu içinde barındırmaktaydı. Ve maalesef bunlar “Yani şimdi “MİT Müsteşarı’nı kaçırma” olayı için, Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürü aranıp, “Orayı koruyabilir misin” diye mi sormuşlardı? gibi sorulara muhatap olacak tavırlardan mutlaka kurtulmak lazımdı. Çünkü artık; “Ben darbeyi eniştemden öğrendim…” uydurmacasıyla yutturulmaya çalışılan kuru kahramanlık edebiyatıyla bu durumu kotarmanın imkânı kalmamıştı. Tam bu noktada kafamıza yine: “Org. Hulusi Akar’la MİT Müsteşarı Hakan Fidan tanıklık yaparsa bu iş aydınlanır” diyen Fehmi Koru’nun iddiası takılmıştı.
FETÖ’cülükle suçlanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın eski başdanışmanı Albay Orhan Yıkılkan, Kasım 2015 ve Şubat 2016 tarihinde “darbe girişimi olabileceği” konusunda iki ciddi ihbar geldiğini ve bunu Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a bildirdiğini niye ve kimlerin teşvikiyle açıklamıştı?
“Referansım Hulusi Akar’dır” diyen, Genelkurmay Başkanının eski başdanışmanı Albay Orhan Yıkılkan savunmasında şu çarpıcı açıklamaları yapmıştı: “Kasım 2015’te (Genel Kurmaya) bir rapor geldi. O da 15 Temmuz benzeri bir darbe girişiminin olacağı ile ilgili bir rapordu. Yaşar Güler çalışma yaptırdı. Böyle bir ihtimal var mı, yok mu? En sonunda “bu çapta böyle bir şey olamaz” diye karar verildi ve bir kenara konuldu… Şubat 2016’da (benzer bir rapor verilmişti). O zamanlar ciddiye aldığım bir konu olduğu için komutana arz ettim. 4 havacı generalle bir karacı generalin darbe hazırlığı içinde olduğu raporu, MİT müsteşarı tarafından dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na sunulduğu bilgisi geldi. Bu Özel Kuvvetlerden bir Albayın bilgisi idi. Sonra bunu komutana arz ettik. Ondan sonra bu durum, benim açımdan ciddi bir konuya dönüştü.”
Yıkılkan, “Darbe girişimini sizce kim yaptı?” sorusunu, “Bence bunu karışık gruplar yaptı.” şeklinde yanıtlamıştı. Bu yanıt üzerine salondan “FETÖ, FETÖ” sesleri yükselince. Yıkılkan, “Bunun içinde FETÖ de olabilir, başkası da olabilir.” ifadelerini kullanmıştı.
Darbeyle ilgili sözleri tartışılan Hulusi Akar’a Devlet Bahçeli destek çıkmıştı. Bahçeli “Genelkurmay Başkanı benim babamın oğlu değil. Günü gelirse eleştiririz. Ama şu an çok yönlü bir savaş hali var. Destek olmak lazım” uyarısında bulunmuşlardı.
Darbe girişimiyle ilgili komisyona gönderdiği yanıtlar tartışılan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a destek çıkan MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Terörle mücadele devam ederken komutanı tartışmaya açmak doğru değildir” ifadesini kullanarak Meclis Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na gönderdiği cevaplar tartışılan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a destek çıkmıştı. Ankara’da gazetecilerle iftarda bir araya gelen Bahçeli’nin, şu ifadeleri uyarıcıydı: “Darbenin muhatabı kendisidir. İtiliyor kakılıyor. Hıyanet yapanları bırakıp onunla uğraşmak doğru değildir. Emir komuta içinde olsa her şeyi söyle, yeridir. Ama daha FETÖ’nün kim olduğunu tespit etmeden her şeyi Genelkurmay Başkanı’na yüklemek doğru değildir. İfadeyi şöyle verdi böyle verdi diye hedef haline getirilmemelidir.”
