AMERİKA’NIN TAHRİBATI VE TSK’NIN TAVRI
Erdoğan’ın izinde olduğu Özal
darbecilere kalbi şükranlarını sunmaktaydı!
Başbakan Erdoğan’ın sık sık “devamıyız” diye
gurur duyduğu ve afişlerinde birlikte fotoğrafını koyduğu Özal’ın 12 Eylül
darbesini yapan Kenan Evren’e darbe yaptığı için teşekkür mektubu yazdığı
ortaya çıkmıştı. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun yaptığı çalışmalar
kapsamında ortaya çıkan belgelere göre, Turgut Özal’ın, Kenan Evren’e darbe
yaptığı için teşekkür ettiği mektupta, “12 Eylül’ü
gerçekleştirdiğiniz için en kalbi şükranlarımı arz ediyorum” dediği
anlaşılmıştı.
“www.gercekgundem.com”un ortaya çıkardığı
belgede: Özal, Kenan Evren ve arkadaşlarına, darbenin dördüncü yıldönümünde:
“Sayın Cumhurbaşkanım, Memleketi büyük bir
badireden kurtararak tekrar Atatürkçü bir görüşle demokratik sisteme
geçirmekteki büyük hizmetiniz hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bu vesile ile
zat-ı âlilerine ve muhterem Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerine 12 Eylül’ün
dördüncü yıldönümünde kalbi şükranlarımı arz ediyorum.”Şeklinde şükranlarını sunmuşlardı. Çünkü Özal’a iktidar yolunu açan 12
Eylül cuntasıydı. Şimdi Recep Erdoğan’a bugünkü fırsatları sunan da 28 Şubat
tezgâhıydı.
ABD’li Siyonist stratejistler neden Türkiye’ye
yoğunlaşmıştı?
Siyonist merkezler ABD, AB bütün gücüyle Türkiye’ye
odaklanmıştı. Başbakan Erdoğan’ı ilk keşfeden ABD Ankara büyükelçisi Morton
Abromowitz ile her gittiği ülkeyi karıştırmış olan Eric Edelman rapor bile
hazırlamıştı. “ABD Türkiye’nin iç politikasına daha fazla
müdahale etsin” tavsiyesinde bulunmuşlardı. Türkiye’yi
avuçlarında tutmak ve çıkarlarını korumak için CIA’sı, MOSSAD’ı, MI5’i, …
hepsini devreye sokmuşlardı. Erdoğan “Meclis’e türbanın girmesinden”
sonra Kızılcahamam kampında sık sık “Yeni Türkiye” ifadesini
kullanmıştı, kurumlarda TC’lerin kaldırılma çabasının ardından bu “Yeni
Türkiye” vurgusu anlamlıydı. Türk Ordusuna yönelik yıpratma operasyonları
ortadaydı. Emekli General Haldun Solmaztürk’ün deyişiyle “Türk
Ordusu Türkiye’de bir güç olmaktan çıkarılmaktaydı.” Askerler
kışlada ve karakolda oturmakta. PKK’lıları görünce neredeyse kafasını çevirmek
zorunda bırakılmaktaydı. Ergenekon gibi ‘‘tahmini ve tahayüli’‘ değil, 28 Şubat
gibi ‘‘fiili’‘ bir darbenin sanıklarının peş peşe tahliyesine Milli Görüşçülerin
itirazı karşısında daha fazla kayıtsız kalınamamıştı. HSYK, yazılı bir
açıklamayla aradan çekilip, tahliyelerde bizim dahlimiz yok diyerek
sorumluluktan sıyrılmaya çalışmıştı. Peki o zaman bu kararları hangi odaklar
almaktaydı?
28 Şubat Post-Modern darbesinin aktörlerinin bir bir
serbest bırakılmasından, kamuoyu vicdanı rahatsızdı. 28 Şubat davasındaki
çarpık işleyişin ve maksatlı tahliyelerin sıkça gündeme getirilmesine Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) daha fazla sessiz kalamamıştı. HSYK Milli
Gazete’nin manşetlerinin ardından ’‘Ne milli kamuoyunun
yakından takip ettiği diğer davalarda ne de 28 Şubat davasında yargı yetkisini
kullanan hâkimlere yönelik olarak tavsiye ve telkinde bulunması ya da
yönlendirme yapması mümkün değildir’‘açıklaması yapılmıştı. Peki bu
tahliyelerde HSYK’nın dahli yoksa kimin dahli vardı? Siyasi irade mi, yoksa
başka merkezler mi, 28 Şubat davasını örtbas etmeye çalışmaktaydı?
Tahliyelerin arkasında hangi odaklar vardı?