15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşananları 8 sayfalık ifadeyle anlatan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı hedef tahtasına koyanların elbette bir hesabı vardı. Sn. Hulusi Akar’a yöneltilen en büyük eleştiri: “Darbeyi önleyebilecekken zafiyet gösterdiği” iddiasıydı. Oysa bu iddianın asıl muhatabı Sn. Akar değil, Cumhurbaşkanıydı. “Hem nalına hem mıhına” vuran bazılarına göre; tüm zafiyetine karşın Hulusi Akar ‘hain olmadığı belirlenen en net isim’ olmaktaydı.
“Hulusi Akar için şunları rahatlıkla söyleyebiliriz: Fetullahçıların ordudaki etkinliğini göremedi. Geliyorum diyen darbeyi resmen atlayıverdi. Kesin ve net bir zaaf gösterdi. Gelen ihbarların hakkını tam veremedi. En baştan önleyici bir operasyona girişmedi… Kısacası… Son tahlilde başarısız oldu. İşte tam bu noktada cevabı bulunamamış çok kritik ve tarihi soru şudur: “Bütün bunlara rağmen Hulusi Akar neden görevden alınmadı?” Çünkü: Başarısızdı ama hain değildi. Darbeyi atladı ama ihanete boyun eğmedi. Önleyici operasyona girişmedi ama elinden geleni yapmayı da ihmal etmedi. Kesin ve net bir zaaf gösterdi ama hainlere karşı milim ödün vermedi. Kısacası… Hulusi Akar, kimin hain olup olmadığının belirsizleştiği bir ortamda hain olmadığı en belirgin isimdi… Hulusi Akar, işte bu nedenle hâlâ görevinin başında ve hâlâ muteberdi” yorumları yapılmaktaydı.
Bu arada herkesin atladığı bir konu vardı: Bilindiği gibi MİT Müsteşarı Başbakan’a bağlıydı. Peki sormak lazımdı: MİT Müsteşarı kendisine yönelik bir saldırıyı, yani suikast ihbarını alır almaz niye Başbakan’a değil de hemen Genelkurmay’a koşmuşlardı?
“Üstelik bu ihbarın sadece kendisine yönelik olmadığının, daha büyük bir komplonun bir parçası olduğu anlaşıldığı halde, niye bağlı olduğu Başbakan’ı aramamış da bir başka bürokratla sorunu kendi başına çözmeye çalışmıştı? Oysa aynı MİT Müsteşarı 7 Şubat olayında savcılar kendisini ifadeye çağırdığı an ortadan kaybolmuş ve hemen Başbakan’ı arayarak ne yapması gerektiğini sormuşlardı… Genelkurmay Başkanı’nın yazılı cevapları içinde de çelişkiler vardı: Bir tarafta “MİT ihbarında bir darbe ihtimali olmadığını” savunmakta öte tarafta “darbeyi fark ettiklerini” bu sayede alınan önlemlerle darbecilerin başarısızlığa uğradığını anlatmaktaydı. Ama bütün bunlar yapılırken siyasi otoritenin ve Cumhurbaşkanı’nın can güvenlikleri hiç hesaba katılmamıştı… O zaman tabii insanın aklına Cumhurbaşkanı’nın iki bürokratla ilgili söylediği “dere geçilirken at değiştirilmez” sözleri takılmaktaydı. Peki bu durumda hangi dere geçilmeye çalışılmaktaydı? Bu derenin geçilmesi daha ne kadar zaman alacaktı? Cumhurbaşkanı’nın bu iki bürokratı her gezisinde yanında taşıması bir gereklilikten mi yoksa daha derin bir endişeden mi kaynaklanmaktaydı?” soruları ve kuşkularını giderecek adımlar atılmalı ve kamu vicdanını rahatlandırıcı açıklamalar yapılmalıydı.
Binali Yıldırım’ın: “Darbeyi önceden öğrenip tedbir almamız üzerine darbeciler erken harekete geçtiler ve başarısız oldular” sözlerini: “Bu darbe hazırlığından devletin ve hükümetin haberi çok önceden vardı; ama bazı siyasi hesaplarla, kontrol altında yapılması sağlanmış ve başarısız kılınmıştı” şeklinde yorumlanması gayet doğal iken bu yaklaşım iktidara ve yandaşlara neden bu denli batmaktaydı?