Balyoz ve Ergenekon davalarındaki, uzun tutukluluk
süreleri, müebbet hapisler ve sakız gibi uzayan bir süreç işletilirken, darbe
yaptıkları tescillenen 28 Şubatçılar için ne yazık ki aynı özenden
kaçınılmıştı. Darbeciler adeta nispet yaparcasına sırayla tahliye edilip
serbest bırakılmıştı. Darbe iddialarını her gün çarşaf çarşaf haber yapan
gazeteler ve kalemşörleri 28 Şubat davasında yaşanan garipliklere ilgisiz
kalmışlardı. Türkiye tarihine post-modern darbe olarak geçen 28 Şubat’ı hiç
olmamış farz edip, sosyal ve ekonomik yıkımlarını görmezden gelerek verilen bu
kararların arkasında mutlaka bir irade vardı. HSYK bu açıklamasıyla o irade ben
değilim demiş olmaktaydı. O zaman şu soruyu soruyoruz. Kamuoyu vicdanını
yaralayan bu tahliyelerin arkasında kim vardı? Yapılan darbe, yapanların yanına
kâr kalacaksa, o zaman Balyoz ve Ergenekon davalarında kopartılan o yaygara
sadece TSK’yı yıpratmayı mı amaçlamıştı?
Buna Kargalar Bile Güler
Darbeye teşebbüs ettikleri için çok sayıda kişi
hakkında açılan Balyoz ve Ergenekon davalarındaki sanıkların tutuklu yargılamaları
ve sanıklara verilen müebbet hapis cezaları tartışılmaya devam ederken,
teşebbüsten öte açıkça darbe yapan kişilerin kaşla göz arasında serbest
bırakılması, mide bulandırmıştı. Darbeye teşebbüse verilen müebbet hapis
cezaları, bizzat darbe yapanlara neden uygulanmamıştı? Türkiye’nin geleceğini
ipotek altına alan bir darbenin yargılanma süreci bu kadar kısa zamanda nasıl
sonlandırılmıştı? Bunu hangi eller ve ne maksatla yapmıştı? 28 Şubat
davasındaki bu tutum Balyoz ve Ergenekon davalarındaki kararları da sorgulanır
noktaya taşımıştı. Ne yani 28 Şubat darbesini cezaevinde tahliye bekleyen 5
kişi mi yapmıştı? 28 Şubat’ta kararan hayatlardan sadece bu 5 kişi mi sorumlu
tutulacaktı? Buna kargalar bile kahkaha atardı. Yoksa sıra darbenin sivil
ayaklarına ve ABD talimatlarına gelecek diye mi korkulmaktaydı?
Çetin Doğan’ın Silah Arkadaşlarını Suçlayan Yalman’a
Sert Çıkışı Psikolojik Bir Telaşı mı Yansıtmaktaydı?
Eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan ile eski Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman arasındaki ‘‘Balyoz’‘ tartışması kafa
karıştırıcıydı. Tartışmaya son olarak eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de
katılmıştı. Balyoz davasına dayanak gösterilen 5-7 Mart 2003’teki 1. Ordu
Komutanlığı’nda yapılan Plan Semineri’nde Kara Kuvvetleri Komutanı olan
Yalman’ın Milliyet Gazetesine yaptığı açıklamalardan sonra da dönemin
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök gazeteye açıklama yapmış, Yalman’ın
söylediklerinin doğru olduğunu vurgulamıştı. Çetin Doğan’ın bu iddialara:
‘‘haberim yok diyorsa Kara Kuvvetleri Komutanlığı koltuğuna niçin oturdu?’‘
sorusu yöneltmesi üzerine Yalman yeni bir açıklama yaparak, ‘‘o koltuğa layık
olanlar oturur. Layık olmayanlar oturamaz’‘ şeklinde yanıtlamıştı. Emekli
Orgeneral Çetin Doğan’ın 28 Şubat davasının görüldüğü Ankara 13. Ceza
Mahkemesi’nin duruşma salonunda yazıp avukatı aracılığıyla gönderdiği
açıklamada şunları vurgulamıştı: ’‘Yalman’ın gerçek dışı beyanı:
plan seminerinde EMASYA planının görüşüldüğünü, seminere gönderdiği müşahit
generalden öğrendiğini, bunun üzerine bu emre itaatsizliği sorgulamak ve
ilgilileri ikaz etmek için 1. Ordu bölgesine gittiğini ve gereken ikazları
yaptığını belirtmiştir.’ Bu talihsiz beyanın gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
Yalman’ın bazı konularda hafıza kaybına uğradığı görülüyor. Hafıza kaybı, bir
bakıma kişinin içgüdüsel olarak kendini koruma çabasından kaynaklanır. Geçmişle
yüzleşmek güç ve cesareti olmayanlar için ‘değerli yalnızlığın’ hayaller içinde
yaşamanın hayatta kalabilmek için yararlı olduğu da söylenebilir. Ancak
unutulmaması gereken bu süreçte hafızalardan silenlerin yerine sanal dünyada
fabrikasyonlar üretilmesi kişinin onulmaz bir hastalığa yakalandığının
işaretidir. Biz bu tür hastalıklara yakalananlara kızmaz sadece acırız.
Yalman’a acil şifalar dileğiyle birkaç hususu hatırlatmak isterim. Plan Semineri’nde
EMASYA planının emrine rağmen görüşüldüğü iddiası mesnetsizdir. Yalman’ın ”emre
itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için 1. Ordu bölgesine
gittiğim’ ifadesi en hafif tabirle hezeyandır.’‘
Hükümet YAŞ Kanunu’nda sessiz sedasız yaptığı
değişiklikle, atama ve ihraçlarda nihai kararı Cumhurbaşkanına bırakmıştı!