Çokbilmiş bazı yandaş yalakaların: “Peki MİT geç mi kalmıştı? Aksine MİT eğer erken davranmasaydı, eğer o binbaşı bu istihbaratı MİT’e ulaştırmasaydı, eğer FETÖ’cüler “eyvah açığa çıktık!” diye paniğe kapılıp acele davranmasaydı ve planladıkları gibi gece üçte harekete kalkışsalardı, bugün Türkiye ne halde olacaktı?” savunmaları ne kadar alakasız ve tutarsızdı.
Fatih Uğurlu’nun: “‘Devlet darbeyi biliyordu’ söyleminin ardındaki gerçek” yazısının başındaki: “Muhalefetin ve güdümündeki yazarların FETÖ’cü fişteklemesiyle dolaşıma soktuğu “Devlet darbenin olacağını biliyordu” ya da “Kontrollü darbe” tarzı söylemlerindeki karın ağrısının sebebini biliyorsunuz değil mi?
1-Devlet darbeyi önleseydi bu kadar adamımız (FETÖ’cüler) tutuklanmaz ve elimiz kolumuz bağlanmazdı.
2-Tayyip Erdoğan da bu denli güçlenerek çıkmazdı.” iddialarını, aslında dolaylı bir itiraf gibi okumak lazımdı.
Bu çifte standartla hiçbir yere varılamazdı!
MİT’in Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği 2 Aralık 2016 tarihli yazıda MİT’teki ByLockçu’larla ilgili bilgiler yer almaktaydı. O yazının bir yerindeki: “ByLock programını kullandığı tespit edilen eski personellerden bazılarının FETÖ ile irtibatlı/iltisaklı olmakla birlikte, örgüt mensubu olduklarına dair yeterli kanaat oluşmadığından haklarında suç duyurusunda bulunulmamış olup…” ifadeleri kafa karıştırmaktaydı.
Buna göre ByLock kullanmak, hatta hatta FETÖ ile irtibatlı/iltisaklı olmak örgüt mensubu sayılmaya yeterli değilmiş ve suç duyurusunu gerektirmezmiş! Oysa biliyoruz ki pek çok kişi “ByLock kullanıcısıyla ve FETÖ/PDY soruşturması süren 21 kişiyle irtibatlı” olmak, iddiasıyla tutuklanmıştı. Ayrıca binlerce memur sadece Bank Asya’da üç kuruş parası olduğu gerekçesiyle örgütle irtibatlı/iltisaklı sayılarak memuriyetten atılmıştı. Bu nasıl bir adalet, nasıl bir hukuk anlayışıydı?
Sn. Hulusi Akar’ın maskeleme ve darbecileri deşifre etme çabaları!
“Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, 15 Temmuz 2016 günü saat 17:45’te Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yanına girdiğinde, Akar masada Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’le MİT’ten gelen hassas istihbaratı yorumlamaktaydı. Orgeneral Güler, kısa bir süre önce MİT’ten gelen istihbaratı elindeki not defterinden Orgeneral Çolak’a okumuşlardı. Buna göre, Kara Havacılık Komutanlığı’ndan kalkacak üç helikopter o akşam MİT’e gelerek Müsteşar Hakan Fidan’ı kaçıracaktı. Çolak’ın 24 Ekim 2016 tarihli ikinci savcılık ifadesine göre, bu bilgilendirmeden sonra Orgeneral Akar kendisine “Sen süratle buradan Kara Havacılık Komutanlığı’na git” buyurmuşlardı.
Kara Kuvvetleri Komutanı ise Sn. Akar’ın kendisine şu talimatı verdiğini aktarmıştı: “Giderken yanına askeri savcı, merkez komutanını (yanında beş kişi kadar adamını) ve Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanını da almamı, saat 19:00’dan önce oraya ulaşmamı, ancak olayın maskelenmesi için bir adet B-200 uçağı hazırlamalarını ve Ankara dışında bir yere gideceğimi belirterek Kara Havacılık Komutanlığına gidiş nedenini anlamamalarının sağlanmasını ifade etmiş ve şayet 19:00’da uçuş olursa uçuş yapanları derhal derdest etmemi emretmiştir.”
Bu üçlü görüşmenin son beş dakikasına o sırada karargâha gelen MİT Müsteşarı Hakan Fidan da katılmıştır.