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının hemen öncesinde hükümet, YAŞ
Kanunu’nda değişiklik yaparak, atama ve ihraçlarda nihai kararı
Cumhurbaşkanı’na bırakmıştı. Daha önce YAŞ üyelerinin aldığı kararlar, nihai
karar olarak açıklanıp, Komuta kademesi için Bakanlar Kurulu kararı gerekirken,
bundan sonra YAŞ’ta alınan bütün kararlar Cumhurbaşkanı’nın onayına
sunulacaktı. Bu, TSK’dan yapılan ihraçların Cumhurbaşkanı’nın onayı olmadan
yürürlüğe giremeyeceği anlamını taşımaktaydı.
Son Yüksek Askeri Şura’da yapılan terfilerde kıdem geleneğine uyulmaması ve
AKP’nin istediği kişilerin terfi alması askeri çevrelerde ‘‘AKP’nin terfilere
müdahalesi’‘ olarak yorumlanmıştı. Emekli General Haldun Solmaztürk de son
Yüksek Askeri Şura kararlarını eleştirip Sivilleşme adı altında Türk ordusunun
geleneksel kültürünün bozulduğunu hatırlatmıştı. ‘‘Ordu bir süredir
siyasetin içine çekiliyor eğer atamalar ve terfiler usulüne uygun olsaydı
sürpriz olurdu. Ne yazık ki durum bu. Şu anda Türk ordusunun beyni hapiste. Son
yıllarda yaşananların orduda yarattığı sıkıntıyı görmemek için kör olmak lazım.
Yapılan terfilerde kriterlerin değiştirilmesi orduda disiplini bozuyor. Türk
ordusuna Yunan ordusundaki sistem getirilmek isteniyor. Yunan ordusunda Generaller
olarak görülmez. İktidar değiştikçe valiler, genel müdürler gibi komutanlar da
değiştirilir. Şimdi bizde de aynı sistem dayatılıyor. Bu Türk ordusu için büyük
yanlıştır. Aşağıdaki komutanlar yükselmek için iyi asker olmak yerine başka
işlerle uğraşacaklar. Ordu içinde birbirine güven, dayanışma, başarı, iyi asker
olma kriterleri bir kenara itilirse neler olacağı bellidir. Yükselme için başka
kriterler öne çıkarsa bunun bedeli ağır olur. Silah arkadaşlığı duygusu yok
edilirse bunda en büyük zararı Türkiye Cumhuriyeti görür.’‘
Hurşit Tolon Paşa, Çölaşan’a yazdığı mektubunun ikinci bölümüne şöyle
başlamıştı:
‘‘Adaletin küçüldüğü ülkelerde büyük olan artık suçlulardır’‘
‘‘Yüce milletimin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli
üniformasını 47 yıl onurla üzerimde taşıdım. En küçük rütbeden başlayarak
Orgenerallik rütbesiyle iki Orduya (Ege Ordusu ve 1. Ordu) komuta ettikten
sonra göğsümde devletimin üç madalyası ve alnımdaki şerefle Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden emekliye ayrıldım. Tüm görevlerimde ülkeme, milletime ve
devletime doğruluk, dürüstlük, bağlılık, içtenlik ve özveri ile hizmet etmeye
çalıştım.
Geriye doğru baktığım zaman 71 yıllık yaşantımda bugüne kadar milletimin ve
devletimin güven ve saygısını yitireceğim, başımı eğecek, hukuka ya da yasalara
aykırı hiçbir eylemde bulunmadığımı göğsümü gere gere Yüce Türk Milleti’ne
haykırmak istiyorum. Yaşantım boyunca ülkem, milletim ve devletim için tüm
müktesebatımla (bilgilerimle) inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket
ettiğim için de, bugün suçlu addedilip (sayılıp) cezalandırılmayı asla ve asla
hak etmedim.
Bundan yaklaşık yarım asır önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ocağı
olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılırken günün birinde hain bir düşman
kurşunu ile şehit olabileceğimi, ya da savaşta düşmana esir düşebileceğimi göze
alarak bu göreve başlamıştım. Her zaman ayakta ölmeyi, dizüstü yaşamaya tercih
etmiş biriyim. Ancak üzülerek söylemek gerekirse ömrümü adadığım kendi
vatanımda, yargı vasıta kılınarak bir hukuk suikastına kurban edileceğim hiç
ama hiç aklıma gelmemişti! Bugün sadece Anayasal ve Yasal haklarımı
kullanmaktan ibaret eylemlerimden dolayı düzmece deliller ve şaibeli gizli
tanıklardan medet umularak ”Darbeye Teşebbüs’ gibi son derece ağır bir suçlama
ile –şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı– idamım istenecekken- Mahkemece” iyi
halim’ de gözetilerek müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olmamı, öncelikle
adalet adına bir zül (alçalma) olarak telakki ediyorum.
Ancak, eli kanlı canilerin beraat ettirildiği, bebek katili teröristlerin
önce gizli tanık, ardından muteber (saygın, güvenilir) açık tanıkmış gibi
dinlenildiği ve buna karşılık duruşmada hazır edilen savunma tanıklarının yasal
zorunluluğa rağmen dinlenilmesinden kasten imtina edildiği (bilerek
kaçınıldığı) ve davanın esasına ilişkin son derece etkili savunma delillerinin
toplanılmadığı bir davada, elbette ki adil bir kararın çıkması da beklenemezdi.