Orgeneral Çolak, “Sayın Komutandan aldığım görev bir darbe girişimine yönelik duyum değil, sadece izinsiz uçuşa müdahale ile ilgilidir” ifadesinde bulunmuşlardır. Buna karşılık Orgeneral Akar, şikâyetçi sıfatıyla 18 Temmuz 2016 tarihinde verdiği ifadede, o görüşmede Orgeneral Çolak’a talimat verdiğini aktardıktan sonra “Değerlendirmelerimizde gelen bilginin daha büyük bir planın parçası olabileceğini mütalaa ettik” diyerek bu çerçevede Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak’a da Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümen Komutanlığı’na gitmesini, hiçbir tank ve zırhlı aracın dışarı çıkmasına izin verilmemesini emrettiğini anlatmıştır.
Orgeneral Çolak, saat 18:15 sularında Genelkurmay Karargâhından Güvercinlik’teki Kara Havacılık Komutanlığı’na doğru yola çıkmıştır. Odadan çıktığında (sonradan darbede kilit bir rol oynayacak olan) Akar’ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan kendisinin ağzını arayıp: “Sayın Komutanım, bir şey mi var?” diye sorunca Çolak, “Karargâha gidiyorum” diyerek durumu gizlemeye çalışmıştır. Çolak, yolda önce Armada alışveriş merkezi, ikincisinde AŞTİ önünde aracını yolun sağına çektirip şoför ve emir subayını indirip birincisinde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar’ı, ikincisinde Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç’ı aramıştır. Uyar’a Güvercinlik’e gelmesini söyleyip, Akar’ın merkez komutanı ve savcıyla ilgili talimatını aktarmıştır. Atınç’a da Güvercinlik’e intikal etmekte olduğunu bildirmiş, ayrıca havada uçak olup olmadığını, gece uçuşu yapılıp yapılmayacağını sormuşlardır. Çolak, ayrıca “Ankara dışında bir bölgeye gideceğimi, bunun için süratle bir B-200 uçağı hazır etmesini belirterek gidiş amacımı maskelemeye çalıştım” diye anlatmıştır.
Kara Havacılık Komutanlığı iddianamesindeki resmi kayıtlara göre, Orgeneral Çolak saat 18.36’da nizamiyeden giriş yapmış, 18:37’de Tümgeneral Atınç kendisini karargâhın kapısında karşılamıştır. Atınç’ın yanında kurmay başkanı Yarbay Mehmet Şahin de vardır. Çolak ve Atınç, Mehmet Şahin’in darbe organizasyonunun Güvercinlik ayağındaki kilit aktörlerinden biri olduğundan habersiz bulunmaktadır. Baş başa yaptıkları görüşmede, Çolak havada uçak olup olmadığını sorunca. Atınç, verilen talimat çerçevesinde beş eğitim uçağının Temelli’deki askeri havaalanına indirildiğini hatırlatmıştır. Savcılık ifadesine göre, Çolak, uçuş planlarını getirmesi için Atınç’ı dışarı gönderdiğinde, B-200 uçağının karargâhın önünde pistte hazır beklediğini, meydanda herhangi bir helikopter hareketinin görülmediğini, durumun çok sakin seyrettiğini hissedip rahatlamıştır.
Saat tam 19.12’de Orgeneral Akar, Çolak’ı aramıştır. Belli ki aklı, Çolak’ın yürüttüğü teftişte kalmıştır. Çolak, bu görüşmeyi “Sayın Komutana kara havacılık komutanlığında herhangi bir hareketlilik gözlemlenmediğini, B-200 uçağının çıkış için hazır beklediğini, maskelemeyi başarı ile yaptığımı, biraz sonra inceleme için hangarlar bölgesine gideceğimi söyledim” diye anlatmıştır.