Neticeten, soruşturma ve kovuşturma süreçleri adil olmayan bu davada çıkan
hüküm de adil değildir.’‘ (27
Ağustos 2013)
Türkiye Cumhuriyetinin 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker
Başbuğ kendisini ziyaret eden Bülent Tezcan’a ‘‘müebbet cezanın kendisinin
şahsında TSK’ya verildiğini’‘ haykırmıştı.
Ergenekon karar duruşmasının ardından Silivri tutsaklarını ziyarete giden
Aydın Milletvekili Bülent Tezcan, ziyaret ettiği eski Genelkurmay Başkanı
emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un cezanın kendisine değil Türk Silahlı
Kuvvetleri’ne (TSK) verildiğini vurguladığını açıklamıştı. Silivri ziyaretinde
tutsakları kararlara şaşırmış görmediğini söyleyen Tezcan, Başbuğ’un sözlerini
şöyle aktardı: ‘‘Bu kararla, TSK terör örgütü gibi gösterilmiştir. Ceza, bana
değil, TSK’ya verilmiştir. Bu, bir kurumsal suçlamadır. O zaman bizi atayan
siyasi irade bunu nasıl açıklayacak? Bu kararla, ortada devlet olmadığı ortaya
çıkmıştır.’‘ Başbuğ, Başbakan’ın söylediği ’‘Genelkurmay Başkanı’na
terörist demeyi tarih affetmez’‘ sözünü de hatırlatmıştır.
Bülent Tezcan’ın görüştüğü Hurşit Tolon da verilen cezaların, ABD’nin
Irak’ı işgalinden sonra 4 Temmuz 2003 tarihinde Türk askerinin başına çuval
geçirilmesiyle bağlantılı olduğunu belirtip: ’‘Askerimizin başına çuval
geçirilmesine gösterdiğimiz tepkinin hesabını soruyorlar’‘ tespitini
yapmıştı.
Çuvalcı Generale AKP kıyağı
Türk Askerinin Başına Çuval geçiren ABD’li General
Petraeus’un yönetici olduğu Şirkete ait gemilerin, Süveyş kanalından geçiş
ücretinin Türkiye Cumhuriyeti Tarafından ödeneceği ortaya çıkmıştı. AKP,
Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçiren ABD birliğinin komutanı
General Petraues’un yönetici olduğu şirkete kıyak yapmıştı. Pentagon’a
yakınlığı ile bilinen Amerikan fon şirketi KKR’nin, Türkiye’deki deniz
taşımacılığı şirketi olan UN-RO-RO firmasının gemilerinin Süveyş kanalından
geçiş ücretinin devlet tarafından ödeneceği anlaşılmıştı.
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali
Yıldırım, Mısır’a giden gemilerin bundan böyle Süveyş Kanalı’ndan
geçirileceğini, bunların ücretlerinin de hükümet tarafından karşılanacağını
açıklamıştı. Binali Yıldırım, havalimanı ve terminal binası temel atma töreni
için gittiği Diyarbakır’da yaptığı konuşmada, ‘‘Suudi Arabistan, Ürdün ve diğer
Körfez ülkelerine yapılan ihracat için Suriye’deki savaş nedeniyle Mısır’a
kaydırılan Ro-Ro gemilerinin bu kez de Mısır’da meydana gelen iç karışıklık
nedeniyle sıkıntı yarattığını hatırlatmıştı. Sıkıntıyı gidermek için bazı
önlemler alındığına dikkat çeken Bakan Yıldırım, Suudi Arabistan’a yapılan
ihracatın Süveyş Kanalı üzerinden yapılacağını, gemilerin Süveyş Kanalı’ndan geçirileceğini
ve gemi başına 150 bin dolar ile 200 bin dolar arasındaki kanal ücretlerinin de
teşvik olarak hükümet tarafından ödeneceğini’‘ vurgulamıştı.
Türkiye’den Mısır’a sefer yapan firmalardan SİSA
SHİPPİNG LİNES firmasının iflasın eşiğine gelmesinden dolayı UN-RORO firması
güzergâhta tek kalmış durumdaydı. Hükümetin Mısır politikası ve Mısırlı
yetkililerin Türkiye’nin tutumuna tepki göstermesi nedeniyle seferlerde sıkıntı
yaşanıyor ve Türk ihraç ürünleri zamanında alıcılara teslim edilemiyordu.
Pilotlarımız istifaya mı zorlanmıştı?
Kuzey Irak’ta başarılı hava operasyonlarına katılan ve
soruşturmalar üzerinden istifaya zorlanan 145 pilotun 2013’ün Ocak-Şubat
aylarında istifa ve emeklilik yoluyla görevden ayrıldığı ortaya çıkmıştı. Özel
hayatlarından ve sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden soruşturmaya uğrayan
Hava Kuvvetleri pilotları isyankâr bir tavra zorlanmıştı. Kuzey Irak’ta
başarılı hava operasyonlarına katılan ve soruşturmalar üzerinden istifaya
zorlanan145 pilotun 2013’ün Ocak Şubat aylarında istifa ve emeklilik yoluyla
görevinden ayrıldığı anlaşılmıştı. Yaşanan istifalarla TSK’nın göz bebeği
sayılan 181. Filonun görevlerini yerine getirmede sıkıntı çektiği
vurgulanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Balyoz
tutuklularına: ’‘Susun ve ders çıkarın!’‘ yanıtı çok
tartışılmıştı!
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Balyoz tutuklusu komutanlardan gelen
eleştirileri, ‘Geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmayalım’ şeklinde
yanıtlamıştı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel kendisine yönelik eleştirileri
yanıtlarken, geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu olayları sürekli
olarak gündemde tutmadan geleceğe ait plan ve projeler yapılmasını önermesi
anlamlıydı. Özel’in yaptığı yazılı açıklamada, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
Balyoz Davasında verdiği karardan sonra şahsına yönelik sözlü ve yazılı
yıkıcı eleştiri ve saldırıların olduğunu hatırlatmış, “Kurban Bayramı’nı
idrak ettiğimiz günlerde bayramın kutsiyetine olan inancım ve yüce Türk
milletine olan saygımdan dolayı cevap vermek istemedim” ifadelerini
kullanmıştı.
Özel, Hasdal ziyaretinde komutanlara söylediği, “Dava
dosyalarını hukukçulara incelettim. Siz suçsuzsunuz biliyorum. Hepiniz göreve
dönecek şekilde hazır olun. Sorgu ifadelerinizi kısa tutun. Mahkeme heyetiyle
tartışmaya girmeyin. Ben müzakere yoluyla işleri hallederim.
Halledemezsem diğerleri gibi çeker giderim” sözlerine
hiç değinmezken, komutanların “TSK’da söz namustur, iki yıl önce Hasdal
duvarına kazınan sözlerinizin arkasında durun” talebini yanıtsız
bırakmıştı.
Özel, açıklamasında şu mesajları aktarmıştı: Ziyaretimin amacı, sorumlu ve
vefalı bir kişi olarak arkadaşlarımı dinlemek, onlar için hukuken ve idari
olarak ne yapabileceğimi belirlemek ve her şeyden önemlisi moral vermekti. Bu
ziyaret esnasında bazı arkadaşlarıma, ‘Suçun şahsiliği prensibine karşın,
yürütülen davanın aynı zamanda TSK’nın kurumsal kimliği ile de ilgili olduğunu,
davayı yakından takip ettiğimi, TSK’nın kurumsal yapısını ve iddialarla ilgili
bilgileri yetkili ve ilgili kişilerle diyalog kurarak yüz yüze görüşeceğimi, bu
konuda basın-yayın yolu ile bilgilendirme yapmayı düşünmediğimi’ belirttim.
Daha huzurlu, müreffeh ve her yönüyle gelişmiş Türkiye hedefine; geçmişte
yaşadığımız olayları sorgulayarak, gerekli dersleri çıkararak ve bu dersleri
hayata geçirerek, ancak geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu
olayları sürekli olarak gündemde tutmayarak, geleceğimize ait plan ve projeler
yaparak ve bunları uygulama alanına sokarak, mevzubahis vatan ve millet
olduğunda saplantılarımızı bir kenara bırakarak ve ‘Her şey Türkiye için’
diyerek ulaşabileceğimize inanıyorum.’‘ Özel’in ‘‘Her şey Türkiye için’‘ sözleri
AKP’nin seçim sloganı olması dikkatlerden kaçmamıştı.
Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, Ergenekon savcısı
Zekeriyya Öz’le görüşmesini anlatırken: ‘‘Komutanlara kasetli şantaj’‘
yapıldığını hatırlatmıştı.
‘Zekeriya Öz, 2008 yılında bana ve yardımcım Mehmet Çelik’e üst düzey bir
komutanın oğlunun bir kadınla cinsel içerikli görüntülerini izlettirdi.
Kasetler nedeniyle tertiplere ses çıkarılmadı!’
Hava Kuvvetleri içinde Fetullahçı hücreyi deşifre ettikten sonra, Ergenekon
operasyonunu düzenleyen tertip merkezine karşı iddianame hazırlarken, kendisi
de tertiple tutuklanan emekli Hava Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, Ergenekon
Savcısı Zekeriya Öz’le ilgili önemli bir bilgiyi açıklamıştı. Üçok, düzmece MİT
belgesi üzerine başlattığı soruşturmada, belgenin bir tertiple hazırlandığı
sonucuna ulaşmıştı. Soruşturma sürerken, Ergenekon tertibinin baş aktörü Savcı
Zekeriya Öz, düzmece MİT belgesinde adı geçen Albay Cengiz Köylü’yü
tutuklatmıştı. Bu gelişme üzerine Hâkim Albay Üçok, yardımcısı Mehmet Çelik’le
Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e gitti. Üçok, ODATV’de yayımlanan yazısında
bundan sonrasını şöyle anlatmıştı:
“Karargâh Evleri Soruşturması sırasında, bu soruşturmayı birlikte
yürüttüğümüz ünlü savcı (!) Zekeriya Öz bana ve yardımcım Mehmet Çelik’e 2008
yılında çok üst düzey bir komutanın oğlunun bir kadınla cinsel ilişkiye girdiği
görüntülerin yer aldığı video seyrettirmişti. Bu görüntülerden başka benim ve
yardımcımın da şahsen tanıştığı birçok adli ve idari yargıda görevli hâkim ve
savcıların kadınlarla cinsel ilişkilerini gösteren gizli çekilmiş videolar
göstermişti.”