Sn. Çolak, Akar’ın kendisine talimatını: “Sayın Komutan, Ankara havacılık personelinin, savcı ve merkez komutanının gelişini anlamaması için; merkez komutanına ve askeri savcıyı kesin olarak kışla içine sokmamamı, dışarıda tutmamı belirterek, hangarlar bölgesinde yine görüşelim emrini verdi.” şeklinde aktarmıştır. Çolak, hemen o sırada yolda Güvercinlik’e gelmekte olan kurmay başkanı Orgeneral Uyar’ı arayarak, askeri savcı ve merkez komutanını karargâhta tutmaları, telefon edildiğinde hemen intikal edecek şekilde hazır bulundurmaları emrini ulaştırmıştır. Ancak bu emir Merkez Komutanı Tuğgeneral Nevzat Büyükceran’e iletilinceye kadar kendisi çoktan nizamiyeden içeri giriş yapmıştır. Çolak, “Biz meydan bölgesine giderken merkez komutanının beş adamı ile karargâha girdiğini gördüm” şeklinde anlatmıştır.
Önce Kara Kuvvetleri Komutanı’nın ani gelişi, ardından Merkez Komutanı derken, karargâhtaki darbecilerin de kaşları çatılmıştır. Maskeleme yapan yalnızca Akar-Çolak ikilisi olmamıştır. Güvercinlik üssünde darbecilerin de maskeledikleri pek çok şey vardır. Aslında Güvercinlik’te karşılıklı maskeleme durumları yaşanmaktadır.”[3]
FETÖ’cülerin sapkınlıkları ve Darbe Komisyonunun sakladıkları!
Fehmi Koru Sözcü Gazetesi’ne yönelik FETÖ soruşturmasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na tanık sıfatıyla ifadeye çağrılmıştı. 24 Nisan 2010 tarihli Yeni Şafak gazetesinde “Taha Kıvanç” mahlas ismiyle kaleme aldığı ve “Burak Akbay’ın FETÖ evlerinde yetiştiği” iddiasıyla ilgili yazısı sorulan Koru, 1990’lı yıllarda Burak Akbay’ın babası Ertuğrul Akbay’ın, oğlu hakkında kendisine söylediklerini aktarmıştı:
”Burak Akbay’ın yine gazetecilik yapan babası Ertuğrul Akbay ile bir gezi sırasında sohbetimiz olmuştu. Ertuğrul Akbay, bana oğlu Burak’ın ‘İsviçre’de cemaate ait bir evde kaldığını, o sayede doğru düzgün yetiştiğini’ övgü ile anlatmıştı. Yıllar sonra Burak Akbay’ın ani bir yükseliş sergileyerek Sözcü gazetesini açması bana tuhaf gelmişti. Baba Ertuğrul Akbay’ın bana 90’lı yıllarda bahse konu sohbetinde ‘Oğlum dinine bağlı, muhafazakâr değerlere sahip biridir’ demesine rağmen Sözcü gibi aşırı muhalif bir gazetenin patronu olmasını ben mantıklı bulmamıştım. Bu nedenle Yeni Şafak’taki yazıyı kaleme aldım.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Sözcü gazetesinin sahibi Burak Akbay ile çalışanları hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, firari şüpheli Burak Akbay için tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmıştı.
Talebi değerlendiren İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği, şüpheli Akbay hakkında ”silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmasını onaylamıştı. Soruşturma kapsamında hakimliğe ifade veren diğer şüpheliler Mediha Olgun’un “Terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan, Bekir Gökmen Ulu’nun ise “Terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek” ve “Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırıya yardım etmek” suçlarından tutuklanması kararı alınmıştı. Diğer şüpheli Yonca Yücekaleli ise hakimlikçe serbest bırakılmıştı. Burak Akbay ise herhalde başına gelecekleri sezip yurt dışına kaçmıştı.