Hava Kuvvetleri içinde yuvalanan karanlık hücreyi ortaya çıkaran Üçok,
Tayyip Erdoğan ve Yaşar Büyükanıt’ın 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe’de yaptığı
görüşmeyi hatırlattığı yazısında, konuyla ilgili WikiLeaks belgelerinde
yayımlanan ABD kriptolarından da örnekler vererek bu tür kasetlerin sonucunda
tertiplere ses çıkarılmadığını vurgulamıştı. Evet TSK’nin tarihinde görülmemiş
bir olay yaşanmıştı. Bir özel yetkili mahkeme Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı
Genelkurmay Başkanı’nı ’‘TSK içinde örgüt kurduğu ve yönettiği
savıyla’‘ ömür boyu müebbet hapse çarptırılmıştı. Eğer AB’nin
baskısıyla TCK’dan idam cezası kaldırılmasaydı şimdi Başbuğ ipte sallanacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ henüz 2’nci
Başkan iken merhum Coşkun Kırca’ya (eski milletvekili ve büyükelçi) şöyle
anlatmıştı:
‘‘İlker Başbuğ Paşa’ya dikkat et! Kendisi İngilizceyi ve Fransızcayı gayet
iyi konuşan, dünya olaylarına objektif ve dürüst bakan demokrat ruhlu bir
paşadır ve umarım ki yakında genelkurmay başkanı olarak memlekete çok büyük
hizmetlerde bulunacaktır.’‘
Şimdi müebbete mahkûm edilen İlker Başbuğ olup bitenlere inanamamış ve
TSK’nin geldiği konuma içi yanarak yeni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e şöyle
çağrı yapmıştı:
‘‘Unutulmasın ki; Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
komutanıdır. Kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yöneltilen haksız,
asılsız ve ağır saldırılara karşı da kurumunu korumak zorundadır. Bugün,
genelkurmay başkanlığı makamında oturan komutan, verilen bu kabul edilemez
karar karşısında, kurumsal sorumluluğu gereği olarak, Sn. Başbakan’ın da kabul
etmeyerek tepki gösterdiği bu konuda, devam eden sessizliğini sürdürecek
midir?’‘
Necdet Özel Paşa’yı da emekli Orgeneral Necati Akgün’e sormuştum, bana
şöyle tanıtmıştı: ’‘İyi çocuktur, komando subayıdır ve benim yanımda
çalışmıştır.’‘ Ayrıca bazı kaynaklardan öğrendiğime göre: Necdet
Paşa NATO’da hizmet görmemiş -bu kendisi hakkında olumlu bir nokta- ancak
Amerikalılar tarafından Avrasya sorunlarıyla ilgili çalışmalarda kullanılmış
başarılı bir subaydır. Orgeneral Necdet Özel, TSK’deki istifalar nedeniyle
jandarma genel komutanlığından genelkurmay başkanlığına kademeleri atlayarak
atanmıştı. Onun AKP yanlısı ve mütedeyyin bir tarafla alakası olduğu sıkça
vurgulanmıştı. Özel Paşa muhtemeldir ki Org. İlker Başbuğ’un yakın bir silah
arkadaşıdır. İlker Paşa’ya Fikret Bila aracılığıyla dolaylı yoldan verdiği
yanıt da anlamlıdır. Kendisinin değil de, sanki Genelkurmay karargâhının
açıklaması gibi durmaktadır. Oysa bu yazışmalar komutanla komutan arasında
olmalıydı. Fikret Bila’nın kaleminden çıkan sözleri hatırlayalım:
‘‘Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyuna açıklama yapmamış olması, sustuğu
anlamına gelmez. Dışarıdan sessiz görünebilir ama hemen her gün bu konuya mesai
ayırmış ve yetkili muhataplarıyla yaptığı resmi ikili görüşmelerde de İlker
Paşa başta olmak üzere komutanlara yöneltilen suçlamaların kabul edilemez
olduğunu, uzun tutukluluğa çare bulunması gerektiğini hep yüksek sesle
söylemiştir. Siz sanıyor musunuz ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın
Başbakan’ın İlker Paşa’yla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Özel Paşa’nın
iyi ilişkilerinin ve verdiği bilgilerin hiç payı yoktur?
‘‘Özel Paşa samimiyetle her fırsatta duyduğu derin üzüntüyü yansıtmış; bir
Genelkurmay Başkanı’nın terörist ilan edilmesinin, TSK’nın terör örgütü olarak
gösterilmesinin kabul edilemeyeceğini yüksek tonla devlet katında sık sık dile
getirmiştir.’‘ [1]
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel TSK’da görev yapmış
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının ‘‘Ergenekon’‘ ve ‘‘Balyoz’‘ tertibiyle
bertaraf edilmesi karşısında suskun kalmakla eleştirilince mecburen bir yazılı
açıklama yapmıştı. Acaba, silahlı kuvvetlerimizin, dış talimatlı senaryolarla
sistemli ve sinsi şekilde yıpratılmasına Sn. Necdet Özel ‘‘stratejik bir
sabırla dayanmakta, Milli ve mutlu çıkışlar için fırsat mı kollamaktaydı? Yoksa
pek çok bürokrat gibi, kendileri de AKP’ye ve arkasındaki Lobilere sıcak
görünmeye mi çalışmaktaydı? Sorularının yanıtı önümüzdeki
süreçte ortaya çıkacaktı.
Hakan Fidan, MOSSAD’dan Mursi’ye mesaj taşıdı’ iddiası
CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın
MOSSAD’dan aldığı “devrileceği” bilgisini Mısır Cumhurbaşkanı
Mursi’ye ilettiği iddiasını TBMM gündemine taşımıştı. Özgündüz Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’a MOSAD ile MİT arasında yapılan görüşmelerle ilgili sorular
sıralamıştı. Önergesinde 11 Haziran 2013’te, “İsrail’e ait özel bir uçakla
ülkemize gelen MOSSAD Başkanı Tamir Pardo ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan
arasında, İran ve Suriye konularında bir görüşme yapılmıştır. Bu görüşmeden
yaklaşık 20 gün sonra, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ile MİT Müsteşarı
Fidan arasında bir görüşme gerçekleştiği açıklanmıştır. Bu iki görüşme arasında
ilişki olduğu, İsrail’in Mursi’ye Fidan aracılığıyla mesaj gönderdiği, Mursi’ye
karşı darbe olacağı konusunda MOSSAD’ın istihbaratının Fidan ile iletildiği de
iddialar arasındadır”.
Özgündüz Başbakan Erdoğan’dan şu soruların yanıtını istedi:
$1· MİT-MOSSAD görüşmenin
gündem konuları nelerdir?
$1· Fidan-Pardo görüşmesinde
Mısır konusu gündeme gelmiş midir?
$1· Fidan’ın Mursi’ye götürdüğü
mesajlar nelerdir? Basına da yansıyan, Fidan’ın Mursi’ye devrileceğine dair
uyarısının istihbaratı nereden edinilmiştir?
Böylece, ’‘İsrail’in Hakan Fidan’dan rahatsız
olduğu, çünkü onun Erdoğan’la birlikte, Milli ve özgün politikalar üretip
uyguladığı’‘ palavrası da boşa çıkmaktadır.
Asker Zihniyeti, asker psikolojisini yansıtırdı!
Asker zihniyetinden kasıt, onun meselelere genel olarak nasıl
yaklaştığıdır. Asker, bir görevi aldığında, sahibi olduğu değerler bütünü
içerisinde bir karar verir ve uygular. Bunun zihinsel arka planına “asker
zihniyeti” demek uygundur. Bu zihniyeti ortaya koyan belirgin tutum,
davranış ve vasıfları ana hatlarıyla saptamaya çalıştık:
- Genel olarak güvenlikçi bir
yaklaşımı benimser. İşini tesadüfe bırakmak istemez. Bu nedenlerle risk
almamayı tercih eder. - İşinin doğası gereği tehdidi
büyütme eğilimindedir. Çünkü aldığı eğitim ve görevi onu karşılayabileceği en
kötü senaryoya hazırlıklı olmaya iter. - Eğitimi gereği şabloncudur.
Bu da onu belli sınırlar içinde düşünmeye ve kalmaya sevk eder. Askeri görevlerde
bu yaklaşım başarılı olabilir, ancak askerlik dışındaki durumlarda sorunlar
yaratır. Harpte karşılaşılması olası durumlarda yetersiz kalmasına yol
açabilir. - Provasını yapmadığı hiçbir
işten emin değildir. Kendini de hazır hissetmez. Sürprizi sevmez. - Görevine düşkündür,
başarısızlığı hazmedemez. Bunu canı ile bile ödeme eğilimi taşır. Bunun tipik
örneğini İstiklal Savaşı’nda 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Çiğiltepe’nin
tutumunda görebiliriz: Albay Reşat Bey, Tümen hedefini saat 12.00’ye kadar
alacağını vaat etmiştir, ama o saate kadar hedef ele geçirilemediği için
hayatına son verir. Oysa hedef 17.30’da ele geçirilir!.. - Asker aşırı kuralcı ve
talimatçıdır. - Yaptığı her işin meşru olmasını
ister ve mutlaka hukuki bir dayanak arar. - Üretimden kopuktur. Bu da
onun yaratıcılığını olumsuz etkiler. - Yaşam koşulları, görevin
özellikleri, halktan kopmasına ve kendi kabuğunda yaşamasına yol açar. - Özgüveni yüksektir. Bunu
özsaygı ile besleyemediği zaman etrafına tepeden bakan bir kişiliğe
bürünebilir. - Vatanseverdir. Ancak vatansever
olmakla, vatana uygun ve doğru hizmet etmek arasındaki farkı bazen ayırt
edemeyebilir. 1917 yılında, Irak cephesinde, Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Paşa, Yüzbaşı Selahattin’i kendisine yaver olarak almak ister ve ona bu
isteğini söyler. Yüzbaşı Selahattin’in verdiği cevap bunu ifade eder: “Kumandanım,
dedim, sizin bu teveccühünüze mazhar olmak benim için elbette ki kıymetli ve
sevindiricidir. Yalnız size bu istekleriniz çerçevesinde faydalı olacağımı
sanmıyorum. Siz belli inançlarınıza göre düşünür ve hareket edersiniz. Bense
kendimi bir yana bırakıp olayları yalnız millet ve devlet yararına tartarım.