Daha sonra Fehmi Koru kendisini söyle savunmaktaydı:
“Adli soruşturmaya muhatap edilen Sözcü gazetesi başına geleni bana bağlıyor, ama şundan emin olabilirler: Haklarındaki soruşturmanın benimle bir ilgisi yoktur. FETÖ’cü olsam, kıvırtmam, onu da söylerim… Sözcü’nün konuya dahlimle ilgili ‘kanıt’ olarak sunduğu yazımın tarihi 24 Nisan 2010. Bundan 7 yıl önce yazılmış bir yazı bu. O sıralar Yeni Şafak’ta siyasi makaleler yanında Taha Kıvanç müstearıyla daha çok medya üzerine ‘Kulis’ yazıları da yazıyordum. O günkü –24 Nisan 2010 tarihli– yazımın konusu Hürriyet gazetesiydi aslında ve o sıralarda bazı Hürriyet yazarlarının gazetedeki rahatsızlıklarına değiniyordum. Yazımın Sözcü’ye değinen ilgili satırları şöyleydi: “(Hürriyetten) Ayrılanlar Sözcü’ye mi gider? Herhalde… Cemaat’in aklına bir kez daha hayranlık duymama sebep olan bir proje ‘Sözcü’… Öğrenciliği Cemaat evlerinde geçmiş sahibi görünen delikanlıya buradan şapka çıkarıyorum. Bulundukları yerde ‘ileri giden’ yazarlar için bir sığınak gibi ‘Sözcü’ gazetesi; 150 bin civarında satışıyla para bile kazandırıyor olmalı. / Muhalefetini de yakın kontrol altında tutacaksın, neme lâzım!”
Eski Yandaşlar bile isyan bayrağı açmıştı!
Medyada ve sosyal medyada uzun süredir şöyle bir eğilim vardı: Kimse, biri linç edilirken, itibar suikastına maruz bırakılırken, başına bir şey gelirken koşup iki satır da olsa omuz vermiyordu. Bunun iki nedeni vardı: 1) Herkesin başına geliyor, hangi birine koşacaksın? 2) Kimseye kefil olunacak zamanlar değil. Ya gerçekten FETÖ’cü ise? Ya gerçekten DHKP-C’ye üye olmuşsa? 3) Devletimiz zor zamanlar geçiriyor, hele bir izleyelim, biraz sabredelim.
Devlet elbette 15 Temmuz’u yapanlarla da hesaplaşacak. Ancak bir süredir, OHAL ile pekiştirilmiş gücünü sadece varlığını tehdit edenlere değil, “tehdit etme potansiyeli” taşıyanlara karşı da kullanıyor görünümü veriyor. Devlet kendisini koruyabiliyor, ama milletin güvenliğine ve esenliğine zarar vermekle itham edilenler ve bu nedenle gözaltılarla, uzun tutuklulukla, ihraçlarla ve açlıkla karşı karşıya gelenler kendilerini koruyamıyor. Seslerini yükseltseler bile; toplumun kamplara bölündüğü bir vasatta bu ses karşı kıyıya ulaşmıyor, kendi kampının, mahallesinin içinde kalıyor. Kamplara ayrılmış bir toplum, kampları arasına duvar örülmüş bir toplum olmaya doğru gidiyor. Mevcut tablo, o tabloyu dert edinenlerin kafasının karışmasına yol açıyor.
Soru şudur: FETÖ’nün 30 dava açtığı Sözcü Gazetesi patronu ve gözaltına alınan çalışanları FETÖ’cülükten içeri alınabiliyorsa, bu ülkede kim FETÖ’cü suçlamasıyla karşı karşıya kaldığında “Yanlış yapıldığını, FETÖ’cü olmadığını” ispat etmekte başarılı olabilir? El cevap: Hiç kimse. Daha 4 Mayıs’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı, uyku apnesiyle ilgili hastalığı mazeret gösterilerek tahliye edildi. Kamuoyu sadece bu tahliyelere kilitlendi. Oysa “Ye kürküm ye” tahliyeleri, serbest bırakmalar epeydir var. Gerçek şu ki, Ağustos 2016’dan beri FETÖ’ye finans desteği sağlama şüphesiyle gözaltına alınıp tutuklanmış pek çok iş adamı tahliye edildi, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.”[4]
Ertuğrul Akbay’dan sonra en çok konuşulan isimlerden Fehmi Koru’yla ilgili yazan Abdurrahman Dilipak Koru için; ”İşin başından beri sistemin bir parçasıydı, konuşursa çok şey değişir” iddiasında bulunmuşlardı.