Çok zıt sandığım bu iki görüşün beni size çok yakın çalışmaktan men edeceğini
düşünüyorum.” - Asker fedakârdır. Bu özelliği
dikkate değerdir. - Genelde dün bellediği doğrularla
bugünü anlamaya ve problemleri çözmeye çalışır. Bu onu hataya iter. - Kendi içinde yaşadığı sistemin,
sivil sistemlerden daha etkin olduğunu varsayar. - Temel komutanlık prensibini
“komutan birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur”
olarak kabullendiği için merkeziyetçidir. Bu onu bürokratik kılar. İnisiyatif
kullanma ve verme özelliğini törpüler. Ancak bu prensip, komutanın sorumluluğu
astlarının üstüne atmasını önler, bu yanı ile doğrudur. - Teferruatçı eğilimler taşır.
Ayrıntıya saplanıp dikkatini esastan kaçırabilir. - Görevinde komuta birliği
prensibi hâkim bir faktör olduğundan, ordu dışındaki unsurlarla birlikte
yaptığı çalışmalarda bile ortak sorumluluğu kendisi üstlenme eğilimi taşır. - Milli meselelerde çok hassastır,
ancak bu meseleleri ele alışında statükonun muhafazası eğilimindedir. - Başlangıçta atak bir yapısı
vardır. Zamanla bu özelliği ihtiyatlı davranma yönünde evrilir. - Yaşam anlayışı bakımından
gelenekçidir. - Yeni teknolojileri benimsemeye
yatkın ve uygulamaya heveslidir. - İnanç merkezli bir kavrayışı
vardır. Bu onu kuvvetli kılar. Ancak, bu olumlu vasfını araştırmacı özelliği
ile birleştiremediği takdirde kanaatlerden yola çıkarak peşin hükümler
oluşturmasına yol açar. - Atatürk’ün değerlerine çok
bağlıdır. Ancak onun düşünce sistematiğini içselleştirmek yerine şekilci ve
yüzeysel bir kavrayışı söz konusudur. - Komutanın verdiği emri
sorgulamaz. Mutlak doğru kabul eder. - Takdir edilme beklentisi
yüksektir. Ancak maddi beklentisi düşüktür. - Mesai mefhumu tanımadan
çalışır fakat zamanını etkin kullanma kapasitesi eleştirilebilir. - Adalete çok önem verir ve
haksızlığın karşısında yer alır. - Merhametlidir ama genellikle
astlarına sert davranmayı tercih eder. Bu nedenle yüzü asık yaşar. - Kendisine emanet edilen devlet
malını koruma güdüsü çok yüksektir. - Sınırlı imkânlarla olağanüstü
işler yapabilir. - Belki de en olumsuz yanı, kendi
düşüncesini ifade etme becerisinin ve cesaretinin düşük olmasıdır. Daha kötüsü,
komutanın kafasındakini bulmaya ve söylemeye çalışmasıdır. Bunun nedeni
eleştirel bakışa hoşgörüsüzlük yanında bir üst rütbenin astından daha iyi
düşündüğünün kabul edilmesidir. Bunda geleneksel hasletimiz olan büyüğe
saygının da özel bir rolü vardır. - Askerde, önce vatan, sonra iş ve
ailesi gelir. - Şüphecidir. Kolay
güvenmez. - Genelleme eğilimi yüksektir.
- Acelecidir. Her şeyin bir an
evvel olmasını ister. - Şekilcidir. Dış görünüşe çok
önem verir. - Çok söz vermez ama verdiği sözü
yerine getirme alışkanlığı vardır. - Sorunları üst tarafa
aksettirmeden kendi içinde ve kendi imkânlarıyla çözme eğilimindedir. - En tepedeki komutanının her şeye
çare bulacağı beklentisi içindedir. Onu mükemmel addeder ancak bunun tersini
gördüğünde hayal kırıklığı yaşar. - Standartçı bir eğilim taşır.[2]
Hükümet dershaneler eliyle altının oyulmasına engel
olmak ve bunları özel okullara çevirmek suretiyle hem gelir kaynağı bulmak, hem
de kontrol altına almak için Cemaat ise bu önemli rantı elden kaçırmamak ve
sinsi kadrolaşmasını yaygınlaştırmak için dershaneler üzerinden kıyasıya
çarpışırken; bu bölgede varlığımızın ve bağımsızlığımızın sigortası olan
TSK’nın böylesine hedef alınıp hizaya sokulması ve moralmen hezimete
uğratılması karşısındaki vurdumduymazlıkları, hatta ‘‘demokratikleşme ve
normalleşme’‘ bahanesiyle Orduya yönelik tahribatlara arka çıkmaları, bunların
gerçek ayarını ve ABD ayağını ortaya koymaktaydı. Komutan ve subaylarımızın da
‘‘İslam’ı gericilik, dindarları tehlike görme’‘ saplantısından artık kurtulması
ve halkımızla kucaklaşması lazımdı.
[2] İsmail Hakkı Pekin, 17 Eylül 2013