Abdurrahman Dilipak, sıkça konuşulan gazeteci Fehmi Koru hakkında ilginç bir mesaj paylaşmıştı. Dilipak sosyal medya hesabı twitter üzerinden “Fehmi Korunun işi zor. İşin başından beri sistemin bir parçası idi. O gider mi, konuşur mu bilmem. Konuşursa çok şey değişir.” buyurmuşlardı. Doğrudur, Fehmi Koru bu sistemin bir parçasıydı, çünkü Dilipak’ın kendisi de bu sistemin bir paçavrasıydı!
18 Temmuz 2016 tarihli Yeni Akit, Damadı tarafından bıçaklanarak öldürülen rahmetli Kadir Demirel şöyle bir anısını paylaşmıştı:
“Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep T. Erdoğan ile Polonya’nın başkenti Varşova’daki NATO toplantısına gittik… Çok sıkı güvenlik tedbirlerinin alındığı Varşova’da heyetle birlikte havaalanına geldik… Görevliler kontrollerin uzun süreceğini bunun için de salonda oturup beklememizi söylediler… İşte o anda bizler de sandalyeleri alıp birbirimize daha da yakın olmak için masaları birleştirdik… Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın yaveri Albay Ali Yazıcı da geçti karşımıza konuşmaya başladı… Ben de ‘sıkı durun fotoğrafınızı çekiyorum’ dedim… Bir taraftan poz verirken Albay Ali Yazıcı, bir taraftan da konuşmaya başladı: “Bu düzen böyle gitmez. Çok yakında darbe olacak… Hem de bu darbeyi kimler yapacak biliyor musunuz; Sizin o ‘Paralelciler dediğiniz kimseler…!?”
Biz gaale (dikkate) almadık bu sözleri… ‘Yav Ali Komutan yine atıyor işte’ diye geçiştirdik… Ama dün saat 16:53:26’da ajanslara düşen o haber Komutan Ali Yazıcı’nın sözlerinin hiç de şaka olmadığını gözler önüne serdi…
İşte Yaver Komutan Ali Yazıcı ile ilgili ajanslara düşen o haber: “Cumhurbaşkanı Başyaveri Albay Ali Yazıcı’nın gözaltına alındığı bildirildi. Alınan bilgiye göre, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında gözaltı kararı verilen Cumhurbaşkanı Başyaveri Yazıcı’nın gözaltına alındığı belirtildi. Başyaver Albay Yazıcı, 12 Ağustos 2015’te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleştirilen törenle, başyaverlik görevini Tank Kurmay Albay Bekir Furkan Özdaban’dan devralmıştı.”
Yeni Akit’in Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel’in bu itiraflarına göre:
1- Fetöcülerin bir darbeye hazırlandığı haftalar ve aylar öncesinden konuşulmaktaydı.
2- Sn. Erdoğan’ın başyaveri bile bu hıyanet kalkışmasını açıkça haber vermiş ve paralelcilere işaret etmiş bulunmaktaydı…
3- Ama bu ihbar ve ikazları ciddiye alacak ne bir sırdaş ne bir yandaş çıkmamıştı!..
Kadir Demirel’in çetrefilli ve çelişkili görev sahaları!
Yeni Akit’in sitesinde yer alan biyografisine göre Kadir Demirel; 1961 yılında Niğde’de doğmuşlardı. İlkokulu Kayseri’nin Yeşilhisar kazasında, İmam-Hatip Lisesini Niğde’de, üniversiteyi de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okumuşlardı. Fakültedeyken Milli Gazete’de işe başlamış, 5 yılı aşkın bir süre Milli Gazete’de çalıştıktan sonra Sabah’a taşınmıştı. Askerlik dönüşü Zaman Gazetesi’nde işe başlamış; orda politika editörlüğünden sonra, Avrupa yayın sorumluluğuna atanmıştı. Ardından Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ve gazetelerinin yayımlanmasının öncülüğünü yapmış ve 1998 yılında Moskova Zaman’da Genel Yayın Yönetmenliğinde bulunmuşlardı. 2000 yılında Zaman’dan ayrılan Demirel, Yeni Şafak Gazetesi’nde 5 yılı aşkın süre Yazı İşleri Koordinatörü, 8 yıl da Bölge Haberleri Müdürü olarak görevde kaldıktan sonra 2014 Kasım’ında Yeni Şafak’tan ayrılıp aynı ay içinde Yeni Akit’te Yazı İşleri ve Yayın kurulu Üyesi olarak göreve başlamıştı. 14 Mart 2016’da ise Yeni Akit’te Genel Yayın Yönetmeni yapılmıştı.
Yahu, FETÖ’cülerin Zaman Gazetesinde uzun yıllar çok etkin ve stratejik konumda yöneticilik yapan bir şahıs, sonunda Yeni Akit’in Genel Yayın Yönetmenliğine atanırsa bunu nasıl okumak lazımdı?
AB tarafından yurt içinde ve yurt dışında eğitilmiş, seminerler verilip terbiye edilmiş, güya çok farklı ve aykırı kesimlerden Türk gazeteci ve editörlerin çalıştığı kurumlar vardı:
Akşam Gazetesi, Anadolu Ajansı, Anka Haber Ajansı, Birgün Gazetesi, Bugün Gazetesi, Business Channel, Cihan Haber Ajansı, CNN Türk, Cumhuriyet Gazetesi, Dünya Gazetesi, Fox TV, Hürriyet Gazetesi, Kanal 24, Kanal D, Kriter Dergisi, Mehtap TV, Milliyet Gazetesi, NTV, Radikal Gazetesi, Referans Gazetesi, Sabah Gazetesi, Samanyolu TV, Star Gazetesi, Takvim Gazetesi, Tempo Dergisi , Today’s Zaman Gazetesi, TRT, Turkish Daily News, Türkiye Gazetesi, TV Kanal 24, Vatan Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Zaman Gazetesi.
Yani solcusundan sağcısına, sözde tarafsızından din istismarcısına yoldaşların ve yandaşların hepsi aynı AB mahfillerinde ve Siyonist merkezlerce eğitilip ayarlanmaktaydı!
AB Hibesiyle Brüksel’de Eğitimden Geçmiş ve Seminerlere Katılmış Bazı Gazeteciler ve Medya Elemanları İse Şunlardı:
Akşam: Nagehan Alcı, Cumhuriyet: Özlem Yuzak, Mine Esen Ergür, İpek Yezdani, Dünya Gazetesi: Neşe Sönmez, Hürriyet: Ayten Serin, Neslihan Akdaş, Milliyet: Serkan Arman, Özgür Ekşi, Referans: Şule Zengin, Radikal: Hanife Şenyüz, Zeynep Aksoy, Nazarı Özcan, Sabah: Sinan Şahin, Star Gazetesi: Pelin Cengiz, Türkiye Gazetesi: Mehmet Gel, Serdar Uyan, Vatan: Uğur Koçbaş, Yeni Şafak: İpek Aydın, Zaman: Süleyman Kurt, Birikim Dergisi: Ceylan Özerengin, Ekonomist Dergisi: Emrah Gürkan, Yeni Para Dergisi: Sefer Yüksel, Anadolu Ajansı: Feyzullah Yarımbaş, Anka Haber Ajansı: Aycan Alp Erözalp, Foreks Haber Ajansı: Erkan Kızılocak, Reuters: Zerin Elçi, Elif Ünal, ATR: Metin Mutanoğlu, BRT: Gökmen Karadağ, CNBC-e: Evren Ballım, CNN Türk: Hande Fırat Devrimci, Özgül Apaçe, Emre Temel, Habertürk TV: Gülin Yıldırımkaya, Kanal 7: Mehmet Acet, NTV: Pınar Aydınlı, Sky Türk: Lale Şıvgın, Star TV: Seda Erden, TRT: Ziya Erel, Nurettin Turan…
https://www.millicozum.com/mc/eylul-2017/15-temmuz-darbesindeki-saibe-bulutlari-ve-fetoculerin-sapkinliklari
[1] 30.05.2017 – Darbe kadrosu mahkemede topu taca atıyor. Fehmi Koru Günlüğü
[2] Darbecilerin yeni taktiği. Abdülkadir Selvi – Hürriyet
[3] (27.05.2017 – Hürriyet – Orgeneral Akar’ın 15 Temmuz’daki maskeleme stratejisi – Sedat Ergin)
[4] Sözcü FETÖ’cü ise… Nihal Bengisu karaca – Habertürk – 27-05-2017